Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - azizhayri

Sayfa: 1 ... 5 6 [7] 8 9 ... 39
91
Kurgu İskelesi / Ynt: a.y.n.a.
« : 09 Haziran 2016, 17:53:13 »
Bölüm 2 : BODRUMUN İÇİNDE BODRUM

   Nevzat, yemeğini çabuk çabuk yemişti. Bir an önce amcasının yanına gitmek istiyordu. Aslında kendisinin değil, babasının amcasıydı ama yıllardan beridir "Amca" diye çağırırdı kendisini. Adnan amcası uzun yıllar değişik yerlerde görev yaptıktan sonra emekli olmuş bir öğretmendi. Bir kaç ay önce de baba ocağına dönüş yapmıştı.
 
   "Derslerini ne zaman yapmayı düşünüyorsun" dedi annesi. Yemek işini bir an önce bitirebilmek için doldurduğu lokmalarını yutmadan yanıt verdi.

   "Akşam üzeri amcamdan geldikten sonra."  Diye yanıtladı boğulurcasına. Yemekten başını kaldırıp annesiyle göz göze gelince yanlışını anlamıştı.

   "Affedersin anne" dedi. Bu kez lokmalarını yuttuğu için söyledikleri daha kolay anlaşılmıştı. "Bu daha iyi" dedi annesi memnunlukla gülümseyerek. Ağzındakilerin yemek borusundan aşağı kaydığını hissetti. Daha özenli ve dikkatli devam etti. "Amcamın yardıma gereksinimi var" dedi. Ama annesi hala ağzı doluyken konuşmaması gerektiği konusundaydı.

   "Şimdi dediklerini daha iyi anlıyorum" dedi. Mutfak evyesine elindeki bulaşıkları çalkalama işine dönerek  "Git, git ama amcana yardımcı ol. Ayak bağı olma. Biliyorsun..."

   "Biliyorum" dedi annesinin sözünü keserek "Çözümün bir parçası değilsen sorunun bir parçasısın demektir." Anne oğluna sırtı dönük gülümsedi, bu çocuğu seviyordu. Nevzat, sıyırdığı tabağı ve çatalını annesine uzattı. "Şimdi gidebilir miyim? " Yanıt beklemesine gerek yoktu. Yalnızca annesinin arkasından seslendiğini duydu "Baban gelmeden evde ol"


   "İlçemizin ileri gelenlerinden Merhum Ali Osman Çelik’in büyük oğlu, emekli öğretmen Adnan Çelik ilçemize döndü" diye haber yapmıştı yerel gazete Adnan Çelik’in dönüşünü. Çelik ailesi İlçenin ileri gelenlerindendi. Sevilirdi, sayılırdı. Büyük oğul Adnan Bey, yıllar yılı dışarıda görev yapmış olsa da bu sevgi ve saygıdan nasibini almıştı. Mesleğe öğretmen olarak başlamış ülkenin çeşitli bölgelerinde öğretmenlik yaptıktan sonra Üniversiteye geçmişti. Değişik üniversitelerde uzun yıllar çalışmıştı. Bir yıl önce eşi Mualla Hanımı kaybedince emekliliğini istemişti. En son görev yaptığı Ege Üniversitesinden emekli olmuştu.

   Gazete bu olayı haber yapalı dört aydan fazla olmuştu. Adnan Bey, dört aydır ev onaracağım yerleşeceğim diye çabalayıp duruyordu. Babadan kalma evi, uzun yıllar kimse oturmadığı için neredeyse viraneye dönmüştü. Bu eski ve otantik evi onarmak, oturulan yaşanılan bir yer haline getirmek için çalışıyordu.

   Adnan Bey, yukarıda ustalar çalışıyorken boş durmuyordu.  Bir gün önce evin bodrumuna inen basamakları temizlemişti. Tek katlı, baba yadigârı olan ev, babasına da dedesinden kalmıştı. İlk yapıldığında, ilçenin bir hayli dışarısında zeytin ve incir ağaçlarının arasındaydı. Kendi çocukluğunun geçtiği yıllarda bile yazlık gibi bağ evi gibi kullanılıyordu. Uzun yıllar bu evde oturduktan sonra okul sorun olunca rahmetli annesinin ısrarıyla İlçe içerisinde bir eve geçmişlerdi. Sonra bu ev yazları veya belli zamanlarda kullanılır olmuştu. Babası rahmetli olunca, ev en büyük mirasçı konumundaki Adnan Beye kalmıştı. Kendisi yokken, küçük kardeşi evin çevresindeki bahçe duvarlarını yükseltmişti. Kapıları pencereleri sıkı sıkı kapatmış evin kapısına kilit vurmuştu. Bu önlemler yeterli olmamış o güzelim ev zamanla kullanılmadığından viranlaşmıştı.

