Kayıt Ol

Alice Cooper // Galaxie

Çevrimdışı Madam Vio

  • **
  • 376
  • Rom: 16
  • "Each thing I show you is a piece of my death."
    • Profili Görüntüle
Alice Cooper // Galaxie
« : 08 Temmuz 2012, 14:47:03 »
Alice Cooper



İsim: Alice Cooper

Cinsiyet: Kadın
 
Yaş: 22
 
Fiziksel Görünüş + Genel Giyim Tarzı: Orta boylu, ince bir yapıya sahip. Kaşlarına kadar uzanan düz kahkülleriyle uzun kahverengi saçları var. Açık tenli.  Solgun görünmemek için genelde pembe allık kullanır. Sade ve eski moda giyinir. Üzerinde çoğunlukla göğüs altından itibaren bollaşan bir elbise, ayaklarında da babet olur.
 
Spesifik Özellikler (Ek Bilgi): OKB (Obsesif kompulsif bozukluk) hastası. Düzenli olarak psikiyatra gidiyor. Yalnız kalmayı seviyor.

RP Bonus: 4

Spoiler: Göster
Öznitelikler

Power
Intelligence: ■■□□□
Strength: □□□□□
Presence: ■□□□□

Finesse
Wits: ■■■□□
Dexterity: □□□□□
Manipulation: ■■□□□

Resistence
Resolve: ■■□□□
Stamina: □□□□□
Composure: ■■□□□


Yetenekler

Mental (-3 Unskilled)
Academics: ■■□□□
Computer: ■□□□□
Crafts: ■■□□□
Investigation: ■■□□□
Medicine: ■□□□□
Occult: ■□□□□
Politics: ■□□□□
Science: ■□□□□

Physical (-1 Unskilled)
Athletics: □□□□□
Brawl: □□□□□
Drive: ■□□□□
Firearms: □□□□□
Larceny: □□□□□
Stealth: ■■□□□
Survival: ■□□□□  
Weaponry: □□□□□

Social (-1 Unskilled)
AnimalKen: □□□□□
Empathy: ■□□□□
Expression: ■□□□□
Intimidation: ■■■□□
Persuasion: ■■□□
Socialize: □□□□□
Streetwise: □□□□□  
Subterfuge: □□□□□



Çevrimdışı Madam Vio

  • **
  • 376
  • Rom: 16
  • "Each thing I show you is a piece of my death."
    • Profili Görüntüle
Ynt: Alice Cooper // Galaxie
« Yanıtla #1 : 09 Temmuz 2012, 15:29:49 »
Bay Nelson’la öğlenki randevunu unutma.

Uykuya dalmadan evvel yatak başlığına yapıştırdığından emin olduğun ancak gördüğün üzere daha sabah olmadan terfi edip koluna çıkmayı başarmış bir notu elinde tutuyorsun. Birkaç saniyelik duraklama sonrası isim daha tanıdık gelmeye başlıyor; iki el parmaklarının birbirine geçtiği ve sağ bacağın her daim sol bacak üstüne atıldığı bir duruşa sahip doktorunun silueti beliriyor zihninde. Evet, sabahın ilk ışıklarıyla beraber gözünü açtığında anımsadığın o ismin psikiyatristine ait olması da pek iç açıcı olmadı senin için.

Evindeki basit birkaç işi de hallettikten sonra sıkı bir kahvaltı yapmak, biraz da değişiklik yaratmak niyetiyle atıyorsun kendini dışarı. Yürüyüşüne devam ederken kışlık örtülerini sarınmış bir şehrin de tipik görüntülerine şahit olmaktasın. Kahvaltı yapmak için tercih ettiğin nezih kafelerin ve lüks restoranların dizildiği kordon boyu bile şehrin izbe sokaklarından geçtiğinden; sağda solda küçük dükkânlarında günlük telaşelerini yaşayan esnaflardan ya da alışveriş hastalığına tutulmuş tüketici grubunun koşuşturmacalarından fazlası çarpmıyor gözüne. Öte yandan insanlar seni rahatsız edecek kadar neşeli bir ruhaniyet içinde. Aynı yılın ilkbaharla gelen ılık güneşini karşılar gibi saçılmışlar caddelere. Kimileri küçük lokmalarla yedikleri yemeklerine dost sohbetleriyle tat katarken, kimileri minik yudumlarla hafif meşrep birer hal alıyor. Etrafta bolca birbirine dokunmak için çıldıran çift, kıkırdama ve abartılı yaşam sevinci var kısacası.

İleride devriyesine henüz çıkmış bir polis memuru anlayamadığın bir sebepten dolayı kadının tekini çekiştiriyor ve bulunduğu lokanta girişinden uzaklaştırmaya çalışıyor. Kadın ise memurla yaşadığı küçük tartışma sonrası öfkesini çabucak dindirip kaldırımların ruhu gibi kirlenmeyi bekleyen uzun beyaz çiçekli elbisesinin uçlarından tutuyor ve beline iliştirerek gamsız bir edayla oradan ayrılıyor. Az sonra kadının sana yaklaştığını fark ediyorsun.

“Çakmağınız var mı?” diye soruyor sana. Kadın yanına o kadar uzak bir mesafeden geldi ki, bu beklenmedik hareketi seni şüphelendiriyor. Sigara bile içmiyorsun sonuçta.

Zihninden geçenleri okurmuş gibi gülümsüyor bir an: “Hayır, sigara kullanmıyorsunuz bile. Zaten benim de şu an daha fazla ihtiyaç duyduğum şeyler var. Bak; az önce büyük miktarda para kaybettim ve eve geri dönmem gerek. Senden sadece 20 dolar yol parası istiyorum. Yanında 100 dolar nakit var değil mi? Hatta şu an üzerinde evinin anahtarları, telefonun, kimliğin ve bir de kar kürelerinden var. Tamam, peki; garip birisin. Kışın ortasındayız ve hava zaten yeterince soğuk; bir de cebinde kar küreleriyle gezmen ilginç oldu. Gerçi ben de beyaz bir elbiseyle geziyorum ama bu da başka bir hikâye. Neyse, sana bundan daha önemli bilgiler de verebilirim; senin bilmediğin ancak bilmek isteyebileceğin şeyler. Yani ben senin falına şöyle kabaca bir bakayım, sen de bana 20 dolar attır. Adil bir anlaşma değil mi?”

Böylece elbisesinin cebinden çıkarttığı üç kartı sana uzatıp birini seçmeni bekliyor. Suratında sinir bozucu bir masumiyet var.

“Öyle sırıtma; 20 dolar için sağa sola dileneceğime hoş bir teklifte bulundum işte. Garipsesen de, garipsemesen de.”


Resim: Madam Vio


Çevrimdışı Galaxie

  • **
  • 375
  • Rom: 17
    • Profili Görüntüle
Ynt: Alice Cooper // Galaxie
« Yanıtla #2 : 09 Temmuz 2012, 16:52:34 »
Bay Nelson'la öğlenki randevunu unutma.

Kolumdan çekip notu okuduğumda yüzümü ekşitiyorum. Daha güneş bile yeterince tırmanmamış, kuşlar mızıldanmaya yeni başlamış. Biraz daha uyumak isterken doktorumu hatırlamak için güzel bir zaman değil. Uykumun kaçtığını bir süre göz ardı etmeye çalışsam da sonunda kabul etmek zorunda kalıyorum ve doğruluyorum.

Randevum olan hergün gibi yine tedavinin gerekliliğini sorgulamaya başlıyorum sonra. Bir süredir Nelson'ın yanına gidip gelmeme rağmen işte şimdi yine yatağımı toplarken örtüdeki kırışıklıkları tek tek düzeltene kadar bırakamıyor, daha akşam hesapta olmayan kısa bir duş almış olmama rağmen, her sabah duş alma düzenim kaçmasın diye kendimi suyun altında buluyorum.

Saçlarımı kurutup dışarı çıktığımda görüyorum ki şehir aynen bıraktığım gibi. Bedenler değişse de yarattıkları karmaşa hep aynı. Kafelerde bir şeyler yiyen çiftlerin birbirleriyle öpüşmeden önce ağızlarını yıkayıp yıkamayacaklarını düşünmemeye çalışarak yoluma devam ediyorum. İçimden birçoğunun giyim tarzını veya yersiz neşelerini eleştirerek yürürken manzarada tezat bir şey dikkatimi çekiyor. Beyaz elbiseli bir kadın bir polis memuru tarafından tartaklanmaktan son anda kurtulmuş gibi. Kadın önce çok öfkeli görünmesine rağmen hemen sonra umursamaz bir havayla yüzüne bilmemkaçıncı bir maske takıyor.

Kadın benim olduğum tarafa odaklanmış düzleme üzerime gelirken istemdışı olarak arkama bakıyorum birine doğru mu geliyor diye. Ama tüm gördüğüm kendi işleriyle ilgilenen, oradan oraya karıncalar gibi koşuşturan ve birbirleriyle konuşarak o an dikkatinizi çekmeyip eve gittiğinizde başınızda ağrı ve sancılara yol açabilecek sinir bozucu şehir uğultusunu yapan insanlar.

Tekrar kadına döndüğümde yüzünde garip bir ifadeyle hala bana doğru geldiğini görüyorum. Hem bu havada bu kıyafet ne Allah aşkına? Beyaz üzerine çiçekli? Anneannemin ölmeden önce yüzünü ekşiterek birçok farklı versiyonunu sıkça kullandığı "Fukaranın düşkünü, beyaz giyer kış günü!" deyişi geliyor aklıma. Ne haklı eskiler, az önce polisle yaşadığı çekişmeyle, gamsız edası ve şu elbisesiyle bir çingene falan olmalı kadın.

