Meşaleler sık aralıklarla ve düzenli olarak yerleştirilmişti ama içerisi hala çok karanlıktı. Mağara oldukça büyük olmalı diye düşündü Ghia. Karanlıkta bir süre yürüdükten sonra, ileriye doğru baktığında karanlığın içinde parıldayan ışığı gördü. Yerden yukarıya doğru gelen ışık mağaranın tavanını aydınlatıyordu. Ghia yanında Asaeb'le birlikte ışığa doğru yürümeye devam etti. Işığın kaynağı madencileri taşıyan basit bir asansördü. Asansörün bulunduğu boşluğa gelince Asaeb, aşağıya doğru eğilerek:
- Dridu, gönder asansörü! diye bağırdı.
Kısa bir süre sonra mekanik bir ses ve hareket eden zincirlerin sesi duyuldu. Ghia'nın beklediğinden daha uzun sürdü asansörün gelmesi. Asansöre bindiklerinde Asaeb tekrar seslendi ve asansör ters yönde çalışmaya başladı. Artık aşağıya doğru iniyorlardı, asansörün gelmesi uzun sürmüştü çünkü mesafe oldukça uzundu. Ghia daha öncede bir çok maden görmüştü ama bu maden onlarla kıyaslanmayacak kadar büyüktü. Asansör sert bir şekilde durdu.
Asansörün kol gücüyle çalıştığını gören Ghia şaşırmıştı, Dridu denilen adam neredeyse Ghia'nın iki katı uzunlukta ve bir o kadarda iriydi. Zincirlerin sarılı olduğu düzeni bir manivelayla yukarı aşağı hareket ettiriyordu tek başına.
Madenin bu kısmı daha aşağıda olmasına rağmen daha aydınlıktı, uzun bir koridora sağlı sollu iki küçük koridor daha açılmıştı. Ghia ve Asaeb koridorun sonuna kadar yürüdü, Asaeb durdu ve eliyle sol taraftaki yeri gösterdi:
- İşte burada çalışacaksın Ghia. Şanslıysan belki bir altın damarına denk gelirsin.
Ghia'nın kulağı ondaydı ama gözleri koridorun sağında yer alan koridordaki mavi parıltılardaydı. Ona bakmadığını fark eden Asaeb'de Ghia'nın baktığı yere doğru dönerek:
- Biz ona züğürt elmas'ı deriz, bu madende çıkardığımız herşeyden pay alırız ama şu boktan mavi taşlara dokunmamız yasaktır. Bu madendeki tek kural da budur.
- Dokunmanız bile yasaksa, kim onları çıkarıp arabaya yükledi?, dedi ve eliyle tahta vagona yüklenmiş taşları gösterdi Ghia.
- Sampra'dan gelen on, on beş kişilik askerden bozma bir madenci tayfası var. Sadece onlar çıkarır bu taşları. Zaten beş para etmeyen değersiz taşlar, sen altın bulmaya bak, onlarla erzak alamazsın, diyerek Ghia'yı diğer tarafa döndürdü ve önden giderek kazmaya başladı.
Ghia bir süre kazdıktan sonra, durdu ve kendi kendine güldü. Asaeb, Ghia'ya dönerek niye güldüğünü anlamaya çalıştı. Ghia bir anda ciddileşerek:
- Komik olan inançlar Asaeb, insanların inançları. Sizin burada züğürt elmas'ı dediğiniz taşlar kuzeyde kutsal sayılır. Kuzey halkları "kadim gözyaşı" der bu taşlara.
- Kadim gözyaşı mı? Züğürt elmas'ı daha güzel bir isim değilmi, dedi ve gülerek kazmaya devam etti Asaeb.
- İo cennetten kovulup yeryüzüne sürgün edildiğinde, eşi Are için her gece yıldızlara bakıp ağlarmış. Are'yi bulana dek kadim gözyaşlarının düştüğü her yerde mavi kristaller oluşmuş. Kuzeyliler için bu yüzden çok değerlidir mavi taşlar, bu çok eski bir inanç. Bakeanlıktan çok daha eski ve köklü.
- Tanrı İo'yu tekrar cennetine kabul etsin.