   İlçe genişleyip, evi de sınırlarının içine alınca, kıymete binmişti. Daha doğrusu eve aldırış eden yoktu; evin, geniş ve ağaçlıklı bahçesi kıymetlenmişti. Müteahhitler, bu bahçeye yapacakları beton blokların, hayalini kurar olmuşlardı. Adnan Bey, kendisine gelen bütün bu önerileri, elinin tersiyle itmesini bilmiş, babasından kalan bu yeri onarmaya karar vermişti. Vazgeç astarı yüzünden pahalı olur demişlerdi. Sana buradan bilmem kaç tane daire verirler demişlerdi. O bütün bu tavsiyelere aldırış etmemiş evi onarmaya elden geçirmeye başlamıştı. Hiç acele etmiyor bu işten zevk alıyordu. Kendi deyimiyle "bir tarihi canlandırmaya çalışıyordu."

   Önce çocukluk arkadaşlarından ilçeye gelip gittiğinde görüştüğü Mehmet Ustayı bulmuştu. Mehmet usta, dürüst ve ileri yaşına rağmen çalışkan biriydi. Elinden her iş gelirdi. Eğer kendisinin yapamayacağı bir iş ise örneğin elektrik işleri, kimin iyi yapacağını biliyordu.

   Evi en geniş odasını öncelikle temizlemişlerdi. Oraya yerleştikten sonra yavaş yavaş evin bütün bölümlerini elden geçirmişlerdi. Odalar, salon, kitaplık, mutfak aslına uygun bir şekilde onarılmış boyanmış ve temizlenmişti. En son sıra bodruma gelmişti, bodrum bir an önce temizlenmeliydi ki yerleşirken elde kalacak eşyaları koyacak bir yerleri olsun. O nedenle Adnan Bey ağır adımlarla merdivenden iniyordu.

   Bodrum basamaklarından aşağı inerken saatine baktı. Kardeşinin torunu Nevzat, gelmek üzere olduğunu düşündü. Bir de Nevzat’ın arkadaşları vardı. İkizler; Ali ve Aslı. Bu üç çocuk sık sık konukluğa gelirler, evin neşe kaynağı olurlardı. Bazen yaramazlık yapıp işlerine engel olsalar da kahkahaları evin içini doldurunca kendi neşesi de yerine geliyordu Adnan Beyin. Yılların yorgunluğu silinmiş gibi oluyordu onların cıvıl cıvıl seslerini duyunca. Saatine bir kere daha baktı, nerede kaldılar diye zihninden geçirdi, gerçekten alışmıştı onlara.

   Nevzat,  buluşacakları koca çınarın altına geldiğinde, iki arkadaşını bekler bulmuştu. Annesi yüzünden geç kaldığını düşündü. Yanlarına vardığında "Çok bekletmedim ya" dedi üzgün bir sesle.

   " Yoo… " dedi Aslı. "Biz de az önce geldik"  Bu kısa selamlaşmadan sonra Nevzat’ın amcasının evine doğru yola koyuldular. "Bak Nevzat" dedi Alihan. Kardeşi ve Nevzat biraz hızlı yürüyorlardı. Diğerlerinden kilolu olan Alihan ise onlara yetişmek ve aklındakileri söylemek için biraz koştu. Kız kardeşini kolundan yakaladı. "Aceleniz ne kardeşim" dedi. "Paşaya kelle mi yetiştiriyorsunuz." Aslıhan ve Nevzat biraz yavaşlayınca da "Aslı, annem ne dedi anımsasana" Saçları atkuyruğu toplanmış kız birden aklına gelmiş gibi duraksadı.

