Sonra dedim başlamışken bu gözyaşı mevsimi, bir gün biterse diye, bir gün dedim biterse dedim, boş mu dedim. Anlamadım sonra ne dedim. Bir gün biterse boş mu geçmiş olacağım dedim. Güneşin bin pişman bir bitkin havada yirmi dördü eksik yedi işini yaptığı dönemlerde olmayan kıpırtılar gördüm. Asfalttan böyle buhar gibi bir şey çıkıyordu. Bu ne ulan dedim, bisikletimi bir durdurdum önce şöyle bir baktım. Gazozumdan bir yudum aldım -ki kendisi kırmızı ve beyazdır- güldüm.
Şortluydum, pek de utanırım. Bu mevsimde dedim, değil dedim. Buralarda olmaz. Bu beklenti mevsimidir. İşini cayır cayır yapan bir sarılık tepemizde parlıyorken ben kimim de uğraşayım ulennn dedim. El âlem tatil ayağına kaçmış gitmişken sen niye bekliyorsun, diye sordular. Cevabım yoktu. Tatili bir şeyi hak ettiğini düşünenler yapar dedim. Ben hak etmekte yokum kaç defa söyledim. Benim için bekleme mevsimidir. Gözyaşı mevsimi gelesi olduğu vakitlerde rüyamda falan nasıl goller atarım okul bahçesinde, nasıl çalımlarla geçerim herkes, of duvar pasları o sümüklü çocukla. ÜÇ KİŞİYİ GEÇERİM! Zil çalınca takarım yakamı.
Şimdiyse içimde kıpırtılar biriktiriyorum ben. Sağdan soldan kapıyorum kıpırtıları. Bunalıp kendini denizlere, göllere, havuzlara, hatta ve hatta utanmadan nehirlere at-a-mayan o gözleri bir garip çocukların kıpırtılarını tek tek topluyorum. O gözler ki hep nemden o hep nemden, nem olmasa yine sorun değil ama nem var ya nem.
O nem bu gözyaşı mevsiminde Ekim aylarının sonlarını da tez elden getiriveriyor. Ben bir ara kaba oluyorum gerçek bir erkek gibi gidip geliyorum, sonra bir ara yine ayağım tökezliyor Sağlık Ocağı’nın yanındaki merdivenleri tırmanırken. Ve bizim bir de hamamımız vardı ki yıktılar onu başımıza. Bize çocukluk travmaları yaşattı, sarkık memelerle biz nefes alamadık orada, mentol mü ne koydular ordaki buhara, sonra tepemize yıktılar gittiler. Neyse bunları tez elden geçelim.
Hah, geldi mi o ekim ayı sonları. Koy yavrum masanın üstüne, şu şapkamı da al yerden, beklenti mevsiminde takıyordum düşmüş oraya, toz olmasın. Hah, sağolasın. Size dünyanın en güzel kadınını nasıl çekersiniz anlatayım dinleyin, kırışıklıklarım tanık olsun akışkan yüzüme. Bakın bu elimde görmüş olduğunuz ay sonu var ya. Hah orada bir Cadılar Bayramı durur. Şeker ya da oyun!
Bulutların yapıldığı maddeden de yoğundur ki bacakları öylece hafif duruyor, bunları kaldırmak ne de zordur diyorum. Dünyadaki tüm gücü toplarsın sanki bileklerinde, kutular dolusu ıspanağı burnunu tutarak yedirmiştir sana annen; yine de kaldırmaya cesaret edemezsin. O öyle güçlü bir şeyi taşıyor ki, onu da öyle güçlü bir şey taşımalı. Bir de bakarsın giymiş ayaklarına cadılar bayramını. Yürüyor şekerli şekerli.
Öyle hayal edin, adımını atıyor ve bir çizgi roman sayfası en güzel yerinden başlıyor bu noktada.
Böyle konice ambalajlanmış şekerler fırlıyor ayakları her yere çarptığında. Şeker yaratan bir canavar gibi, elmacık kemikleri sürekli hareket halinde, her güldüğünde sıkışıyor, şişiyor, dudakları biraz düşüyor, tekrar gevşiyor. Tam bir buharlı makine gibi! Buhar yerine küçük kırmızı kalp tanecikleri fırlatıyor sadece. Sonra bu işlem o yanaklardan taa ayaklara kadar gidiyor, ayaklarına giydiği cadılar bayramından dünyanın isli ve sıkıcı ve gözyaşı mevsimini selamlayan o semâlarına yayılıyor.
Ah! Ne semâlar vardı seni sıkı sıkı saran. Hatırlıyor musun? Başının örtüsünü çekiştirdiğin o semâları. Yıldızlar kayardı altından, dilekler tutardın. Semâlar semâları getirir derlerdi de inanmazdık. Getirmiş de yaşamışsın işte, dileklerin gerçek olmuş, Cadılar Bayramı yürüyen bir tatlı makinesi avuçlarının içine yapışıyor. Eriyince o şeker böyle yapışır. Ondan. O da yapışıyor öyle, bırakamıyorsun, istemiyorsun zaten. Senin bir çok arzun olmuş ya. O hepsini bir şekilde toparlamış.
Uzay boşluklarında süzülememişsin sen biliyorsun. Geminin uydu alıcısını tamir edememişsin süzülerek. Ama artık onun gözlerinin derinliklerindeki dalgalar sana galaksilerin yıldız sarmalları gibi geliyor. Tanrı’nın Gözü diyorlardı buna bir ulusal havacılık ve sevimli cadılar dairesinde, onaylıyorsun. Tanrı’nın Gözü. Burada olmalı, bana bakıyor olmalı.
Ve biliyorum ben, siz de biliyorsunuz, Tanrı’nın Gözü size bakarsa, içinde yüzersiniz, havasız susuz, Cadılar Bayramı’nın hiç sahip olunamamış kültürel altyapısı çevrende yüzer, şekerleri kulaçlarsın, bastonlara tutunursun. Ona ulaşırsın, ulaşırsın. Tutarsın gözlerinin içinden.