Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - zçaiqü

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 6
31
Düşler Limanı / Korner Bayrağından Kalkan Düş Dolmuşu
« : 17 Eylül 2012, 13:33:17 »


Uyarı: Bu yazıdaki kişi ve kurumlar tamamen FM ürünüdür.

27 Temmuz 2015: Teknik direktörlük kariyerimin 5. sezonuna başlamak üzereyim. İlk 3 sezonumu Kasımpaşaspor’ da geçirdim. Çok güzel günlerimiz oldu. İlk senemizde 2. lig şampiyonu olup Süper Lige çıktık. Kupada yarı final oynadık. Tüm kamuoyunu ve spor camiasını mosmor ettik. Alın terimizle sulayıp yeşerttiğimiz başarımız, bizi çekemeyen tüm kem gözlere kapak oldu. Hatta logar kapağı oldu. Gerçi 2. ve 3. sezon pek iyi geçmedi ama her şeye rağmen takımı kümede tutmayı başardım. Derken pırıl pırıl bir İlkbahar günü, martılar mutluluk şarkıları söylerken  İstanbul Büyükşehir Belediyespor’ dan makul bir teklif almamla kariyerimde bembeyaz bir sayfa açmam bir oldu. Buradaki ilk senemde yarışı 8. sırada bitirdik ve play off’larda Avrupa’ ya gitmeye hak kazandık. Şimdiyse geçen yıldan daha iyi bir başarı yakalamak üzere yeni sezon hazırlıklarına başladık. Her şey yolunda. Çağatay Başkan da benden gayet memnun gözüküyor. Bi’ maraza çıkarmadı şu vakte kadar.  Allah’ı var iyi adam.  Ayrıca kazancım hiç de fena sayılmaz. Aylık 10.500 Euro, 35 yaşında ve bekar bir adam için gayet makbul bir meblağ. Şu vakte kadar elime 5 kuruş geçmedi kulüpten ama sanıyorum ki emekliliğimde toplu bir ödeme yapacaklar.  Yani umarım yaparlar zira sigara paramı zor çıkartıyorum şu sıralar. Param gelince de zaten artık Dubai’ye mi yerleşirim yoksa Miami’ye mi Allah bilir.

1 Ağustos 2015: Yaklaşık bir hafta önce mevcut kadroyu güçlendirme çalışmalarımızın ilk meyvelerini topladık ve sevinçten hopladık. Kısıtlı bir bütçemiz olmasına karşın akılcı transfer politikaları izleyerek 5 oyuncuyla anlaşma sağladık akabinde de kadromuza dahil ettik. Bunlar:  Galatasaray’dan Ujfalusi ve Colin Kazım, Bursa’dan Batalla ve eski takımımdan tanış olduğumuz Luiz Henrique ile Lepiller. İşin yağlı ballı tarafı ise bu 5 oyuncudan sadece 2’sine bonservis ücreti ödemiş olmamız. Çalışmalarımız tüm hızıyla ekmeğimize yağ sürüyor. Ancak hafiften tırsmıyor da değilim. Ulan diyorum her şey süper  gidiyor sonra taklaya gelmeyelim ?

4 Ağustos 2015: Deplasmanda Balıkesirspor’a karşı oynadığımız ilk hazırlık maçını 4-0 kazanarak rakiplerimize göz dağı verdik. Göz dağı vermesek bile en azından bir’ göz kırptık, burun çektik, bıyık burduk. Yeri gelmişken 3 şahane gol atarak bir kez daha gönlümü fetheden Taner’den bahsetmek istiyorum. Geçen sezon piyasayı öylesine yoklarken karşılaştım onunla. Karabükspor’ da kiralık oynuyordu. Ama bonservisi Bursa’daydı. Dedim ki kendi kendime ‘’Lan Barış al bu çocuğu. Bu çocuk geleceğin Totti’si olacak sakın kaçırma’’ dedim.  Uzun görüşmelerin ardından henüz 17 yaşındaki bu yiğide 1.2 Milyon Dolar vererek –dışardan bakıldığında keriz gibi görünsem de- kadroma kattım. Allah razı olsun kendisinden yüzümü hiç kara çıkarmadı. Oynadığı 34 maçta 17 gol atıp 7 de asist yaptı. Şu anki değeri 3 buçuk milyon Euro. Yeminle evladım gibi seviyorum keretayı.  Allah onu tekmelerden, dirseklerden, Yalçın Ayhanlardan, Gattusolardan korusun.

