Çok kötü. Çok, çok kötü. Okuduğum en kötü dedektiflik kurgularından birisiydi ne yazık ki. Bu konuda geniş bir inceleme yazmıştım. Kendisini buraya da kopyalıyorum. Kaynak:
http://goo.gl/HxnQx7Korkmayın, Spoiler yok.

Harry Potter serisi boyunca Agatha Christie'den bolca etkilendiği her haliden belli olan J.K. Rowling'in bir dedektiflik romanı yazması, benim ve diğer pek çok okurun o zamanlardan beri hep istediği bir şeydi.
Ve bu beklentimizin üzerinden uzun yıllar geçmesinin ardından nihayet "Sonunda ellerimdesin bebek..." diyerek alabileceğim bir kitap ortaya çıktı: “The Cuckoo’s Calling” ya da Türkçe çeviri adıyla Guguk Kuşu. Kitabı kısa bir süre önce bitirdim ve mutlulukla söylüyorum ki, 13 yıldır yazarın üslubuna alışmış olanlar, alıştıkları Sevin Okyay çevirisi olmamasına rağmen, Rowling'in abartılı jestler ve kara mizah içeren kendine has anlatımını satırlarda hemen yakalayabilirler.
Fakat kitabı okurkenki heyecanım ne yazık ki pek uzun sürmedi. Çünkü hem dedektiflik türünün, hem de Rowling’in histerik bir okuru olmama rağmen, ne karakterlere ısınabildim, ne de çözmeye çalıştıkları vakaya.
Kanımca eser J.K.Rowling'in zengin olduktan sonra girdiği dünyadaki gözlemlerinden yola çıkarak oluşturduğu bir uzamda geçiyor. Aynı dünya, Poirot'nun maceralarını yaşadığı dönemdeki yüksek sosyeteye de tekabül ediyor.
Vakayı sevmedim, çünkü klasik bir Christie romanı okurken hem o romandaki toplumsal gerçeklik bir nebze geride kaldığı için, hem de metnin sadece gizemi sunma çabasından başka bir amacı da olmadığı için kendinizi sadece olaya odaklayabiliyorsunuz ve gerisine takılmıyorsunuz. Oysa Rowling, eserine bir roman derinliği katma arzusuyla, ele aldığı olaya güncel bir toplumsal sorun olarak da yaklaşınca, her gün TV'de çocukların ölümlerini izleyen ve çok daha ciddi dertleri olan, daha alt sınıfsal konumlardaki insanların bu sorunsala karşı verdiği tepki çok basit bir şekilde "bana ne bütün bunlardan?" oluyor. Gerçekten, kitabın konusunu ilk duyduğum andan beri, bir mankenin pırıltılı yaşamının getirdiği sorunları okuyacak olma fikri ilgimi çok az çekiyordu.
Zaten yazarın bu konudaki tutumunun eserdeki tüm karakterleri de belirlediği açıkça görülüyor. Özellikle baş karakter Cormoran Strike'ı. Bu da kendisine ısınamamamın nedenlerinden biri.
Plot Twist: Hayır, koskoca Rowling'in eseri elbette bu kadar basit ve ucuz değil. Lula'nın yoksul arkadaşı ve onun diğer karakterlerle olan ilişkisine bakınca; O, Şoför, Lula'nın annesi, Strike'ın annesi ve hatta Rock Yıldızı babası tarafından dışlanmış Strike'ın kendisi arasında kurulan özel bağ, bize bunun sınıfsal bir sorun olduğu mesajını açıkça veriyor. Fakat bu sorunsala karşı bize sunulan ve bir çözüm olarak niteleyebileceğimiz şey, Batı'nın bin yıllık düşünsel kazanımlarının bir sonucu olarak, oldukça bireysel tabii ki. Eğer birey iyi olursa, sorunlar çözülür: İşte karşımızda Cormoran Strike. Sinir bozucu derecede "iyi çocuk." Neden sinir bozucu olduğu konusuna ise daha sonra döneceğim.