Çakmağınız var mı?

Tüm düşüncelerimden sıyrıldığımda artık durmakta olduğumu farkediyorum. Sokaklarda bu kadar insan varken taa karşıdan bana doğru gelmesi de neyin nesi şimdi? İnsanlarla aram pek iyi değil zaten, hele de böyleleriyle muhatap olmayı hiç istemem. Üstelik içmediğim halde sigara içtiğimi de nerden çıkardı? Afallayarak ona baktığım birkaç saniyenin ardından bakışlarımı kafamın içinden çekip kendi gözlerine tekrar odaklıyor.

“Hayır, sigara kullanmıyorsunuz bile. Zaten benim de şu an daha fazla ihtiyaç duyduğum şeyler var. Bak; az önce büyük miktarda para kaybettim ve eve geri dönmem gerek. Senden sadece 20 dolar yol parası istiyorum. Yanında 100 dolar nakit var değil mi? Hatta şu an üzerinde evinin anahtarları, telefonun, kimliğin ve bir de kar kürelerinden var. Tamam, peki; garip birisin. Kışın ortasındayız ve hava zaten yeterince soğuk; bir de cebinde kar küreleriyle gezmen ilginç oldu. Gerçi ben de beyaz bir elbiseyle geziyorum ama bu da başka bir hikâye. Neyse, sana bundan daha önemli bilgiler de verebilirim; senin bilmediğin ancak bilmek isteyebileceğin şeyler. Yani ben senin falına şöyle kabaca bir bakayım, sen de bana 20 dolar attır. Adil bir anlaşma değil mi?”

Salak gibi duraksadığımdan sigara içmediğimi çıkarabilir. Yanımda ne kadar nakit olduğu konusunda şansı yaver gidebilir. Ev anahtarları, cep telefonu ve kimlik de zaten şehirde yaşayan tüm kalabalığın kıyafeti gibi yanında taşıması gereken şeyler. Ama ya kar kürem? Böyle bir şeyi nasıl bilebilir, kim yanında kar küresi taşır ki benden başka? Çantamın açık olup olmadığına çok kısa bir bakış attıktan sonra cebinden bir şeyler çıkarırken tekrar kadına dönüyorum. Üzerlerinde anlamadığım tuhaf şekilleri olan üç karta bakarak "Haydaa!" diyorum içimden. Hayatım boyunca fala pek inanmadım ama falcıların çok zeki insanlar olduğunu düşünürüm hep. Konuşmalarından birkaç kritik şey çıkarıp, geri kalanını yaşına ve tipine göre uyduran, belki en fazla bir kaç zihin okuma tekniği bilen, beden dilinden çok iyi anlayan şarlatanlar. Ancak kafamda kırmızı bir nokta "Kar küresi" diye yanıp sönüyor. Ne zihin okuma, ne beden dili ele verebilir küçük, içi karla dolu şeffaf topumu. Bilmek isteyip bilmediğim şeyleri bu kadın gerçekten bana söyleyebilir mi? Dudaklarımın köşeleri benden bağımsız yukarıya doğru çıkarken kartlara biraz daha fazla odaklanıyorum.

“Öyle sırıtma; 20 dolar için sağa sola dileneceğime hoş bir teklifte bulundum işte. Garipsesen de, garipsemesen de.”

Ah, bu çingene kılıklı kadın için sağa sola dilenmeden fal bakarak para istemek gerçekten çok asil bir davranış. Öte yandan 20 doları nelere vermiyorum ki? Şu kadının çözemediğim şekilde tahmin ettiği kar kürelerinin büyüklerine daha fazlasını vermiyor muyum? Kolilerin içinde bekleyen garip ufak tefek eşyaya dolarlar akıtmıyor muyum? Cimri biri olmadım hiçbir zaman, hem nasılsa yanımda nakit var.

Birden kadına ilk andan beri aptal aptal bakmaktan başka bir şey yapmadığımı farkederek, "Tamam öyleyse," diyorum. "Birini seçeceğim ve istediğin parayı vereceğim. Ama şu 'bilmeyip bilmek isteyebileğim şeyler' hakkında beni tatmin et, çünkü sahte falcı bozuntuları gibi iki cümle edip avcunu açarsan benim de sağa sola dağatacak fazladan 20 değil, 5 dolarım bile olmaz." cümlelerim sert olduğundan yüzüme güzel bir tebessüm yerleştiriyorum yumuşatmak için. Ters tepip, çekip gitmesini istemiyorum nedense.

Tekrar kartlara dönüp üzerinde "Spirit" yazanın üstüne işaret parmağımı koyuyorum. Şekillerden bir şey anlamadığımdan bu seçimi tamamen hangi şeklin beni cezp ettiğine göre yapıyorum.

"Falıma uzun bak, ben de talep ettiğini vereyim."

Kadın konuşmaya başlamadan önce cep telefonumu çıkarıyor ve geç kalıp kalmayacağımı görmek için saate bakıyorum.

Çevrimdışı Madam Vio

  • **
  • 376
  • Rom: 16
  • "Each thing I show you is a piece of my death."
    • Profili Görüntüle
Ynt: Alice Cooper // Galaxie
« Yanıtla #3 : 11 Temmuz 2012, 13:52:55 »
RP Bonus: 1

Falcı seçtiğin soluk kırmızı şarap rengi karta bakarak tebessüm ediyor. “Ruh…”

Sonra ani bir hareketle sol elini kavrıyor, avuç içlerini kendine döndürüp teninde yollar oluşturan çizgileri inceliyor. Zaman zaman gözlerine, göz bebeklerine; derinlerinde bir şeyler bulmayı ümit edermiş gibi bakıyor.

“Dışarıdan bakıldığında kendi halinde, sade bir görüntü çizmene rağmen birkaç özelliğinden de anlaşılabileceği üzere çok derin bir kadınsın. Boyutunu tam olarak kavrayamadığım bazı saplantılara sahipsin mesela. Bunlar zihninde başlıyor, ancak aşırı titizlik gibi dışa yansımaları da oluyor. Pimpirikliyiz yani biraz… Fakat bu zorlantılar sana gün boyunca fazlasıyla zaman kaybettiriyor ve bundan sen de hoşnut değilsin. Benim için üst dişlerinin arkasındaki boşluğa dokunarak çukur olup olmadığını kontrol eder misin? Benim yapmam biraz garip kaçacak.”

Birkaç saniye sonra dalgın bakışların toparlanıyor ve biraz da meraklı, falcının söylediklerini yapıyorsun. Ölçütün ne olduğunu tam olarak bilemesen de dokunduğun noktanın gerçekten de içeri doğru çökük olduğunu hissedebiliyorsun. Hafifçe kafa sallıyorsun, “Evet, çukur.”

“Eklem sorunların olabilir, ya da yaşlılığının erken döneminde baş gösterebilir. Zorlantılarınla halsizliğin çatışacaktır, büyük ihtimal. Sık sık doktora görünmen gerekecek. Bunun dışında hali hazırda göründüğün bir doktor mevcut. Imm, ama bu doktor daha çok beyin kaynaklı problemlerle ilgileniyor. Belki de psikiyatristtir, o kadarını bilemem. Gidip gitmemek konusunda tereddütlerin var.”

Yüzünü bir o yana, bir bu yana çeviriyor. Gözaltlarına kadar dikkatle bakıyor kadın. Bir süre sonra suratını ekşitiyor. Sanki ‘gördüğü’ şeyi sana aktarıp aktarmamakla ilgili şüpheleri var.

“Yakın zamanda, hayatında büyük bir değişim olacak. Fiziksel çevren açısından, ruhani açıdan… Her açıdan, senin bile kolayca aklına getiremeyeceğin, yaşadıkça da şaşıracağın türden bir değişim. Bunu kabullenemezsen, hata yapma ve kendine zarar verme ihtimalin artacak. Bir şey kaybedeceksin. Hayır, bir şeyler…  Bir meydan var; kilise önü. Herkes siyah giyinmiş. Yas var. Yakın bir tarihte orada bulunup, birileriyle konuşacaksın. Ve bir de, önemli bir şeyleri unutacaksın gibi görünüyor. İhtiyacın olan bir şeyleri unutacaksın bu kez, galiba fark etmeyeceksin bile. İleride büyük seçimler yapman gerekiyor. Az önceki gibi önemli ve aklından çıkarmaman gereken seçimler. Şu avcundaki uzun çizgiyi görüyor musun? Nasıl da şuradaki tarafından kesiliyor. Bunun tek bir anlamı olabilir, yol değiştirme seçeneği. Yolunu değiştirmeyi kabul edersen, güçleneceksin. Sana bunu yapmanı söyleyen güvenilmez biri olacak; ama dinlersen, gerçekten çok güçleneceksin. O zaman sana bir isim verecekler. Bu biraz kehanet etmek gibi olacak ama; sana verilen isim herkesçe bilinecek. Bak, bunu nasıl görüyorum diye sorma; uzun olan gençlik ve yaşam çizgin bir diğer, kalın ama yeterince düz ve sabit olmayan (yani güvenilmez) olay ve dönemeç çizgin tarafından kesiliyor. İkinci çizgi daha geniş, daha derin. Yani daha güçlü, kuvvetli, sağlam. En yüzeysel şekilde böyle anlatabilirim. Bana inanmıyor olabilirsin ama çok şey görüyorum ve biliyorum. Dediklerimi dikkate alırsan sevinirim, daha önce yanıldığım hiç olmadı.”