8 Ağustos 2015: Bir iki hafta önce Independiente’ den bir teklif aldım. Ufak çaplı bir çelişki yaşadım içimde. Bir nevi menajerin dilemması. Bana 14 milyon Euroluk bir bütçe sunuluyordu. Bu, benim bütçemin yaklaşık 20 katına tekabül ediyor. Düşündüm, düşündüm ve sonundaaaa, teklifi reddettim. Başkanıma, taraftarlarımıza ve başta Taner olmak üzere oyuncularıma ihanet edemezdim. Bunu yapamazdım. Yurt dışı biletimi yaktım. Kalan kısmıyla uçak yaptım, kulüp binasının balkonundan attım.  Uçak, aşağıda idman yapan Kaptan Efe’nin kulağını sıyırdı. Efe ‘’Hocam ayıp oluyor ama’’ tarzı bir serzenişte bulundu kafasını kaldırıp. Usulca içeri girdim.

H. Barış Beledin
cellde.tumblr.com

32
Düşler Limanı / Ham Maddeler: Tel Zımba
« : 01 Eylül 2012, 10:50:06 »


Şu 1: Gece olduğunda çok farklı olayların vuku bulmasını bekliyorum. Yani ne bileyim her yer karanlığa bürünüyor, canlılar yuvalarına çekiliyor, mesai, koşturmaca sona eriyor ya birkaç saatliğine de olsa. Yıldızlar falan. Bir şeyler olmalıymış gibi sanki  aşina olmadığım. Ama olmuyor.

Şu 2: Yabancı dil işini çok hafife alıyormuşum. Öyle sandığım kadar kolay bi’ iş değilmiş. Birebir konuşmaktan bahsediyorum. Yoksa yaz desen yazarım birkaç satır. Geçen iki turist geldi motorla, 10 dakika boyunca yalnızca iki kelime kullanabildim: go ve right. Ha bir de çok sevimli tür şu turistler. Kafalarında kask olmasa gidip sevecektim inan.

Şu 3:  Hala daha oynak altyapılara duygusal sözler yazan popçular var. Lan yapmayın. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu.

Şu 4: Son zamanlarda çok derin mevzulara girmeye başladım. Sicim teorisidir ruh bilimidir vesaire. tabi bunları felsefeyle de harmanlayıp bünyeye aldığımda etki alanı genişliyor. Bir kaptırıyorsam saatlerce. Tamamen kopuyorum dünyadan. O kadar saat soyut mevzulara kafayı taktıktan sonra açıp ‘İşler Güçler’ izlemek ufak çapta sıkıntılar doğuruyor. Geçişte problemler yaşıyorum. Enginlere sığmıyor, taşıyorum.

Şu da 5: Bir çocuk tanıyorum. İlkokula gidiyor. Müzik dersi var o gün, elinde de blok flüt. Yol boyunca ‘Yaşasın Okulumuz, Oynaya Oynaya Gelin Çocuklar’ gibi klasik parçalar çalıyor, çalmaya çalışıyor neşeyle. Bir çocuk daha tanıyorum. İlk çocuğun aksine flütü formasının altında gizliyor yol boyunca.


H. Barış Beledin
cellde.tumblr.com

33
Düşler Limanı / Mekelakeya Tribünleri
« : 17 Ağustos 2012, 22:40:48 »


Birinci sınıfı okuduğum okulda sınıf öğretmenimiz Sadık Hoca öğretmişti bunu. ”Zil çaaalınıyooor din daan dan dan dan/yeteeer sıkıldık çıkaaalım artııık” şeklinde devam eden bir ilkokul şarkısı… Fakat bunu söylerken enteresan el ve kol hareketlerinden mütevellit (mütevelliti de cümle içinde kullandık hayırlısıyla) bir dans ederdik arkadaşım T. ile. Sonraları bu ikili performansımızın namı almış yürümüş olacak ki biz daha sık çıkmaya başladık sahnelere (sahneden kasıt kara tahtanın dibi). Bir yıllık eğitim-öğretim hayatımızda onlarca konser yapmış, yüzlerce ekstraya çıkmıştık.

