Bir yokmuş, bir varmış,
Evvel zaman önce, yine,
gözlerini kara bulutlar sarmış.
Demişler ki, ağlayacak, yakında,
Ve sen cennetin en üst katında,
gül deseler gülecekmişsin.
Dememişler.
Evvel zaman önce, yine,
Kaf dağının ardındaki bir şehre,
Gözlerinden hüzünler akınca bulutlara,
Yağmurlar yağmış.
Dere tepe düz gitseler dahi,
kimse seni bulamamış.
Saklandı, demişler,
Ya da bizi hiç önemsemiyor, ilahi.
Bazıları ise hiç sormamış...
Dikkatli baksalar göreceklermiş,
görmemişler.
Herkes omuzlarına başka anlamlar yüklemiş olsa da,
aşıkların varmış.
Ve evvel zaman içinde, yine,
umutların kararmış,
hava kararmış.
Demişler ki, o çok fena,
Tüm bu savaşlar onun uğruna!
Hep, her şeyi senden bilmişler,
Bir düşünseler farkedeceklermiş,
edememişler.
Kitaplar yazdırdı demişler, bak,
Yazıyor ki, hayatı değil, kuralları yaşa!
İçinden geleni de yapmaya kalkma.
Sonra birisi çıkmış, tam tersini yapmış.
Lanet etmişler,
onlar gibi değilmiş ne de olsa,
Nasıl sana karşı gelirmiş
-kendileri de gelmişlerdi oysa-
Sonra, o birisini öldürmüşler düşüncelerde,
Ve evvel zaman sonra, yine,
Kaf dağına kar yağmış.
Demişler ki, kızdı şimdi,
herşey onun yüzüne!
Yüklemişler tüm yükü o birisine...
Bir anlasalar, kızmayacakmışsın aslında,
anlamamışlar.
Sen Tanrı'ymışsın.
Üzülünce yağmur olurmuşsun,
bazısına felaket bazısına bereket,
Gülünce güneş olurmuşsun, deniz olurmuşsun, ağaç olurmuşsun,
Bazen de bir heykelden ibaret.
Sen Tanrı'ymışsın,
Sen sonmuşsun.
İşlerine geldikçe,
bir varmış, bir yokmuşsun...