Konuşması bittiğinde rahatlamış gibi gülümseyip, avcunu açarak vermen gereken 20 doları ima ediyor. Aldığı parayı buruşturup eline saklıyor ve sessizce yolun karşı tarafına doğru yürümeye başlıyor. Kaldırıma ulaştığında arkasını dönüp son bir kez sana sesleniyor:

“Unutmadan… Bundan sonra çevrendeki nesnelere daha fazla dikkat et!”

Çevrimdışı Galaxie

  • **
  • 375
  • Rom: 17
    • Profili Görüntüle
Ynt: Alice Cooper // Galaxie
« Yanıtla #4 : 12 Temmuz 2012, 12:47:38 »
“Ruh…”

Elimi kavrayıp avcuma, gözlerimin içine bakarken biraz ürküyorum. Bana bu kadar yaklaşması ve ten teması beni rahatsız ediyor. Kim bilir en son ne zaman yıkadı ellerini?

“Dışarıdan bakıldığında kendi halinde, sade bir görüntü çizmene rağmen birkaç özelliğinden de anlaşılabileceği üzere çok derin bir kadınsın. Boyutunu tam olarak kavrayamadığım bazı saplantılara sahipsin mesela. Bunlar zihninde başlıyor, ancak aşırı titizlik gibi dışa yansımaları da oluyor. Pimpirikliyiz yani biraz… Fakat bu zorlantılar sana gün boyunca fazlasıyla zaman kaybettiriyor ve bundan sen de hoşnut değilsin. Benim için üst dişlerinin arkasındaki boşluğa dokunarak çukur olup olmadığını kontrol eder misin? Benim yapmam biraz garip kaçacak.”

Terden hafif nemlenmiş elini ağzıma sokmasının düşüncesi bile midemi bulandırdığından aceleyle dilimi söylediği yere dokunduruyorum. Kadın takıntılarımı da tahmin etti, belli ki boş değil. Belki gerçekten özel bir yeteneği var.

Dilimin temas ettiği yerde gerçekten bir çukur olduğunu farkediyorum. Zaten günlük hayatta da dilim sürekli oraya gidiyor, boşluğu doldurmaya çalışıyor. Ama hiçbir zaman bilinçli olarak çukurun yerini düşünmediğim için kadın söyleyince ve ben kontrol edince şaşırıyorum. "Evet," diyorum. "Çukur."

“Eklem sorunların olabilir, ya da yaşlılığının erken döneminde baş gösterebilir. Zorlantılarınla halsizliğin çatışacaktır, büyük ihtimal. Sık sık doktora görünmen gerekecek. Bunun dışında hali hazırda göründüğün bir doktor mevcut. Imm, ama bu doktor daha çok beyin kaynaklı problemlerle ilgileniyor. Belki de psikiyatristtir, o kadarını bilemem. Gidip gitmemek konusunda tereddütlerin var.”


Bir diğer saplantım yaşlılık fobim olduğundan bunları duymak hiç hoşuma gitmiyor. Kadını o kadar kanıksadım ki, duyduklarımın doğruluğunu artık sorgulamıyorum bile. Tek yaptığım erken yaşlanacağım korkusuna başlamak. Ayrıca doktorlardan zaten hoşlanmıyorum, psikiyatristim dışında yeni bir doktor görme ihtimaline yüzümü ekşiterek yanıt veriyorum.

“Yakın zamanda, hayatında büyük bir değişim olacak. Fiziksel çevren açısından, ruhani açıdan… Her açıdan, senin bile kolayca aklına getiremeyeceğin, yaşadıkça da şaşıracağın türden bir değişim. Bunu kabullenemezsen, hata yapma ve kendine zarar verme ihtimalin artacak. Bir şey kaybedeceksin. Hayır, bir şeyler…  Bir meydan var; kilise önü. Herkes siyah giyinmiş. Yas var. Yakın bir tarihte orada bulunup, birileriyle konuşacaksın. Ve bir de, önemli bir şeyleri unutacaksın gibi görünüyor. İhtiyacın olan bir şeyleri unutacaksın bu kez, galiba fark etmeyeceksin bile. İleride büyük seçimler yapman gerekiyor. Az önceki gibi önemli ve aklından çıkarmaman gereken seçimler. Şu avcundaki uzun çizgiyi görüyor musun? Nasıl da şuradaki tarafından kesiliyor. Bunun tek bir anlamı olabilir, yol değiştirme seçeneği. Yolunu değiştirmeyi kabul edersen, güçleneceksin. Sana bunu yapmanı söyleyen güvenilmez biri olacak; ama dinlersen, gerçekten çok güçleneceksin. O zaman sana bir isim verecekler. Bu biraz kehanet etmek gibi olacak ama; sana verilen isim herkesçe bilinecek. Bak, bunu nasıl görüyorum diye sorma; uzun olan gençlik ve yaşam çizgin bir diğer, kalın ama yeterince düz ve sabit olmayan (yani güvenilmez) olay ve dönemeç çizgin tarafından kesiliyor. İkinci çizgi daha geniş, daha derin. Yani daha güçlü, kuvvetli, sağlam. En yüzeysel şekilde böyle anlatabilirim.”

Söylediklerinin çoğu anlamsız gibi geliyor ama aklımın bir köşesine not ediyorum. Kilise, yas? Kesin biri ölüyor. Hayatımda çok insan yok ve olanları da kaybetmek bana çok ağır gelir. Beş dakika önce tanıştığım kadın beni ağır, nemli havaya benzeyen kasvetli bir ruh haline sokmayı başarıyor. Teknik detaylar ilgimi çekmiyor fakat önüme bir seçim gelecek olması da ayrı bir kasvet sebebi. Kadının söylediklerini aklımdan çıkarmasam iyi olur diye düşünüyorum.

"Bana inanmıyor olabilirsin ama çok şey görüyorum ve biliyorum. Dediklerimi dikkate alırsan sevinirim, daha önce yanıldığım hiç olmadı."

Ona ne şüphe! Elbette inanıyorum. Zaten kendini ispatlamak için her falcının yaptığı gibi başta tahmin etmesi zor şeyleri tahmin etti. Tek farkı bunların gerçekten zor şeyler olması. Gördüğüm diğer falcılara benzemiyor. Bu yüzden gülümseyip, "İnanıyorum," diyorum. Hemen yüz bulmuş olacak ki avcunu açıyor. Ben de gözlerimi devirip avcuna 20 dolar sıkıştırıyorum önceden istediği gibi. O kadar yüzsüz ki, teşekkür bile etmeden yolun karşısına doğru yürümeye başlıyor.

“Unutmadan… Bundan sonra çevrendeki nesnelere daha fazla dikkat et!” diye sesleniyor yolun karşısından. Ben de tebessümümü genişleterek onaylıyorum. Aslında kim bilir, belki de teşekkür etmesi gereken bendim?

Kadın gözden kaybolduktan sonra kafelerin birine girip dalgınca kahvaltı tabağı ve çay söylüyorum. Kadının cümleleri siparişim gelene kadar kafamda dans edip duruyor. Kilise, yas, unutacağım şeyler, yol ayrımı, nesne... Ne nesnesi? Gizem beynimi yiyor. Kafamda olumsuz ihtimaller kurup moralimi daha da bozuyorum. Böyle şeyler benim gibi takıntılı birine söylenir mi? Haftalarca aklımda kalacak tüm söyledikleri...




Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Alice Cooper // Galaxie
« Yanıtla #5 : 12 Temmuz 2012, 17:19:54 »
Spoiler: Göster
Selamlar, ben geldim :D


Spoiler: Göster
Bay Nelson’la öğlenki randevunu unutma.

Ben de şimdi fark ettim bunu. Küçük bir ayrıntı.


Paranoya ya da obsesif kompulsif hastalarının, paranoya ya da obsesif kompulsif hastası olmalarının pek çok avantajı mevcuttur. Belki sıradan şeyler üzerine çok fazla düşünüp kafa yorarlar, ama olağanüstü şeylere de çok fazla düşünüp kafa yorarlar. Sıradan bir insanın bir olgu üzerinde sıradan miktarlarda düşünmesi esrarları çözemiyor. Ama obsesif hastaları, biraz da zekiyseler, sıradan miktarın üzerinde düşündükleri için, bir olguyu çözmeye daha elverişli imkanlara sahip olabilirler.

Fal.

Evet bu, geleceği tahmin etme sanatı olarak da bilinir ve genellikle tahmin edilen gelecek, olacak olanla alakasız olur. Çünkü falcı zımbırtılarının çoğu, genellikle sadece rol yapma konusunda ustalaşmış, para düşkünü bir gurup yalancıdır. Ama hiç kuşkusuz, bazı olağanüstü insanlar vardır ki, bunların altıncı hisleri çok kuvvetlidir. Ve Alice’in az önce tanıştığı kadın, kesinlikle bunlardan bir tanesiydi. Bu kadın çok bariz bir şekilde belliydi ki, şu üzerinde “Falcı Marienne” gibi şeyler yazan mistik bir tabelaya sahip saray-vari evlerde, oturduğu yerden müşteri bekleyen diğer sahte falcılar gibi değildi.

Kadın geçmişle ilgili bir şeyler söyleyip gelecekle ilgili kehanetlerini de bitirip, yirmiliği cebine attıktan sonra, başka bir yöne doğru ilerledi. Geride ise, hem olağan hem de olağanüstü olaylara çok fazla kafa yoran genç bir obsesif hastası bırakmıştı. Alice tüm bu düşüncelere fazla kafa yormak istemiyordu ama yoracaktı.