Neden sonra ben ikinci sınıfa geçtiğimde ailem de taşınma kararı aldı. Böylelikle benim kaydımı başka bir okula aldılar. Bu arada dans ekürim, performans kankam, sanat ortağım T.’ de benim kaydımı aldırdığım okula kaydını aldırdı, bizimkine benzer bir sebepten. Fakat bir yıl önce gerçekleştirmiş olduğumuz bu müzikli dans etkinliğinin bu okulda da tutacağını tahmin edemezdik. Arkadaş ! Bir ilgi, bir alaka ! Bizim hareketler okulda koskaca bir çığır açtı. Moda oldu. Bütün sınıfın gözünde adeta birer süperstardık artık. Hareketlerimiz taklit ediliyor, taklitler de bizi, yani asıllarını yaşatıyordu. Bu aktivite, anlık bir gösteri olmaktan çıkmış üçüncü hatta dördüncü sınıfa kadar devam edecek bir süreç halini almıştı. Okulda posterlerimiz, afişlerimiz hazırlanmış; imza dağıtmaktan ebemize kara sular inmişti. Yaşıtlarımız çarpım tablosu ezberlerken biz okul gazetesine röportajlar veriyorduk. Lakin bu hızlı yükselişin beraberinde getireceği daha da hızlı düşüşten habersizdik. Düşüş hızlı ve öfkeliydi. Vin Diesel’di, Paul tüplü.

Birgün okula geldiğimizde ne ayaklarımıza serilen ve metrelerce uzanan kırmızı halıdan ne duymaya alışık olduğumuz tezahüratlardan ne de güzergahımıza fırlatılan güllerden eser yoktu. O an Real Madrid’den , Etiyopya Premier Ligi takımlarından Mekelakeya’ ya transfer olmuş topçular gibiydik. Bu attan eşeğe biniş bizi çok yıpratmıştı. Bu dünya acımasız ve gaddar bir dünyaydı. Öğle arası olduğunda başımız önde bakkala gidip ortaklaşa para katarak bir Monte Carlo aldık. Kendimizi tütüne ve Orhan Gencebay’a verdik. Herkes gibi sıralarımıza oturup öğretmenimizin gelmesini bekledik. Hayat Bilgisi dersine girdik.

H. Barış Beledin
cellde.tumblr.com

34
Düşler Limanı / Kurbağa Mümtaz
« : 06 Temmuz 2012, 13:20:49 »


Mümtaz’la tanışmamız pek hoş olmadı. O gece yine geç saatlerde evime dönüyordum. Gündüzleri çıkmam evden, gece olunca da -12’ye doğru- Şekerci Camii’nin şadırvanına gider 1-2 saat kafa dinler, geri dönerim. Oturduğum apartmanın önü de, diğer bir deyişle yuvaya varış güzergâhım da o saatlerde bi’ hayli karanlık olur. Zira aydınlatma, sokaktaki merdivenlerin bana çelmeler takmasına yetecek kadar yetersiz.

Merdivenlerden sağ salim indim. Birinci apartman kapısını geçtim. Biraz da hızlı yürüyorum. Derken bi’ anda sol ayağımın üstünde bir ağırlık hissettim akabindeyse ne taraftan geldiğini anlayamadığım ‘’Iyk ıyk’’ sesini. İtiraf etmek gerekirse gece vakti biraz da tırstım. Sağıma soluma bakındım merakla ve ürkerek. Az ilerde karşılaştık onunla, cılız pencere ışıklarının aydınlattığı parke taşında. Bana bakıyordu Kurbağa Mümtaz. Sol ayağımla gelişine şut çektiğim Mümtaz’mış meğerse. Oracıkta kalakalmış, bana fokuslanmıştı. Bakışları mana yüklüydü. Sanki ‘’Önüne baksana pezevenk’’ der gibiydi. Bi’ yandan da ‘’Vur vur düşene bir de sen vur’’ gibi arabesk bir tavır da vardı suratında. Hüzünle arkamı dönüp yoluma devam ettim. ‘’Keşke’’ dedim uzun bir aradan sonra.

