Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Herr Mannelig

Sayfa: 1 2 3 [4] 5 6 7
46
Düşler Limanı / Absinthe
« : 07 Ağustos 2008, 14:52:54 »
Bir zamanlar birine aitti ama şimdi adı Pelin olan tüm dostlar için.

Güneş, insanlardan çok önce uyanıp yaramaz bir çocuk edasıyla tepelerin ardından kafasını şöyle bir uzattığında utangaçlığından mıdır bilinmez kızıl bir renk yayar. O yalnız tepelerin eteklerinde yetişen şifalı bir ot vardır, yaprakları bu kızıllığı sömürür; kızıl ile yeşilin birleşimi hastalıklı bir renk alır. Oysa nadiren bilinir ki o ot aslında şifalı bir bitkidir.

Kışın karların altında yaşam savaşı verir, karlar onu gözlerden saklar. İlk yaz’da tüm güzelliğini ortaya serer, kırmızı çiçekler açar. Yazın ise çiçekleri dökülür, yemyeşil yaprakları kalır; ilkyaz ile yaz arasındaki zamanda insanlar yapraklarını toplayarak onu ilaç yapımında kullanır. Güz mevsiminde diğer tüm bitkiler gibi soyunur, yeşil yaprakları grimsi bir renk alır; bu kuru yapraklar da toplanarak uyuşturucu ve “Absinthe” isimli içkide kullanılır.

Hem ilaç, hem içki yapımında kullanılan bu ot Latincede “Artemisia Absinthium”, İngilizce ve Fransızcada içki ile aynı isimde “Ansinthe” olarak anılır. İskandinav dillerinde “Omnia” diye de geçer. Omnia, Flaman dillerinde “hayatın güç kaynağı” anlamına da gelir. Flamanlar bu ota adını sanki beni düşünerek vermişler.

Senenin başından beri bu otu koparıp, gönlüme koymak istedim. Ot kopmadı, toprağını bırakmak istemedi. Kim bilir belki de yeni yerleşeceği toprağı sevmedi…  Ah, unutmadan bu ilginç ot Türkiye’de “Pelin” diye anılır. : )

Ve ben tüm sene harcadım zayıf bünyemi. Şimdi ise kapatıyorum mutluluğa gözlerimi. Çünkü ben edinemedim o gizemli otu; “Pelin’i”.

Yine de aklımdan çıkmadı(n) işte benim, kolay kolay da çıkmaz. Ne de olsa Pelin, hayatın güç kaynağı! Ama merak etmeden de duramıyorum; Pelin bu sefer bana şifa verecek mi?

   Ancak ne olursa olsun, bu bitki bilmelidir ki yetiştiği eteklerin yukarılarında bir kasabada “her koşulda” onu seven, sevgisinden memnun değilse eğer onu düşleyen ve her zaman arkasında olan biri var! Ve o kişi umuyor ki şu zor zamanlarında bu Pelin’e rahatsızlık vermek yerine ona moral kaynağı olsun. Ve o kişi diliyor ki bütün bunlar Pelin’e rahatsızlık veriyorsa, Pelin rahatsızlığını o kişiye dile getirmekten çekinmesin….

            

                     Saygılarımla birlikte sevgiler
O kişi; Erdost : )

47
Düşler Limanı / Mektubumsu
« : 07 Ağustos 2008, 14:49:19 »
Birine yazdığım iki mektubu koymaya karar verdim çünkü benim için artık anlamını yitirdi. Umarım daha önce koymamışımdır koydumsa uyarın siliyim hemen.


Uzak dur benden! Zaten uzaksın… Koru mesafeni!  Koru ki elim ayağıma dolaşmasın zaten bu kadar sakar iken ben. Benimle yüz yüze konuşma! Zaten konuşmuyorsun ki… Sadece sanalda konuş ki kızardığımı görmeyesin. Yine de derim ki sana hayır, ben seni unutamadım, haykırmak istiyorum artık içimdekileri bilsem de bir başkasını sevdiğini. Cesaretim olsaydı eğer…

   Yanına gelip uzun uzadıya anlatacak her şeyi cesaretim var da kaşlarının çatıldığını görecek, reddedilmenin acısıyla güreşecek cesaretim yok. Geçen gün tanrıyı gördüm rüyamda aylak bir ağustos böceği rolünde. Dedim ki ona böyle bir derdim var; seviyorum onun bir başkasını sevdiğini bildiğim halde. Ne olur bir el at duygularına da zaten uçuşmakta olan sevgi kelebeklerinin rotası bana çevrilsin. Umut çocuğum dedi tanrı kanatlarını birbirine sürterken, yarattığı ses hoşuma gitti daha bir dikkatle dinledim; umut et, umudunu kesme dedi.

   Şimdi ağustos böceğine uyup da umut etsem… Umut edip de yanına gelsem… Gelip de anlatsam ve umudum yine boşa çıksa bana yardım etmeyecek ağustos böceği o hoş cırlamasıyla. Ucu tüten sigarama dedim ki umut hayal kırıklığına giden yolda ilk adımdır. Dedim ona umut etme biraz daha yanacağına dair ve söndürdüm onu kalbimin soğukluğunda.