Durup saatlerce orda beklemek yerine, açlıktan kazınan midesini doldurmak Alice’e daha mantıklı gelmiş olacak ki, hemen en yakın kafeye yöneliyor. Gorfion Kafe. ‘Special kahvaltı tabağı’ ile ünlü, caiz fiyatlarla kahvaltının hakkını verebilecek türden bir kafe ve Alice oraya pek yakın.

Karnını iyice doldurup çayını da içtikten sonra, psikiyatra gitmesi gerektiğini hatırlıyor ve kahvaltının parasını masaya bırakarak hemen dışarı çıkıyor. Aslında Henüz saat 10. Psikiyatr ile olan seans ise saat 12 gibi başlıyor. Alice’in doktora gitmek için çeyrek saatlik bir araba yolculuğu yapması kafi ve sabah kahvaltı yapmaya çıkarken, yürümeyi tercih etmişti. Yani eve dönüp, üstünü başını değiştirip, arabasına atlayıp yola koyulmak için hala bolca zamanı var gibi.

Biraz daha boş zamanın var.
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Galaxie

  • **
  • 375
  • Rom: 17
    • Profili Görüntüle
Ynt: Alice Cooper // Galaxie
« Yanıtla #6 : 13 Temmuz 2012, 22:32:02 »
Spoiler: Göster
Özür dilerim, vakit öğlene yaklaşmıştır diye düşünmüştüm...


Başka hiçbir şey düşünmeden yemeğimi yeyip (tabii başka hiçbir şey düşünemem, çünkü yerken tek düşünebildiğim peyniri tamamı birbirine eşit parçalara bölmek, kalan zeytin sayısı ile kalan domates sayısını eşit tutabilmek ve bir peynir, bir zeytin, bir domates, bir kızartılmış yumurta çatalı, bir sosis almaya çalışarak bu sırayı kesinlikle bozmamaya çalışmak) klasik kahvaltılıklar dışında hiçbir şeye dokunmadan hesabı bıraktıktan sonra Gorfion Kafe'den ayrılıp kendimi caddeye atıyorum.

Erken uyanamayıp yeni yeni uyananlar yola koyulduğundan kalabalık daha da artmış. Şiddeti artan uğultuysa kulağıma çarpıp geri dönüyor olacak ki dikkatimi dağıtmayı başaramıyor. Aklımda hep kadın ve söyledikleri var. Keşke yanıma müzik çalar alsaydım diyorum, belki o zaman şarkının sözlerine odaklanabilirdim. Evrenin çekim gücü diye bir şey vardır, bir şey hakkında düşünmeye başladığınız zaman her yerde önünüze çıkar. Misal, bir şarkıyı duyup beğenirsiniz her yerde duymaya başlarsınız, yeni bir kavram öğrenirsiniz aynı gün televizyonda haberini görürsünüz, oyunu duyduktan sonra okuduğunuz ilk kitapta bir kadın karakter "Zindanlar ve Ejderhalar" diye bahseder oyundan, gibi gibi... Ki bu benim başıma bazen beni şaşırtacak kadar çok gelir. Bu yüzden muhtemelen şarkıya odaklansam bile bana kadını hatırlatacak kelimeler duyacaktım...

Önemli olan şuydu, adamla tartıştıktan sonra neden gözlerini direk bana dikip benim yanıma geldi? O mesafeden benimle ilgili bir şeyler hissedip yanıma gelme ihtiyacı duyabileceğine göre söyledikleri cidden önemli olmalı. İçimden bir ses bunun faldan öte bir olay olduğunu söylüyor...

Bu arada yeni açılan bir hediyelik eşya dükkanının önünden geçerken vitrinde çok güzel bir kar küresi görüyorum. Altında -tabii ki- 20 dolar yazıyor. Normalde olsa mutlaka girip alırdım. Ama o rakam beni dükkandan uzak tutmaya yetiyor.

Kafamda dönüp duran bin bir düşünceyle varıyorum eve. Üstümü değiştirmeye gerek görmüyorum. Sadece ellerimi yıkayıp arabanın anahtarını alıyorum. Hala vaktim olduğu için yarım saat daha oturuyorum ama bunun bana hiçbir faydası olmuyor tabii ki.

Acaba kadından bir iletişim bilgisi alsa mıydım? Şimdi o kadar pişmanım ki kadına detay sormadığıma... Belki de parasını vermeden önce onu bir sorguya çekmeliydim. Daha fazla konuşturmalıydım. Eğer söylediği şeylerden biri gerçekleşecek olursa onu tekrar görmeyi isteyeceğimden eminim. Tartıştığı adama sorsam mı acaba? Bunu aklımın bir köşesine yazıyorum. Şimdi olay çok taze olduğundan sağlıklı düşünemiyor olabilirim ama akşam eve dönerken hala bana mantıklı gelirse soracağım. Bu arada gece internetten dişlerin arkasındaki çukur ve eldeki çizgiler hakkında araştırma yapmayı da aynı şekilde aklıma yazıyorum.

Eğer kadın haklıysa hareketli bir döneme giriyorum demektir. Acaba ne zaman başlayacak? Belki hayatımda yeni olaylar kısa zamanda olmaya başlarsa zamanım olmaz. O yüzden acilen temizlik de yapmam lazım.

Kapıyı arkamdan kilitleyip arabaya iniyorum. Diğer bir önemli şey ise tam gidiyorken dönüp ısrarla nesnelere dikkat etmemi söylemesi. Etrafımdaki tüm nesnelere nasıl dikkat edebilirim. Sürekli diken üstünde mi olmam lazım? Nesneden çok ne var Allah aşkına?

Tüm bu düşüncelerin arasından sıyrılmak istercesine hevesle trafiğe dalıyor arabam.

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Alice Cooper // Galaxie
« Yanıtla #7 : 14 Temmuz 2012, 21:22:37 »
Alice biraz daha oyalanmaya karar verip dolaştıktan, düşündüktün, eve gittikten, düşündükten, hazırlandıktan ve biraz daha düşündükten sonra arabasına atlayıp doğruca doktorun muayenehanesinin yolunu tutuyor.

Zaten önceleri de benzer olaylar yaşamıştı. Bir keresinde, daha anaokulundayken, Jane adında psikopat bir kız herkesin eline bakarak ölüm tarihini görebildiğini söylüyordu. Bunu öğretmenine bile yapmış, zavallı kadını 92 yaşında öleceğini söyleyerek pek sevindirmişti. Ama durum Alice için öyle değildi. Alice’e 21 yaşına geldiğinde öleceğini söylemiş, bir de kahkaha patlatmıştı. Bu yüzden de Alice geçen yılı, yani 21inci yaşını, büyük bir korkuyla geçirmiş, 22inci doğum gününü kutladığı sırada sevinçle “yaşıyorum!” diye bağırmıştı. Böyle şeyler Alice gibi bir kıza söylenir miydi? Tabi çocukların bazen psikopatça şeyler düşündükleri ve kendilerine fantastik birer olgu yakıştırabildikler de, ayrı bir gerçektir.

Sadece çeyrek saatin ardından, Alice kendini psikiyatrın kliniğinin önünde buluyor. Arabasını bir güzel park edip arabadan iniyor ve kendini klinikten içeri atıyor. Önce sekreterle konuşup sonra bekleme odasına giriyor. Duvardaki saate baktığında 11.50 olduğunu görüyor. Fazla beklemeyecek yani.

Belki de falcı objelere dikkat etmesini söylediği için dikkatlice her şeyi incelediğindendir, ya da belki de geçen haftadan bu haftaya kadar geçen sürede yeni bir dekor tasarlamışlardır, Alice sebebini çözememişti; ama duvarda daha önce hiç görmediği resimler, tablolar ve değişik süsler fark etti bekleme odasında. Bir yerde “çığlık” tablosu, karşıki tarafta renklerle dalga geçen bir tuval, Alice’in oturduğu koltuğun sol tarafında kalan duvarda gotik tarzında bir okyanus manzarası resmi ve sol duvar ile karşıki duvar arasında kalmış köşede siyah, uzun bir vazo gördü. Bu odanın daha önce hiç böyle siyah ve kasvetli olduğunu fark etmemişti.

Bir süre oturduktan ve odanın tam ortasında bulunan küçük masanın alt raflığında bolca bulunan dergileri biraz karıştırdıktan sonra, psikiyatrın odasının kapısı açılıyor. Minyon tipli, muhtemelen Alice’den yaşça daha küçük olan bir delikanlı çıkıyor odadan. Siyah dağınık saçları ve gümüşi renkte gözlükleri var. Gözlerinin hafif kızarmış olduğunu fark ediyor Alice ve sebebinin uyuşturucu, uykusuzluk ya da bu gibi faktörlerden olabileceğini düşünüyor ilk başta ama fazla kafa yormuyor. Oğlan Alice’e bakarak somurtkan bir ifadeyle;

“Seni bekliyor” diyor. Alice elindeki dergileri yeniden masaya bırakarak, odaya doğru ilerlerken, oğlan da çıkışa doğru yürümekte. Tam yan yana geçiyorlar ki, oğlan Alice’e çarpıyor – kasıtlı olduğu bariz bir şekilde – ve Alice'e dönerek “dikkat etsene!” diyor. Hiçbir şey olmamış gibi çıkışa doğru ilerliyor. Alice de bir şey diyemiyor, sadece yürümeye devam edip doktorun odasına giriyor ve kapıyı arkasından kapatıyor.

