43
Sorular, sorular… Hepsinin haklı gerekçeleri vardı, cevaplanmaları gerekiyordu ama Amir haklıydı; şimdi bunların ne yeri ne zamanıydı. Hele bir selamete ulaşsınlardı; hepsini soracaktı Murat bir bir. Tabii Polis Amiri’nin, kendisine; onun polise sorduğundan daha çok ve resmi sualler soracağında emindi. Kurtuluşa erdikten sonra katlanılmayacak sıkıntı değildi. Hele bir kurtulsunlardı. Şimdi en azından daha bir umudu vardı ve bu iyi bir şeydi. “Ne?!” dedi Hulusi aniden durarak “Bir şey mi dedin?” “Hayır!” diye yanıtladı polisi Murat, şaşkınlıkla. “O ses senden gelmedi mi yani?” “Ne sesi? Hangi ses?” diye soruya soruyla cevap verdi Murat. Hulusi’nin yüzü asılmıştı. Gerilmişti daha doğrusu. İkisi birden, neredeyse nefes bile almadan, iyice dikkat kesilerek etrafı dinlemeye koyuldular… Alışageldikleri adım ve nefes sesleri kesilince; etrafı mutlak bir sessizlik kaplamış gibi oldu yine.
Ama hayır! Önlerinde bir yerlerden bazı başka sesler geliyordu! İki farklı tür ses… Biri; kısık, boğuk, kesik kesik homurtu, diğeri; bariz su şıpırtısı. Yüksekçe bir yerlerden, geniş bir birikintiye ağır ağır damlamakta olan onlarca katre. Damlama sesleri, ilerilerde küçük bir yer altı gölü yahut su birikintisi olabileceğinin ipucunu veriyordu. Normaldi; yer altı mağara sistemlerinin çoğunda sıklıkla rastlanılabilen bir durumdu. Can sıkıcı olan boğuk homurtulardı. Homurtuysalar eğer… Doğal, doğaya ait sesler değillerdi… Sanki arada; kısa kısa konuşmalar ama hırlama gibi, homurtulardan daha kısık…
Yeterince dinlediklerine kanaat getiren Hulusi Amir, başını geriye çevirdi. Murat’la göz göze geldiler. Gözleri, sükuti bir tartışmada mutabakat ararmışçasına birbirlerine kilitli kaldı bir müddet. Aranan mutabakat sağlanmış, karar kesinleşmiş gibi “Fenerini söndür. Gereğinden fazla dikkat çekmek istemeyiz. Beni yakın takip et ve en ufak bir ses bile çıkarmamaya çalış!” dedi Hulusi Amir. Sesi, fısıltı düzeyinde olmasına rağmen içerdiği otoriter ton, talimatlarını tartışılmaz kılmaya yetiyordu. Şanslarını zaten devam etmekte oldukları yönde deneyeceklerdi. Artık Amir arkada nasıl bir dehşetin onları takip ettiğini düşünüyorduysa…
Murat, emri ikiletmeksizin elindeki koca feneri söndürdü. Ama bırakmadı. Sıkı sıkıya kavradı bilakis. Aydınlatma işi dışında, vurucu madde olarak silah şeklinde de hizmet verebilirdi pekala… Amir’in mini el fenerinin ince ışığının rehberliğinde mecburi istikametlerinde ilerlemelerini devam ettiler. Fazla uzun sürmedi. 10-15 adım sonra son bir köşe daha döndüler. O son dönemeç, ikiliyi; Veyis ile Murat’ın ilk girdiğine benzer ama muhtemelen daha hacimli, ikinci bir yer altı haznesine çıkarmıştı. Tünel duvarlarının ses emiciliği ise hiç bu kadar bariz olmamıştı: Daha hazneye adım atar atmaz ses düzeyi birden iki katına çıkmıştı. Demek tünel duvarları sesi gerçekten de bayağı emiyordu. Kulaklarının eskisine kıyasla gürültülü bile sayılabilecek bu yeni ortama alışması biraz zaman aldı. Damlayan suların yaptığı yankıya bakılacak olursa bu seferki yer altı odasının hacmi hayli genişti. Homurtular kesilmişti ama. Sanki sakinleri mekana yabancıların girdiğini hissetmişler gibi. “Umarım bu yüzden değildir” diye içinden geçirdi Murat.