Her tarafta kazma sesleri yükseliyor, ter ve toprak kokusu birbirine karışıyordu. Ghia altının neden bu kadar değerli olduğunu düşündü; ne yenilebilir, ne içilebilirdi, insan için hayati bir şey değildi. Ama değerliydi aslında değeri olmayan bir maddeye insan bir anlam yüklemiş ve onu yüceltmişti. O kadar yücelmiştiki artık insan ona sahip olamazdı, o insana sahip olurdu.
Ghia biraz mola vermek hemde madeni keşfetmek için kazmasını yere bıraktı ve yürümeye başladı. Zamanında köle olan insanlar artık Bake sayesinde özgürlerdi, özgürce sabahtan akşama durmadan çalışıyor ve ellerindeki nasırlar patlayana kadar kazma sallıyorlardı. Hepsi kötü kalpli efendilerinden kurtulmuştu belki ama yeni bir efendinin, altının kölesi olmuşlardı:
- Özgür köleler, dedi Ghia kendi kendine hafifçe fısıldayarak ve gülümsedi.
Tüm bunları düşünürken, arkasına baktığında nerede olduğunu bir an kestiremedi. Sanki etraf daha karanlık ve boğucuydu. Bir ses duyduğunu düşünerek tekrar arkasına döndüğünde, siyah bir gölgenin üzerine doğru geldiğini gördü. Ghia korkmuştu ama ne yapacağını da bilmiyordu. Korkusunu belli etmemesi gerektiğini düşündü. Ama Gölge daha da yaklaşmıştı, Ghia daha dikkatli baktığında gölgenin aslında yüzü parçalanmış bir insan olduğunu fark etti. Kaçmak için hamle yaptığında dengesini kaybederek yere düştü, ayağa kalkamadan ayaklarıyla kendini uzaklaştırmak için çırpınıyordu ama bir adım bile uzaklaşamamıştı.
- İyi misin? diye seslendi yüzü parçalanmış karanlık gölge
- Arkadaşım iyi misin?
Ses, Ghia'yı kendine getirmişti. Artık daha da yakınında olan adama tekrar baktığında onun bir Bakean askeri olduğunu gördü, üstelik yüzü de şimdi normal görünüyordu. Bunun şaşkınlığını yaşarken adamın uzattığı elinden güç alarak ayağa kalktı. Asker gülen bir ifadeyle...
- Bu taraftaki madenlere girmenizin yasak olduğunu sana söylemediler sanırım. Sen şu yeni madenci olmalısın Velian senden söz etmişti. Adım Marean, keşif ekibindenim.
- Hiç farkında değilim, biraz mola vermek istemiştim bir anda kendimi buralarda buldum.
- Senin evcil bir kartalın olduğunu duydum doğrumu?
- Akina, evet.
- Sormak istediğim şeyler var sana, bende küçükken bir atmaca yakalamıştım ama şimdi bulabilirsem bir kartal satın almak istiyorum. Güneydeki şehirlerde pazarlarda satıldıklarını duymuştum. Akşama istersen kulübelerin ordaki küçük handa oturabiliriz, birşeyler içeriz hemde kartallardan konuşuruz.
Bu fikir Ghia'nın hoşuna gitmişti, Marean oldukça saygılı ve akıllı bir gence benziyordu. Ghia Marean'ın yanından ayrılarak tekrar hala kazma sallayan Asaeb'in yanına döndü. Ghia'yı fark eden Asaeb istifini hiç bozmadan azimle kazma sallamaya devam ediyordu:
- Böyle bir hafta çalışsan bile, bir somun ekmek alamazsın daha gayretli olmalısın gezgin...
Ghia bir şey söylemedi ve kazmasını eline alarak yavaşca kazmaya başladı. Zamanında simyaya merak sarmış ve genç yaşlarında taşları altına dönüştürmeye uğraşmıştı. Yaşı ilerleyince altının ve insanların değer verdiği diğer şeylerin insana mutluluk vermediğini anlamış ve kendini doğaya adamıştı.
Ghia'nın kazdığı yerde küçük bir parıltıyı fark etti, kazmayı tekrar aynı yere salladığında parıltının kaynağı daha da ortaya çıkmıştı. Bu orta büyüklükte bir altın yumrusuydu, önündeki küçük altın tozlarını topraktan ayırmaya çalışan Asaeb, Ghia'nın elindeki altını görünce hem şaşırmış hemde içinden söylenmişti. Bunu farkeden Ghia:
- Şanslıyım, bunla küçük bir oğlak sürüsü alıp yanına da bir kulübe yapabilirim...