   Kendime yasak koymuştum seni sevmeye dair. Nicedir uydum, hani insanlar uyar ya hep kurallara! Ama gün geldi; rengârenk çiçeklerin bana kur yaptığı, denizin masmavi gözümü aldığı, bulutların ardındaki güneşin göz kırptığı, toprak kokulu, çimen kokulu bir gün geldi ki seni özlemeyi bile özledim. Seninle ilgili her hatırayı… Kırdım kuralı ve sevdim seni. Bir yandan da tarttım insan çok iyi tanımadığı bir kişiyi bu kadar sevebilir mi diye…

   Ya şimdi nasıl yasaklayacağım yine kendimi bir kez kırmışken kuralı? Zor bir zaman geliyor bana doğru deliliğimin bile beni kurtaramayacağı. Öyle bir renk geliyor ki yüzüme; Marlboro kırmızısı, ölüm mavisi… Öyle bir ruh hali ki; beni sevmiyorsun diye üzülsem mi, seni sevmeyi sevdiğim için neşelensem mi yoksa bu karmaşadan bıkıp usansam mı? Lütfen Pisagor, kurtar beni bu üçgenden!

48
Düşler Limanı / Yaratmak
« : 07 Ağustos 2008, 13:18:00 »
Zamana yenik düştü kelimelerim. Belki de kullandığım malzemenin dandikliğinden bilemem orasını. Liberalizmin kaymağı kolejimin verdiği turuncu kaplı, küçük ve bu yüzden samimi bir duruşa sahip defterime karaladığım eğri büğrü yazılarıma bakıyordum bir daha gözden geçirmek için. Ah gözden geçirmek mi! Lanet kurşun kalemin yarattığı kelimeler elimin teriyle ya da başa sebeplerden ötürü akmış, o kelime bulamacının içinde yitmiş harflerin sessiz çığlıkları kulağıma ulaşıyordu.

    Ne yani olay bu mu, sen buna mı üzülüyorsun dallama dediğinizi duyar gibiyim. Evet canlarım, buna üzülüyorum. Yazının kalitesinden de değil, kendimi geliştirmek için denediğim şiir müsvettelerinden biriydi sadece. O akıp giden kelimelerin sahibi bendim! Onları ben yarattım! Yazmayı bu yüzden severim, artık yaratılan zavallı bir kul değil yaratan güçlü bir tanrısındır o vakit. Evladı üzerinde ebeveynlerin de yaratıcılığı vardır; sevginin yanında belki de biraz egodan üzülür ebeveyn evladı yittiğinde.

   Evladını yitiren anneydim yani ben o vakit; kendi yarattığım yittiğinde. Ne var ki kulunu ya da kullarını kaybetmiş bir tanrı gibi değildim. Sizin tanrınız onları önemsemiyor çünkü! Onlara lanet bir dünya bıraktı çünkü tanrınız; bizi özgürlüğe mahkûm edip yapacaklarımızdan sorumlu olacağımızı söyledi. Sizin tanrınız şefkatli bir baba değil adil bir yargıçtır.

Ben ise olması gereken ideal tanrıydım o an kendi zihnimde. Hiçbir ter ya da ıslaklık zihnimdeki kelimeleri silemez; bu yüzden o an düşündüklerimi tekrar gözden geçirdiğimde yanıldığıma kanaat getirdim. Her üstün birer varlık gibi o üstlere has (sizin tanrınız da dâhil) zayıflığa yenik düşmüştüm ben de: Kibir!

49
Unutulmuş Diyarlar / Favori Tanrınız?
« : 28 Temmuz 2008, 14:53:07 »
Toril üzerinde o kadar çok tanrı var ki bir anket düzenlemem söz konusu değil. Bu greater'ıydı demi'siydi tanrılarla dolu diyarlardaki en sevdiğiniz tanrınız yada tanrılarınız kimdir nedir nedendir peki?

Sadakat ve Görev tanrısı Torm favorilerimdendir sebebi de Paladin sevdamdır :D

Adaletin kör tanrısı Tyr sevdamın nedeni de yine paladin sevdam ve Torm'un efendisi olmasıdır :D

50
Yazarlar / Elaine Cunningham
« : 19 Haziran 2008, 22:16:42 »
Şiirsel dili ile ince, sürükleyici kurgusu ile genellikle dişi olan abartıya kaçmayan güçteki karakterleri ile unutulmuş diyarlardaki en sevdiğim yazardır benim. Şurda doğdu şurda büyüdü yazsam okumayacaksınız zaten gerekte görmedim ama Amerikalı bir yazar : )

unutulmuş diyarlarda şu eserleri vermiş:

elfshadow
elfsong
silver shadows
thornhold
dream spheres
daughter of the drow
tangled webs
windwalker (daha basılmadı)
evermeet : island of elves
the magehound
floodgate
wizard war

Yani Danışmalar ve Krallar, Yıldız Işığı ve Gölgeler, Şarkılar ve Kılıçlar serileri. Yazar ayrıca bilim kurgu alanında eserler vermiş.