   "Sahi Nevzat, biz hep amcana gidiyoruz,  kendisini rahatsız etmiş olmayalım" dedi "Yani annem öyle diyor ama haklı da olabilir." Alihan devam etti. "Bence kızmıyor ama yine de bizleri kırmamak için söylemiyor olabilir" dedi. Durmuş kaldırımda bekliyorlardı. Nevzat her ikisinin de koluna girerek "Adnan amcamın bize ilk günlerde ne dediğini anımsayın. Üçü birden yılbaşının hemen ertesi günlerde yaşadıklarını anımsadı. O günlerin birinde Adnan öğretmenleri onları uğurlarken "sık sık gelin çocuklar" demişti. Bugünkü gibi o gün de Alihan itiraz etmişti. Adnan Beyde "Bir işim olduğunda ya da rahatsız olduğumda bunu size uygun bir dille söylerim. O zamanda siz yapmanız gerekeni yaparsınız" demişti. O gün Nevzat’ın amcasını üçü de açık sözlü bulmuşlardı.

   Bunları anımsayınca tekrar yola koyuldular. Nevzat arkadaşlarına destek verebilmek için "Ben yararlı olduğumuzu bile düşünüyorum." Arkadaşlarının gülümsediğini görünce "En azından yeni bir şeyler öğreniyoruz, bu da Amcamı mutlu ediyor" dedi.

   Evle uğraşmak, yaşlı adamın neredeyse tüm zamanını alıyordu. Adnan Çelik altmışıncı yaşını doldurmuş olsa da yaşını göstermiyordu. Orta hatta kısa sayılabilecek boyu vardı. Zayıf olduğundan çevik ve daha genç görünüyordu. Bunda gençlik yıllarından beri düzenli spor yapmanın etkisi de vardı tabi.

   Bu hafta başında evin dış çevresini temizlemeye başlamışlardı. Ev kesme taştan yapılmış yüksek temelli tek katlıydı. Babası Ali Osman Bey, kurtuluş savaşından sonra yaşanan değişim yıllarında eski bir Rum aileden almıştı bu evi. Kendisi o zamanlar yörenin tek demir çelik tüccarı olduğu için varlıklı sayılırlardı. Babası evin hakkını kuruşu kuruşuna tastamam ödeyerek almıştı bu evi. Kendisinin o günleri anımsaması mümkün değildi doğal olarak. Temelinin yüksek olması ve çatının yüksek tutulması evi iki katlıymış gibi gösteriyordu. Nemden ve böceklerden korunmak için evi yüksek yapmış olmalıydılar. Evin temeli yığma taş ile doldurulmuş sol yan tarafta geniş bir bodrum bırakılmıştı. O zamanki ihtiyaçlara yetecek kadar bir kapı bırakılmıştı. Evin içinin onarımı neredeyse bittiği için sıranın bodruma geldiğine karar vermişlerdi.

   Bir gün öncesi çocukluğunda bile inmediği bodrumun kapısını açmak bir hayli zamanını almıştı. Basamakları temizlemiş bodrumun zeminine inmişti. O gün kedi ve köpeklerin girme pahasına da olsa bodrum kapısı açık bırakılmıştı. Bu sayede içerideki ağır ve nemli hava az da olsa dağılmıştı.

   Bir elinde süpürge ve faraş diğer elinde teneke aşağı indi Adnan Bey. Evin onarımına ilk başladıklarında yaptırmış olduğu uzun elektrik kablosu sayesinde içerinin karanlığı azda olsa dağılmıştı. Zeminin taşları ortaya çıkasıya kadar tekrar süpürdü. Biriken tozları toprakları tenekelerle dışarı attı. Sonra sıra duvarlara geldi. Temeli taş doldurmadan önce bir oda gibi düşünmüş duvarları olabildiğince kalın örmüşlerdi. Ne de olsa bir temeldi. Kalın olmalıydı. Duvarları süpürgeyle silince, evin arkasına düştüğünü zannettiği tek parça blok taşı fark etti. Diğerlerinin yanında daha düzgün duruyordu. İçinde çocuksu bir merak oluştu. Duvar tek parça bir kapı gibi duruyordu.
 