Bu gece yine rastladım kapının önünde. Daha öncesindeyse aklımdan ‘’Acaba buralarda mıdır yine?’’ diye geçiyordum adını. Çok daha dikkatli attım adımlarımı. Tekrar karşılaştığımızda ise sanki beni affetmiş gibi bir hali vardı. Son gördüğümdeki ifadesi yoktu yüzünde. ‘’Olur böyle şeyler, sıkma canını’’ diyordu sanki. İçim ferahladı bir nebze. Birkaç gündür buralarda oyalanıyor sanırım. Pek de yakışıklı kendisi. Derisi falan desenli, cafcaflı… Halı gibi bir şahsiyet Mümtaz.
 
Kim bilir belki yine karşılaşırız. Belki o bana teper bi’ dahaki sefere. Her şeye rağmen seni unutmayacağım Kurbağa Mümtaz. Bundan sonra nerede bi’ kurbağa görsem aklıma geleceksin. Kulaklarımda sesin olacak ‘’Iyk ıyk’’ diye. Öyle garip bir dostluğun, öyle garip bir miladı olacak sana çektiğim o şut.

H. Barış Beledin
cellde.tumblr.com

35
Düşler Limanı / ‘Yurdum’ Samurayları
« : 14 Haziran 2012, 21:54:54 »


Video: http://www.youtube.com/watch?v=qce59NucfGE

Bu videoyu sıcaklığın gölgede 7000 dereceyi geçtiği şu günlerde, bu öğleden sonra çektim. Videoda görülen samuraylarla aynı yurtta kalıyoruz ki zaten üzerinde cenk ettikleri alanda yurdun balkonu. Fakat ikisiyle de tanışmışlığım yok. Konuya dönersek, ben bu bilinçdışı davranışlarını beyinlerine güneş geçmiş olmasına bağlıyorum.  Ayrıca bu tersten samuraylarımızın ellerindeki silahlar, yüksek ihtimalle viledadan falan sökülmüş sopalar. Fakat bu işi yaparken yüzlerinden okunan ciddiyet ve ustalığı takdire şayan buldum. Özellikle de beyaz baskılı tişörtlü samuray. Şimdi de bu zorlu düello üzerine yaptığım analizi sizlerle paylaşıyorum.

00.02: Beyaz baskılı tişörtlü samurayımız artistik hareketlerle (birtakım döndürümsel, kralbenimsel devinimlerle) düelloyu başlatıyor.

00.08: Gri tişörtlü samurayımız saldırıları cılız hamlelerle atlatmaya çalışıyor.

00.15: Beyaz baskılı tişörtlü samurayımız ustalığını sopasını tek elle tutarak ve bacaklarını doğru açılarda konumlandırarak belli ediyor. Yüz ifadesi -her ne kadar seçilmesede-  tam bir özgüven timsali.

00.20: İki samurayda ataklarını kesip birbirlerini ciddiyetle tartmaya başlıyor. Bu sırada akıllarından türlü türlü hamleler planlayıp, rakiplerinin zayıf noktalarını arıyorlar. Gerçketen profesyonelce !

00.44: Ve o mükemmel hareket ! Gri tişörtlü samurayımız dededen samuray olduğunu sopasını sol eliyle tutarken sağ elini havaya kaldırmasıyla gösteriyor. Muazzam bir duruş ! Mest oluyoruz. Kelimeler kifayetsiz.

00.52: Beyaz baskılı tişörtlü samurayımız 8 saniye önceki harekete adeta nazire yaparcasına kendine özgü bir hareket sergiliyor. Girdiği bu şekli daha çok zeybek oyunlarından biliyoruz. Tam bir kültür mozaiği kendisi. Kesinlikle stil sahibi bir samuray.

1.07: Beyaz baskılı tişörtlü samurayımız düelloya dostça ve kimseye zarar vermeden noktayı koyuyor. Ama ne nokta ! Silahını öyle bir döndürüyor ki izlerken başımız dönüyor. Dengemizi kaybediyoruz. Cama pencereye tutunuyoruz düşmemek için. Bize böyle bir final şovu izlettiği için kendisine milyarlarca kez teşekkür ediyoruz.

Allah’ım sen büyüksün.

H. Barış Beledin
cellde.tumblr.com

36
Düşler Limanı / Ham Maddeler: Pisa Kulesi
« : 08 Haziran 2012, 10:56:19 »


Şu 1: ‘’Köşe gönderi’’ tamlamasındaki ‘gönder’ i açıklayın bana. Ne demek ki gönder ? Gönder ne lan ?!