Bir röportajında neden kitaplarındaki ana karakterler bir erkek, bir de bayan diye sorulduğunda özel bir nedeni olmadığını, bir bayan olarak bayan karakterleri daha iyi yansıttığını düşündüğünü ancak okuyucuların erkek karakterleri sevdiğnden bir denge oluşturmak için bir erkek birde bayan karakter yarattıını söylemiş. Büyük adam valla :P

51
Düşler Limanı / Şans
« : 16 Haziran 2008, 21:08:06 »



   Masaya vuran loş ışıkta kartlarını tekrar inceledi. Elindeki iki karta baktı, sinek yedilisi ve maça valesi. Ve yere açılan beş karttan sadece sekiz, dokuz ve onu gördü. Renklerinin ne önemi vardı ki? Valeden aşağı kent… Bir de masada biriken paraya baktı. Yirmi tane yüzlük banknot ona göz kırpıyordu. Yüzüne yerleşen gülümsemeyi gizlemek için kafasını viski dolu bardağına gömdü. Devlet memuru olan orta yaşlarındaki bu adam kafadan iki milyara konmak üzereydi. Elini hafiften ak düşmüş saçlarına attı; ah ne kadar da azalmışlar, oysa eskiden böyle miydi? Geniş alnını kapatan gür kaşları çatıldı, elleri bu sefer telaştan, koşuşturmadan kesmeyi unuttuğu kirli sakalında gezindi. Kafasını sertçe salladı adam, yaşının derdine düşmenin zamanı değildi. Kahverengi gözleri diğer oyuncuları taradı.

   Tam karşısında sürekli poker oynadıkları bu barın sahibinin yakın bir arkadaşı oturuyordu. Kumral saçları omuzlarına düşen, kıpkırmızı dudakları loş ışıkla çekici duran, güzel bir bayandı. Her zaman sakin durur, az konuşurdu şimdi durduğu gibi. Ne var ki alnında biriken boncuk boncuk terler ve bir kartlarına bir oyunculara dikilen gözleri sakin duruşunu yalanlıyordu. Tedirgin bakışları ortada biriken paraya dikildiğinde gözlerine özlem dolu bir pırıltı yerleşiyordu. Bu kadar tedirgin olmasının bir sebebi olabilir diye düşündü adam; elinde büyük ihtimal Per var ve kalan iki bahse girip girmeme konusunda tereddüt ediyor, diğerlerinin elinde daha yüksek kartlar olabileceğinden şüpheleniyor ancak buraya kadar geldikten sonra dönmek istemiyor. Zor durum!

   Yanındaki sandalyede kendisinden daha yaşlı bir adam oturuyordu. Eski bir oyuncu değil zira onu daha önce hiç burada görmemişti. Kel kafası masayı aydınlatan loş ışıkla parlamaktaydı, gür top sakalı onu daha genç gösteriyordu. Duygusuz bir yüz! Sivri çenesinin havada durması kendine güvenini gösteriyordu, çıkık elmacık kemikleri, kahverengi donuk gözleri, alnındaki çizgiler, ısırılmaktan morarmış dudakları… Hepsi susmaya karar vermişti galiba.

   Sol tarafında ise uzun saçlı, keçi sakallı bir genç oturuyordu. Esmer yüzüne yerleşmiş kendinden emin bir gülümseme onun bir amatör olduğunu açıkça belli ediyordu. Bir profesyonel duygularını açık etmez ya da başkalarının anlamasını istediği şekle sokar ancak bu gençte o tecrübeyi göremedi adam. Muhtemelen elinde üçlü ya da kent var ancak benimkinden yüksek kent yapamaz diye düşündü. Çocuğun kendinden emin gülümsemesine tekrar göz attıktan sonra eli incelemeye koyuldu.

Bu çocukta gerçekten iyi bir el olmalıydı ki duygularını saklama gereği bile duymuyordu. Belki de renk vardı hah? Yerdeki kartların daha önce dikkat etmediği renklerine baktı; üç maça bir de karo. Eğer bu veledin elinde iki maça varsa ortadaki parayı bu şımarık zengin piçine kaybedebilirdi. Üzerindeki Dolce&Gabbana cekete, burnunun direğini kıran pahalı parfüme, gümüş küpelerine dikkat etti kısa bir süre için. Ah hayır, şans böyle bir veledin yanında olamaz. Ama ya olursa? Kafasını tekrar sertçe sallayarak bu düşünceyi kovaladı. Bir ihtimale, bir şansa dayanarak valeden aşağı kenti öylece silemezdi.

Son iki bahis daha döndü. Eller açıldı. Güzel kız elindeki iki kartı aceleyle açtı; bu heyecana dayanamıyor gibiydi sanki. Alnında biriken terler küçük birer nokta olmaktan çıkmış, gözlerinin yanından yol bulup kızın güzel yüzünde kirden izler bırakarak aşağı doğru süzülmüştü. Hareketleri aceleci, sabırsızdı. Eh yanılmıştı, elinde Per değil Dö Per vardı. Fark etmezdi ne de olsa; kentten yüksek olmadıkça hiç fark etmez…

Yaşlı bay elini açtı. Kızın aksine yavaş davranıyordu, bu gergin ortamdan zevk alıyor gibi. Elinde bir Per vardı, adamın bakışları ortadaki kartlara yöneldi. Ahh üçlü! Kızın yüzünün artık terlerden öte gözyaşlarıyla ıslandığını bilmek için ona bakmaya gerek bile yoktu, adamın duygudan arınmış yüzüne beklenti dolu bir gülümseme yerleşti.