   "Eğer bir kapıysa, kolu nerede" diye düşündü. Görünürde herhangi bir kol veya tutamak yoktu. O zaman kapı, içeri doğru itiliyor olabilir diye düşündü. Taş bloğu her yönünden denedi ama başaramadı itmeyi. Çekmekten ve itmekten yorulunca durdu. Soluklanmak için kenara çekildi ve sol eliyle duvara dayandı. Dayandığı anda "klik" diye bir ses duydu. Bir mandal ya da bir mekanizma çalışmıştı sanki. "Yoksa.." diye mırıldanarak kapıya tekrar yüklendi. Kapı yılların biriktirdiği bir gıcırtıyla açıldı. Bodrumun içerisinde gizli bir oda bulmuştu. Işığı astığı yerden aldı, içeriye tutmak üzereyken yukarıdan gelen sesleri duydu. Kardeşinin torunları gelmiş olmalıydı. Aralanan kapıyı çekmeye çalıştı. Taşların arasındaki küçük boşluk bu iş için yapılmıştı sanki. Biraz kuvvetli çekince kapı yerine oturdu. Az öncekinin benzeri bir "klik" sesi daha duyuldu. Elektrik kablosunu toplayarak yukarı çıkmaya başladı.

   O gece, sabahı zor etti. Çocuklarla sağı solu toplamaya devam etmişlerdi bütün bir öğleden sonra. Onlar gittiklerinde ise aşağı inmek için çok geçti ve oldukça yorgundu. Bodrumun içindeki odada ne vardı merak ediyordu. Babasının almış olduğu bu ev tahmininden çok daha eski olmalıydı. Bodrumdaki o kapıdan ne babasının ne de babasından önceki ev sahiplerinin haberi olduğunu zannetmiyordu. O zaman... Gözlerini tavana dikmiş düşünüyordu. İlçenin çevresindeki tarihi kentler aklına geldi. "yok yok " dedi kendi kendine "Bu ev o kadar eski olamazdı." "Peki, bu ev daha eski bir temelin üzerine yapıldıysa. Sabah ezanından sonra, kimseler gelmeden kontrol etmeliydi. Yılların Hocası Adnan Bey,  bir yeni yetme gibi merak ve heyecan yüzünden uzaklarda horozlar ötesiye kadar uyuyamamıştı.

92
Kurgu İskelesi / Ynt: a.y.n.a.
« : 08 Haziran 2016, 08:26:29 »
Teşekkür ederim uyarılarınızı göz önüne aldım...

93
Kurgu İskelesi / Ynt: Gizemli Ayakkabı Tamircisi
« : 07 Haziran 2016, 17:22:17 »
Merhaba:
Öncelikle yukarıda da belirtildiği gibi bütün hikayenin tek bir paragrafa yazılması okumamı ve satırları takip etmemi zorlaştırdı. Merak duygusunu oluşturmayı başardığını düşünüyorum. Ama adamın adını nereden bildiği konusunda bir fikir sahibi değilim, işin bu yönü biraz daha anlaşılır olabilirmiş. Kahramanımızın içinde bulunduğu psikolojiyi istemese de yapmak zorunda olduğunu güzel anlatmışsınız. Yine de bir kişinin ayaklarının çalınmış olmasını ve bu durumu kişinin anlamamasını yadırgadım. Ayakları çalındıysa ayakkabılarını nasıl giydi. Sonuç olarak güzel bir hikaye olmuş, elinize sağlık

94
Kurgu İskelesi / a.y.n.a.
« : 07 Haziran 2016, 08:06:30 »
             EN UZUN DERS

   Güneş gökyüzünde ışıldıyor, rüzgâr püfür püfür esiyordu. Yelkenlinin önünde en uçta dikilen delikanlı, rüzgarı saçlarında hissediyordu. Beyaz yelkenli, dalgaların üzerinde kayarak bir kuş, bir balık gibi hızla yol alıyordu. Tekne,  uzun ve zevkli çabalardan sonra marinadan yola çıkmıştı. İlçenin sesleri duyulmaz olmuş, yalnızca martıların sevinç çığlıkları duyulur olmuştu. Genç denizci, açık denizin keyfini sürüyordu. Çevresinde, martıların, dalgaların ve yelkeni şişiren rüzgârın sesinden başka bir ses yokken birden bir ses duydu. Uzaklardan ismini çağırıyorlardı. Çevresine bakındı, kıyı ancak evlerin seçilebileceği kadar uzakta kalmıştı. Üstelik  defalarca uyarmasına rağmen hala isminin başına kaptan sıfatını eklemiyorlardı.