Alice bu odada da önceden fark etmediği birkaç şey fark ediyor ilk girdiğinde. Önceki haftadan hatırladığı gibi küçük bir oda. Kapının tam karşısında bir pencere var ve pencerenin önünde bir masa, masanın önünde iki koltuk ve masanın gerisinde bir koltuk. Kapıdan ilk girdiğinizde, solunuzda bir kitaplık var ve sağınızdaki duvarda ise doktorun bazı belgeleri asılı. Mesleğiyle ilgili şeyler. Fakat köşelerden birinde uzun, kan kırmızısı bir vazo görüyor Alice ki bunu ilk kez görüyor. Belgelerin asıldığı duvarın karşıki duvarında ise bir – iki soyut resim daha görüyor.

Doktor gözlüklü, hafif kel, biraz göbekli bir adam sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Genç bir doktor. Kısa siyah saçları, zayıf ve yağsız bir bedeni, normal yüz hatları var. Belli ki yeni mezun olmuş lakin başarılı birisi. Zaten Alice, bu adamın çek zeki biri olduğunu hep anlamıştır sesinin tınısından bile. Doktor gülümsüyor ve Alice’e oturmasına işaret ediyor.

“Nasılsın, Alice?” diyor zarif bir ses tonuyla. “Bir haftadır ortalarda yoktun, neler oldu bakalım?” Doktor daha şimdiden iki el parmaklarını birbirine geçiriyor ve sağ bacağını her daim olduğu gibi sol bacağının üstüne atıyor bu sırada.
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Galaxie

  • **
  • 375
  • Rom: 17
    • Profili Görüntüle
Ynt: Alice Cooper // Galaxie
« Yanıtla #8 : 15 Temmuz 2012, 00:54:46 »
Bekleme salonunda doktorun bir önceki hastasıyla doldurması gereken vakti tamamlamasını beklerken salonda şöyle bir göz gezdiriyorum. Tabi konuşacakları erken bitse bile doktor bir saatten önce çıkarmayacak içerdekini. Hiçbir şey kalmadıysa üstüne vazife olmayan şeyleri sorar. Onu ilgilendirmeyen (bence ilgilendirmeyen) şeyleri sorar. Bazen kendiyle ilgili bir şeyler anlatır ve "Bu konuda ne düşünüyorsun?" der veya "Sence de komik değil mi?" diye sorar. Adam genç ve hoş olmasına rağmen ben de garip bir iticilik uyandırıyor. Belki de tedavisinin işe yaramadığını düşünmemdendir. Ya da psikiyatr olayına tereddütlü yaklaştığımdan. Hayır bana "Bunu şöyle şöyle aşmaya çalış" diyor, "Üç günde bir tırnaklarını kesme" diyor. Yapabilsem yapardım heralde değil mi Bay-Çok-Bilmiş-Doktor-Bozuntusu? Aslında zeki de bir adam, ama nedense bana pek bir faydası olmuyor.

Bu odanın yeni dekorunu ben mi daha önce farketmedim yoksa yeni mi diye düşünüyorum. Daha önce gördüğümü hatırlamadığım nesneler var. Resimden pek anlamadığımdan, tablolara ne kadar baksam da çok bir anlam veremiyorum. Ancak siyah bir vazo dikkatimi çekiyor. Dekora uysa da bana fazla gibi geliyor. Siyah, dümdüz uzun bir vazo. Yani para verilip de almaya değer bir şey olarak görmüyorum. Birden odanın içinde gözüme sırıtmaya başlıyor. Sanki bir fazlalıkmış gibi.

Derken doktorun kapısı açılıyor ve içerden bir çocuk çıkıyor. Belli ki halinden pek memnun değil. Ah ne kadar anlıyorum onu. Gerçi onun daha ciddi problemleri olduğu tahmininde bulunuyorum yüzünü inceleyecek birkaç saniyelik fırsatı yakaladıktan sonra.

“Seni bekliyor”

Ayağa kalkarak kapıya yöneliyorum ama çocuk gelip omzuma çarpıyor. Gelip dediysem, gerçekten gelip. Çünkü bu geniş mekanda izleyebileceği bir sürü rota varken özellikle bana doğru gelip omzuma hamle yaptı. Anladım sinirlisin ama, benimle alıp veremediğin ne acaba?

“Dikkat etsene!”

Akciğerlerimdeki nefesten doğup ses tellerimden damağıma ve dişlerime kadar olan yolu memnuniyet ve sabırsızlıkla katetmiş olan kelimeleri bastırmak için dudağımı kapalı tutmaya çalışmak zorunda kalıyorum. Şimdi ben bu çocuğa dönüp bir şey desem, muhtemelen terslemeye devam edecek, belki daha da kaba birkaç şey söyleyecek, hatta -buradaki hastaların işi belli olmaz- daha ileriye gidecek. Sinirli insanların karşısında yapılacak en mantıklı hareket susmaktır. Ve derin bir nefes çekip gözlerini devirmek.

Aldırış etmiyorum ve odaya girip kapıyı kapatıyorum. Her zaman oturduğum, az önceki çocuğun muhtemelen hafifçe ısıtmış olduğu koltuğa doğru yöneliyorum. Koltuğa ulaşana kadarki hızımı oldukça düşürerek bu odayı da inceliyorum. Bu bir süre bende alışkanlık olacak, hatta takıntı haline gelecek gibi. Takıntılarımdan kurtulmaya çalışıyorken yenilerini kazanmam ne kadar hoş!

Yine anlayamadığım resimlere ek olarak bir vazo daha dikkatimi çekiyor ama bu kez kırmızı. Belki bu ikisi birbirinin eşiydi diye düşünüyorum, ama doktor ikisini farklı odalara koymuştu belki. Sanki yanyana olsalar daha güzel olacaklarmış gibi geliyor. Bu arada hatları ve boyu diğer odadakiyle aynı mı diye dikkat etmeye çalışsam da diğerini çok iyi aklımda tutamadığımı farkediyorum. Bu hususu birdenbire çok merak ettiğimden kırmızı vazoyu daha dikkatli inceleyip, dışarı çıktığımda siyaha da birkez daha göz atmaya karar veriyorum.

Doktorum ayakta geçirdiğim vaktin fazla uzamış olduğunu düşünecek ki oturmamı işaret ediyor.

“Nasılsın, Alice? Bir haftadır ortalarda yoktun, neler oldu bakalım?”

"İyiyim teşekkürler, siz nasılsınız?" Bir yandan "Ah neler olmadı ki birkaç saat önce" diyorum içimden.

"Bir haftada bildiğiniz şeyleri tekrarladım... Okuldaki mecburi derslere gittim. Her sabah duş almaya devam ettim. Onun dışında evdeydim. Kitap okudum, ders çalıştım, televizyon izledim günde bir saat. Yine günü programladığım için arkadaşım çat kapı eve gelince içimden çok sinirlendim. Biliyorsunuz programım aksayınca çıldırıyorum. Tabii saatlerce oturdu..." gözlerimi devirip devam ettim. "Anlamadığım şey şu, onun canı sıkıldığı için yanıma geliyor. İnanın sadece canı sıkıldığı için ve zaman öldürmek için. Ama hiç düşünmüyor acaba benim canım sıkılıyor mu? Belki ben evde çok mutluyum? Ki öyleyim. Hadi bunu düşünemedin. Belki işim var. Telefon diye bir şey var değil mi? Gerçi beni aradıklarında genelde gelmelerinden korktuğum için telefonu açmıyorum ama neyse... Yine de başka özneler kullanarak bu tarz dayatma ve emrivakilerden hoşlanmadığımı anlatmaya çalışmama rağmen herkes o sırada kafasını sallayıp 'Evet ya ben de sevmiyorum,' diyor, ama kendileri alasını yapıyorlar. Anlamıyorum, bu kadar sosyal olmaya ne gerek var. Konuştuğumuz muhabbette de bir şey yok daha önce söylediğim gibi. Bıdı bıdı dedikodu."

Çok yabani olduğumu düşünebilir, hatta şimdiye kadar çok kez düşünmüştür ama umrumda değil. Yabaniyim sanırım.

"Neyse işte. Perşembe günü de bir arkadaşım benden geçen sene aldığı kitabı iade etti. Tam iade ettiğine sevinirken kitabın halini görünce deliye döndüm. Biliyorum bana kızacaksınız ama ona bir daha asla kitap vermeyeceğimi söyledim. Ve bunu ciddi bir şekilde yaptım. Vermem de gerçekten. Herkes ortada kitaplarım kıymetli diye gezinip duruyor ama kapağını kırıştırmadan okuyabilen yok. Tamam biliyorum kırışsa da bir şey olmaz ama istemiyorum işte. Baş ağrısı yapıyor sosyallik bende, gerçekten..."

Söyleyeceklerimin bittiğini anlasın diye derin bir nefes çekip yine derince veriyorum ve gözlerine bakıyorum. Bir an aklımdan falcı olayını da anlatmak geçiyor ama neden sonra bundan vazgeçiyorum.

