Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Amras Ringeril

Sayfa: [1] 2 3 ... 10
1
Oyunlar / E-Spor, E-Spor Federasyonu ve Olimpiyatlarda E-Spor
« : 21 Haziran 2015, 00:35:59 »
Evet arkadaşlar sıkça tartışılan bir konudur e-spor ve e-spor aktiviteleri. Bunların resmileşmesi üzerine forum ahalisinin düşünceleri nedir merak ettim.

Ben kişisel olarak e-sporun bir federasyonu olmasına ve resmileşmesine karşı değilim. Ancak olimpiyatlar gibi köklü bir etkinlikte yeri olmadığını düşünüyorum. Sizin düşünceleriniz nelerdir?

2
Aylık Öykü Seçkisi / Seçkide Altmış Birinci Ay
« : 27 Temmuz 2014, 22:50:34 »

          “Jüpiter’in şimşekleri,
          Göklerdeki o korkunç gümbürtülerin habercileri bile,
          O denli etkili, gözleri şaşı edercesine seri olamazdı.
          Alevler, kükürtlü gümbürtü ve çatırtılar
          Ulu Neptün’ü kuşatmıştı; küstah dalgaları titreşiyor,
          O müthiş üçlü zıpkını sarsılıyordu.
          Her şey tutuşunca, gemiciler haricinde herkes,
          Kendini köpüren tuzlu suya atıp tekneyi terk etti.”


17. Yüzyıl’da Shakespeare, cin dostu Ariel’den böyle alıntılamıştı Fırtına’yı. Şimdi sıra bizde! Gök gürültüsü ve bitmek bilmez yağmurlar, rüzgarlar, gözün gözü görmediği, kulağın dudağı işitmediği günler ne maceralara gebeydi öyle! Hiç bilmediğiniz, beklemediğiniz kapı bir anda açılır, sizi o korku dolu doğadan bir anda odunların hışırtıyla yandığı, artık gümbürtülerin bulanıklaştığı, sıcak bir kap çorbanın masanızda durduğu gizemli bir eve buyur eder. Ve o evde başınıza neler mi gelir? Bunlara dâir tüm fikirleri, Kayıp Rıhtım’ın 61. Seçkisinde yazarlarımız bizlere açıkgönüllülükle sundular.

Bu yaz sıcaklarında yer yer ferahlamak için, yer yer ise bu güzel havaları mahveden olmadık anlarda bizi sokakta sığınak aramaya mecbur bırakan yağmurlara lanet okumak için; buyrun öyküleri okumaya!

Fırtınaların gizemli dilini bize resmeden sanatçımız Leyla Özlüoğlu’nun fevkalade görseli ile Öykü Seçkimiz duraksamadan devam ediyor.

“Rüyalar’ın yapıldığı maddeden yapılmayız biz ve uykuyla çevrilidir küçücük hayatımız.”
– William Shakespeare, Fırtına.

     - Gulyabani’nin Asası – 2 adlı öyküsü ile Adil Öztürk

     - Kaos Günü adlı öyküsü ile Cevdet Denizaltı

     - Miras adlı öyküsü ile Didem Sayat

     - Meczup adlı öyküsü ile Hacı İmrağ

     - Öncesi Sessizlik adlı öyküsü ile Mete Güner

     - Meleran Hikâyeleri: Karanlık Fırtınalar adlı öyküsü ile Mustafa Ercan Ergür

     - Yazmak ve Okumak adlı öyküsü ile Nursena Ataseven

     - Yelkovan: Başlangıç ve Cazuların Fırtınası adlı öyküsü ile Seçkin Sarpkaya

     - Karanlık Günler 3 – Kusursuz Denge adlı öyküsü ile Sefa Tursun

     - Maske adlı öyküsü ile Suat Vural

     - Yapaydünya Federasyonu – Siyahlı Adamın Odası adlı öyküsü ile Ufuk Ali Kaftanlı

     - Değirmen adlı öyküsü ile Yavuz Güneş

Gelecek ay temamız, unutmamak ve unutturmamak üzerine olsun dedik. Saygı duruşumuzu, öfkemizi ve hüznümüzü durmadan yaşamak ve 301’i anmak adına “MADEN” olarak belirledik. Maden temalı öykülerinizi her zaman olduğu gibi oykuseckisi@gmail.com adresine yollayabilirsiniz.

Keyifli okumalar.
Özgürcan “Amras Ringeril” Uzunyaşa

3
Düşler Limanı / Gözlerindeki Huzur Maddesi
« : 18 Temmuz 2013, 22:29:53 »
Gözlerindeki Huzur Maddesi

“Burada huzur yok abla,” dedim. Tepki vermedi. Göremediğim gözlerini gözkapakları saklamamıştı. Yanıbaşımızdaki ateşin titrekliği vardı dikkatini çeken. Yüzümü çevirsem bir parça köz için bu gözlerden kaçmış olacaktım.

“Sürekli bir işlilik hâli hakim. İçimde kalkmak bilmeyen bir rahatsızlık sisi var.”

Başını bana çevirdi. Söyleyecek sözü yoktu. Beni anlamasını, hissettiklerimi paylaşmasını isterdim. Ya da... İster miydim ki? İçinin sürekli kıvılcımlarla dolu olmasını, oradan oraya zıplayıp onu da oradan oraya taşımasını... Şuracıkta bir zerdüşt oluversem! Ateşin önüne kapanıp ağlasam; adaklarım niyetine aksa gözyaşlarım. Sonra bir ateş usulca sokulsa onun yanına, alıverse onu içine de sıcacık, huzur dolu uyusa. Yolun buradan sonra biz yolcuların içini ısıtarak devam ederdi.

Öyleydi ya!

Buydu!

“Ne yapacaksın o zaman?” diye sordu. Kendinden uzaklaşmamıştı. Saf bir çocuktu sanki. Yatağında akan bir dere görse, tamam! Yanındaki ağaca yaslanır, gözlerini uzaklara dikerdi. Uzaklar bayram ederken fısıldardı;

“Ah, ne de güzel!” sonra da susardı.

Gözlerinin içine daha çok eğildim. Ellerimi şöylece İsa’ya dua eder gibi birleştirdim.

“N’olur izin ver,” dedim.

Bir iç çekti. Önce tüm alevi, sonra havayı, ardı sıra cümle yıldızları içine çekti. Nefesini verdiğinde akan zaman yeniden içimden geçti. Yıldızları bırakmamış olsa gerek gözleri; ışıl ışıldı.

“Biliyorsun,” dedi, “Çok yaş farkımız var.”

“Olsun,” dedim.