   "Yankı... 271 Yankı Çiftçi. Bir anda bütün hayaller o köpüklü sulara düştü. Yine gerçekle yüz yüze geldi, yine o sıkıcı dersteydi.

    Ders yılının, en sıkıcı derslerden birini işliyorlardı. Öğrenciler saatlerine daha sık bakar olmuşlardı. Her birinin gözleri ders bir an önce bitse der gibiydi. Arka sıralardan gelen mırıltılar çoğalmış neredeyse uğultuya dönüşmüştü. Baharın gelmesiyle artan sıcaklar sınıfı ağır bir ter kokusuna boğmuştu. Havada esinti olmayınca pencerelerin açık olmasının herhangi bir yararı olmuyordu. Bu ağır atmosfere her öğrencinin kendi çapında bir katkısı vardı. Öğrenciler kendi terlerinin ya da yanındaki arkadaşlarının terlerinin ne kadar ağır koktuğunu bilmiyorlardı. Ama karatahtanın yanında öğretmen masasında oturan kişi kendine en uzak köşede oturan öğrencisinin bile terini duyuyordu. Yine de sınıfın içerisinde durumdan şikâyeti olmayan aynı kişiydi; Sosyal bilgiler öğretmeni Arife Akbaşlar.

   Sınıfın içinde bulunduğu durumdan en çok etkilenen kişisi ise dakikalardır ayakta duran Yankı’ydı. "Eeee hadi artık" dedi Arife hanım. "Sıfırı basacağım ama" Öğretmen masasının tam çaprazında köşe de oturuyordu Yankı Çiftçi. Uzun boylu iri yapılıydı. Bu nedenle sınıfın ağabeyi durumundaydı. Saniyeler dakikalar geçmeye devam ediyordu.

   Saatler geçmişçesine geçen bir süreden sonra Arife Hanım dayanamadı."Sıfır" dedi bağırırcasına. "Sana hayallerin kadar kocaman bir sıfır"  Sınıfı dolduran öğrencilerin yüzlerinde gülümsemeler belirmişti. Olacakları tahmin edip daha önceden gülümseyenler ise kıkırdamaya başlamıştı. Geçen iki yıl boyunca derslerine giren, bu yılda sınıf öğretmenleri olan Arife Akbaşlar'ı tanımışlardı artık. Ders bitmek üzereydi.
 
   Bunca yılın Arife Öğretmeni sınıfı daha iyi görebilsin diye burnunun ucuna indirdiği gözlüklerini geriye itti. Not defterini ağır ağır açtı. Masasının üzerinde duran dolma kaleminin kapağını açtı. "Sıfır" diyerek deftere sözlü notunu yazdı. Hareketleri verilen sıfırı abartabilmek için ağırdı. Aynı işlemleri tersinden yaparken dudaklarının arasından "Bu sıfırı çoktan hak ettin" dedi. Oldukça sinirli çıkan bu son cümleyi yalnızca ön sırada oturan öğrenciler duyabilmişti.

   "Zil zamanında çaldı" dedi guruptaki gençlerden biri. “Çalan zil, günün en son ve en güzel ziliydi. "Eğer bir kaç dakika daha olsaydı sıra bana gelecekti" dedi Nevzat. Nevzat'ın sınıf defterindeki yoklama sırası Yankı’dan hemen sonra geliyordu.
   
   "Niye öyle düşünüyorsun ki. Belki sosyalci sıradan gitmeyecekti. Belki Yankıyı sınıyordu yalnızca."

   "Taktı bana" dedi sınıf içinde dakikalarca ayakta sus-pus duran delikanlı. Yalnızca bir aracın geçebileceği bir sokakta ilerliyordu dört arkadaş. Gerçekten zorlu bir gün atlatmışlardı.
Yıl sonu yaklaşmış sözlü ya da yazılı sınavlar çoğalmıştı.

   "Yok arkadaş" dedi okuldan çıktıklarından beri konuşmayan bir diğeri. "Yankı haklı. Sosyalci resmen taktı arkadaşa."

   "Çocuk, sesini çıkarmadan ders boyu oturuyor, öylece ne etliye ne de sütlüye karışmıyor. Ama onun hakkından Muhsin gibiler Kemal gibiler geliyor" dedi.