Şu 2: Sabahın 3’ünde 4’ünde açık olan tek dükkân ekmek fırını burada. İçerde ustalar var üstlerinde gladyatör kostümleri… Timsah yürüyüşü yapıyorlar. Çıraklar ekmeklere çeyrek çeyrek altınlar sokuyor. Sabah ezanından 8 – 9 saat sonra öğle ezanı okunuyor. Ben mağdur, ben mağrur, ben anti – makbul.

Şu 3: Ben küçükken külahta/bardakta çekirdek satılırdı. Yine ben küçükken ‘’aşk’’ demeye utanırdım. Affet okur konudan saptım.

Şu 4: Kaç gündür burnuma tere kokusu geliyor. Bakıyorum sağıma soluma acaba yakınlarda pazar falan mı kuruldu oradan mı geliyor koku diye o da yok. Sonra buldum nereden geldiğini kokunun. Beynimden geliyormuş. Beynim tere kokuyor benim.

Şu da 5: Saat 14.40. Orta yaşlı bir manyak duruşma salonuna dalıyor. Ve diyor ki hakime ‘’Benim suçum neydi lan ?!’’ Yaka paça çıkartılıyor salondan. Sonradan anlaşılıyor ki adam son 5 senedir mahkeme mahkeme dolaşıp aynı şeyi yapıyormuş. Ben tanıyorum onu. Bir tavşan kadar içine kapanık o.

H. Barış Beledin
cellde.tumblr.com

37
Şişedeki Mısralar / Küçük Okyanus
« : 05 Haziran 2012, 18:37:19 »


Hafif dalgalı bir deniz
Renklerden lacivert, balıklardan köpek
Bir şey yükseliyor güneş değil, parlamıyor
Kavun rengi, üstünde hiçbir iz bulunmuyor
Balık dondurulmuş gibi mimiksiz, askıda
Kıyı çizilmekte tereddütlü
Gemi beliriyor, bir yelkenli mürettebatı seçemiyorum
Yemyeşil bir deniz bitkisi o da mimiksiz o da hareketsiz
Suyun altı bir tablo, suyun üstü bir video
Ben manzaraya Güneybatıdan dahilim

Turuncu saçlı bir bebek tabanından çarpıyor okyanusa
Bebek yapma, bebek gökten bırakılıyor
Boğulmuş mudur ?
Kumlar aniden birbirlerine çarpmaya başlıyor
Şiddet !
Tablo ucundan kaotik
Beyaz bulutlar sular katıştırıyor sulara
Bebeğin saçları turuncu değilmiş
Okyanus turuncuya boyanıyor

H. Barış Beledin
cellde.tumblr.com

38
Düşler Limanı / Ayak Dediğin Bacakta Olmalı
« : 03 Haziran 2012, 00:15:47 »


Sanırım ortaokula gidiyordum. 6. Sınıf olabilir. Yaz tatillerinde babamın yanında çalışmak zorunda kalıyordum. Doğru kelime zorunda bırakılmak. Türk aile yapısındaki mutlak otoritenin baskısıyla. Yani babanın. O yaşlarda bunu sorgulayamazsın. Para umrumda değildi zira 2 – 3 ayda kazanabileceğim para (Haftalık 20 milyondan) beni zengin yapmayacaktı. Yaşıtlarımdan bunu önemseyenlerin sayısı eminim ki hayli fazlaydı. Galiba onlar bu parayla (Belki biraz daha fazlasıyla. Çünkü babanızın yanında çalışıyorsanız, finansal grafiğiniz deniz seviyesinde seyreder) minimal düşlerini mümkün kılabiliyorlardı.

Sabah 8 akşam 10. Bu benim için çok anlamsızdı. O zamanlar bunu düşünmüyordum tabi ki. Bunun yerine asık bir suratla küçük kaytarışlar kovalıyordum. Babam büyük adam o ayrı. Onun da bildiği bir şeyler muhakkak vardı. Benim bazı kazanımlar edinmemi, iş öğrenmemi istiyordu. Bana elinden geldiğince yardımcı da oluyordu.