“Ama erken öleceksin.”

Ayağa kalktım. Etrafımı sarmış çadırların çoğundan yukarıdaydım. Altımdaki nefesleri, titremeleri, terlemiş sırtlardaki elleri hissettim. Tanrı olasım geldi. Yoktum orada. Bir baş dönmesiyle her şey değişecekti. Kül olacaktım. Yeniden. Çok acı çekecektim ya, olsun. Bitecekti her şey.

“Ne kadar kaldığını düşünüyorsun zaten?” dedim, “şuracıkta yanan ateş bile bir iki saat içinde sönecek. Sonra ne olacak? Üstüne bir kova su atacaklar! Oysa iki saat önceyi hatırla. Ne de şenlikliydi. Merasim olmuştu. Neredeyse hayatımızı borçlanacaktık alevlere. Öyle güçlü ve sarmalayıcıydı ki, o olmadan nasıl yaşarız bilmiyorduk!”

“Ne yapmam gerek?” diye sordu.

Cevapladım:

“Yalnızca bana bak.”

Gözlerimin içine baktı. Ben de ona baktım. Bir rüzgâr esti sanki. Ateşten, ince bir tül geçti aramızdan. Çadırların hışırtıları kapladı geceyi.

Ellerimi kavuşturdum, gözlerimi kapattım. Kendimi hazırladım ve bacaklarımın desteğiyle gökyüzüne sıçradım. Süzüldüm, süzüldüm. Önce dua eder ellerimin parmakları değdi gözbebeğine. Beklemeden vücudumun geri kalanıyla balıklama dalışımı tamamladım. Keskin nefes seslerini duydum en son. Sonrası önce karanlık.
Her şey burada son bulmuyor.

Biraz yüzdüm. Yüzdükçe her kulacımda bedenimden başlayarak birer parça döküldü. Gözyaşında çözündü, yok oldu. Her yok oluşla biraz daha yavaşladım. Huzursuzluk kırıntıları, çocukluğun utanç verici şeytanlıkları gibi geride kaldı. Durma vakti geldiğinde, arkamı döndüm.

Ağır ağır kapanıp açılan, devasa bir perde görüşe canlılık katıyordu. Vücudumun son buluşunu hissettim.

“Nasılsın?” diye sordu. Karşımda çadırlar ve kamp ateşinden başka bir şey yoktu. Ancak oydu. Biliyordum. Sesi boğuktu; ama her yerdeydi. Sanki ben de her yerdeydim, sesinde bile ben vardım.

“Burada huzur var,” dedim.

“Sevindim,” dedi.

“Teşekkür ederim abla,” dedim. Güldü.

“Artık bana abla demene gerek yok,” diye cevapladı.

Ağzımı açtım, çıtım çıkmadı. Gözlerindeki huzur maddesi gözeneklerimden hücum etti. Parça parça ayrıldım. Küllere değil, tuzlara, kana, gözlere karıştım.

Ateşe bir çift el uzandı. Birbirlerini nazikçe okşayıp sarıldılar. Parmağındaki yüzük parladı. Gözlerimi kapattım.
Isındım.
Kısa sürdü.
Burada huzur vardı.

4
Aylık Öykü Seçkisi / Seçkide Kırk Yedinci Ay
« : 15 Mayıs 2013, 01:16:36 »

Her şey hapsedilir. Hayvanlar, insanlar, cümle canlılar ve cansızlar. Hapsedilmesi mümkün olmayan tek bir şey vardır; zaman. İnsanoğlu bu en büyük düşmanına karşı çaresizce bir savaş vermektedir. Elinde bulunan hiçbir güç, zamanı yenmeye yetmeyecektir. İnsan, bu çaresizlik içinde, zamanı tanımlayan yalnızca bir silah icat edebilmiştir; SAAT.

Aylık Öykü Seçkisi, Kırk Yedinci Ay’ında, zamanın efendilerini irdeliyor. Her gün, her yanımızı sarmış bu küçük-büyük koruyucularımızı mercek altına alan tam YİRMİ öykü sunuyoruz sizlere.

Bu ayın görselini, A. Gökhan Gültekin hazırladı. Kendisini, M. İhsan Tatari’nin yazdığı Yemin ve Öç adlı kitabımızın kapak tasarımından da hatırlıyoruz. Bu güzel ve özenli çizimi için bir kez daha kendisine teşekkür ederiz!

İşte sizlere, zamanın ritmini tutan yirmi öykü:

  - Kayıp Ruhların Rıhtımı adlı öyküsü ile Adil Öztürk

     - Taksidermist adlı öyküsü ile Alperen Akbaba

     - Korkulukların Üzerinden Aşağıya adlı öyküsü ile Bahri Doğukan Şahin

     - Ölüler Ülkesinden Hikayeler – 2 // Zamanın Kumları adlı öyküsü ile Barış Erdoğan

     - Beş Dakika Daha adlı öyküsü ile Berk Göbekcioğlu
   
     - Zamanı Göstermek Hünerli Bir İştir adlı öyküsü ile Ceyhun Özçelik

     - Köstekli Saat adlı öyküsü ile Cevdet Denizaltı

     - Kum Saati adlı öyküsü ile Emre Sümer
   
     - Saati Gelen Saat adlı öyküsü ile Erdal Gencer
   
     - On Buçuk adlı öyküsü ile Gökcan Şahin

     - 6′ya 5 Kala adlı öyküsü ile Gökten Çağrı Aktan

     - Zamanın Ruhu adlı öyküsü ile Hacı İmrağ

     - Küçük Bade Saatleri Çok Seviyordu adlı öyküsü ile Hazal Claire Biçare

     - Dördüncü Ulu adlı öyküsü ile Hilal Fidan

     - Eski Dostlar adlı öyküsü ile M. İhsan Tatari
   
     - Uperna adlı öyküsü ile Mediha Anlamaz

     - Saatlerin Ölümü adlı öyküsü ile Mümin Can

     - Sonsuzun Gücü Adına adlı öyküsü ile Nafican Güner

     - Üç Maymun ya da İnebahtı Zaman Patladı adlı öyküsü ile Onur Altan

     - Dört Güruhun Rastlantısal Kesişimi adlı öyküsü ile Taha Sancar Çalışkan

Gelecek ay, saatin tiktakları bir kez daha şaşkınlık uyandırıcı bir noktada duracak. Tam Kırk Sekiz ay, yani DÖRT YIL geçtiğini öğreneceğiz. Seçkimizin dördüncü yılı olması sebebiyle, Haziran Ayı için özel bir projemiz var siz okurlarımıza! Bu nedenle öykü alamayacağız. Ancak, Temmuz’un 10’unda kaldığımız yerden devam edeceğiz ve Kırk Dokuzuncu Ay seçkimizin temasını “DUVAR” olarak belirledik. Her zamanki gibi öykülerinizi oykuseckisi@gmail.com mail adresine yollayabilirsiniz.