   Okul çıkışlarında okulun tam karşısında olan bu dar sokak cıvıl cıvıl olurdu. Öğrenciler neşe içerisinde bazen bağrışarak bazen şarkılar söyleyerek geçer giderlerdi. Yan yana yürüyen bu dört arkadaş ise diğerlerinden çok daha olgun çok daha ağırbaşlıydılar.

   Yankı, okula bu sene başında gelmişti. Babasının memuriyeti nedeniyle, okullar açıldıktan sonra, nakil olarak gelmişti. Nevzat, Yankı’dan biraz daha ufak tefekti ama dörtlünün diğer ikilisinden daha uzun boyluydu. Aslıhan ve Alihan ise ikiz kardeşlerdi. Her ne kadar Alihan ağabey olduğunu iddia etse de annesi ağabeyliğinin yalnızca üç beş dakikadan ibaret olduğunu söylerdi.

   Yaşları on bir ya da on iki olsa da Nevzat, Alihan ve Aslıhan kendilerini çocukluk arkadaşı sayıyorlardı. Aynı sokakta doğmuş büyümüşler aynı sınıfta okula başlamışlardı. Uzun yıllar süren komşuluk döneminden sonra Nevzat’lar başka bir eve taşınsalar da fazla uzağa gitmediklerinden dolayı arkadaşlıkları sürüyordu. Ailecek görüşmeye devam ettiklerini söylemeye gerek yok tabii.

   Gurup konuşarak dar uzun sokağın sonuna gelmişlerdi. Sokağın sonundaki küçük meydanlık dağılacakları ve sabahları buluştukları yerdi. Sokakların birbirleriyle biraz daha genişçe birleştiği bu meydan cıvıl cıvıldı. Sabah dersleri bitenler öğleden sonra ne yapacaklarını kararlaştırıyorlardı.

   "Bana bak Yankı" dedi Nevzat. "Arife Öğretmeni hiç dert etme kendine üstelik diğer derslerin o kadar kötü değil."

   "Belki bir ödev falan isteriz... Kurtarırsın Sosyali de" Seslerinin tonu kendilerinin de inanmadıklarını belli ediyordu ama yine de arkadaşlarına destek olmak istiyorlardı. Yankı bir yabancı olarak geldiği günden beri kendisine destek olmaya çalışan bu çocukları seviyordu. Kendisine yardımcı olmaya çalıştıklarını biliyordu. Okula birlikte başlayan altı yıldır aynı sıraları paylaşan sınıfa ilk geldiği günlerde her kes uzak durmuştu kendisinden. Kaba saba biri gibi duruyordu. Ciddi duruşu ve çekingen yapısı arkadaşlıklar kurmasını zorlaştırıyordu. Bu nedenle yalnızca bu üç çocuğu kendisine arkadaş olarak seçmişti.

   Gurubun tek kız üyesi olan Aslıhan "Hadi arkadaşlar annelerimiz merak eder." Evet, konuşmaya dalmışlardı. Okuldan çıkan herkes dağılmış yalnızca dördü almıştı orta yerde. Birbirleriyle vedalaşıp her biri ayrı yöne gittiler.

   Yankı, bir zaman arkadaşlarının arkasından baktı. Kendisinin gitmesi gerektiği yolun tam aksi yönünde giden arkadaşlarına bir kere daha imrendi. İyi ve köklü bir arkadaşlıkları vardı, birbirlerine bağlıydılar. Sınıfta, teneffüslerde veya okul dışında hep birlikte oluyorlardı. Bir sonraki sokakta onlarda birbirlerinden ayrılacaklardı. Önce Nevzatların evlerinin önünden geçeceklerdi. Nevzat o arada ayrılacak Aslı ve Ali iki sokak daha yürüyüp kendi evlerine varacaklardı. Biraz daha bekledikten sonra onlarla tam aksi yönde yürümeye başladı. Aslıhan’ın dediği gibi annesi merak etmeğe başlamıştır bile.