Girişteki odacığın aksine bu haznenin tabanı irili ufaklı yükseltilerle, dikitlerle dolu, engebeliydi. Her ikisi de takılıp düşmelerine sebebiyet verebilecek taşları, ağırlıklarını verip adımlarını atmadan önce ayaklarıyla hafifçe yoklayarak ilerliyorlardı. Feneri elinde tutup, önden yürüyen Hulusi Amir bile elindeki ışık kaynağına rağmen birkaç defa tökezlemişti. Yerdeki irili ufaklı yükseltilerin arası ise nemli çakıl ve çamur kaplıydı çoğunlukla. Küçük yer altı göleti ilerlemekte oldukları düzlemin sağında kalıyordu. Bununla birlikte düzgün bir kıyı şeridi olmadığı için ayakları yer yer bileklerine kadar suya batıyordu. Su soğuktu. Ama içinde bulundukları mağaranın atmosferine serinlik verici bir katkı sağlamıyor gibiydi. Mağaranın içi bunaltı verici derecede sıcak ve nemli iken sadece ara sıra ayak tabanları veya bileklerine kadar temas eden suyun bu kadar soğuk olması şaşırtıcıydı doğrusu. Öte yandan canlandırıcı bir etkisi de vardı. İçinde bulundukları; hayati tehlike içeren, korku dolu bir çıkış mücadelesi olmasaydı, o kadar yürüyüşten sonra pişen ve şişen ayaklarını buz gibi suya salıp saatlerce oracıkta oturuvermek ne rahatlatıcı olurdu…
Bir müddettir bir şekilde bir yöne ilerliyor olmalarına karşın, gerçekte nereye gittiklerine dair ikisinin de en ufak bir fikri yoktu. Ama hareket halinde olmak, bir yerlere sinip akıbetlerini beklemekten daha güvenli geliyordu ikisine de. En azından kurtulmak için çaba sarf ettikleri duygusu hem özgüven hem de umut vericiydi. Buna karşın diğer alternatif olan; ne kadar süreceği meçhul bekleyişleri endişeli geçecekti. Beklemek değişimsizliği kabul etmek demekti. Bekledikleri sürece endişe duyacaklardı. Umut olmadan. Oysa hareket ettikleri sürece bir umutları olacaktı hep.
Tetik ve temkin hali üzre devam eden yürüyüşleri, Hulusi Amir’in aniden durmasıyla sonlandı. Murat, bu ani duruşun sebebini merak etmedi. Çünkü o da duymuştu! Sağ taraflarından, başlarda ağır ağır, sonra giderek hızlanan bir tempoda su sıçrama sesleri geliyordu. Sanki biri suyun üzerinde yürüyerek onlara doğru geliyordu. Bir aslanın pusudan ağır ağır çıkıp, artık ifşa olduğu anda avına daha fazla idrak ve hareket alanı tanımadan, bir an önce kapmak için adımlarını hızlandırıp, koşmaya başlaması gibi artıyordu adımların sıklığı. Hulusi Amir, neredeyse duruşuyla eşzamanlı olarak, hızlıca sağ geriye doğru dönüp, elindeki ince ışıklı feneri ses kaynağına doğrultunca, fenerin ışığı; hedefi, tamamen tanımlamalarına yetmeyecek şekilde ama üzerlerine doğru gelmekte olan iri cüsseli bir şey olduğunu anlamalarına yetecek kadar aydınlattı. Murat’ın yüreği ağzına geldi ama bu bir yandan da gerçekleşmesini istemeyerek de olsa öngördüğü bir şey olduğu için ilk seferki kadar korkmadığını fark etti hayretle. Belki bunda; tehlikenin o ana kadar hep muhayyel olagelişi ama şu anda en azından somutlaşarak, sınırları belirsiz, gerçeküstü halden, yaşadığımız; içinde var olan her şeyin sınırlı, tanımlanabilir ve somut olduğu gerçekliğe indirgenişinin payı vardı. Yaşadığımız gerçeklikte ve somutsa eğer her türlü tehdit ve tehlike ile mücadele edilebilirdi ve her mücadelede az bile olsa bir kazanma şansı bulunurdu.