Evet, her ne kadar kitapta adı konulmasa da, Strike, şaşırtmayan bir şekilde Poirot tarzı bir çözümleme yöntemini kullanıyor. Fakat Rowling yeni bir karakter yaratayım derken ona yeni bir evren yaratma çabasına da girişmeyerek, hikayeyi içinde yaşadığımız dünyada tutmayı tercih etmiş. Bu, başka bir evrene kaçmaya alışmış ve artık günümüzde buna adeta ihtiyaç duyan okuru biraz boğan bir şey. Rowling aslında H.P. serisinde de gerçekçilik damarını hiçbir zaman kopartmasa da, hatta gerçek dünyadaki şeylerden sahiden kaçabilmek için ancak gerçek dünyayı (bireyden başlayarak) değiştirmek gerektiği mesajını daha Felsefe Taşı kitabının Kelid Aynası bölümünde verse de, olaylar içinde bulunduğumuz dünyada, hemen burnumuzun dibinde fakat bizden habersiz şekilde yaşandığı için, o farkına varamadığımız alternatif dünyaya sayfalar aracılığıyla dahil olabilme imkanımız bizi cezbediyordu.
Oysa burada, zaten her şeyin sinir bozucu derecede gerçek olduğu bir yaşamda, can sıkıcı gerçeklerden kaçıp afili bir dedektiflik evrenine değil de, yine can sıkıcı gerçeklerle dolu bildiğimiz dünyaya giriverince, insan elinden oyuncağı alınmış gibi hissediyor kendini. Yani yazarın alıştırdığı gibi H.P. dünyasına benzer yeni ve heyecanlı bir kaçış evreni bekliyorsanız sonuç biraz hayal kırıklığı oluyor. Satır aralarında "o işler öyle değil işte çiçeğim" diyor bize resmen Rowling.
Bununla da bağlantılı olarak, yazar bir Sherlock Holmes, ya da Hercule Poirot gibi, uzlaşılması zor olsa da sevilesi, insanı peşinden sürükleyecek yeni bir karakter yaratmak ve sayfalar boyunca onun bu özelliklerine sebep olan geçmişini, şimdisini ve gelecek arzusunu irdelemek çabasında da bulunmamış. Strike, kapak içi yazısında Mike Cooper'ın belirttiğinin aksine ne belalı, ne de haşin. Hatta daha önce de belirttiğim gibi sinir bozucu derecede "iyi çocuk." Ülkesini seven eski bir asker, otoriteyle barışık hatta bunun özlemini çeken, sorunu oyunla değil oyuncuyla olan, sözüne ve borcuna sadık bir Doğrucu Davut. Ben Rowling'den bu hususta biraz daha cesur olmasını beklerdim. Bireyin iyiliği ve bununla sınıfsal sorunlara getirilen geçici çözümler. “Aslında zenginler iyi olsa hiç sorun kalmaz, zenginlerden başlayarak tüm bireyler iyi olursa sorunlar çözülür, zenginlere örnek olacak modeller, vicdanlarını etkileyerek onları harekete geçirecek olaylar gerekir. Fakirsen bir şekilde piyangoyu kazan, iyi ol. Çirkinsen estetik yaptır, güzel ol. İyi olan parayla ödüllendirilir, kötü olan fakir kalmaya mahkum olur.” Bütün bunlardan çoktan sıkılmadık mı? 21. yüzyılın bu ilk çeyreğinin asi, sistemle ve otoriteyle sorunları olan, sarkastik karakter beklentisini karşılamadığı gibi, bunun ötesine geçmek bir yana dursun, çok daha gerisinde bir şey sunarak, en azından yüz yıl öncesinin karakter beklentilerine hitap ediyor Cormoran Strike.
Yine buna uygun olarak, bazen bu sınır bir adım aşılsa da, yardımcısı Robin ile de aralarında sadece bir işçi-işveren, patron-sekreter ilişkisi var. Bir Holmes-Watson, Poirot-Hastings ilişkisi bekleyen hayal kırıklığına uğrar. Yine de bunu, eserin bir seri haline gelecek olan kitapların ilki olmasına da kolaylıkla bağlayabiliriz şimdilik.
Karakterler yerine, her kitapta kendisine has aynı belirli arketipleri farklı rollerde kullanarak, amacı sadece bir gizemi sunmak olan kısa bir Agatha Christe romanının, olay çözüldükten sonra varoluş amacını tamamladığı için birkaç cümle içinde çabucak finale bağlanmasını anlayabiliriz. Ama bunun aksine, karakterlere bir roman derinliği kazandırmak için de üzerinde bu kadar uğraşılmış ve uzatılmış bir metnin, olay çözüldükten sonra en azından birkaç kilit karaktere geri dönüp, olayın ardından ne durumda olduklarına ve tepkilerine bir bakış atmaması da büyük bir eksiklik. Çünkü haklarında onca şey öğrendikten sonra bunu bekliyor ve istiyorsunuz. Aksi takdirde onca şeyi boşuna okumuş olma, ya da metnin eksik bırakıldığı hissinden kurtulamıyorsunuz.