Sıra ondaydı. Yaşlı bay gibi, kartlarını ağırca açtı. Masadakilerin nefesi kesilmişti, tebrik mırıltıları dolaştı. Yaşlı bayın beklenti dolu gülümsemesi, pişmanlık ve tebrikle karışık mağrur bir gülümsemeye dönüşmüştü. Adam kalan viskisini bir yudumda bitirip zengin piçine döndü.

Gencin sırıtması artık bütün yüzünü kaplamıştı. Renk diye düşündü adam, lanet şansım beni yarı yolda bırakacak, yoksa niye hala sırıtmasını sürdürsün ki? Şans! Acaba fazla mı ileri gitmişti, eli gayet iyiydi aslında, valeden aşağı kent! Ancak şansını fazla mı zorlamıştı, zira her durumda iyinin elbet bir iyi versiyonu bulunurdu!

Genç masadaki herkese özellikle orta yaşlı adama şans üzerine bir ders vererek kartlarını açtı…

52
Kurgu İskelesi / Kulleritova
« : 05 Haziran 2008, 19:08:48 »
Eski bir İsveç mit'inin girişini çevirdim. On iki adamın asa kese ilerlemesini ve bir kahramanın halkını onlara karşı uyarmasını falan anlatıyor...

Orjinali:
Ja klettre opp på 'n stor'n stejn,
lure så de höurles allt hejm:
Till tilleri torom, tolv männer i skogom,
tolv kära vära dom.
Småhunnan hängde dom,
Gehll'nbarna skrämde dom,
Storoxen dängde dom.

Allt sen je höusle
Gullros mi gaule
längt längt längt längt
sönna Dårfjälle.

Çevirim:
Büyük bir taşın üzerine tırmandım
Huş ağacı kabuğundan boruma üfledim ki
Eve kadar olan bütün yolda duyulsun
“Till Telleri Torom”, ormanda on iki adam
Tam on iki adamdılar
Küçük köpekleri astılar
Küçük keçileri korkuttular
Büyük öküze acımasızca vurdular

Ve aynı vakitte ineğim “Altıngül”ü duydum
Çok çok çok uzaktan mölemekteydi.
Dårfjälle dağının güneyinde

53
Şişedeki Mısralar / Dilber
« : 23 Mayıs 2008, 22:30:05 »

O dilber benim hayatımda yok
O dilber benim değil
Saat 23.23’te aklıma geldi bu
Sevdiğim beni düşünüyor mudur acaba
Diye düşünürken ve kendime hayır cevabını verme ağırlığı altında
Ezilirken

Akrep ile yelkovanın ağır yarışlarını izlerken geldi aklıma
Annemden gizli içtiğim sigaranın son nefesinde
Yalnızlıkla ezildim de nefes alamadım hani
Camı açtım, çimenin yemyeşil kokusunda geldi aklıma
O dilber benim hayatımda yok
O dilber benim değil

Unut dedi yüreğim onu, dert etme o kadar
Bırak onu dedi mantığım, sen nasıl birlikte olabilirsin onla
Onun zaten sevdiği biri var iken
Beni yöneten delilik perisi çıkıştı kalbime aklıma da
Aşk, deliliktir dedi; ben yönetirim vücudu
İnsan âşık iken

O dilber senin hayatında yok
O dilber senin değil
Dedi peri, dile getirdi çoktan bildiğim gerçekleri
Ama dedi sen onu değil onu sevmeyi sev
O zaman mutluluk duyarsın sevgiden
Ah peri teşekkür ederim;
Beni insanlara dengesiz tavırlarımla rezil etsen de!

54
Düşler Limanı / Vampir: Tarih II
« : 30 Mart 2008, 21:39:34 »
Genç Cainite yavaşça içeri girdi ve etrafına bakındı. Burası Madrid Başpiskoposu Ambrosio Luis Monçada'nın taht odasıydı. Yüzyıllardır Sabbat'ın kalesi olan İspanyada, Madrid kentinde bulunan başpiskopos, buradan çok büyük başarılara imza atmıştı. Onun bu vasıfları daha insanken bile belliydi, insan olarak yaşarken Monçada gerçek bir Başpiskopostu. İspanya hükümeti ve Tanrının kilisesi için yaptıkları hala hatırlanmaktadır. Mükemmel bir lider, akıllı bir stratejist ve tabii eşi bulunmaz bir manipülatör. Bazıları onun Tanrının kendisi tarafından bile kutsandığını söyler.

"Güzel değil mi?" dedi Monçada, elindeki satranç taşını genç Lasombraya uzatarak. Adam taşı dikkatlice inceledi. Taş fildişinden özenle yapılmıştı. Çok güzel giyimli ve takılı bir genç kadın, uzun saçlıydı ve zarif görünüşlüydü. O kadar gerçek görünüyordu ki sanki canlanıp onu bu şekilde tuttuğu için adama hesap soracaktı.

"Bir... Vezir?" dedi adam.

"Lucita, benim çocuğum. Laf dinlemez, başına buyruk, buna rağmen çok sevdiğim. Buraya gelmeyeli uzun seneler oldu. Fakat Vykos bana bunu yapacak kadar inceydi."

"Vykos? Tzimische olan Vykos mu?"