- Şanslısın gezgin! diyerek somurtup kazmaya devam etti Asaeb.
Akşam olunca, madenin biraz aşağısındaki kulübelere gitmek için ellerindeki işleri bıraktılar. Madende çalışan ve evi olmayan madencilerle birlikte Sampra'dan gelen madenciler burada kalıyordu. Obeth'e saldıran askerlerde dönüş yolunda mola vermişlerdi ve bir süredir buradaydılar. Obeth katliamı sonrası bir intikam saldırısı olabileceğini öngörerek, yakında Sampra'ya gidecek kafilenin güvenliğini sağlayacaklardı dönüş yolunda.
Ghia, Marean'ın bahsettiği hana girince, tüm masaların dolu olduğunu gördü ve tam dışarıya çıkarken kapıda Marean'a rastladı:
- Bende seni arıyordum Ghia, Akina nerede...
Ghia ıslık çalarak Akinayı çağırdı, ıslığa tiz çığlığıyla karşılık veren Akina zıpkın gibi inişe geçerek Ghia'nın uzattığı koluna kondu.
- Bu gerçekten müthiş bir kartal, çok şanslısın...
Hanın ilerisinde Bakean askerlerinin kampının hemen yanında bir kayanın üzerinde oturdular. Marean yanında bir şişe Da ( Da: Bir çeşit meyve şarabı) getirmişti. Hem sohbet ediyorlar hemde şarap içiyorlardı. Marean, Akina'ya dokunmak için elini uzattığında Akina ona öyle keskin bir bakış fırlattı ki Marean'ın eli havada kaldı. Ghia bir kahkaha patlattı ve Da şişesini kafasına dikledi.
Bu sırada karanlığın içinde dürbünüyle biri onları izliyordu. Ama dürbünle bakan kişinin aradığı şey onlar değildi.
- Altmış kadar Bakean askeri var birde madenciler, hatta bir tane de kartal...
- Altmış demek, oldukça az sayıdalar... bu arada bir dürbünün olduğunu bilmiyordum Ghoul...
- Bende şu tuttsak Bakean'dan araklayana kadar bilmiyordum.
- Sürüden ayrılırsa başına bunların geleceğini bilmeliydi saftirik Bakean...
- Kimse bu kadar hızlı bir şekilde bu olaylardan haberimiz olacağını ve buralara kadar geleceğimizi bilemezdi, ama Bakeanların Sampradan yola çıkan askerlerini duyduğumda Obeth'te yapacakları şeyler aklımın ucundan bile geçmezdi. Keşke biraz daha önceden yola çıksaydık. Nure Sufi olanları öğrenince çok sinirlenecek...
- Baksana adamların keyfi yerinde içip eğleniyorlar. Bake'nin en büyük hatası fahişeliği yasaklaması oldu bence, bu kadar adam birbirini mi becerecek şimdi, diyerek kahkaha attı.
- Zevzekliği bırak istersen Sille!
Gizlendikleri yerden yavaşca geri çekildiler ve karanlıkta kayboldular.
Terkedilmiş bir madende bekleyen yüze yakın asker vardı, sarp kayalığın önünde Ghoul ve Sille görününce Aza Sael yerinden doğruldu ve onlara doğru yürüdü. Ghoul:
- Efendim altmış civarı asker var, birde madenciler...
- Altmışmı, verdikleri kayıpları düşünürsek yetmiş, yetmiş beş tane askerlemi Obeth'e saldırdı bunlar? İyice baktınız mı?
- Her tarafı gözetledim dürbünle, zaten biliyorsunuz Obeth'in etkin bir savunması yoktu. Bu kadar asker yeterli olmuş olabilir.
- Yine de saçma geliyor...
Ay ışığının aydınlattığı sarp kayalıklardan ilk önce bir yayın gerilme sesi duyuldu, okun hedefindekilerin duyamıyacağı ama kudretli Akina'nın duyabileceği bir sesti bu. Bir anda yaydan fırlayan ok hedefine doğru yol almaya başlamıştı. Eğer Ghia madende gitmemesi gereken o yere gitmeseydi ya da han'da boş bir masa olsaydı; bu ok zavallı Marean'ın sağ şakağına saplanıp onu öldürmeyecekti. Marean'ın elinden düşen şarap şişesinin kırılan parçaları havada savrulurken, gökyüzündeki onlarca alevli ok geceyi aydınlatıyordu.