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Alice Cooper // Galaxie
« Yanıtla #9 : 15 Temmuz 2012, 19:16:20 »
+1 RP Bonus

"İyiyim teşekkürler, siz nasılsınız?" diyor ve anlatmaya başlıyor Alice:

"Bir haftada bildiğiniz şeyleri tekrarladım... Okuldaki mecburi derslere gittim. Her sabah duş almaya devam ettim. Onun dışında evdeydim. Kitap okudum, ders çalıştım, televizyon izledim günde bir saat. Yine günü programladığım için arkadaşım çat kapı eve gelince içimden çok sinirlendim. Biliyorsunuz programım aksayınca çıldırıyorum. Tabii saatlerce oturdu... Anlamadığım şey şu, onun canı sıkıldığı için yanıma geliyor. İnanın sadece canı sıkıldığı için ve zaman öldürmek için. Ama hiç düşünmüyor acaba benim canım sıkılıyor mu? Belki ben evde çok mutluyum? Ki öyleyim. Hadi bunu düşünemedin. Belki işim var. Telefon diye bir şey var değil mi? Gerçi beni aradıklarında genelde gelmelerinden korktuğum için telefonu açmıyorum ama neyse... Yine de başka özneler kullanarak bu tarz dayatma ve emrivakilerden hoşlanmadığımı anlatmaya çalışmama rağmen herkes o sırada kafasını sallayıp 'Evet ya ben de sevmiyorum,' diyor, ama kendileri alasını yapıyorlar. Anlamıyorum, bu kadar sosyal olmaya ne gerek var. Konuştuğumuz muhabbette de bir şey yok daha önce söylediğim gibi. Bıdı bıdı dedikodu."

Doktor, koltukta iyice yayılarak, daha da dikkatli bir şekilde dinlemeye devam ediyor Alice’i.

"Neyse işte. Perşembe günü de bir arkadaşım benden geçen sene aldığı kitabı iade etti. Tam iade ettiğine sevinirken kitabın halini görünce deliye döndüm. Biliyorum bana kızacaksınız ama ona bir daha asla kitap vermeyeceğimi söyledim. Ve bunu ciddi bir şekilde yaptım. Vermem de gerçekten. Herkes ortada kitaplarım kıymetli diye gezinip duruyor ama kapağını kırıştırmadan okuyabilen yok. Tamam biliyorum kırışsa da bir şey olmaz ama istemiyorum işte. Baş ağrısı yapıyor sosyallik bende, gerçekten..."

Doktor bu sözlerin ardından, Alice’in ifadelerinden, anlıyor sözünü bitirdiğini. Kafasında bir şeyleri ölçüp biçiyor. Bir şeyleri tartıyor. Doğru kelimeleri bulmaya çalışıyor sanki. Çeyrek dakikalık bir süreçten sonra konuşmaya başlıyor.

“Buraya ilk geldiğinde, bu kadar rahat değildin. Şu psikiyatr ile konuşma yargısını atlatıp, durumu kabullenmişsin gibi görünüyor. Bu da beni sevindirdi.” Aslında Alice’e geveze demeye çalışmıyordu. Aklının ucundan bile geçmemişti. Ama bir an Alice böyle yorumladı doktorun söylediklerini. Alice üzülüyor bir an, bir anda her şeyi anlatıp doktoru tatmin etmiş olmaktan dolayı sinirleri bozuluyor.

“Bana şu an anlattıklarınız, bundan önce anlattıklarınız… Hiçbiri arasında bir çelişki göremiyorum. Konuşmayı bilen, akıllı bir kızsın. Anlattıklarına bakacak olursak gerçekten sıradan bir hayat yaşıyorsun. Daha mezun olmamışken ve öğrenci yurdundayken, şu kitap meselesinin aynını yaşadığımı bire bir ben hatırlıyorum. Bu sebeple size kızacak değilim. Sizden bir şey ödünç alıp onun sorumluluğuna sahip çıkamayan bir arkadaşa ne kadar bağırsak da azdır.” Bir an duraksıyor. “Üstelik kalp kırıcı şeyler söylemek, bazen insanları o davranıştan uzaklaştırır. Eminim bir kere daha aldığı bir kitabı bu kadar vurdumduymaz bir şekilde kullanmayacaktır.”

Doktor acı çekiyormuşçasına bir ifadeyle, fakat aynı zamanda yüzünde bununla çelişkiye giren bir sırıtış vardı, “İçecek bir şey ister misin?” diye soruyor. “Daha zamanımız bol.”
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Galaxie

  • **
  • 375
  • Rom: 17
    • Profili Görüntüle
Ynt: Alice Cooper // Galaxie
« Yanıtla #10 : 17 Temmuz 2012, 01:03:53 »
“Buraya ilk geldiğinde, bu kadar rahat değildin. Şu psikiyatr ile konuşma yargısını atlatıp, durumu kabullenmişsin gibi görünüyor. Bu da beni sevindirdi.”

Bu adam şimdi artık ona karşı çok rahat olacağımı sanıyorsa yanılıyor. O kadar da rahat değilim, sadece sorusunu yanıtladım. Onun hoşuna gitmeyeceğini düşündüğüm şeyleri anlattım sadece. Bunu gevezelik olarak düşündüyse, canı bilir. Her şeyimi paylaşacağımı sanıyorsa da canı bilir. Az önce söylediğim üç-beş cümlenin kendi başarısı sonucu söylendiğini mi düşünüyor?

“Bana şu an anlattıklarınız, bundan önce anlattıklarınız… Hiçbiri arasında bir çelişki göremiyorum. Konuşmayı bilen, akıllı bir kızsın. Anlattıklarına bakacak olursak gerçekten sıradan bir hayat yaşıyorsun. Daha mezun olmamışken ve öğrenci yurdundayken, şu kitap meselesinin aynını yaşadığımı bire bir ben hatırlıyorum. Bu sebeple size kızacak değilim. Sizden bir şey ödünç alıp onun sorumluluğuna sahip çıkamayan bir arkadaşa ne kadar bağırsak da azdır. Üstelik kalp kırıcı şeyler söylemek, bazen insanları o davranıştan uzaklaştırır. Eminim bir kere daha aldığı bir kitabı bu kadar vurdumduymaz bir şekilde kullanmayacaktır.”

Her duruma bir kılıf uyduruyor. Acaba bu psikiyatrların hepsi mi sahtekar? Ne söylesem onaylamak zorunda mı? Üstelik kitap konusunu aşırı titizlik yaptığımı söylemesi için anlatmıştım. Şimdiyse karşıma geçmiş olabilir diyor. O zaman sen bana anlat, ben para alayım?

“İçecek bir şey ister misin? Daha zamanımız bol.”


Aha! Her şeyi bir anda anlattım diye sinir oldu. Daha bir saatimiz var ve şimdi kendisinin bir şeyler yumurtlaması gerekecek ve eminim bundan pek hoşlanmıyor. Oysa hep ben konuşsam ve sadece birkaç küçük yorum yapsa işi ne kadar da kolay olur! Bu yüzden bir garip tavırlara girmiş olacak, memnuniyetsizliğini gözlerindeki sırıtışıyla çelişen ifadeden anlayabiliyorum. Ki bu işime geliyor.

"Evet, ben bir soda rica edeyim," diyorum sırıtışına karşılık vererek. "Ne de olsa zamanımız bol ve benim anlatacaklarım bu kadar."

Sırıtışımı daha da genişletiyorum ve koltuğuma zevkle biraz daha gömülüyorum.

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Alice Cooper // Galaxie
« Yanıtla #11 : 17 Temmuz 2012, 18:02:46 »
"Evet, ben bir soda rica edeyim," diyor ve sırıtıyor Alice. "Ne de olsa zamanımız bol ve benim anlatacaklarım bu kadar."

Psikiyatrın amacı, kıza bir nevi güven vermekti. Kendisini daha az evvel övmüş, kendisine bir şeyler anlattığı için pek sevinmişti, lakin Alice onun sevinmesine pek üzülmüş gibiydi. Alttan alttan lafı sokarak, adamı yerin dibine soktu bu sözlerle. Bazı psikiyatrlar vardır. Sadece otururlar ve “Anlıyorum.” derler. Bu adam öyle değildi. Hevesli, genç biriydi. İnsanlara yardım etmeyi sadece para için değil, bu onu sevindiriyor diye yapıyordu.

Hemen masanın üzerinde duran telefonu eline alıyor adam ve bir iki tuşa basıyor. Birkaç saniyelik bekleyişin ardından, “Hannah, bir soda, bir de kola isteyeceğim senden. Teşekkürler.” diyor.

Hannah, Alice’i girişte karşılamış sekreter kadındı. Sevecen, iyi huylu, orta yaşlarında biriydi. Doktor telefonu da kapattıktan sonra, tekrar Alice’e dönüyor.

“Alice, eminim ki tüm sorunlarından kurtulmak istiyorsundur. Obsesif bozukluğunun düzelmesi için, sorunun kaynağına inmemiz gerekiyor. Bu ‘Sorunun kaynağına inme’ felsefesi, kitaplar dâhil, her yere konu olmuş, sıkça duyduğun bir şey olduğundandır belki, sana biraz klişe gelmiş olabilir. Ama bugüne kadar hep şimdiki zamandan bahsettik. Biraz da geçmiş zamandan bahsedeceğiz şu andan itibaren. Bir insanı zorlayarak düzeltmenin imkansız olduğunu düşünürüm. Sana düşünmeni engelleyecek bir hap yazarım belki hemen şimdi. Fakat bu senin mantıklı düşünebilme yeteneğini de alır ve sonunda hatalar yapmana neden açar. Şizofreni gibi ağır bir hastalığın yok, hapın gereksiz olduğu kanısındayım.”

Adam koltuğunda biraz daha dikleşiyor ve yeniden ellerini birleştirerek çenesiyle masaya bastırıyor.