İyi yıkmalar!
Özgürcan “Amras Ringeril” Uzunyaşa

5
Aylık Öykü Seçkisi / Seçkide Kırk Altıncı Ay
« : 12 Nisan 2013, 23:18:44 »

Mektupların iletilmediği yerler vardır. Bir zamanlar delicesine arzu edilmiş; ama sonradan vazgeçilmiş her şeyin ebedi mekanı olan yerler vardır. Orada tüm istenmeyenlerin, korkuların ve karanlıkların hüküm sürdüğü, gözümüzün önünde ama görmekten sürekli kaçtığımız bir dünya kurulur.

Aylık Öykü Seçkisi Kırk Altıncı Ay'ında bu kez örümcek ağlarının arasından, tozlu tahtaların, paslı demirlerin yüzeylerinden, BODRUM KATI'na bakıyor. Bu ayın görselini, maharetli elleriyle Eren Ersoy hazırladı. Bir kez daha sonsuz teşekkürlerimizi kendisine iletiyoruz.

Seçkimizin bu ayki teması Bodrum Katı ve tam YİRMİ öykü ile karşınızdayız.

     - Kesik Başlı Yatır adlı öyküsü ile Adil Öztürk

     - Çırak III – Usta adlı öyküsü ile Alperen Akbaba

     - Dumansız Ateş adlı öyküsü ile Arzu Yazıcı

     - Küçük Beyindeki Büyük Düşünceler adlı öyküsü ile Bahri Doğukan Şahin

     - Ölüler Ülkesinden Hikayeler – 1 // Musibet adlı öyküsü ile Barış Erdoğan

     - Son Bir İyilik adlı öyküsü ile Cevdet Denizaltı

     - Çizgili Sabah adlı öyküsü ile Cevher Veli Karakoç

     - Sevgi Bağı adlı öyküsü ile Ceyhun Özçelik

     - Ah Sevgili Mari adlı öyküsü ile Emre Akkaya

     - Konserve Tamircisi adlı öyküsü ile Fatih Onaydın

     - Mahzen adlı öyküsü ile Goncagül Cansız

     - Kirpik Hırsızı adlı öyküsü ile Gurur Güneş

     - Ölümün Soğuk Nefesi adlı öyküsü ile Kayahan Demir

     - Derindeki Gerçek adlı öyküsü ile Mümin Can

     - Boğdum Katı ve Zât-ı Saniye Anımsamaları adlı öyküsü ile Onur Altan

     - Gerçek Hayatlar Öldürür Hayalleri adlı öyküsü ile Ömer Karadeniz

     - Sesler adlı öyküsü ile Pınar Kumsal Başdağ

     - Geçmiş Şimdi Gelecek adlı öyküsü ile Ruhşen Doğan Nar

     - Yaşlı Adam, Kuşlar, Düşünceler adlı öyküsü ile Nafican Güner

     - Soğuk Oda adlı öyküsü ile Sezer Tiryaki

Gelecek ay seçkimizin dördüncü yılından bir ay öncesi olacak. Zamanın hızlıca akıp gitmesinin şerefine Kırk Yedinci Ayın teması "SAAT" olarak belirlendi. Bir saatin ritmi bozulursa, zaman da bozulur. Ritmi bozulmayan öyküler dileğiyle.

Öykülerinizi mayıs ayının ilk haftasına kadar, oykuseckisi@gmail.com adresine yollayabilirsiniz.

Keyifli okumalar,
Özgürcan "Amras Ringeril" Uzunyaşa

6
Aylık Öykü Seçkisi / Seçkide Kırk Üçüncü Ay
« : 05 Ocak 2013, 15:36:08 »

Önce birkaç ay boyunca imzanızın altına attığınız tarihte zorlanırsınız. Yeni yılın sayıları, önceki yılın alışmışlığına karışır. İçinizden bir türlü o yeni ve yabancı rakamları yazmak gelmez. Bir yılın bitmesi ve yeni bir senenin başlaması bu hisle özetlenebilir. 2013’ün ilk öykü derlemesinde aynı hisleri sizinle paylaşıyoruz. Kayıp Rıhtım’ın beşinci yılını kutladığımız şu günlerde, doğum günü partimize bol iyi amelli mektuplarımızla çağırdığımız Noel Baba oldukça meşgulmüş. Bu yüzden, gökyüzünden ren geyiklerinin maharetli toynaklarıyla yağdırdığı sihirli karı bize yolladı. Bu karla yapılmış her Kardan Adam, bir başka büyülü öykünün kapılarını açtı.

Bu ay tam ON DOKUZ öykü Kardan Adam’a merhaba dedi. Kimisi dehşetli bir canavar olarak tezahür ederken, kimisi tatlı bir arkadaşlıkla öykünün içinde yoluna devam etti.

Bu ayın özgün çizimiyse, Nil Müge Felekten’in şahane ellerinden geldi.

     - Kardan Arkadaş adlı öyküsü ile Alperen Akbaba

     - Kardan Adam adlı öyküsü ile Banu Taylan

     - Karda Bir Kulübe, Yalnız adlı öyküsü ile Burak Malkoç

     - Kardan Adam adlı öyküsü ile Cevdet Denizaltı

     - Bir Kardan Adam Masalı adlı öyküsü ile Elif Şahin

     - 2120 adlı öyküsü ile Emel Kosi

     - Çanak Çömlek adlı öyküsü ile Erdal Gencer

     - Kurmaya Cesaret Ettiğin Hayaller adlı öyküsü ile Hazal Claire Biçare

     - Ölümü Tadarken adlı öyküsü ile Kayahan Demir

     - Nesretan adlı öyküsü ile Mahbeker Arıcı

     - Harekât-I Put adlı öyküsü ile Mehmet Berk Yaltırık

     - Küçük Hanry’nin İnsanlığa Veremediği Ders adlı öyküsü ile Mehmet Kayhan

     - Sır adlı öyküsü ile Mehmet Utku Yıldırım

     - Kandan Adam adlı öyküsü ile Onur Altan

     - Radyokafa adlı öyküsü ile Orçun Can

     - Kardan Adam adlı öyküsü ile S. Esra Akdoğan

     - Yeliz adlı öyküsü ile Sandrax Pandrax

     - Kardan Babam Eriyor adlı öyküsü ile Şevket Önder

     - Kar, gece ve sarı sokak lambaları… adlı öyküsü ile Ümit İhsan

Kar yağıyordu, yeni yıl başlıyordu. Yok olacağımıza emin olan milyonlarca kişi, 2012’nin nasıl da hiçbir şey olmadan bittiğine üzülüyordu. Buna kimse dayanamazdı. Dayanamadık ve kalemlerimize tekrar sarıldık! Evrenin gerçekleştirmediği hayallerimizi ve sevmediğimiz bir tarihe imza atmanın korkusunu, kendi düş gücümüzle var etme hevesine tekrar giriştik. Kardan Adamlar’ı bu amaç uğruna yardıma çağırdık. İşte böylece BEŞİNCİ yıl, KIRK ÜÇÜNCÜ ay ve tam ON DOKUZ öykü.

