Sessiz bir şekilde, koyu renkli gözleri televizyona kilitlenmiş olarak bekledi. Her ne kadar çevresindekilere belli etmese de, midesinde kelebekler uçuşuyor, çıkış yolları arıyorlardı. Sufthor derin bir nefes daha aldı ve kendini kontrol etmeyi başardı. Hayır, ne halasına ne de eniştesine heyecanını belli etmeyecekti. Onların karşısında oldukça sakin olmaya çalışacaktı. Evet, bunu yapacaktı.
Bu arada, televizyonda "Ellen" programı devam etmekteydi. Şu anda Celine Dion'la sohbet ediyordu. Fakat bunların hiçbiri Sufthor'un umurunda değildi. Televizyona bakıyordu, bakıyordu ama görmüyordu. Konuşan iki cismi gösteren bir kutudan ibaretti şu an televizyon. Etrafında bulunan her madde, silik birer görüntü idi. Eniştesinin gazete sayfalarını çevirirken çıkardığı rahatsız edici hışırtı sesini duymuyordu Sufthor. Halasının mutfakta yiyecek hazırlarken mırıldandığı şarkılar, çıkardığı sesler. Bunların hiçbiri Sufthor'un keskin kulaklarında işitilmiyordu. O kendini dış dünyadan gelen her şeye kilitlemişti.
Düşünceleri arasına hapsetmişti kendisini. Çıkış yolu gerçeklerdi. Somut birer varlık olmayan nesnelerden oluşan gerçekleri umutsuzca yakalamaya çalışıyordu Sufthor. Elini uzattığı her şey ondan kaçıyordu. Tutunduğunu düşündüğü her şey ise yıllarca gerçek olduğuna inandığı birer yalandan ibaretti.
Sonra hafızasında ailesiyle birlikte geçirdiği zamanların görüntüleri oluşmaya başladı. Birer birer ortaya çıkıyor, Sufthor'un umudunu körüklüyorlardı. Bu görüntülerde şimdiki içkici Sufthor yoktu. Düzensiz, hiçbir şeyi umursamayan Sufthor yoktu. Otuz iki diş gülümseyen, her daim mutlu bir Sufthor vardı. Gözleri her yeri merakla tarayan, heyecanlı ve yaramaz bir Sufthor vardı. Ailesine sevgiyle bakan; özlemin, dehşetin, hüznün ne olduğundan habersiz bir çocuk vardı o görüntülerde.
Bir süre gerçek hayatta gülümsediğini bile anlamadan hafızasının ona gösterdiği şeyleri mutlulukla izledi. Sonra acı gerçek Sufthor'a çarptı. Sufthor acıyla inledi. Fiziksel bir acı olmasa da, zihnini yakıyordu bu. Güzelim anıları parçalıyor, bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Sufthor içinden bir parçanın koptuğunu biliyor, acı gerçeği durdurmaya çalışıyordu. Yapamıyordu, çaresizdi. Tıpkı ailesinin acımasızca katledildiği o gün gibi.
"Benim ağabeyim yok!" diye fısıldadı sadece kendisinin duyabileceği çaresiz bir fısıltıyla. Evet, acı gerçek buydu işte. Neredeydi o? Bir ağabeyi vardı. Onu bulmalıydı. Hafızası bir abisinin olduğunu kabullenmeyi reddediyordu. "Olmaz!" diyordu. "Sen onu hiç görmedin!"