“Benim konuşmam gerektiğini mi düşünüyorsun? Ben senin konuşman gerektiği kanısındayım. En azından bu böyle olmalı.” Hafifçe gülümsüyor. “Her insanın sorunları olabilir fakat bu hayat senindir. Bu sorunlarla başa çıkmanda sana yardım edemem. Örneğin hastalarımdan bir tanesi, daha geçenlerde, eşcinsel olduğunu babasının öğrendiğini ve bunu babasına kabul ettirmemi istedi. Bu benim ikna kabiliyetimi aşan bir şey. Zaten sonradan anladım ki, asıl psikolojisi bozuk olan kişi, babasıydı. Benim, çocuğun hormonlarını konuşarak düzeltebileceğime inanıyor.” Küçük bir kahkaha atıp, devam ediyor. “Bense çocuğa, sorunlarla nasıl başa çıkabileceğini anlatmaya çalıştım. ‘Şunu yaparsan daha güzel olur’ düşüncesini değil, ‘Ne yaparsam daha güzel olur’ düşüncesini kazandırmaya çalıştım. Sana da bunu yapacağım.”

Bu sırada kapı çalıyor. Hannah içeri giriyor ve soda ile kolayı masanın üzerine bırakarak, tekrar dışarı çıkıyor. Doktor kolasını eline alarak, Alice'e sodasını almasını işaret ediyor.

“Geçmişi kabul etmeli, onu unutmadan, onu düzeltme gayesine düşmeden, geleceğimize sorun oluşturmayı kesmesini sağlamalıyız.” şeklinde devam ediyor doktor hemen. “Çok takıntılı biri olmanız, önceden yaşadığınız birkaç şey yüzünden sürekli düşünmeniz anlamına geliyor. Bu, obsesif kompulsif hastalığının yegane açıklamasıdır. Size önceden söylediklerimi bir kenara atın. Artık size “şunu yapın, buna dikkat edin” demeyeceğim. Fazla takıntılı davranışlarda bulunmaya devam edebilirsiniz. Uyumadan önce yatağınıza notlar asın. Ya da diğer şeyler. Ben size yapmayın dersem, sizi isteğiniz dışında zorlarsam, bir anlamı yok.”

Alice’in kafasında soru işaretleri oluşuveriyor bir anda. Neden önceden kendisini zorlamıştı o takıntılarını yapmamakta? Yoksa zorlama olarak yapmamasını söylemesinin bir işe yaramayacağını mı kanıtlamaya çalışıyordu? Eğer öyleyse, çok akıllı olmalıydı. Bu sorunu, Alice’in kendi yöntemleriyle çözmesi gerektiğini, birkaç haftalık bir süreçle kolayca ispatlayıvermişti. Alice bir an şaşırdığını kabul edebildi.

“Konuşmanızı istiyorum.” diyor ve kolasından bir yudum alıyor. “Bana, hayatınızı anlatmanızı istiyorum.”
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Galaxie

  • **
  • 375
  • Rom: 17
    • Profili Görüntüle
Ynt: Alice Cooper // Galaxie
« Yanıtla #12 : 19 Temmuz 2012, 01:02:28 »
Kendisine laf soktuğumu anlamış olacak ki ifadesi değişiyor doktorun. Elini telefona atıyor ve Hannah'yı arayıp bir soda ve bir kola istiyor.

“Alice, eminim ki tüm sorunlarından kurtulmak istiyorsundur. Obsesif bozukluğunun düzelmesi için, sorunun kaynağına inmemiz gerekiyor. Bu ‘Sorunun kaynağına inme’ felsefesi, kitaplar dâhil, her yere konu olmuş, sıkça duyduğun bir şey olduğundandır belki, sana biraz klişe gelmiş olabilir. Ama bugüne kadar hep şimdiki zamandan bahsettik. Biraz da geçmiş zamandan bahsedeceğiz şu andan itibaren. Bir insanı zorlayarak düzeltmenin imkansız olduğunu düşünürüm. Sana düşünmeni engelleyecek bir hap yazarım belki hemen şimdi. Fakat bu senin mantıklı düşünebilme yeteneğini de alır ve sonunda hatalar yapmana neden açar. Şizofreni gibi ağır bir hastalığın yok, hapın gereksiz olduğu kanısındayım.”

Evet belki hemen reçete dayayacak bir adam değil. Aslında adama ısınamamış olmam adamın suçu da değil. Adam belki çabalıyor ama ben istemiyorum. Bana yardım ediyor olması işime gelmiyor. Obsesifliğim beni yorsa da hergün duş almama düşüncesi beni daha çok yoruyor örneğin. Yani kurtulmak istemiyorum ki... O iyi bir doktor olabilir. Ama tedavi edebilmesi için benim de istemem gerekli, zaten bu noktada tıkanıyor. 

“Benim konuşmam gerektiğini mi düşünüyorsun? Ben senin konuşman gerektiği kanısındayım. En azından bu böyle olmalı. Her insanın sorunları olabilir fakat bu hayat senindir. Bu sorunlarla başa çıkmanda sana yardım edemem. Örneğin hastalarımdan bir tanesi, daha geçenlerde, eşcinsel olduğunu babasının öğrendiğini ve bunu babasına kabul ettirmemi istedi. Bu benim ikna kabiliyetimi aşan bir şey. Zaten sonradan anladım ki, asıl psikolojisi bozuk olan kişi, babasıydı. Benim, çocuğun hormonlarını konuşarak düzeltebileceğime inanıyor. Bense çocuğa, sorunlarla nasıl başa çıkabileceğini anlatmaya çalıştım. ‘Şunu yaparsan daha güzel olur’ düşüncesini değil, ‘Ne yaparsam daha güzel olur’ düşüncesini kazandırmaya çalıştım. Sana da bunu yapacağım.”


Hemen savunmaya geçmeye yeltendiğimden eşcinselle ilgili konuyu işitmeme rağmen dinlemiyorum. Sadece kaydettim ve onun hakkında sonra düşünmeye karar veriyorum.

"Bana sorunlarımla nasıl başa çıkabileceğimi anlatıyorsunuz ama ben bunları uygulayamıyorum. Gergin oluyorum, rahatsızlanıyorum, biliyorsunuz. Hem sorunlarımla başa çıkmamda bana yardım edemeyecekseniz konuşmamızın ne anlamı var ki?"

O sırada kapı çalıyor ve Hannah giriyor. Ona gülümsüyorum zira severim onu. Soda ve kolayı masaya bırakıp çıkıyor. Doktorum kolasını alınca ben de sodamı elime alıyorum fakat içmiyorum.

Geçmişi kabul etmeli, onu unutmadan, onu düzeltme gayesine düşmeden, geleceğimize sorun oluşturmayı kesmesini sağlamalıyız. Çok takıntılı biri olmanız, önceden yaşadığınız birkaç şey yüzünden sürekli düşünmeniz anlamına geliyor. Bu, obsesif kompulsif hastalığının yegane açıklamasıdır. Size önceden söylediklerimi bir kenara atın. Artık size “şunu yapın, buna dikkat edin” demeyeceğim. Fazla takıntılı davranışlarda bulunmaya devam edebilirsiniz. Uyumadan önce yatağınıza notlar asın. Ya da diğer şeyler. Ben size yapmayın dersem, sizi isteğiniz dışında zorlarsam, bir anlamı yok.”

"İyi de ben bunları unutmadan ve düzeltme gayesine düşmeden bunları düzeltemem ki. Kendinizle çelişmiyor musunuz? Bana bundan böyle önerilerde bulunmayacaksanız öylece muhabbet edeceği sadece. Doğru mu anladım?"

Evet kendim istemem gerekiyordu, bu konuyu bana ispatlamıştı ama istemediğim bir şeyi nasıl istemeye başlayacağım konusunda hala bir şeyler yapması gerekiyordu.

"Eh biliyorsunuz aslında. Ama ben en başta başlayayım. Liseden bu yana takıntılar edinmeye başladım. İnsanlardan yavaş yavaş uzaklaştım. Bundan rahatsız oluyo falan da değilim gayet memnunum. İki çift laf dedikleri beş para etmiyor çünkü... Neyse. Başta takıntılarım sadece kendimle ilgiliydi. Ama sonra diğer insanlara da sıçratmaya başladım bu yüzden ailemden ayrılıp başka bir eve taşındım. Onları bile özlemiyorum. Yani elbette çok seviyorum annem babam sonuçta. Ama iki üç günde bir aramak birkaç dakika konuşmak yetiyor. Evlerine gidesim gelmiyor. Bir gitsem annem üç dört saat dolmadan göndermeyecek biliyorum. Ve ben aynı yerde o kadar saat kalamıyorum. Hemen evime dönemk istiyorum.

Aslında sanırım evimi tam istediğim gibi düzenlemem bu durumu daha da perçinledi. İnsanlar bana evde sıkılmıyor musun diye soruyorlar. O kadar şaşırıyorum ki, neden evden sıkılayım. Kitaplarım ve bilgisayarım var. Her gün okuldan gelip duş alıp kahve yapıyorum ve açıyorum kitabımı. Zaman zaman ödevler ve projeler yapıyorum okul için. Diğerleri gibi lay-lay-lom geçirmiyorum hayatı. Mutluyum yani..."

Soluklanıyorum ve sodadan biraz içiyorum. Asidi boğazımı yaktığı için yüzümü buruşturuyorum. Sodayı pek sevmem ama böyle pat diye sorulunca nedense hep soda cevabını veririm.

"Ailem ve arkadaşlarım durumdan şikayetçi oldukları için bir doktora görünmem konusunda çok ısrar etmişlerdi." Gözlerimi deviriyorum. "Genç olmanıza rağmen çok iyiymişsiniz. Yanlış anlamayın, iyi olmadığınızı söylemiyorum ama bana yardım edebileceğiniz konusunda şüpheliyim. Bir insan mutluyken neden düzenini değiştirmek istesin ki?" Gözlerinin içine odaklıyorum bakışlarımı.

"Mutlu olacağım yepyeni bir düzen yaratabilir misiniz ki?"