Gelecek ayın temasını ise “ÇOCUK” olarak belirledik. Öykülerinizi, şubat ayının ilk haftasına kadar, oykuseckisi@gmail.com adresine yollayabilirsiniz.

İyi okumalar,
Özgürcan “Amras Ringeril” Uzunyaşa

7
Aylık Öykü Seçkisi / Seçkide Kırk İkinci Ay
« : 08 Aralık 2012, 22:27:48 »

Hayat, evren ve her şeye dâir bilmediğimiz nihai sorunun cevabını arayıp duruyoruz. Soruyu aramak belki de daha mantıklıdır. Ancak arayışımız bizi, damarlarımızda akan çağrışımları kalemlerimiz yoluyla birbirimize bulaştırmaya itiyor. Sonucunda cevabımız olduğuna bir sure için de olsa inandığımız “Kırk İki” sayılı bir aya geldik. Tam Kırk İki aydır, gencinden orta yaşlısına, faresinden yunus balığına her türlü yazarı ve öyküyü konuk etmeye çalıştığımız seçkimizin bu ayki teması “Mezarlık”.

Kimilerinin geceleri, kimilerinin sabahları ve kimilerininse günün herhangi bir öğününde girmekten itinayla kaçındığı ölüler mahallesidir mezarlıklarımız. Oysa anneannelerimiz ne derdi; ‘ölüden değil diriden korkacaksın’. Bir yazar, korkularının üstüne kahramanca giden kimse midir? Onu belki de bu ayki birbirinden hayranlık uyandırıcı öykülerde göreceğiz. Ancak böyle bir mahallede, her sokağın kendi kâbusu vardır. Bunlardan kimisi gülünç bile olabilir. Okurken duanızı dilinizden eksik etmeyeceğiniz bu macerada tam “ON BEŞ” öykü ile karşınızdayız.

Bu ayki çizimimiz ise Mehmet Özen’in bol maharetli ellerindendi. Kendisine sonsuz teşekkürler.

     - Anne Sevgisi adlı öyküsü ile Alptekin Çetin

     - Yeniden Doğuş Mezarlığı adlı öyküsü ile Banu Taylan

     - Charlotte adlı öyküsü ile Çevrem Yersu Erküçük

     - Portreler ve Leş Kokan Kayıkhaneler adlı öyküsü ile Emre Çelik

     - Titreyen Bir Gölge adlı öyküsü ile Erdal Gencer

     - Alacamezarlık S01E01 adlı öyküsü ile Harun Çimen

     - Kefensizler Mezarlığı adlı öyküsü ile Kayahan Demir

     - Lazarus adlı öyküsü ile M. Bahadırhan Dinçaslan

     - Bu Bir Uyarı adlı öyküsü ile Mahbeker Arıcı

     - Bataklığın Ruhu adlı öyküsü ile Mehmet Berk Yaltırık

     - Sabitleyici adlı öyküsü ile Mehmet Kayhan

     - Şems adlı öyküsü ile Melahat Yılmaz

     - Ve Bütün Yolculukların Bir Sonu Vardı adlı öyküsü ile Mert Bitmez

     - İki Anahtara, İki Dünya adlı öyküsü ile Pınar Kumsal Başdağ

     - Ölü Benler adlı öyküsü ile Umut Serin

Umarız sizi yerinizde huzursuzlukla kıpırdatacak, pencerenizi, kapınızı, ışığınızı kontrol ettirecek ya da neşeyle rahatlamanızı sağlayacak öyküleri ulaştırabilmişizdir. Bu amaçla çıktığımız yolda, 2013’ün ilk günlerini “Kırk Üç”üncü seçkimiz ile kutlayacağımız Ocak ayı temamız ise “KARDAN ADAM” olarak belirlendi. Öykülerinizi kayiprihtim@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.

Edebiyatın zihinlerde dolanan yankısı ve hayal gücünün şaşırtıcı etkisi hayatınızdan eksik olmasın. Keyifli okumalar dileriz.

Sevgiler,
Özgürcan “Amras Ringeril” Uzunyaşa

8
Sinema / Sen Aydınlatırsın Geceyi
« : 20 Ekim 2012, 23:16:19 »


Yazan-Yöneten: Onur Ünlü
Görüntü Yönetmeni: Vedat Özdemir
Sanat Yönetmeni: Hüsamettin Demirci

Oyuncular
Demet Evgar, Ali Atay, Ahmet Mümtaz Taylan, Ezgi Mola, Serkan Keskin, Cengiz Bozkurt, Nadir Sarıbacak, Ercan Kesal, Tansu Biçer, Derya Alabora


Göğünde iki güneş, üç tane dolunayı olan bu kasabada duvarların arkasını görebilen Cemal’in hayattan bir beklentisi kalmamış, üstüne çöken sıkıntıyla baş etmeye çalışırken nesneleri parmağıyla oynatabilen Yasemin’de kendine bir çıkış yolu arar. Fakat zamanı durdurabilen Defne bir süre sonra işlerin karışmasına sebep olacak, Yasemin’in ölümsüz patronu ise Cemal’in endişelerini gidermeye çalışan görünmez ilkokul öğretmeninin tavsiyelerini boşa çıkartacak şeyler yapacaktır.

“Sen Aydınlatırsın Geceyi” bir takım olağanüstü özellikleri olan kasabalıların olağan sıkıntıları, endişeleri ve dertlerini anlatır.

Teaser: http://www.youtube.com/watch?v=c04ow6t1nyg

9
Düşler Limanı / İki Banknot ve Üç Bozukluk
« : 14 Eylül 2012, 02:38:14 »
"Hikayeden de olsa, bir günlük öldürün beni,
fazla hırpalanmadan kapatalım bu defteri."