   İnsanın hem annesinin hem babasının çalışması ne kadar zordu. Babasının düzenli bir işi vardı. Annesi ise bazen kendi deyimiyle "yardıma giderdi" Gündelik ev temizliklerine gittiğini biliyordu. Böyle günlerde kardeşlerini teyzesine bırakırdı annesi. Cebinden anahtarını çıkardı, içeri girdi. Doğru mutfağa gitti. Böyle günlerde anneciği yemek hazırlar buzdolabına bırakırdı. Buzdolabından çıkardı yemeğini. Doğrudan ocağa bıraktı. Yemeği ısınırken içeri odaya gitti. Kitaplarının arasından bir dergi çıkardı. Yıllar öncesinin denizcilik dergisiydi bu. Nereden eline geçtiğini kendide anımsamıyordu. Galiba annesi getirmişti. Az sonra hem yemeğini yiyor hem de kerelerce okuduğu, resimlerine baktığı dergiyi bir daha okuyordu.

95
Kurgu İskelesi / Ynt: Gecenin Üç Kirli Yüzü
« : 01 Haziran 2016, 17:54:20 »
Merhaba:
Bu siteye fantastik ve bilimkurgu edebiyatına aşık olanların arasına katıldığımdan beri Kurgu İskelesini sevmişimdir. Nedeni bu iskeleye yanaşsınlar diye hayal yüklü ve irili ufaklı bir çok tekne göndermem. Öyle "görsünler bakalım nasıl bir kalyon veya filika göndermişim" tarzı değil. O hava için kırk fırın ekmek yemem gerekir. Her defasında teknemi gezip birilerinin yüklediğim hayallerimle ilgili bir kaç kelam etmesiydi. Maalesef çoğu zaman bir karşılık bulamadım. Demek ki birilerinin ilgisini çekecek kadar güzel sandallar, uskunalar veya kalyonlar değillerdi. Demek ki yeteri kadar uzak yollardan gelmiyorlardı ve güverteleri hayal, korku sevinç belki de ümit yüklü değildi. Peki, karşılık olarak ben ne yaptım; iskelede dolanıp başkalarının gemilerine veya sandallarına binmedim. Yükleriyle ilgilenmedim. Çoğu zaman dudak büktüm belki de burun kıvırdım. Ya da ilgilendiğim çok az oldu. Bunun nedeni eleştiri yapmaktan korkmam oldu. Kimseye "kardeşim bu tekneyle yola çıkamazsın daha halatları bile çözemezsin diyemedim. Veya ağaçların çok iyi keresteler ve bağlantıları mükemmel gemin göz alıyor istersen bu ylekenli seni dünyanın ucuna götürür de diyemedim. Sanırım bundan sonra Kurgu iskelesinde biraz daha çok oyalanacağım. Ufuk büyük demeden iskeleye yanaşanlara en azından şöyle bir bakacağım. Uzun bir giriş ve özürden sonra senin teknene gelirsek...

          Bu tekneyle yola çıkamazsın. En azından bu haliyle yola çıkamazsın. Çünkü ortada bir tekne yok. Tayfalar fena durmuyorlar ama kaptan iyi birine benziyor. Annesinin büyücü ve babasının kral olması artı puan.  Hele bir gemini hazırla bakalım nerelere doğru yola çıkacaksın. uzun bir yolculuk olacağını düşünüyorum.

96
Eğlence & Mizah / Ynt: Hayalleriniz?
« : 01 Haziran 2016, 15:33:24 »
Tanrım bana çiçek dolu bir bahçe ve kitap dolu bir ev ver yetişir...

97
Ray Bradbury'nin "Yazın Sanatı ve Yaratıcı Yazarlık" kitabını tavsiye ediyorum. Doğrudan didaktik bir dili yok, yazar kendi yaşamından ve deneyimlerinden yola çıkarak iyi bir eser ortaya çıkarmış. Usta bir yazarın nasıl yazdığı konusunda fikir sahibi olmak için birebir. Kitabın yazılış amacı ticari gözükse de okunabilir.


98
Liman Kütüphanesi / Ynt: Beğendiğiniz Alıntılar
« : 27 Mayıs 2016, 09:53:48 »
Günaydın:
"İnsanlar aptaldır demişti Cengiz ona, diğer herkesin daha güçlü, daha hızlı, daha cesur olduklarını sanırlar..."
Conn İggulden; Gümüş İmparatorluk...

