Mukan gerçekten yaratıp yaratamadığından emin olabilmek için bir kez daha denedi. Bir sandalyeyi düşledi ve olmasını istedi. Sandalye önündeydi. Mukan “Burası gittikçe güzelleşmeye başlıyor.” Dedi büyük bir sevinçle. Her şeyi istediği gibi yapabilecekti. İnsanlar olmadan…
Sonra yeniden yeri incelemeye başladı. Anladı ki yer odasında bayıldığı yerin yapısındaydı. Tam üstünde bulunduğu halının parçası sonsuza kadar uzanıyor ve tekrar ediyordu. “Uyanırken odamda yerde uyanmayı beklediğimden dolayı var olmuş olmalı” diye düşündü. “Şimdi işin eğlenceli kısmına geçelim” dedi gülerek. Yaratabilseydim ilk olarak ne yaratırdım diye düşünmeye başladı. Cevabı basitti. Okuduğu kitaplardan etkilenerek bir ejderha düşledi. Masmavi pulları olan ve onunla konuşabilen… Üstüne binip uçabileceği bir ejderha düşledi. Gözlerini açtığında ejderha tüm haşmetiyle önünde duruyordu. Mukan sevinçten deliye dönecekti. Benim ejderham dedi. Ejderha ona doğru bakıyordu. Zihinsel bağlantıyla ona “Merhaba Mukan” dedi ejderha. Mukan bu zihinsel iletiye “Merhaba hayallerimin en yücesi ejderha” diyerek cevap verdi. “Şimdi sana bir isim bulmalıyım.” Diye devam etti. “Her isim kabulümdür” dedi ejderha. Kanatlarını kaldırıp gerindi. Bu hareketle bir kediye benzemişti. Mukan her şeyi önceden belirlemişti zaten. Okuduğu kitaplarda geçen en beğendiği ejderha ismini verdi ona: “Hirador”. Ejderha bu ismi beğenmişe benziyordu.
“Bir tur atma ne dersin Hirador?” . “Tabii ki olur.” Dedi Hirador. “Ama önce sana bir eğer yaratmam gerekiyor. Eragon’un Saphira’ya eğersiz bindiği bölümü hatırladı. Eragon’un bacaklarındaki deriler yüzülmüştü. Öyle bir durumla karşılaşmak istemiyordu. Gerçi o gizemli ses hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını söylemişti. Ama ona güvenemezdi. Hirador’un üzerinde bir eğer düşledi. Eğer Hirador’un sırtında beliriverdi. Altın işlemeli göz alıcı bir eğerdi bu. Mukan eğerden aşağıya inen halat merdiven ejderhasının üzerine çıktı. Altın işlemeli rahat eğerin üstüne yerleşti. Çok heyecanlıydı. “Haydi uçalım Hirador!” diye bağırdı. Hirador kanatlarını çırpmaya başlamıştı. Her kanat çırpışında biraz daha yükseliyordu. Mukan uçtuklarını biliyordu ama bunu anlamak zordu. Gökyüzü diye bir şey yoktu ve yer hep aynı şekildeydi. Sonra gökyüzü yaratmak gerektiğini düşündü. Yaratacaktı ama kendine yaraşır şekilde… Doctor Who izlemenin sonucu olarak Gallifrey Gezegeninin gökyüzü gibi turuncu renkte bir gökyüzü yarattı. Kırmızı gökyüzüne mavi bulutlar yerleştirdi. Böyle çok daha iyiydi. Yanlarından geçip giden bulutlara dokunuyordu Mukan. Bu garip bir histi. Yere baktı ve yerin ne kadar uzakta olduğunu gördü. Bu muhteşem bir şeydi.
Ne kadar uçtuklarını bilmiyordu. Belki saatlerce uçmuşlardı ve belki de günlerce. Zaman kavramı yoktu burada. Sonunda yere indiler. Mukan bir şeyi merak ediyordu. “Burada olduğum sürece benim hiçbir şeye ihtiyacım yok. Peki senin herhangi bir ihtiyacın var mı Hirador?” diye sordu. Hirador başını eğdi ve Mukan’a yakınlaştı. “Beni yaratırken dünyada okuduğun kitaplarda ejderhalar gibi düşledin. Evet, benim ihtiyaçlarım var. Her Ejderhanın neye gereksinimi varsa benimde var.” Dedi Hirador. Mukan “Anlıyorum.” Dedi ve etini yiyebileceği bir yaratık yarattı. Sonra oturup Hirador’un yaratığı parçalayarak yemesini izledi. İzlerken düşüncelere daldı. “Burada yarattıklarımın hiçbiri diğer evrenlerde olmayacak. Bu da dünyadaki her şeyin istenmeyenlerle dolu olduğunun bir kanıtıydı. Zira eğer istenselerdi dünyada olmazlardı.” Diye düşündü. Burada hayatını yaşayacaktı. Her istediğini yapabilecekti. O tanrıdan bir damla su istemişti ama tanrı ona okyanusu vermişti. Ne kadar şükretse azdı. Ama kendisinin tarı olabileceğini düşünmeden de edemiyordu.
Hirador yemeğini bitirdi. “Ben uyumalıyım.” Dedi. Mukan “Uyuyabilirsin” dedi ve ayağa kalktı. O uyurken Mukan yaratmaya devam edecekti. Güzel olduğunu düşündüğü her şeyi yaratacaktı. İnsanlaraysa en kötüleri kalacaktı. Onlar bunu hak etmişti.