"Günlerce okyanusun ortasında bir başımıza olacağız Pierre. Genç subay canımızı sıkarsa yolculuğuna köpekbalıklarıyla birlikte devam eder. Tek bir subay yüzünden hayallerimi erteleyecek değilim..."
Pierre kaptanın yorumuna sinsice güldü. "Deniz kuvvetleri acaba denizi ne kadar yakından tanıyorlar böylece görmüş oluruz."
Malhonette Deniz Kuvvetleri yetenekleri, sıkı disiplinleri ve krala bağlılıklarıyla bilinirdi. Buraya alınan herkesin yüzde yüz güvenilir ve krallığa gönülden bağlı olması gerekiyordu. İşin gerçeği maalesef ki böyle değildi. Son on yılda krallığa -ya da parası çok soylulara, ama bundan sağda solda bahsetmeyin- olan bağlılık, yeteneğin önüne geçmiş gibiydi. Bahriyeli olup savaştan anlamayan, hatta deniz görmemiş "masabaşı" subayların sayısı göz ardı edilemeyecek kadar çoktu.
Deniz Kuvvetleri'nden gelen açıklamalara göre tüm subayları hala standartlara uygundu; ancak kim takardı ki bu açıklamaları? Halkın çoğunluğu bu kararın subayların deneyim kazanması için atılmış bir karar olduğunu düşünerek olaya tepki vermemişti. Siyasetin gerçekten konuşulduğu gizli masalardaysa, her gemiye bir subay atanmasının gerçek nedeninin kral dışında birilerine yardakçılık yapanları ordudan temizlemek olduğu konuşuluyordu. Gerçek sebebi kral ve amirallerden başka kimse bilmediği için dedikoduların bini bir paraydı.
Xavier ve Pierre sonunda komutanlık merkezine ulaştı. Bina limandaki en büyük bina değildi ancak gösterişliydi. Malhonette'in yetenekli sanatçıları binanın her cephesini süslemeler ve savaşı çağrıştıran ikonlarla doldurmuştu. Binanın girişinde nöbet tutan askerlerin üç metre üstünde de imparatorluğun yıkılma zamanlarındaki bir deniz savaşını anlatan devasa bir fresk vardı.
Pierre izin belgesini gösterip durumu rütbeli nöbetçiye izah ederken Xavier diğer askerlerin dik bakışları altında bekledi. Adamlar hiç konuşmadan en ufak bir yanlışını görelim, şu kocaman mızrakları böğrüne sokarız demeyi başarabiliyordu. Pierre nöbetçiyle konuşmayı tamamladıktan sonra kaptanı eliyle çağırdı. "Tamamdır kaptan, içeri giriyoruz. İkinci katta, Albay Roncevaux bizi bekliyormuş." Adamın yüzü biraz asılmış gibi geldi Xavier'e; o sırada bir şeyler söylerse biraz huzursuzca sonra konuşalım cevabını verecekti.
İçeri girip muhafızlar eşliğinde yürüdüler, albayın odasının kapısına geldiklerinde askerlerden biri kapıyı çaldı. İçeriden otoriter bir ses duyuldu: "Girin." İçerisi sade döşenmişti, duvarlar kitaplıklarla kaplıydı. Kitapların gerçekten okunduğu sırtlarındaki kırışıklardan ve raflarda pek toz olmamasından anlaşılabiliyordu. Ortada büyük bir masa vardı, üstünü geniş bir harita kaplıyordu. Masanın önünde üç adet boş sandalye, arkasında da yaşlı bir adamın oturduğu dolu bir sandalye vardı.
Albay Roncevaux, atmışına merdiven dayamış ancak çoğu genci cebinden çıkaracak kadar dinç. Her halinden bir asker ve hatta bir soylu olduğu anlaşılabilir. Albay, yaşlanınca karizması artan şanslı adamlardandı. İçeri gelenleri görünce yüzündeki sert ifade hiç değişmeden ayağa kalktı, boş sandalyeleri gösterip adamların oturmasını ve söze başlamasını bekledi.