Stephen bir şehirde daha önce hiç bulunmamış olsa da sokakları iyi gözlemleyebilme ve onları tanıyabilme özelliğine sahipti dolayısıyla şehirleri iyi analiz edebiliyor ve kendisine uygun olan ve olmayan her türlü özelliği içsel bir karar mekanizmasıyla beynine kodlayabiliyordu. Hayatının büyük çoğunluğu sokaklarda geçmişti. Sokaklarda yaşamış ve ekmeğini sokaklarda kazanmıştı. Kesinlikle biliyordu ki eğer yaşadığı şehir LA ise ona en uygun yer kenar mahallelerdi.
Stephen’a göre eğer normal bir insan değilseniz kenar mahallelerde, fakir yerlerde yaşamalıydınız. Böyle yerlerde hiç kimse sizin ne olduğunuzu anlayamazdı. Etrafta o kadar çok hayvanlaşmış insan vardı ki bir parçası kurt olmasına rağmen çoğu zaman onlardan daha narin olduğunu hissediyordu. Stephen’in inandığı bir diğer görüş ise eğer insan değilseniz ve kenar mahalleleri sevmiyorsanız çok zengin olmalıydınız çünkü lüks yaşam şartlarında da insanların ne olduğunuzu fark etmesi zorlaşıyordu.
Fren sesini duyan Stephen hoşnutsuz bir şekilde sesin geldiği yöne doğru baktı. Dave’in aracını sürüş tarzına artık alışmıştı ama Dave’in kendisine bir türlü alışamıyordu.
‘Hadi ama kendi maçına geç kalacaksın!’
Yaklaşık 15 dakikadır bankta oturarak Dave’i bekliyordu ve adam çıkageldiğinde ağzından çıkan ilk sözlerle Stephen’i suçluyordu. Stephen cevap vermedi, konuşmayı hiç sevmiyordu. Zaten “insan ilişkileri” pek iyi sayılmazdı. Aslına bakılırsa çoğu zaman sürü halinde yaşamayı seçen kendi ırkı tarafından bile dışlanmıştı. Kendisinin bir baş belası olduğunu ve anlaşılması zor birisi olduğunu kabul edeli uzun zaman olmuştu.
Arabanın kapısını açtı ve arabaya bindi. Yaklaşık 3 dakika sonra 2 sokak ötedeki bir garaj kapısından içeri girdi. Dövüşlerin gerçekleştiği yer tamda burasıydı. Araçlarla çevrili ve onların farlarıyla aydınlanan ringin önünde araç durduğunda artık harekete geçmenin vakti gelmişti. Arabadan çıkarken deri ceketini çıkarıp arabanın açık olan camından içeri fırlattı. 29 haziran için mevsim normallerinde bir gün sayılırdı dolayısıyla gayet sıcak olduğu söylenebilirdi ama Stephen için soğuk yada sıcak nadiren problem yaratırdı. Yazın deri ceketle gezebildiği gibi kışında sadece t-shirt ile dolaşması onun için gayet sıradan sayılırdı. Ceketini çıkarmasıyla kot pantolonu ve üzerinde vücuduna yapışan geniş V yakalı bir t-shirt ile ringe doğru harekete geçti; yürümeye devam ederken bandajlarını son kez kontrol ediyordu.
Ringde rakiplerini devirmek onun için işin en kolay olanı olmuştu. Asıl zor olan kendisini kontrol edebilmekti çünkü çok fazla sinirlendiği zaman yaşaması muhtemelen olan form değişikliği sadece mevcut iş imkanlarını bitirmeyecek aynı zamanda şehri de acilen terk etmesi gerekliliğini ortaya çıkaracaktı. Daha önce terk etmek zorunda kaldığı şehirleri tekrar düşündü.
Prag, Viyana, Kiev..