"Evet. O elindekini ve geri kalan bütün seti benim için kemikten yaptı."

Monçada odanın köşesindeki satranç tahtasına işaret etti. Ebonit ve altın renklerindeki tahtada bir elin avucunu dolduracak kadar taş vardı ve her birinin suratları birbirinden farklıydı. Adam tahtaya yavaşça yaklaştı ve incelemeye başladı. Piyonlardan birinin suratı onunkinin aynısıydı.

"Yazık..." dedi Monçada. "Bir çok parçayı tahtadan süpürmek zorunda kaldık..."

Vampirler güvenilmez yaratıklardır. Vampirler dost olmaz, vampirler sevgi duymaz ve en önemlisi, vampirler iyilik yapmaz. Birbirlerini ve ölümlü dünyayı manipüle ederek güç veya tatmin elde etme sevdası bazıları hariç bütün vampirlerde görüldüğü gibi, dünya yok olana kadar birbirlerine düşman olmak ve kuyusunu kazmak bütün vampirlerin doğasında vardır. (Bu Azrail tarafından Caine'e bir uyarı olarak bildirilmişti).

Vampirlerin karakteristik özelliklerini en çok gösterdiği devir kuşkusuz karanlık çağlardır (Yaklaşık 1000 - 1400 seneleri arası). Öğrenmeye ve bilgiye verilen değer yitirilmiş, aydınlar kilise tarafından yakılmaya başlanmış, Feodal sistemde çoğu vampir olan zalim Derebeyleri tarafından yönetilen Avrupa halkı sefaletten bitap düşmüştü.

Bu devirde Vampirler o kadar güçlüydü ki bazıları Vampir olduklarını gizlemezlerdi. Dünya devletleri, ordular ve en önemlisi Tanrının Kilisesi Vampirler tarafından kesin bir şekilde kontrol edilmekteydi. İnsanlar yavaş yavaş inançlarını kaybetmeye başlamıştı. Öğrenmeye, akla, güzel günlere ve tabiiki büyüye olan inancını. Artık dünya, vampirler tarafından sömürülen ve bu yaratıkların kendi zevkleri için oynadığı türlü oyuna mekan olan ümitsiz bir yerdi.

Bu gidişat ilk Haçlı seferlerinin sonuna kadar sürdü. Hezimete uğrayan ve kutsal toprakları müslümanların elinden alamayan Kilise büyük bir organizasyona girişti. Kendi içindeki çürümüşlüğü yok etmeye karar veren Kilise Avrupa'da bir fırtına gibi esti. Bulunan her vampir, büyücü, müslüman, yahudi, temelde Hristiyan olmayan her şey yargılanmaya başladı. Avrupa'nın güçlü Vampirleri teker teker kazıklarda yakılmaya başlandı, artık Vampirler için bir çağ kapanıyordu ve açılan yeni çağın neler getireceğini sadece Tanrı bilirdi.

Avrupa'nın yaşlı vampirleri paniğe kapılmıştı. Kilise kontrollerinden çıkmış, büyük bir kararlılık ve azimle onlara karşı bir sefer başlatmıştı. Kaçmak için bir şekilde vakit kazanmaları lazımdı ve bunun için en iyi yolun onlardan genç vampirleri öne sürerek feda etmek olduğuna karar verdiler. Birçok genç vampir bu yüzden kilise tarafından yok edildi. Fakat hepsi değil, bu "feda edilenler" grubundan sağ kalan gençler "Anarch Hareketi"'ni başlattılar. Anarch ünvanını alan bu vampirler üzerlerindeki yaşlı vampirlerin kurduğu otoriteyi kesinlikle reddedip kendi başlarına sağ kalmayı öğrendiler. Haklı ve onurlu bir amaç için başlayan bu hareket zamanla değişti ve Anarchlar sebepsizce etrafa zarar vermeye başlamıştı. Kendilerine bir şeyler öneren herkes için çalışıp, içlerindeki son onur ve haysiyet kırıntılarını da yok ettiler. Sağ kalmayı başarmalarındaki en büyük etken berabercene hareket edebilmeleridir. O zamanın yaşlı vampirleri o kadar paranoyak ve uzlaşmazdı ki hepsi kendi başına hareket ediyordu. Bir çoğunun sonu bu yüzden geldi.

Fakat birleşme kaçınılmazdı. 1450 senesinde 7 klandan oluşan (Toreador, Ventrue, Tremere, Gangrel, Malkavian, Nosferatu, Brujah) ilk Camarilla kuruldu. Yaşlılar ilk kez bir araya gelmenin sıkıntısını yaşıyorlardı, herkesin birbirine karşı yüzyıllardan gelen düşmanlıkları vardı. Fakat birleşme yaşlılara güç getirdi. Organize olan yaşlılar kilisenin gazabından kurtuldular ve Anarchlara karşı kanlı bir savaşa giriştiler. Yaklaşık olarak 40 sene süren savaşta Camarilla kazandı ve devam etmenin intihardan farksız olacağını anlayan Anarchlar teslim oldular. 1493 te Dikenlerin Toplantısı "Convention of Thorns" anlaşması ile savaş kesin olarak bitti. Teslim olmayı reddeden bir grup Anarch yeniden toplanarak Sabbat'ı kurdu. Sabbat ve Camarilla günümüzde hala amansızca savaşmaya devam etmektedirler.