- Kayra

Seher vakti bir arnavut kaldırıma bile tüküremedin sen. Kimse sormayacaktı oysa, kimse görmeyecekti. Kuruyup gidecekti sabahın uğurlu soğuğu, güneşi arkasına almışken. Tan ağarırken zararlı balgamlar atmaya korktun sokaklara. Belki arkandan birisi gelecekti ve huzursuz iğnesini daldıracaktı balgamına. Zararını çekip çıkaracaktı içinden, tüm genlerini yedi ceddine kadar gözler önüne serecekti. Tanınmamış bir gece rüzgarı olamayacaktın. Bir çöplük piçi olarak gözardı edilmeyecektin. İnsanların görmek istemedikleri şeyden korkuyormuş gibi yaptıklarını biliyordun ve insanların senden korkmasını sağlamaya çalıştın ancak aldığın tek şey iğrenme ve nefretti.

Sabah olacaktı ve güneş doğacaktı. Ondan önce sen, tüküremediğin arnavut kaldırımlarından girecektin hastanenin bahçesine. Hiçbir bekçi dur demeyecekti çünkü acil kapısı seni bekliyordu. Yüzünde başkasından yediğini umduğun bir yumruğun arkasında bıraktıklarıyla, yaşlı bir aç sokak kedisi olacaktın. Kimse seni sevimli bulmayacaktı; ancak zararlı olmadığını bileceklerdi. Sen başkasından ödünç alınmış yumruklarını sıkacaktın, utanmadan oturacaktın o banka. Bundan tam yirmi bir sene evvel, utanmadan anneni acılar içinde bırakıp fayanslarına selam ettiğin o hastanenin bahçesindeki banka. Çektirdiğin o ıstıraptan da utanmadan on gün sonra babanın kucağında açık havadaki ilk durağın olan o banka. Bunu bilmiyordun. Hayal ediyordun. Yumruklarını geri vermemeye karar verip ahlaksız bir hırsıza dönüştüğünde, yüzündeki kanları elinin tersiyle sildiğinde, yalnızca bunu hayal ediyordun. Burada, tam burada, yirmi bir sene evvel oturmuş muydun acaba?

Yine bu saatlerde doğdun tabi. Ne güneş vardı, ne ay. Tamamen arada kalmıştın. Bir tarafta gecenin bilge yıldızları, diğer yanda gündüzün uslanmaz bulutları. Birbirlerine karşı savaşıyorlardı sen var olduğunda. Bir mücadelenin ortasına doğdun, bu yüzden hiç kavga etmedin. Çünkü sıkılmıştın, çünkü büyüdükçe uzaklaşmaya kaçmaya çalıştığın şey savaşın kendisiydi. Tokatlar sana atılmadı. Terlikler sana fırlamadı.

Sen yalnızca leğende yıkandın, hiç acı çekmedin. Anlatacak bir şey yaşamadın. Artık konuşmamaya karar vermiş babanı o hastanenin bahçesinde bir daha göremeyeceğini bildiğinde, kızıl kızıl kavrulan ACİL yazısı sana yalnızca kanı hatırlatıyordu. Hadi hatırla! Sana kanı hatırlatan şey uzun zaman boyunca sadece kanın kendisi olmuştu. Ne bir kelime, ne bir ses ve ne de bir renk. Ancak o gün farklıydı. O gün, renklerden kırmızı, saatlerden mavi, aylardan doğum ve yıllardan ölümdü.

İnsanın kendisini etkilenmeye nasıl da kapattığını dehşetle fark ettiğin o gece gibi tıpkı. Dumanlar akciğerlerinden beynine dolarken, bir kişi neden vaktini sayılarla ifade eder anlamadın. Neden zaman yaşadıklarından ibaretken, dünyadaki tek sanal gerçekliğe, sayılara sığınıyorduk. Neden gözümüzle gördüğümüz renkler, kulağımızla duyduğumuz sözler ve göğsümüzle hissettiğimiz acılar varken, yalnızca hayal ettiğimiz altmış tane sayı! Altmış tane sayı, neden orada, bir kelâm bile anlamadın. Tuvalleri boyayan renkleri kırmızıya çalardın ve umarsızca saatleri mavi görürdün. Kaç gün sürdü birkaç dakika ve kaç ay sürdü birkaç gün. Zamanı hissedemedin, tüm o diğer günlük bir uyku sahiplerinin yaptığı gibi. Sen uyudukça uyudun, çünkü gördüğün rüyalar gerçekten daha hayaldi ve hayaller gerçekten daha güzeldi. Birisi kurmadığın için çalmıyor dediğinde peşinden koştun, her gün tekrar kurdun, tekrar çaldı. Öfkeyle uyandın çünkü çalan yalnızca hayaller değil, akıp giden bir hayattı.

Yalnızca yirmi sene ve bir kuyruğuydu çektiğin. Üç senesi zırlayıp sırıtmakla ve emecek meme aramakla geçti diyelim, sonraki üç sene kelimeleri ardarda nasıl getireceğini düşünüp, sağa sola hayran olmakla geçse, oldu mu altı yıl? Altı yıl yaşadın ve bitti leğen günleri. O tatlı serinlikten ayağını çıkarıp kavrulan betona bir bastın mı hissettin artık, tüm yollar böyleydi. Asfalt eriyordu, dam yanıyordu, bir tek leğenin içi serindi, o da arkada kalmıştı artık. Önündeki on sene neler olduğunu kavramaya çalıştın. Evinde bir alkolik, her sabah besihane gibi kokan odasında, şifoniyerin üstünde duran bozuk paraları aldığın için, başka bir kadınla kavga ediyordu. Evinde bir alkolik... Her sabah başka bir küfürle uyandırılıyordu.

Başlarda öyle değildi tabii, odanda, uyanmasını ve senin için ekmeğe bir dilim yağ sürmesini bekliyordun. Kimi zaman yapıyordu, kimi zaman gülümsüyordu bile; hatta kimi zaman yağın üstüne biraz peynir atıp, bir bardak çayı da önüne koyuyordu. Afiyetle bitirip koşuyordun dışarıya, mutluluk kuru kuru gitmez, üstüne bir yudum acı ister, gidip dizini yarmanı, kabuk bağlamış bereni yalamanı bekler. Koşturan bisikletleri, yarışan hırsları, masum kıskançlıkları bekler. Bunlar bile on yıl boyunca, her sene azalarak ilerledi. Her sene, kalabalık bir partinin geç saatlerinde, salonun tam orta yerinde, masanın tam ortasında, bakışların tam ortasına yer etmiş dolu bir şişe bira gibi, hızla azaldı mutluluk. Azaldıkça her geçen sene, o şifoniyerin üzerindeki iki banknot ve üç bozukluk daha çok ilgini çekti.

