Her şeyden önce, benim anneme yazdığım, O ses Türkiye yarışmasında ikinci gelen aile dostumuz İbrahim Şevki'nin söylediği ve müziğini babamın yaptığı şarkıyı, yazıyı dinlemeden önce sizinle paylaşmak istiyorum:
Dönebilseydin Anne
Not: Şarkıdaki resimler, ben ve anneme aittir.
Uzay çağı şiir yarışması için hazırlamıştım zamanında bu şiirimi. Ama benim için çok değerli olduğu için, şiir kazanamazsa çok üzülürüm diye, göndermemiştim yarışmaya.
Şimdi buradan paylaşacağım. İyi okumalar. Dönebilseydin Anne
Yedi meşale yanıyor bir demir hendek ardında.
Kumun köyündeydi evimiz, ‘Kum köy’de.
Bir güzel mekândır burası, yanındadır denizin.
Pek çok güzel günüm geçti orada ve tek bir kötü günüm.
Güzel günlerim, saydıkça bitmez…
Nereden başlasam;
Ali diye bir arkadaşım vardı, pek yaramaz bir çocuktu bizim Ali.
Pek de duygusaldı aslında, sadece belli etmek istemezdi düşüncelerini.
Bir keresinde kibritle ateşe vermiştik İbrahim dayının tarlasını.
Aslında bu değildi amacımız, oynuyorduk kibritle.
Derken alev aldı her yer, bir anda korkuverdik.
Koştuk eve kadar, haberini aldık, tüm ekinler gitmiş İbrahim dayının.
Belli ki adamın ekmek parasını yakmışız.
Önce sıcaktann tutuştu dediler de, bizim yine de vicdanımız el vermedi,
Daha bir hafta geçmeden koştuk söyledik anneme.
Annem pek üzüldü ama elini de kaldırıp vurmadı bize.
Annem demişken, pek güzel bir kadındı.
Şairane bir sesi vardı, babam kadar değilse bile…
Belki kötü bir anıydı ilk önce,
Şimdi hatırladıkça güldüğüm bir olay sadece.
O dönem, biliyorum, daha pek çok olay yaşamıştık ama,
Çok önceydi, zihnimden silindiler gizlice...
Bizim sülale, bayramları buluşurdu hep,
Babam gitar çalardı, annemle beraber söylerdiler.
İşte böyle güzel bir bayram günü eğlence bittikten sonra,
Çıkmıştık nenemin evinden, dönüyorduk evimize.
Babam pek az da olsa içmişti rakı,
Sürat yapmaktan da hiç korkmazdı doğrusu.
Kum Köyün vardır bir virajlı yolu,
Kum köyün de adı boşuna kumlu köy değildir, toprağı pek kumludur.
Gelirken karşıdan bir beyaz van, babam sola kırmıştı direksiyonu.
Sol tekerlek kumda kayınca, yaşanır bir ailenin hazin sonu.
Ağaca çakılmış bizim eski walkswagenimiz.
Ben uçmuşum arabanın ön camından, metrelerce savrulmuşum.
Babam yüzüstü yapışmış direksiyona, elleri hala dümeni tutuyor sıkı sıkı.
Ve anam,
Açılmamıştı hava yastığı, emniyet kemeri onu geri itince kopmuştu boynu.
Ah ana ah,
Bir sen hak etmiyordun ölümü.
Herkesi severdi anam,
Kimseye demezdi “çekil şuradan”
Pek nazikti, pek güler yüzlüydü.
Bir babam aşıktı ona, bir de ben aşıktım…
Bana hastanede anlatmaya çalıştılar durumu.
Annemi istiyorum diye ağlamamdan hemen sonraydı.
Ne de kolay söylediler anamın öldüğünü…
Birkaç küçük saniyesini almıştı nenemin, söylerken bana doğruyu.
Yaşım daha pek küçüktü, hala devam ediyordum onu istemeye.
Ölüm de neydi, neyin nesiydi dört yaşında bir çocuğa?
Dua ediverdim birden,
Çok dua edersem annem çıkar gelir sandım.
O zamandan anlamıştım, Allah kapatmıştı kulaklarını.
Nenemde harcadım ömrümün üç özel yılını.
İlk bir yılı ayağım alçıdaydı, kaybetmiştim ömrümün en güzel zamanını...
Sonra babam çıka geldi, başka bir kadınla birleştirmişti hayatını.
Benimle birlikte büyük şehre taşınmaktı kararı.
Sanki heyelan olmuş da, koca Toros üstüme yıkılmış sandım!
Pek çok anne gördüm, çocuklarıyla yaptığı diyalogları duydum,
Bir tanesi markette, ağlıyor diye annesi almıştı istediği oyuncağı.
Bende hemen gittim köşeden bir saçma ayıcık seçtim.
Topladım tüm cesaretimi, “ben bunu istiyorum” diyiverdim.
Almadılar bana ben ağladım.
Ben ağladım bana hala almıyorlardı.
O oyuncağı hiç almadım…
Böyleydi işte çocukluğum.
Oynayamadım doğru dürüst arkadaşlarımla,
Doğru dürüst arkadaşım da olmamıştı zaten pek fazla.
Yıllar pek çabuk geçti, bir anda fark ettim liseye başladığımı.
Ve o yıldı nenemin öldüğü yıl.
Bu kez tecrübesiz değildim,
Biliyordum artık ölüm nedir, ölmek ne demektir…
İlk kez o gün bulunmuştum camide.
Pek hevessizdim ama onun için başımı kaldırdım kıbleye,
Hocanın söylediklerini, onun için tekrarladım dakikalarca.
İsmini bile bilmediğim bir duayı okuyordum, bilmiyordum neler konuşuyordum.
Mezarına bir yanık sigara bırakmıştı büyük babam.
Nenemin iki büyük vasiyeti vardı.
Ölürsem beni kızımın yanına gömün demişti.
Her iki yanı da doluydu annemin mezarının, çaprazına gömdük.
Ne de çok insan ağlıyordu, meğer ne çok insan onu seviyordu!
Hepimiz sevdiklerimizin kıymetini böyle zamanlarda anlıyorduk, bunu anladım.
İkinci vasiyeti, "Ben ölürsem dostlara haber salın, helva yapmasınlar, yiyecek getirmesinler" olmuştu.
Belli ki garipsiyordu, biri ölünce yemek yemek ne kadar doğruydu?
Bu vasiyetini de yarı buçuk yerine getirdik.
Çoğu adettendir dedi, kültürü vasiyetten fazla önemsedi.
Dedem kalmıştı biçare yalnız.
Bavullarımı toplayıp onun yanına taşındım.
Küçüklüğümde geçirdiğim sadece üç yıldı belki burada, ama en sevdiğim yıllarımdı.
Ben evden ayrılırken, bir üvey annem uğurlamıştı, bir o ağlamıştı ardımdan.
Ben kapıdan çıkarken, babam işindeydi, oturmuş hayvan yemi satıyordu.
Sanmıştım beni pek sevememişti.
Ah eşşşşek kafam! Şimdi yıllar sonra anlıyorum aslında üvey annemin beni diğer çocukları kadar sevebildiğini.
Cebinde yoksa eğer kuruş para, kimse çocuğuna alamazdı bir oyuncak ayı!
Hangi zaman beni tutmuşlardı sofradan ayrı?
Ben gidince babam fenalaşmış.
Çok uzun zaman sonra haberini almıştım.
Babama olan nefretimle dönmüştüm dedemin yanına, çocukluk yuvama,
Şimdi anlıyorum ne de büyük bir hata yaptığımı...