Öğle yemeklerini çoğunlukla dükkânın karşısındaki esnaf lokantasında yerdim. Borçları deftere yazdırıp babama ödetirdim. Bir gün yine bir otomobil parçası taşırken (Büyük ihtimalle. Çünkü o kadarını tam anlamıyla hatırlayamıyorum) o lokantanın önünden geçtim. Ve bugün bile üstünden yaklaşık 8 yıl geçmesine rağmen karşılaştığım o görüntüyü ve anı unutamıyorum.

Dükkânın yan tarafı bakımsız bir bahçeydi. Dut ağaçları vardı. Ve dükkâna bağlanmış bir mekân daha. Bu mekân tuvaletti yani umarım tuvalettir. Dediğim gibi dükkânın önünden geçerken kafamı sol tarafa çevirmiş bulundum ve gördüğüm şeye inanamadım. Bu bir insan ayağıydı. Kesilmişti ve neredeyse kanla kaplıydı. O an ne düşündüğümü tam bilemiyorum. Korku diyemiyorum çünkü tanımlayamıyorum. Daha çok ürperti gibi anlık bir duygu. Ve yüksek seviyede bir kaygı.

Bir süre orada donup kaldım. Acaba yanlış mı gördüm diye tekrar baktım. Yine aynı şeyi gördüm, kesik bir ayak. Sonra kendimi toparlamaya çalıştım ve dükkâna döndüm. O görüntüyü aklımdan silemiyordum. Belirli bir mantık çerçevesine de oturtamıyordum. Bir süre hiç kimseye bu durumdan söz etmedim. Yıllar alan bir süre… Şimdi flu bir şekilde hatırlıyorum;  üzerinden baya bir zaman geçtikten sonra bir arkadaşıma anlatmıştım. Tepkisini tahmin edebilirsiniz. ‘’Yanlış görmüşündür siktir et’’

Bugün 19 yaşına doğru sabit hızla seyirten bir gencim. Halen o ayağı unutamadım. Sahi ‘’ne ayaktı o ?’’

H. Barış Beledin
cellde.tumblr.com

39
Düşler Limanı / Ham Maddeler: Periskop
« : 28 Mayıs 2012, 21:47:15 »


Şu 1: Özgür yazamıyorsan kesinlikle yazma. Yoksa ne anladım ben yazıdan ?

Şu 2:
Biraz evvel ‘’evde yapılabilecek deneyler’’ şeklinde bir başlık girdim Google arama motorunun, mecazen silindir bloğuna. Arattım, araştırıyorum. Deney yapmak istiyorum. Neden mi ? Yalnızca istiyorum. Ve yakın zamanda yapacağım Allah izin verirse. Raporlarını sunarım.

Şu 3: Kitap siparişi verdim. Biri şiir, biri roman. İsimlerini vermem zira paylaşmak istemiyorum. Ama heyecanlıyım. Elime kalemi alıp okumaya başlamak ve beğendiğim cümlelerin altını çizmek için sabırsızlanıyorum. Fakat yine de bir oturuşta okuyamam. Öyle bir insan da değilim. Dolaptan gelen çığlıklarını işitmeyi alışkanlık haline getirmişim.

Şu 4:
Odada sigara içiyorum. Ve hayatımın yüzde 90’ı bu 15 metrekarelik odada geçiyor üstümden. Ve bu odayı 3 arkadaşımla daha paylaşıyorum (bazen 4). Sigara içmeyenlerden biri öksürse bir defa (oda atmosferindeki sigara dumanı etkisiyle olmasa bile), suçluluk duyuyor; vicdan azabı çekiyorum.

Şu da 5:
Yurdun hemen altında yakın olması sebebiyle sürekli gittiğim bir dönerci var. Son birkaç aydır gitmiyorum zira tavukları pişirmeden servis etmeye başlamışlardı adeta. Geçen baya bir üşendim başka yere gitmeye bir gireyim dedim. Ama tabi ki tavuk değil, et döner yemeye bu sefer. Çıraklardan biri bana bakıp ‘’Abi özlettin kendini ya, nerelerdesin ne zamandır’’ dedi.   Güldüm bende bir şey demedim. Fakat o kadar samimiyetsiz, o kadar zorlama geldi ki bu cümle bana. ‘’Hadi len’’ dedim, içimden.

