"Evet, ben bir soda rica edeyim," diyor ve sırıtıyor Alice. "Ne de olsa zamanımız bol ve benim anlatacaklarım bu kadar."
Psikiyatrın amacı, kıza bir nevi güven vermekti. Kendisini daha az evvel övmüş, kendisine bir şeyler anlattığı için pek sevinmişti, lakin Alice onun sevinmesine pek üzülmüş gibiydi. Alttan alttan lafı sokarak, adamı yerin dibine soktu bu sözlerle. Bazı psikiyatrlar vardır. Sadece otururlar ve “Anlıyorum.” derler. Bu adam öyle değildi. Hevesli, genç biriydi. İnsanlara yardım etmeyi sadece para için değil, bu onu sevindiriyor diye yapıyordu.
Hemen masanın üzerinde duran telefonu eline alıyor adam ve bir iki tuşa basıyor. Birkaç saniyelik bekleyişin ardından, “Hannah, bir soda, bir de kola isteyeceğim senden. Teşekkürler.” diyor.
Hannah, Alice’i girişte karşılamış sekreter kadındı. Sevecen, iyi huylu, orta yaşlarında biriydi. Doktor telefonu da kapattıktan sonra, tekrar Alice’e dönüyor.
“Alice, eminim ki tüm sorunlarından kurtulmak istiyorsundur. Obsesif bozukluğunun düzelmesi için, sorunun kaynağına inmemiz gerekiyor. Bu ‘Sorunun kaynağına inme’ felsefesi, kitaplar dâhil, her yere konu olmuş, sıkça duyduğun bir şey olduğundandır belki, sana biraz klişe gelmiş olabilir. Ama bugüne kadar hep şimdiki zamandan bahsettik. Biraz da geçmiş zamandan bahsedeceğiz şu andan itibaren. Bir insanı zorlayarak düzeltmenin imkansız olduğunu düşünürüm. Sana düşünmeni engelleyecek bir hap yazarım belki hemen şimdi. Fakat bu senin mantıklı düşünebilme yeteneğini de alır ve sonunda hatalar yapmana neden açar. Şizofreni gibi ağır bir hastalığın yok, hapın gereksiz olduğu kanısındayım.”
Adam koltuğunda biraz daha dikleşiyor ve yeniden ellerini birleştirerek çenesiyle masaya bastırıyor.
“Benim konuşmam gerektiğini mi düşünüyorsun? Ben senin konuşman gerektiği kanısındayım. En azından bu böyle olmalı.” Hafifçe gülümsüyor. “Her insanın sorunları olabilir fakat bu hayat senindir. Bu sorunlarla başa çıkmanda sana yardım edemem. Örneğin hastalarımdan bir tanesi, daha geçenlerde, eşcinsel olduğunu babasının öğrendiğini ve bunu babasına kabul ettirmemi istedi. Bu benim ikna kabiliyetimi aşan bir şey. Zaten sonradan anladım ki, asıl psikolojisi bozuk olan kişi, babasıydı. Benim, çocuğun hormonlarını konuşarak düzeltebileceğime inanıyor.” Küçük bir kahkaha atıp, devam ediyor. “Bense çocuğa, sorunlarla nasıl başa çıkabileceğini anlatmaya çalıştım. ‘Şunu yaparsan daha güzel olur’ düşüncesini değil, ‘Ne yaparsam daha güzel olur’ düşüncesini kazandırmaya çalıştım. Sana da bunu yapacağım.”
Bu sırada kapı çalıyor. Hannah içeri giriyor ve soda ile kolayı masanın üzerine bırakarak, tekrar dışarı çıkıyor. Doktor kolasını eline alarak, Alice'e sodasını almasını işaret ediyor.
“Geçmişi kabul etmeli, onu unutmadan, onu düzeltme gayesine düşmeden, geleceğimize sorun oluşturmayı kesmesini sağlamalıyız.” şeklinde devam ediyor doktor hemen. “Çok takıntılı biri olmanız, önceden yaşadığınız birkaç şey yüzünden sürekli düşünmeniz anlamına geliyor. Bu, obsesif kompulsif hastalığının yegane açıklamasıdır. Size önceden söylediklerimi bir kenara atın. Artık size “şunu yapın, buna dikkat edin” demeyeceğim. Fazla takıntılı davranışlarda bulunmaya devam edebilirsiniz. Uyumadan önce yatağınıza notlar asın. Ya da diğer şeyler. Ben size yapmayın dersem, sizi isteğiniz dışında zorlarsam, bir anlamı yok.”
Alice’in kafasında soru işaretleri oluşuveriyor bir anda. Neden önceden kendisini zorlamıştı o takıntılarını yapmamakta? Yoksa zorlama olarak yapmamasını söylemesinin bir işe yaramayacağını mı kanıtlamaya çalışıyordu? Eğer öyleyse, çok akıllı olmalıydı. Bu sorunu, Alice’in kendi yöntemleriyle çözmesi gerektiğini, birkaç haftalık bir süreçle kolayca ispatlayıvermişti. Alice bir an şaşırdığını kabul edebildi.
“Konuşmanızı istiyorum.” diyor ve kolasından bir yudum alıyor. “Bana, hayatınızı anlatmanızı istiyorum.”