Sonunda dayanamadın; on sene geçmişti, son üç senedir düzenli olarak alıyordun parayı. Düzenli olarak onun yüzünü görmeden, simitine katık edecek ayran arıyordun. Üç sene olmuştu adam ilk kez “Hadi paramı ver,” sesiyle uyanalı ve tatlı bir “Sana da günaydın!” Yerine “Hırsız orospu!” çığlığıyla yeni günü selamlayalı. On sene geçtiğinde, tam on altı yıl yaşadığında, anlamaya başladın. Sana ergen diyeceklerdi, güleceklerdi ve geçiştireceklerdi. Bunun yerine yaşamak istedin.

Belki de ondan sonra bulaşmaya başladı sana, ondan sonra fark etti orada olduğunu. Çünkü içten içe bu acıyı hak etmek istedin. Aslında, hak etmek ne kadar yalan bir tanım başından beri biliyordun da, şişedeki sıvı azaldıkça fark ettin. Hak etmek yoktu, sadece sebepler ve sonuçlar vardı. Sen o sonuçları istedin, yüzünde kendi kendine attığın bir yumrukla, nefret beslediğini uğurlamak için bu bankta ağlamamaya çalışmak istedin. Çekip giderken, hiç beklemedikleri küfürleri işiten akraba kadınların üstüme iyilik sağlık bakışlarını yemeyi arzuladın içten içe. Hayır... Yemeyi değil, içmeyi istedin. Kana kana içmeyi, günlerce çölde tek damla suyla idare etmiş Bedevi’nin arzusuyla içmeyi; aşağılanmayı, dışlanmayı; ama gerçekten, gittiğin her yerden burun tıkamalarla, yüz buruşturmalarla, o geleneksel bakışlarla kovularak dışlanmayı istedin. Öyle kendini dış dünyanın sınırları sandığın kafatasının arkasına hapsederek değil.

Şimdi ona benzemek korkusu içinde delicesine alevlerini saçarken, o bankta oturup, arkasına aldığı aydınlıkla kızıl kızıl parlayan “ACİL” yazısına bakıyordun. Gözlerini aşağı indirdiğinde, kapının önünde bekleşip kaçamakça sana doğrultulmuş akraba bakışlarıyla kesişiyordun.

“Yazık çocuğa.”, “Bu yaşında hem öksüz hem yetim kaldı.” “İşi gücü de yok.”

Tüm bu sözler, titreşimler halinde kulağına gelmese de bakışlarla dalga dalga içine işledi. Bir kâbus gibiydi hepsi, ancak güneş doğmuştu, uyanma vakti yakındı. En şiddetli rüya da olsa, sonsuz uykuya girmediysen bitecekti elbet. Bunu biliyordun, bunu umuyordun ve bu ümit, ödünç yumruklarını geri vermeni, terlemiş avuçlarınla gözünde birikmiş birkaç damlayı silmeni sağladı.

Tan ağarmıştı ve dişlerinin arasından ince bir tükürük fırlayıp, hastane asfaltını utanmazca kirletmişti.

Özgürcan Uzunyaşa
Haziran-Temmuz 2012


10
Sinema / 84. Oscar Ödül Töreni
« : 24 Ocak 2012, 18:22:02 »

26 Şubat 2012'de düzenlenecek olan 84. Oscar Ödülleri Adayları bugün açıklandı. İşte Hugo'nun 11 The Artist'in 10 adaylık aldığı liste:

Spoiler: Göster

En İyi Film
War Horse
The Artist
Moneyball
The Tree of Life
Midnight in Paris
The Help
Hugo
The Descendants
Extremely Loud and Incredibly Close

En İyi Erkek Oyuncu
Demian Bichir "A Better Life"
George Clooney "The Descendants"
Jean Dujardin "The Artist"
Gary Oldman "Tinker Tailor Soldier Spy"
Brad Pitt "Moneyball"

En İyi Kadın Oyuncu
Glenn Close "Albert Nobbs"
Viola Davis "The Help"
Rooney Mara "The Girl with the Dragon Tattoo"
Meryl Streep "The Iron Lady"
Michelle Williams "My Week with Marilyn

En İyi Yönetmen
Martin Scorsese - ''Hugo''
Wood Allen - ''Midnight in Paris''
Michel Hazanavicius – ''The Artist''
Terrence Mallick - ''The Tree of Life''
Alexander Payne ''The Descendants''

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
Kenneth Branagh ''My Week With Marilyn''
Jonah Hill ''Moneyball'
Nick Nolte ''Warrior''
Christopher Plummer ''Beginners''
Max von Sydow ''Extremely Loud and Incredibly Close''

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu
Berenice Bejo ''The Artist'
Jessica Chastain ''The Help''
Melissa McCarthy ''Bridesmaids''
Janet McTeer ''Albert Nobbs''
Octavia Spencer ''The Help''

En İyi Orijinal Senaryo
Michel Hazanavicius – ''The Artist''
Annie Mumolo & Kristen Wiig ''Bridesmaids''
J.C. Chandor ''Margin Call''
Woody Allen ''Midnight in Paris''
Asgar Farhadi ''A Seperation''

En İyi Uyarlama Senaryo
Alexander Payne ve Nat Faxon & Jim Rash "The Descendants"
John Logan ''Hugo''
George Clooney & Grant Heslov ve Beau Willimon ''The Ides of March''
Steven Zaillian ve Aaron Sorkin ''Moneyball
Bridget O'Connor & Peter Straughan ''Tinker Tailor Soldier Spy''

En İyi Yabancı Film
A Separation (Iran)
In Darkness (Poland)
Monsieur Lazhar (Canada)
Footnote (Israel)
Pina (Germany)

En İyi Görüntü Yönetimi
Guillaume Schiffman ''The Artist'
Jeff Cronenweth ''The Girl the Dragon Tattoo''
Robert Richardson ''Hugo''
Emmanuel Lubezki ''The Tree of Life''
Janusz Kaminski ''War Horse'

En İyi Animasyon
A Cat in Paris
Chico & Rita
Kung Fu Panda 2
Puss in Boots
Rango

En İyi Müzik
The Artist
The Adventures of Tintin
War Horse
Hugo
Tinker Tailor Soldier Spy

En İyi Şarkı
Man or Muppet ''The Muppets''
Real in Rio ''Rio

En İyi Kurgu
The Artist
Hugo
War Horse
Moneyball
The Girl With The Dragon Tattoo

En İyi Sanat Yönetimi
The Artist
Harry Potter and the Deathly Hallows Part 2
Hugo
War Horse

En İyi Kostüm
Anonymous
The Artist
Hugo
Jane Eyre
W.E.