55
Düşler Limanı / Vampir: Tarih I
« : 30 Mart 2008, 21:37:21 »
Vampirlerin daha çok camarillanın tarihinin bir kısmını anlatan iki serilik bilgilendirme amaçlı yazı:

1) İlk Çağ ve Kartaca

İlk Çağ zamanlarında Vampirler dağılmışlardı, kendi yollarını ve kaderlerini çizmek için. Eski Britanya'ya, Roma'ya ve Yunanistan'a gittiler ve orada tanrılar gibi görüldüler. Onların hikayeleri hala günümüzde "Mitoloji" adı altında anlatılır.

Fakat Vampirler nereye gitse orda düşmanlık çıkardılar. Yunanistandaki Vampirler Spartadaki düşmanlarıyla savaşıyorlardı. Mahvolan iki şehrin durumundan yararlanan Makedonyalı Vampirler buraları işgal edip yeni topraklara kavuştular. Ama en önemli düşmanlık Kartacadaki ve Romadaki Vampirlerin arasında olanıdır ve Vampir tarihini büyük ölçüde etkilemiştir.

Kartaca hakkındaki yorumlar kime sorarsanız değişir. Bazıları bunu Vampirlerin gelmiş geçmiş en büyük başarısı olarak görürken, bazıları ise hiç var olamamasını diler. Karar her zamanki gibi tarihindir. Fakat Kartacanın tarihte bıraktığı büyük izler tartışılamaz. 2000 yıl önceki bir şehir yüzünden hala günümüzdeki Vampirler savaşmaktadır.

Kartaca görülmeye değer bir yerdi. İberyaya kadar yayılmış olan ticaret bu şehri Greko-Romen dünyasının en zengin şehirlerinden yapmıştı. Zamanla Kartaca o kadar gelişti ve güzelleştiki, Roma bile yanında sönük kalmaya başladı ve bu durum Rolmalıları fazlasıyla rahatsız ediyordu.

Kartaca aslen Klan Brujah tarafından yapılmış bir deneydi. Klan Brujah'ın amacı insanlar ve vampirlerin İlk Şehirdeki (Enoch) gibi barış ve uyum içinde yaşamalarıydı. Bu bir süre böyle devam etti. İnsanlar Vampirlerin farklılıklarını anladı ve onlara saygı gösterdi. Mezbahalardaki kanlar onlara hediye edilirdi ve asla şehirde bir vampir ve bir insan kavga etmezdi.

Öteki taraftan Romadaki vampirler, özellikle Klan Ventrue ve Klan Malkavian, bu deneyi sakıncalı buldular. Onlar ilk Vampir Caine'in İnsanlar ve vampirler arasında sadece düşmanlık olabileceğine dair olan sözlerini hatırladılar. Kartaca'nın zenginlikerini, güzelliklerini ve huzurunu kıskandılar ve zaman içinde o kadar kızdılarki Kartacanın yok olması için harekete geçtiler.

Uzun süren savaşlar ve kandan sonra Romalılar amaçlarına ulaştı. Şehir yakılıp yıkılmıştı. Alevlerden kaçmak için torak altına girenler boynuzlara geçirilip öldürüldü. Kaçmayanlar ise şehirle birlikte yakıldı. Kartaca katliamından kaçabilenler ise bu büyük düşüşün hikayesini (ve kızgınlığını) seneler sonraya kadar taşıdılar.

56
Düşler Limanı / Boşver
« : 28 Mart 2008, 22:43:41 »




   İğnenin metal ucu odadaki kırmızı loş ışıkta hafifçe parlayarak odadakilerin dikkatini bir an için iğnenin kendisine ve iğnenin temas edeceği deriye, o derinin sahibine odakladı. Sadece birkaç saniye için ışık saçtı iğne, ardından odadaki ışığı sömürerek korkunç bir kırmızı renkte parıldayan beyaz deriye değdi. Metalin soğukluğunu ve sivri ucunu teninde hisseden o derinin sahibi irkildi ister istemez. Pazılarını saran ipin ağzındaki ucunu ısırıp çekiştirerek daha da sıktı kolunu. İğne deriyi deldi, damara temas etti. Damarı deldi, sıvı damara aktı. Sıvı hüznü deldi, sıvı gerçekliğin katı duvarını deldi ve kız neşeyle, coşkuyla ve az da olsa hissettiği acıyla bir kahkaha koy verdi

“Şu boka hala nasıl devam ettiğini anlayamıyorum” dedi odanın ortasındaki masaya oturmuş, masanın üzerine yığılı tozu rulo yaptığı kâğıt parayla burnuna çeken uzun boylu genç. Biraz daha toz çekip, eliyle burnunu kaşıdıktan sonra ayağa kalkıp kıza doğru yanaştı. “Hem beyaz kadar kafanı uçurmuyor hem de acı veriyor. Kolunda bıraktığı izler de cabası.”

“Kes sesini” diye kıkırdadı kız, arkasına geçip kuvvetli kollarıyla arkadan boynunu sarmış adamı öptükten sonra. “Buda benim zevkim.” Adam cevap vermek yerine kızı daha büyük bir şevkle öptü ve zorlukla yürüyen kızın koluna girip birlikte duvara dayalı harap bir koltuğa geçtiler.