H. Barış Beledin
cellde.tumblr.com

40
Düşler Limanı / Ynt: Biyolojik Gırgır
« : 27 Mayıs 2012, 02:36:13 »
Sana bir şey söyleyeyim mi gırgır? İyi yazıyorsun. Çok iyi. Üstüne bir şey söyleyemiyorum.

Hepsini okudum ama en güzeli bu. Yenileri ne zaman gelecek gırgır?

(Bir de sanırım başında bir resim var açılmıyor o )
Öncelikle çok teşekkür ederim. Bu kadar güzel bi yorumun karşılığında teşekkür çok yetersiz kalıyor. Sana jelibon falan ısmarlamak isterdim. Resme gelince şu (http://media.tumblr.com/tumblr_lzqwddsOFm1qdoqzt.jpg) gördüğün gibi konunun kıyısından geçmiyor. Koyduğun 2. soru işaretineyse ''yazdıkça ekliyorum'' cevabını veriyorum.

Değerli yazarımız / şairimiz zçaiqü;

Tüm yazılarını yakından takip ediyorum. Onlara daha önce yorum yapmamış olmam, onları okumadığımı düşündürtmesin sana. Söylediğin çoğu şeye katılıyorum, yaptığın ironilere sürekli mükemmel gözüyle bakıyorum. Bazen hiçbir anlam ifade etmiyormuş gibi görünen bir yazında, kendimi bulabiliyorum. Yorum yapmaya gerek bile kalmıyor.

Rom vermeyi çoğu kez düşündüm, lakin rom uygulamasının eskisi kadar önemi kalmadığını bildiğimden, bunu da saçma buldum. Yine de ayıp olmasın, söyleyeyim; farklı, hoş, güzel yazıyorsun. Yazdıklarında haklı olduğunu söylemezsem, büyük haksızlık etmiş olurum.

Raisor, Galaxie için yazdıklarım senin içinde geçerli, sana da jelibon ısmarlamak isterdim. Tekrar teşekkürler.

41
Düşler Limanı / Ynt: Yalanmış Zarflar
« : 24 Mayıs 2012, 16:19:08 »
Yazarın burada üstün bir yetenek sergilediğini düşünmüyorum. Basit bir kelime oyunundan yola çıkılarak yazılmış, kısa bir öykümsü.

- Yazarken kesinlikle edebi bir zevk aldım.

(Baal Adramelech yorumun için teşekkür ederim.)

42
Düşler Limanı / Ynt: Kavram Pornoları
« : 21 Mayıs 2012, 21:35:04 »
Teşekkürler.

43
Düşler Limanı / Yalanmış Zarflar
« : 21 Mayıs 2012, 21:24:10 »


Zamanın birinde, yüz bin sekiz metrelik bir şato inşa edilmeye başlanmış.  İnşa fikri tamamen spontane gelişmiş. Yapı malzemesi olaraksa mektup zarfı kullanılmış.

Zarfların üçte ikisi yalanmamış.

Şatonun yapımı tam altı buçuk saat sürmüş. Emeği geçen işçiler ölmüş, objeler gözden düşmüş. Ama nihayet şato tamamlanmış. Herkes o şatoya kimin yerleşeceğini çok merak ediyormuş. Aradan yıllar yıllar geçmiş ama o şatoya kimse yerleşmemiş.

Zarfların hepsi yalanmış.

H. Barış Beledin
cellde.tumblr.com

44
Düşler Limanı / Kavram Pornoları
« : 17 Mayıs 2012, 23:23:09 »


Ülkemde birçok güzide kavrama yapıldığı gibi milliyetçilik kavramının da ağzına sıçıldı. Kendi kendimle konuştuğum, tartıştığım zamanlarda milliyetçi olduğumu söylemekte çekindiğimi fark ettim. Bu sadece içimde de kalmıyor eminim. Diğer gelişkin organizmalarla iletişime geçtiğimde de milliyetçi olduğumu söylemekte tereddüt edeceğim.