En İyi Makyaj
Albert Nobbs
Harry Potter and the Deathly Hallows Part 2
The Iron Lady

En İyi Görsel Efekt
Harry Potter and the Deathly Hallows Part 2
Hugo
Real Steel
Rise of the Planet of the Apes
Transformers: Dark of the Moon

En İyi Ses Kurgusu
Drive
The Girl With The Dragon Tattoo
Hugo
Transformers: Dark of the Moon
War Horse

En İyi Ses Miksajı
The Girl With The Dragon Tattoo
Hugo
Moneyball
Transformers: Dark of the Moon
War Horse


11
Güncel / Marty McFly'ın Ayakkabıları Satışta!
« : 10 Eylül 2011, 06:50:52 »

Nike geçtiğimiz sene, yeni yapacağı NikeMag ayakkabılarını duyurmuştu. Bu ayakkabılar, Marty McFly'ın (Michael J. Fox) Geleceğe Dönüş filminde giydiği kendi kendini bağlayabilen ayakkabılarından esinlenilerek yapılmış olacaktı.

Ve işte, ayakkabılar satışa çıktı. 1500 adet üretilmiş, 10 gün boyunca her gün 150 adet satılacakmış, Ebay üzerinden ve kazanılan para Michael J. Fox'un Parkinson vakfına gidecekmiş.

Bu nedenle fiyatlar epey yüksek. 3500-4000 dolar arası.

Satış sayfası: http://nikemag.ebay.com/shoes
Marty'nin ayakkabıyı giyme sahnesi: http://www.youtube.com/watch?v=liI1E_ZZV5w
Tanıtım sayfası: http://www.back4thefuture.com/
Giyilmişi: http://www.youtube.com/watch?v=FNQQfn3nIZg

12
Düşler Limanı / Adnan'ın Yeni Otobüsü
« : 04 Eylül 2011, 17:29:14 »
Adnan’ın Yeni Otobüsü

Küçük bir ilçede, mütevazi bir hayat sürüyordum. Günlerim birbirini sakince kovaladıkça, güneş, karların ardından sırıtmaya başlıyordu. Dokuz yaşındaydım ve hayatımın çok iyi gittiği söylenemezdi. Ne gözle görülür bir başarı elde etmiş, ne elle tutulur bir sevgili edinmiştim. Yalnızdım ve insanları, özellikle dişi olanlarını, etkileyebilecek hiçbir şeye sahip değildim. O kış, yeni bir mont almıştık bana ama çok etkili olduğunu söylemem mümkün değil. Okuldaki bir iki kişi de yeni mont almışlardı ve onlarınki daha güzel görünüyordu.

Zaten havalar ısınmıştı. Artık okuldan gelip top atılana kadar televizyon izlemek zorunda değildim. Aslında o dönemlerde de kendimize yapacak bir şey bulmuştuk. Köyün o mevkiye yakın oturan birkaç çocuğundan biri olduğum için gururluydum. Evimizin karşısında küçük bir park vardı ve bu parkın, yan tarafında, yolun diğer kenarında top atılırdı. Bu işi üstlenmiş olan adam pisti, ağzından sigarasını düşürmezdi ve çocukları hiç sevmezdi, yaklaştırmazdı ki yakından izleyelim! Karşıda, parkın kenarındaki duvara çıkar, kulaklarımızı tıkayıp arkamızı döner ve beklerdik. Topun atıldığını duyduğumuz anda, ses tellerimizin müsaade ettiği yoğunlukta bir çığlıkla çimlere uçardık.

Üzerimde kot ceket, altımda siyah pantolon, başımda siyah şapka vardı. Kot ceketin köşelerini tutar, yukarı doğru çeker ve kendime kanat yapardım. O zaman benden daha ciddisi ya da güçlüsü yoktu. Diğer salaklar o duvardan aşağı atladıklarında bacakları, suratları falan acıyacaktı. Benim kanatlarım vardı, ben Batman’dim. Onlar düşerken, ben uçacaktım, bana gıptayla bakacaklardı, üzerlerinden geçecek ve yardımıma muhtaç olduklarını hissettirecektim. Ertesi gün okulda bundan söz edeceklerdi. “Nasıl da uçuyordu!” diyecekler ve “Süper çocuk ya” sözleriyle karşılık bulacaklardı. Ben de nazik, alttan alan bir tebessümle, yanlarından geçip sırama oturacaktım.

Elbet geçti o günler, güneş daha uzun durmaya başladı gökyüzünde. Montlar naftalinlenip kaldırıldı burçlara, ceketler zamanla daha az kullanıldı. Bisikletler çatılardan indirildi. Artık güç, bisikletlerimizi nasıl kullandığımızı göstermeye gelmişti. Yokuştan aşağı son hız iniyor, ama birbirimizi yenemiyorduk. Tek elimizi bırakıp kullanıyorduk ve bir kaçı elemine oluyordu. İki elini de bırakanlar kraldı!

Derken bir gün, uzun teneffüste bir haber aldık. Belediye yeni otobüs almış, kullanımını şoför Adnan’a tahsis etmiş. Adnan para vermiştir diye söz dolandı çocuklar arasında. Öyledir tabii, koca otobüs, niye Adnan’a versinler! Bütün teneffüs, otobüsün tartışmasını yaptık. Haberi getiren çocuk çok şey biliyordu. Otobüs kocamandı! ABS’liydi –bizim bisikletler de öyleydi- hiç sallanmazdı, içindeyken kendini bulutların üstünde gibi hissederdin. Yeşil, kırmızı renkleri vardı, diğer otobüslerden farklı olduğunu belli ediyordu!

Derslerde defterlerimize gizlice otobüsün resmini çizdik. Belediyenin önüne gidip otobüsü görmek için sabırsızlanıyorduk. Zil çalar çalmaz çantaları toplayıp otobüslerin durduğu meydana koştuk. Hepimizin ağzı açık kalmıştı, yandaki otobüsle aynı büyüklükte de olsa, gözümüzde devasa bir araç karşımızda duruyordu. Şimdi tüm yarış, Adnan’ın yeni otobüsüne ilk hangimizin bineceği üzerineydi. Anneme yaptığım ısrarlar sonucu, hafta sonuna denk gelen ertesi gün şehre gitmeye ikna ettim.