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Alice Cooper // Galaxie
« Yanıtla #13 : 21 Temmuz 2012, 05:11:01 »
"Bana sorunlarımla nasıl başa çıkabileceğimi anlatıyorsunuz ama ben bunları uygulayamıyorum. Gergin oluyorum, rahatsızlanıyorum, biliyorsunuz. Hem sorunlarımla başa çıkmamda bana yardım edemeyecekseniz konuşmamızın ne anlamı var ki?"

Doktor konuşmasına hiç duymamış gibi devam ediyor. Alice onu yanlış yorumluyordu. O, Alice’e yardım etmeyeceğini söylememişti. Bu durumdan nasıl kurtulacağını bulmasına yardım edeceğini, bunu bir tek Alice’in yapabileceğini söylemişti.

"İyi de ben bunları unutmadan ve düzeltme gayesine düşmeden bunları düzeltemem ki. Kendinizle çelişmiyor musunuz? Bana bundan böyle önerilerde bulunmayacaksanız öylece muhabbet edeceğiz sadece. Doğru mu anladım?"

Doktor duymamazlıktan gelmeye devam ediyor. Alice’in, kendisinin ne yapmaya çalıştığını anladığına emin olmuştu. Bugüne kadar hep “şu takıntından vazgeç, şunu yapma, bunu yap” demişti. Bunların bir işe yaramadığını, kendisi kadar, Alice de biliyordu artık ve çözüm yolunu Alice’in bulmaya çalışmasını istiyordu.

"Eh biliyorsunuz aslında. Ama ben en başta başlayayım. Liseden bu yana takıntılar edinmeye başladım. İnsanlardan yavaş yavaş uzaklaştım. Bundan rahatsız oluyo falan da değilim gayet memnunum. İki çift laf dedikleri beş para etmiyor çünkü... Neyse. Başta takıntılarım sadece kendimle ilgiliydi. Ama sonra diğer insanlara da sıçratmaya başladım bu yüzden ailemden ayrılıp başka bir eve taşındım. Onları bile özlemiyorum. Yani elbette çok seviyorum annem babam sonuçta. Ama iki üç günde bir aramak birkaç dakika konuşmak yetiyor. Evlerine gidesim gelmiyor. Bir gitsem annem üç dört saat dolmadan göndermeyecek biliyorum. Ve ben aynı yerde o kadar saat kalamıyorum. Hemen evime dönmek istiyorum.

Aslında sanırım evimi tam istediğim gibi düzenlemem bu durumu daha da perçinledi. İnsanlar bana evde sıkılmıyor musun diye soruyorlar. O kadar şaşırıyorum ki, neden evden sıkılayım. Kitaplarım ve bilgisayarım var. Her gün okuldan gelip duş alıp kahve yapıyorum ve açıyorum kitabımı. Zaman zaman ödevler ve projeler yapıyorum okul için. Diğerleri gibi lay-lay-lom geçirmiyorum hayatı. Mutluyum yani..."


Alice yavaşça gözlerini deviriyor ve anlatmaya devam ediyor:

"Ailem ve arkadaşlarım durumdan şikayetçi oldukları için bir doktora görünmem konusunda çok ısrar etmişlerdi. Genç olmanıza rağmen çok iyiymişsiniz. Yanlış anlamayın, iyi olmadığınızı söylemiyorum ama bana yardım edebileceğiniz konusunda şüpheliyim. Bir insan mutluyken neden düzenini değiştirmek istesin ki?" Alice, doktorun gözlerinin içine odaklıyor bakışlarını.

"Mutlu olacağım yepyeni bir düzen yaratabilir misiniz ki?”

“Mutlu olacağın o yeni düzeni, sen ancak istersen yaratabiliriz” diyor ve elini havada sallıyor doktor. “Siz takıntılara sahipsiniz. Bunu ikimiz de biliyor ve kabul ediyoruz. Hastalığınızı zaten kabullenmişsiniz bu iyi bir şey. Ama bundan mutluluk duymak iyi değil.” Tekrar koltuğa yerleşiyor iyice. “Kafanıza takılan takıntılarınızı uygulamaya sürdükten sonra başarma duygusu sizi mutlu kılıyor. Peki ya ilerde bu sorun büyürse ve kafanıza takılan takıntılar uygulamayacak kadar büyük olursa? O zaman vay halinize!”

Adam kahvesinden bir yudum daha alıp devam ediyor:

“Şu an mutlu olabilirsiniz. Ama bir insanı asıl mutlu kılan sevdiklerini mutlu görmektir. Bunu mutlu bi adam olduğumdan değil, mutlu bir adam olmak istediğimden biliyorum. Bu takıntılarınız, sevdiklerinize zarar veriyor. Ya da zarar vermiyor, ama üzülüyor çünkü senin zarar görebileceğinizi düşünüyorlar. Korkunç gerçek ise şu ki, evet haklılar.”

Bu sırada da zaman hızla akıp geçiyor ve on dakikanız kalıyor.

"Benim anlamadığım, neden travmatik bir olay yaşamadığınızı söylemenize rağmen bu hastalığa yakalandınız? Liseden beri diyorsunuz ama, tam olarak ne oldu lisede de, böyle bir sonuç ortaya çıktı?"
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Galaxie

  • **
  • 375
  • Rom: 17
    • Profili Görüntüle
Ynt: Alice Cooper // Galaxie
« Yanıtla #14 : 23 Temmuz 2012, 21:27:20 »
“Mutlu olacağın o yeni düzeni, sen ancak istersen yaratabiliriz. Siz takıntılara sahipsiniz. Bunu ikimiz de biliyor ve kabul ediyoruz. Hastalığınızı zaten kabullenmişsiniz bu iyi bir şey. Ama bundan mutluluk duymak iyi değil. Kafanıza takılan takıntılarınızı uygulamaya sürdükten sonra başarma duygusu sizi mutlu kılıyor. Peki ya ilerde bu sorun büyürse ve kafanıza takılan takıntılar uygulamayacak kadar büyük olursa? O zaman vay halinize!”


Evet düzenimi değiştirmeyi hiç istemeyecek kadar hayatımdan memnunum. Temiz olmak, düzenli olmak, simetrik olmak, planlı programlı olmak beni mutlu ediyor ve kendimi iyi hissetmemi sağlıyor. Ama doktorun değindiği nokta gerçekten düşünmemi sağlıyor. Çünkü bunlar yapabildiğim, takıntımın benden istediğini uygulayabildiğim sürece beni mutlu ediyor. Halbuki bir gün duş almasam inanılmaz agresif olabiliyor, biri evime çatkapı gelse ve saatlerce kalsa, o insan kim olursa olsun ondan nefret edebilecek kadar ileri gidebiliyorum.

“Şu an mutlu olabilirsiniz. Ama bir insanı asıl mutlu kılan sevdiklerini mutlu görmektir. Bunu mutlu bi adam olduğumdan değil, mutlu bir adam olmak istediğimden biliyorum. Bu takıntılarınız, sevdiklerinize zarar veriyor. Ya da zarar vermiyor, ama üzülüyor çünkü senin zarar görebileceğinizi düşünüyorlar. Korkunç gerçek ise şu ki, evet haklılar.”

Sağ bacağımı sol bacağımın üstüne atıp, dirseklerimi de seviyece üstte duran bacağımın üstüne yerleştirip öne doğru eğiliyorum.

"İyi de ben kimseyi sevmiyorum ki." Elimle bir geçiştirme hareketi yapıp başımı yana eğiyorum. "Yani seviyorum elbette, mesela ailemi, ama çok sevmiyorum. Yani kimseye bir düşkünlüğüm yok. Kimse benim için üzülmesin. Eh üzülürlerse de... Bunun beni pek etkileyeceğini sanmıyorum."

Dikkatlice bakıyorum doktora. Demek ki psikiyatr olmak için sabırlı olmak gerek diye düşünüyorum. Ben olsaydım bana tahammül edemezdim heralde. Onun önüne sürekli uğraşması gereken yeni problemler getiriyorum.

"Benim anlamadığım, neden travmatik bir olay yaşamadığınızı söylemenize rağmen bu hastalığa yakalandınız? Liseden beri diyorsunuz ama, tam olarak ne oldu lisede de, böyle bir sonuç ortaya çıktı?"

Tekrar arkama yaslanıp üstteki bacağımı yukarı aşağı sallamaya başlıyorum. Bir yerden duyduğuma göre bu erkeklerin dikkatini bayağı dağıtıyormuş.

"Bildiğim kadarıyla bir durum, travmatik bir olay yok. Lise hayatım normal denebilecek gibiydi. Eh işte biraz arkadaşım vardı. Onlarla gezerdim, ders çalışırdım. Arada sırada bir kitap alırdım elime. Bol bol uyurdum. Erkek arkadaşım oldu bir tane. Bir de platonik aşkım oldu. Aklımdan çıkmadı hatta yıllarca..." Sırıtarak devam ediyorum. "Hatta yeni yeni farkediyorum aklımdan çıktığını. Neyse... Öyle işte, klasik bir lise hayatı. Kayda değecek bir şey olmadı."

Doktorun yavaş yavaş toparlanmaya çalıştığını farkediyorum ve çantamı açıp saate bakınca çok az vaktimiz kaldığını görüyorum. Bacağımı indirip kalkmaya hazır bir pozisyon alıyorum ve söyleyeceği son şeyleri dinlemek üzere ilgiyle yüzüne bakıyorum.

Yine de beni normalden çok daha fazla konuşturabildiği için belli belirsiz bir hayranlık duyuyorum karşımdaki adama.