Peki neden ? Söyleyim. Günümüzde milliyetçi olduğunu söyleyen insanlara faşist, ırkçı gözüyle bakılmaya başlandı. Diğer bir ihtimalle de ülkücü. Halbuki milliyetçilik, inkılap derslerinden öğrendiğim kadarıyla Atatürk ilkelerinden biri ve ‘din ve ırk ayrımı gözetmeksizin, ulus tanımını dil, kültür ve siyasi birliktelik gibi değerlere dayandıran milliyetperverlik anlayışıdır.‘

Ben herhangi bir görüşe ya da ideolojiye bağlanmaktan nefret eden biriyim. Ama milletimi sevmediğimde söylenemez. Gerçi bazen çok sinirlenip ‘’ulan keşke’’ dediğim oluyor ama neyse artık. Toplum olarak, hatta dünya olarak ayar sorunu yaşıyoruz. Bu kavram pornoları da işte hep bu sorunun yansımaları. Daha bu milliyetçiliğin dışında, çok çok belirgin ve beni rahatsız eden örnekler de mevcut.

Milliyetçilik, ister sev ister sevme ama gerekli bir düşüncedir. Zira o toplumu kendi içinde birleştiren bir güç teşkil eder. Bunun olmadığı bir koşulda, tüm gezegene karşı bir gol daha yemiş olacağız. Fakat tekrar ediyorum. Bahsettiğim kavram 9 – 10 cümle önceki tanımda verilen Atatürk ilkesidir.

Son olarak, aranızda çok seveceğim insanlar olduğundan eminim.

H. Barış Beledin
cellde.tumblr.com

45
Düşler Limanı / O’ na ∞ Var
« : 15 Mayıs 2012, 19:11:05 »


4’ e çeyrek var. Şekil bilgisi dersindeyim. İçimden ayağa kalkıp ‘’This is Sparta !’’ diye bağırmak geliyor. Yarım saat önce yağmur başlamıştı şimdiyse güneş. Sayın Hocam kip diyor, paradigma diyor, top atışı yapalım diyor ? Çabucak yurda gidip Call of Duty oynamak istiyorum. Sayın Hocam demin Melih Cevdet’ten bir dize deyiverdi. Hah dedim göle gelecez yine. Zira kafamı yeni yeni toparlamaktayım. İlla birileri bi’ şeyler hatırlatmak zorunda.

4’ e 10 var. Sayın Hocam hala kip diyor, damgacık diyor, zero morfem diyor. Pencereden bakıyorum. Kampüste artist artist oğlanlar, artist artist kızlar dolanıyor. Sınıftaysa 7 beşer kafasını masaya indirgemiş. 6’ya düştü. ‘’Anlam kayması olmuş… Kardeşim işte anlam kayması değil !’’ diyor Sayın Hocam.

4’ e 5 var. Ezelden beri açım. Yaklaşık bir saat önce tükettiğim (‘’Yav nereye kayıyor zaman ! Kaymaz bi’ yere zaman !’’) iki bisküvi ve bir bardak çayla duruyorum. Onlarda beleşe geldi. Sabah kahvaltım sigara ve bir bardak nescafe’ydi. Nescafe fındıklıydı. Bu klasiktir. Neyse 3 buçuğa düştü indirgenmiş kafa sayısı. Kaldırıyorlar indiriyorlar. Yapmayın böyle şeyler ! İstikrara muazzam önem veriyor Ömer Üründül ve birtakım elzem (!) meslek erbapları.

4’ü geçiyor. ‘’Kapı kolu’’ örneği basitliğinde örnekleri benimseyemiyorum aksi durumdaysa konuyu anlayamıyorum. ‘’Gençler sıkıldınız mı ?’’ Önümde bir kız otuyor. Kafasında New York, Paris falan yazıyor. Geçen haftada Taksim, Ümraniye falan yazıyordu.

5’ 54 var. ‘’Yarın Ankara’ya geldi ?’’… Al sana ultra komplike bir örnek daha. Sayın Hocam kendini geçmişte konumlandırıyormuş. Bende kendimi geçmişte konumlandırıyorum ister istemez. Bu da benim ağzıma (..), ağzımı bozuyor genelde. ‘’Benim bu seneki şampiyonum Fenerbahçe. Bunu bir Galatasaraylı olarak söylüyorum.’’ diyor Sayın Hocam. Sanırım yorucu bir günün ardından beyin mıncıklanması geçiriyor.

5’ e 45, 6’ ya 105, 7’ye 165 ve 8’e 225 var. Derdime derman yok.

H. Barış Beledin
cellde.tumblr.com

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 6