Stephen Doğu Avrupa serüvenine başladığında henüz çok gençti. Güzel kadınlar, fazla para ve daha birçok şey için yapamayacağı şey yok iken birçok defa insanlar içinde kendisini deşifre etmiş ve sonunda Doğu Avrupa’yı terk etmek zorunda kalmıştı. Zamanla ringde sinirlenmemenin bir yolunu bulmayı başarmıştı. Ringde karşılaşması beklenen rakiplerini önceden araştırmıyor, onlarla görüşmüyor, tanışmıyor ve hatta onlardan hiçbir haber almamaya gayret gösteriyordu. Rakiplerini tanımadığı için ringde dövüşürken gelişen olayları kişiselleştirmiyor ve kendisini deşifre etmemeyi başarıyordu. Dave bile onun bir kurt adam olduğunu bilmiyor, şüphe bile etmiyordu.
Ringe yaklaşırken daha önce bu ringde kazandığı dövüşleri düşündü. Çeşitli mahallelerden ‘şampiyon’ olduğu iddia edilen adamlarla dövüşmüş ve onları kolayca mağlup etmeyi başarmıştı. Bunun karşılığında da iyi paralar kazanmıştı. Kesin olan bir şey vardı ki Stephen para kazanmayı çok seviyordu, harcamayı ise daha da çok seviyordu. Son dövüşünden sonra kazandığı parayı harcamak üzere Las Vegas’ta bir kumarhaneye gitmiş, ama kumar masasına oturamadan kumarhanede görevli olarak çalışan bir kadınla tanışmış ve bütün parasını kadınla güzel bir gece geçirmek için harcamıştı. İşte Stephen’in sevdiği şey tam olarak buydu. Bir gece önce Las Vegas’ta muhteşem bir otel odasında uyuyorken bir sonraki gece lağımlarda sabahlayabilirdi.
Stephen her ringe çıkışında rakibini ciddiyetle süzerdi. O an genellikle rakibini ilk gördüğü an olurdu. Bu nedenle rakiplerini ilk gördüğünde fazlasıyla dikkatli inceler ve rakibin insan olup olmadığını anlamaya dair bazı belirtiler arardı. Karşısındaki adama baktığında adamın kaslarını sıkması, elleriyle yaptığı hareketler, duruşu ve bakışları bu rakibinde öncekiler gibi insan olma ihtimalinin fazla olduğunu gösteriyordu. Bir cadı olmadığı kesindi, vampirler ve vampir avcıları için fazla kaslı ve hayvaniydi, kurt adam olma olasılığı da fazlasıyla azdı. En azından Stephen ilk incelemesinde bu kanıya varmıştı.
Ringe vardığında “Kolay para.” diye fısıldadı kendi kendine ve yumruklarını birbirine vurarak ringe çıktı. Yaklaşık 3 saattir ağzından çıkan tek kelimeler bunlardı. Tam o sırada Dave’in sesini duydu. Kesinlikle daha az konuşan bir koç bulmalıyım diye düşündü ama Stephen genellikle kimseyi bulamazdı. Şansı yaver giderse başkaları onu bulurdu tıpkı Dave gibi.
Ringin kendine ait olan köşesine doğru ilerleyerek rakibinin karşısına geçti. Gözlerini rakibinin gözlerine kilitledi. Ringde dövüşmenin en zor yanlarından biri rakibinin gözlerinin içine bakmak zorunda kalmaktı. Sokaklarda dövüşürken, doğada avlanırken ya da birisini öldürürken yapmak zorunda olmadığınız bir şey idi bu. Ringlerde ise en büyük gereksinimlerden biri ve yapılması beklenen şovun ilk adımıydı.
Stephen adamın gözlerinde hiç korku göremedi. Rakibinin bir insan için gayet güçlü olduğu fazlasıyla açıktı hatta uzaktan bakılınca kendisinden daha güçlü bir vücuda sahip olduğunu düşünen bir sürü seyircinin şuanda onları izlemekte olduğuna emindi ama görüntü çoğu zaman yanıltıcı olabilirdi, bunu son birkaç dövüşünde kanıtlamayı başarmıştı.
Gözlerini rakibine, kulaklarını ise oyunların yöneticisine kilitleyerek beklemeye devam etti.
Bahislerin kapandığı duyurulduğunda kan barajının vanasını elleriyle çevirecekti.