Londra. Gece.
Yuda, ilk kez bu kadar uzun süredir aynı evde kalmıştı. Son 20 yıldır ona yoldaşlık ve ağabeylik eden arkadaşı Hunaahûl'la neredeyse ayda bir mekan değiştirirlerdi. Bunun birkaç sebebi vardı: Birincisi, Londra'da metro istasyonları çok uzun süre kapalı kalmazdı. Eskiden beri kapalı kalanlar da Olimpiyatlar nedeniyle birer birer restorasyona girip açılıyorlardı.
İkincisi, Yuda'nın yaptığı iş yasadışı olduğu kadar pek çok farklı çevre tarafından kin toplayıcıydı (kiralık katilseniz maktul yakınları çok kızgın olabilir, özellikle de alevler içerisinde yanan, dört-beş başlı, boynuzlu yaratıklarsa) ve herhangi bir şekilde yaşadığı yer açığa çıkacak olursa, hemen yer değiştirmesi gerekirdi.
Üçüncü olarak da Hunaahûl tüm iyi kalpliliği ve vicdanına rağmen gözlerinin içinde alevler yanan, el ve ayakları ters duran (sol yerine sağ, sağ yerine sol) bir cindi ve bir yerde farkedilmeye görsün, hemen şehir efsanelerine konu oluyordu.
Ama dediğimiz gibi, son dört aydır yer değiştirmek zorunda kalmamışlardı ve Black Friar İstasyonu'nun bu bölümünü oldukça sevmişlerdi. İşte bu alışmışlık ve kendini evinde hissetme duygusu yüzünden Hunaahûl Yuda için bu sefer cinayet yerine araştırma işi bulmuştu.
"Bak biliyorum sıkıcı geliyor; ama gösterdiğim mektupları okudun mu? Bir haller var bu Faye kadınında. Ve çok iyi para veriyorlar onu bulmamız.
Çok para... Ne kadar sürerse sürsün, sorun değil, gizli kalırız, çok görünmeyiz etrafa, ev değiştirmek zorunda kalmayız. Ne dersin?"