Gece geçmek bilmedi, sanki herkes benden gizli otobüsün anahtarını çalmış, eğlenceden eğlenceye uçuyordu. Sabah olduğunda büyük bir hevesle kalkıp hazırlanmıştım. Otobüse giden o kısa ama cennetlik yol, bitmeyecek gibiydi. Şanslıydım ama! Sırada yeni araç vardı, o kalkacaktı.

Bindik ve hemen en öne oturdum. Diken üstünde oturuyordum sanki, koltukların kokusu ve hafiften tozlanmış camlar dikkatimi çekmiyordu, sağa sola, arkaya bakıyordum. İlçe sınırlarından çıkana kadar soğuk terler küçük bedenimi kaplamıştı. En sonunda, annemin "Düzgün otur bak ayıplarlar" ikazlarına karşın, kalkıp koltuğumun üzerinde dikildim ve arkama döndüm. Sonuçta, bu hayatın çilelerini çekmek zorunda olan o değildi, ertesi gün okulda diğer çocuklara hesap vermeyecekti ki nerden bilsin? Alttan aldım. Bir de gördüğüm manzaranın dehşet verici güzelliğinin etkisindeydim, bunun tadını çıkararak uzun uzun baktım.

Ardından muzaffer bir edayla yerime oturdum.

Kimse yoktu. İlk binen ben olmuştum.

Şimdi görsünlerdi bakalım.

Eylül 2011
Özgürcan Uzunyaşa

13
Sinema / Stalker (1979)
« : 15 Ağustos 2011, 06:24:47 »

Tür : Bilim Kurgu / Fantastik

Gösterim Tarihi : Ağustos 1979

Yönetmen : Andrey Tarkovski

Senaryo : Boris ve Arkadi Strutgatski, Andrey Tarkovski

Yapım : 1979, Sovyet Rusya , 163 dk.

IMDB Notu: 8,1/10

Oyuncular

Oyuncular: Anatoli Solonitsyne, Nikolai Grinko, Natasha Abramova

Bir nevi kıyamet sonrası gelecekte, isimsiz bir ülkedeyiz. Düşen dev bir meteor açıklanması güç olaylara sebep olmuştur. Yarattığı etki Zone adı verilen bir alanda etkili olmaktadır. Bu alanın ortasında yer alan bir odada insanlığın en derin tutkularını gerçek yapacağı söylenen bir güç vardır.

Dikenli teller ve askerlerle korunan Zone’a sadece zihinsel güçleri ve yeterli cesaretleri olan Stalker’lar girebilmekte ve eşlik ettikleri insanları odadaki güçle yüzleşmeye götürmektedirler. Kahramanımız da böyle bir Stalker’dır. Karısının itirazlarına rağmen bir bilimadamı bir de yazarı yanına alarak hayatının yolculuğuna çıkar.

Meşhur Rus bilim kurgu yazarı Arkadi ve Boris Strugatsky kardeşlerin Yol Kenarında Piknik isimli romanından uyarlanan Stalker ile Tarkovsky, Solaris’te bıraktığı yerden psikoljik bilim kurguya geri dönüyor. Film göründüğünden daha çok alegori ve sistem eleştirisi içerse de yönetmen bunu ustaca alt katmanlara yerleştirmeyi beceriyor.
(Beyazperde)

14
Diğer Bilimkurgu Eserleri / Kaplan! Kaplan! - Alfred Bester
« : 15 Ağustos 2011, 06:09:05 »

"“Sizi domuzlar! Hepiniz domuzlar gibi çürüyorsunuz. İçinizde çoğu var ama en azını kullanıyorsunuz. Düşünmeniz için engellenmeniz gerek. Büyümeniz içinse bir meydan okuma. Kalan zamanınızda yerinizde sayıyorsunuz. İşte size meydan okuyorum! Ölün ya da yaşayıp büyük olun, nalları dikin ya da bana gelin. Ölün kahrolasılar, ya da beni, Gully Foyle’u bulun. Sizi büyük yapayım. Size yıldızları vereyim. Sizi adam edeyim…”
Sıradan bir adam kaplana nasıl dönüşür?

Hırs?.. Öfke?.. Saplantı?..

Uzayda ölüme terk edilen ve ölmesi gereken bir adam, tekmelenip uykusundan uyandırılırsa ve tüm dünyayı da kendisiyle beraber uyandırmaya kalkışırsa…

24. yüzyılın en değerli adamı, yüreğinde intikam ateşi ve yüzünde bir kaplan dövmesiyle dolaşıyor.

Ve av başladı." - Arka Kapak, Altıkırkbeş Yayınları

Yorum:

Oldukça etkileyici, sert ve inanılmaz sürükleyici bir eser. Alfred Bester'in karakterler yaratmasına, onları gerçekçi bir fantezi içinde geliştirmesine ve etkileşime geçirmesine hayran kalıyorsunuz. Bilimkurgu'nun Tolkien'i olarak anılıyor zaten.

Uzayda, bir Edmond Dantes hikayesi.

15
Sinema / 30 Abartılmış Film
« : 01 Ağustos 2011, 19:43:41 »

Sinema dergisinin ağustos sayısında yayınladığı bir liste. 2000'li yılların 30 abartılmış filmi. Listeye büyük oranda katılıyorum bir kaç nokta var katılmadığım.

Spoiler: Göster

1. Slumdog Millionaire - Danny Boyle
2. A Beautiful Mind - Ron Howard
3. Paranormal Activity - Oren Peli
4. Twilight serileri
5. Sweeney Todd - Tim Burton
6. Inception - Christopher Nolan
7. Saw Serileri
8. Crash - Paul Haggis
9. Juno - Jason Reitman
10. Babel - Gonzales Inarritu
11. Issız Adam - Çağan Irmak
12. Dancer in the Dark - Lars von Trier
13. Black Hawk Down - Ridley Scott
14. Mamma Mia - Phyllida Lloyd
15. The Passion of the Christ - Mel Gibson
16. United 93 - Paul Greengrass
17. The Kids Are Allright - Lisa Cholodenko
18. Der Untergang - Oliver Hirschbiegel
19. The Curious Case of Benjamin Button - David Fincher
20. The Notebook - Nick Cassavets
21. Güneşi Gördüm - Mahsun Kırmızıgül
22. Chicago - Rob Marshall
23. What do we Know
24. Türev - Ulaş İnaç
25. Star Trek - J.J. Abrams
26. Die Falscher - Stefan Ruzowitzky
27. Mutluluk - Abdullah Oğuz
28. The Devil Wears Prada - David Frankel
29. Erin Brockovich - Steven Soderbergh
30. Tropa de Elite - José Padilha


Katılmadıklarım: Dancer in the Dark, Der Unterhang.

Sayfa: [1] 2 3 ... 10