Keşke metindeki plot twist'ler de bu yazıdaki kadar çok olsaydı. (Evet, en azından bir tane. Durum o kadar umutsuz ve vahim.) Çözüme dair teoriler kurarken sonradan hayal kırıklığına uğramamak için çok da fazla abartmayın derim; "Ben şimdi bu diye düşünüyorum ama kesin son anda ters köşe yapıp beni şaşırtarak başka bir şey çıkacak," diye düşünerek beklentinizi fazla yükseltmeyin, çünkü ilk aklınıza gelenlerden biri doğru çıkıyor sonunda, evet. Toplumsal bir sorunu da inceden irdeleyen upuzun bir anlatının içinde eritilse de aslında "gizemin" bir kısa hikayeye bile sığacak kadar basit bir kurgusu var. Ortalama bir Agatha Christie romanının yaklaşık 5 katı uzunluğunda olan metinde, okuyucunun ilgisini son sayfaya kadar canlı tutacak, yer yer düşen heyecanı tırmandıracak gerilim noktaları gerek. Ama ne yazık ki kitapta bunlardan hiç yok. Bir Christie romanının uzunluğu düşünülünce bu pek sorun olmazken, çünkü her şey çabucak çözüme bağlanırken, bu kitapta bu unsuru da arıyorsunuz elbette.
Ve ne yazık ki gerilim seviyesi metin boyunca yerlerde sürünüyor. Yaklaşık 80'li sayfalarda olayı aşağı yukarı çözdükten sonra, geri kalan 450 sayfa boyunca teorinizi sınamaktan başka yapabileceğiniz hiçbir şey kalmıyor geriye. Haliyle bu dümdüz okuma maratonu boyunca kitaptan tüm beklentinizi çözüm kısmına endeksliyorsunuz. Bu noktadan sonra sıkılıp kitabı elinizden atmıyorsanız eğer, büyük ihtimalle türün ya da yazarın sadık bir okuru olduğunuz içindir. (Ya da başladığı kitabı bitirmek konusunda takıntılı güzel bir insan.) Ve sonunda da tam olarak tahmin ettiğiniz şeyle karşılaşınca (fazla basit olması insana haklı bir gurur da yaşatamıyor ne yazık ki) ters köşe olamamanın hayal kırıklığıyla, metne ulaşmak için ödediğiniz tüm bedeller (para, zaman, emek vs.) birden fena halde gözünüze batmaya başlıyor.
Üstelik okurken bir kenara not aldığınız ve daha sonra ne açıklanan ne de dönüş yapılan ve bir dedektiflik romanı için kabul edilemeyecek kadar abartılı tesadüfler dizisi olarak bırakılan bazı noktalar da canınızı iyice sıkıyor.
Yazar metinde yer yer erotik ifadeler kullanmaktan çekinmese de, çocuk kitabı yazdığı günlerden kalma, sütlü şekerli, gülmeceli sonlar yazma alışkanlığından da vazgeçememiş gibi.
Peki bunca yergiye rağmen şimdi yeni bir Cormoran Strike macerası elimin altında olsa açıp okumaz mıyım? Hem de nasıl okurum. Basit bir kurgu olsa da hepten zeka yoksunu da değil elbette. Çözüme giden akıl yürütmedeki birkaç nokta sahiden de ilham verici parlaklıkta ve çıkarım zincirinin son halkasını söylerken zincirin diğer halkalarını çözmeyi bir parça da olsa okura bırakıyor.
Üstelik her ne kadar sıradışı olmakla ilgi çekici olmamayı aynı anda becerebilen Cormoran'ın (aslında hayli ilginç bir özellik) kişisel yaşamına dair basit detayları okuması da oldukça keyifliydi. Hatta metnin en keyifli kısımlarıydı diyebilirim. En keyifli kısımları dedektiflik kısımları olmayan bir dedektiflik romanı da olsa, sırf bu yüzden bile bittiğinden beri gözüm yeni kitabı arıyor çevrede. Neyse ki yeni kitap çoktan çıktı ve Türkçe çevirisi de yolda.
---
Bu epey yumuşak bir incelemeydi tabii. Aslında kitabı bitirdiğimde kafamın içinde okuyucuyu aptal yerine koyuşuna bayağı öfkeliydim.
Su dolu vazodan aldığın birkaç çiçekten üst kata götürene kadar ne kadar su damlar da asansörü beklerken önünde ufak bir göl oluşur ve güvenlik görevlisi buna basarak kayıp düşebilir, sonra da unutur?