Bir evin bodrumundaki ufak bir odaydı bu. Dört arkadaş birlikte kalıyor, tüm bokları birlikte yiyorlardı. Fazla büyük değildi oda evet ama onlar da fazla bir şeye ihtiyaç duymuyordu zaten; birbirlerine yetiyordu onlar. Bir de içindeki içkilerin hiç bitmediği, ağzına kadar içki dolu bir buzdolabı, sürekli Norveç Black’i ve Finlandiya Death’i çalan bir müzik seti, üzeri haplar, tepecik şeklindeki kokain ve enjeksiyonlarla dolu bir masa, nice çifti üzerinde ağırlamış, fantezi unsuru, harap bir koltuk ve iki yatak… İki kız, iki erkek… İki çift! Birbirinden hiç çekinmeyen, her şeyi birlikte paylaşan iki çift… Birlikte geçirdikleri uyuşturucu krizleri, alkol komaları, çılgın konserler, grup seks partileri…

İşte o çiftlerden biri odanın bir köşesinde çılgınca sevişiyor diğeri ise harap koltukta ellerinde viski kadehleri ve sigara, uyuşturucunun etkisinin hiç geçmemesi için dua ederek konuşuyorlardı.

“Sence tüm bunlara devam etmeli miyiz?” diye sordu kız kafasıyla odayı göstererek.

Uzun yağlı saçlarını eliyle geriye doğru taradı genç, cevap vermeden önce. “Yakında öleceğimiz kesin” dedi böyle bir cümleyi şok edici bir soğukkanlılıkla. “Ama ben bundan zevk alıyorum hayatım. Hayattaki asıl amaç da mutlu olmak değil mi zaten? Dışarıdaki kariyer için uğraşan, dersleri için, başarı için hayatlarını mahfeden insanlar da mutlu olmak için çabalamıyor mu en nihayetinde? Biz farklı bir yol seçmiş olabiliriz ama herkes de aynı yolu izleyecek değil ya!”

Kız gülümsedi. Pudra ile beyaza boyanmış yüzündeki kırmızı far çekilmiş gözlerinin ardında bir pırıltı yaratan, güven verici bir gülümseme… “Ama en azından böyle yeraltında, bir sıçan gibi yaşamak yerine dışarı çıksak? Tüm bunları dışarıda yapsak?”

“Şeytanın en büyük oyunu, kimliğini –varlığını- insanlardan gizlemektir derler.” Bir filmden aldığı monologu sinsi bir gülümsemeyle söyledi. “Ayrıca bizi dışarıda yakalarlar. Bizi kodese atıp ölünceye kadar becerirler. Bize acımazlar hayatım.”

Kızın gözleri dehşetle açılarak güzel yüzünü şüpheli, korkak bir ifadeye bürüdü. “Bizi sevmiyorlar değil mi? Bütün o insanlar bizi sevmiyor?” diye sordu kız, koltuktan kalkıp yine masadaki tozlara kafasını gömmüş olan adama, aldığı maddelerin de etkisiyle fazla duygusallaştığından ağlamaklı çıkan sesiyle.

Adam kafasını kaldırıp kıza çevirdi, büyük, kemerli burnunun üstünde, dudaklarının üstünde hep o beyaz tozlar kalmıştı, eliyle temizledi. “Boşver, biz de onları sevmeyiz o zaman.” Kıza gülümsedi, kızın katılaşan kalbini sevginin sıcaklığıyla eritmeye çalışarak. “Hem biz birbirimize yeteriz” diye ekledi. “Boşver!”

   

57
Düşler Limanı / Aşk Üzerine
« : 28 Mart 2008, 22:43:19 »
“İnsan birine aşık olmaz, aşık olma eylemine aşık olur” der Nietzsche. Sizce haksız mı? Kendinizden bilirsiniz elbet, hani bazen size hiç benzemeyen, farklı kişilikli birini seversiniz. Bir kişi kendisine uymayan birini nasıl sevebilir ki? Yada sürekli tartıştığınız bir sevgiliniz vardır ama kasıtlı olarak unutursunuz tartışmaları, ilişki devam eder. Çünkü insan sevmeden edemez! Ama sevdiğiniz “karşıdaki” değil “karşıdakinin” içimizde yarattığı hislerdir. Onun güzel yüzünü, dolgun göğüslerini ya da - karşı cins için - kaslı vücudunu değil o özelliklerin midemizde yarattığı kıpırtıyı, yüreğimize oturtan sıcaklığı severiz.
   Peki, karşı cins bizi sevmese, bizi reddetse onu sevmeyi hemen bırakır mıyız? Aşk karşılıklı bir şey değil! Çoğunlukla da karşıdaki bizi sevdiği sürece biz onu seviyoruz ancak aşkı dışarı vurmak zordur, gösterilmez, anlatılmaz, anlaşılmaz; yaşanır! Seks iki kişilik, aşk tek kişilik bir eylemdir!