99
Tartışma Platformu / Ynt: Favori Fantastik Kitabınız?
« : 25 Mayıs 2016, 15:30:23 »
Her zaman LOTR diyorum.
Kesinlikle benim de favorim de Tolkien. Yüzüklerin Efendisi ve devamında Hobbit, başyapıt isterseniz Silmarillion...

100
Güncel / Ynt: Bayram
« : 20 Mayıs 2016, 08:19:05 »
19 Mayıs bayramımız kutlu olsun efenim. Küllerimizden doğuşumuzun ilk adımının atıldığı gündür. Unutmayalım :)
19 Mayıs Gençlik ve Spor bayramımız kutlu olsun sevgili rıhtım ahalisi. Nice güzel yıllara inşallah. Ne mutlu türküm diyene.
Kalpten katlılyorum... Sizlerinde bayramı kutlu olsun... Daha nice nice bayramlara inşaallah.

101
Tartışma Platformu / Ynt: İsim karmaşası...
« : 10 Mayıs 2016, 14:19:52 »
Sevgili Şenaydın:
Aramıza hoşgeldin ve iyi geldiniz ve iyi, güçlü bir yazıyla geldiniz. Eğer Kayıp Rıhtımı bir okul kabul edersek iyi bir dersle başlamış oldunuz. Üstelik uzun zamandır kafamı meşgul eden ve daha da uzun bir zaman meşgul edecek gibi duran karmaşayı biraz olsun düzene soktunuz. Teşekkür ederim kendim ve rıhtım ahalisi adına.

102
Yazdıklarımdan projeyi desteklemiyorum anlamı çıkmamıştır umarım. Her zaman köklü ve güçlü bir kültürümüzün olduğunu ve işlenmeyi beklediğini söylemişidir. Umarım başarılı olurlar, tüm kalbimle...

103
Bizde bağışlar genellikle dostlar alışverişte görsün diye 1$ miktarında yapılır. Aslında şu proje Avrupa, Amerika veya Doğu Asya bölgesinde olsa hedeflenen miktara bir haftada ulaşılırdı. Fakat Türkiye'de bir şeylere bağış yapmak gibi bir kültür yok. Neden böyle o başka konu.
Bu soruya şöyle cevap verebilirim. Bağış işi ülkemizde çok kere suiistimal edilmiştir. Hangi konu da olursa olsun yapılan bağışlar ilgisiz yerlerde kullanılmıştır. Üstelik bağışlar kişiler veya kurumlar için çoğu zaman ana gelir kaynağı gibi görülmüştür. Sözlerim bu proje için değil tabii. Ben de bu benzeri nedenle bağış işlerine uzak kalıyorum. Bu konu da bir şey daha söylemek istiyorum ki oda şu: Bu iş için neden daha profesyonel kurumlar destek olamıyorlar
Son olarak bu gibi durumlarda aklıma milli gelir karşılaştırmaları gelir. Bizler zorlamayla 10 bin dolar gsmh sahibiz ya onlar...

104
Tartışma Platformu / Ynt: Okuduğunu Anlayamama
« : 04 Mayıs 2016, 15:04:10 »
Bazen forumu  gezeceğim tutar ve ilgimi çeken konuları okurum. Okuduğumu anlayamama konusu da bunlardan biri oldu. Bu durum bende de sık sık yaşanır. Kitaplığımda olup bir kaç defa denediğim ama her defasında bıraktığım kitaplar var. Bir gün anlayabileceğim düzeye erişmemi bekliyorlar. Daha sonra Üstün Dökmen'in kitabında okumuştum galiba Küçük şeyler 2 de olacaktı. İbni Sina'nın Aristo'nun bir kitabını otuz kere (rakamla 30) okuduğunu ve anlamadığını ancak konu ile ilgili bir açıklayıcı kitap okuduktan sonra anladığını yazıyordu.

105
Kurgu İskelesi / Ynt: Penceremdeki Adam
« : 28 Nisan 2016, 12:35:04 »
Güzel bir deneme olmuş. Hiç istemediğim ama bir o kadarda hoşuma giden kasvetli hava iyi verilmiş. Eleştirilecek fazla bir yanı yok. Yukarıdaki tartışmanıza bir katkıda benden olsun diyerek "Güneşin altında yeni bir şey yoktur" diyorum.

Sayfa: 1 ... 5 6 [7] 8 9 ... 39