58
Sinema / Hangi Film?
« : 23 Mart 2008, 18:45:04 »
Bir oyun aslında bu ama başlığı buraya açmamın daha iyi olacağını düşündüm. Şimdi olay şöyle: filmin yönetmeni, senaryosundan küçük bir bölümü, oynayanlar, filmden bir diyalog vb. ipuçları verilecek.filmi bilen sorma hakkı kazanacak.

mesela:
filmden bir monolog:
"eğer bir tümörüm olsaydı, adına 'marla' koyardım"

cevap fight club. fight club cevabını bilen arkadaşım sorusunu soruyo misal:  Lars Von Trier'in yönetmenliğini yaptığı; Selma adında,kör olmak üzere olan, bir Çek göçmenin hikayesinin anlatıldığı ,müzikleri kendisi kadar aşmış olan film?

cevap dancer in the dark falan böle..

ben başlıyım: Edward Norton'ın amerikan bir faşisti oynadığı, kaslı vücudundaki gamalı haçla dikkat çeken, faşizmi yeren film:

59
Düşler Limanı / Tanrı
« : 23 Mart 2008, 15:41:33 »
“Tanrı dünyayı yedi günde yarattı ve onunla beraber yedi kavram onu şekillendirecek.” der kutsal kitaplar.

Her şeyden önce “kavram” kavramını yarattı ve onunla beraber kavramlara anlam katacak “anlam” kavramını. Sıra duygulardaydı. O anlamı kuvvetlendirecek “sevgi”yi yarattı. Sevgiyi değerli kılmak için “hüznü” yarattı. Önce iyiyi sonra kötüyü yarattım bari şimdi önce kötüyü sonra iyiyi yaratıyım diye abzürd bir düşünceye kapıldı tanrı ve sonra “öfke”yi yarattı. E tabi ki sıra “refah”taydı. Bir tane kaldı lan dedi tanrı kavramlardan, şimdi birini yaratsam tezadını yaratamam o zaman sekiz olur ilerde insanları yaratınca onlar ben ile yedi arasında bir bağ kuracaklar o bozulur diye düşündü. Sonra tekrar düşündü: “ben demin önce iyiyi sonra kötüyü yarattım şimdi tersini yapayım dedim ama ben demin iyi ve kötü kavramını yaratmadım onu nasıl dedim anlamadım ben” ve birden kabiliyet (düşünmek mesela) kavramını yaratmadığından nasıl düşündüğünden de şüphe etti ve böle şüphe ederken şüphe etme kabiliyetine de sahip olamayacağını anladı. Bu kısır döngüden sıkıldı ve azcık uğraşıp dünyayı ve insanları yaratarak bu kısır döngüden kurtulmak için bir köşeye çekilip düşünmeye başladı. Bu yüzden dünya güzel bir yer değil ve insanlar rezalet birer varlıktır!

   Ve arkadaşlarım, bu yüzden ki tanrı çok meşgul. Bu döngüden çıkmaya uğraşıyor. Bu yüzden dualarınıza cevap veremeyebilir. Kusuruna bakmayın e mi?

60
Düşler Limanı / Dünyevi
« : 23 Mart 2008, 15:31:19 »
umarım yayınlamamışımdır bunu daha önce...


Nereden geldiğini bilmediği bir sis dalgasının içinde dansçıların zarafeti, çocukların ürkekliğiyle yüzerken aklında değildi derdi tasası. Ne ülkenin kötüye giden durumunu, ne mükemmel notlarla geçmesi gereken derslerini, ne arkadaşlarıyla olan problemlerini ne de aile içi çatışmaları düşünüyordu. Aynı zamanda tatil hayalleri, arkadaşlarıyla geçen güzel zamanların anıları da yoktu!

   Sislerin etrafında neşeli bir şekilde bir oraya bir buraya salınıp, hiperaktif hareketler silsilesi içerisinde onu yutmak istercesine yukarı, sürekli yukarı çıkmasına rağmen başı hizasını geçemezken çocuk dünyevi mutluluklardan ya da kederden yoksun ancak tarif edemediği bir huzur; huzurun getirdiği bir mutluluk duyuyordu. Tarif edemediği! Mutluluğunun farkında değildi ki tarif edesin. Belki de farkında olmadığı için mutluydu.

   Burada dünyevi şeyler olmadığı için dünyevi olmayan duygular taşıyordu belki de. Sislerin yuttuğu omuzlarını silkti ve kendini sadece hareketlerine verdi. Başı ve sonu olmayan bu diyarda bir adımını diğerinin ardından kocaman atarak koşuyor, zıplıyor, düşüyor, kalkıyor şen kahkahalar atarak bu hareketleri yineliyordu.

   Ayakta öylece dikilmiş, kolları yere paralel iki yana açık durup bağıra bağıra gülerken çekilmeye başladı sisler. Hepsi büyük bir hızla aynı yerde toplanmaya başladı. Onları bu şekilde durdurabilecekmiş gibi ellerini ileri uzatıp “Hayır!” diye haykırdı çocuk. “Hayır gitmeyin!” Çocuğun sözünü dinlemeyip, sislerin hareketlerine devam etmesinden diyarın giderek dünyevileştiğini anladı çocuk. Karanlıkta mahzun mahzun dururken kaderine boyun eğmişti. Sisler bir insan şeklini aldığında şaşırmadı.

   Ve bir ses dağıttı karanlığı o insan şeklindeki sisten gelen: “Kalk, okula geç kalacaksın!”

Sayfa: 1 2 3 [4] 5 6 7