"Aradığımız özelliklerde birinin bu handa oturuyor olduğuna ne kadar eminsin? Ben de eminim. Haydi. Hancıya fazla takılmamaya çalış, şansımız yaver giderse bir daha onu hiç görmen gerekmeyecek zaten. Gözün daha çok şu sezdiğin yetenekli adamların üzerinde olsun. Muhtemelen onların gözü de senin üzerinde olacak, belki bu bize bir avantaj sağlayabilir. Bu arada sadece subay değil aynı zamanda bir de gözcü aradığımızı unutma. Kadınlar konusunda da aynısını ben yapacağım."
Sierra, Ardeve'in sözleri bitmeden önce ağzını açıp bir şeyler diyecek oldu ancak kaptanın son cümlesinden sonra gözlerini devirip sessiz kalmakla yetindi. İkili beraber hanın kapısından içeri girdi. Kapıya dönen birkaç kişinin dikkatini hemen çeken Sierra daha iki adım ilerleyemeden birkaç ıslık ve ilişki teklifi almıştı bile. Kız yakındaki birkaç kişiye kötücül bakışlar yollayıp kemerindeki kılıcın kabzasını kavrayarak bu saldırıyı savuşturdu.
Mekandaki manzara tanıdıktı, kalabalık bir limandaki kalabalık bir handa görebileceğiniz her şey mevcuttu. Gürültüye ve görüntülere biraz alışıp etrafa bakındıktan sonra içeride baskın bir koku fark ettiler, yeni pişmiş sebzeli balık çorbası ve taze ekmek. Burnunu kırıştırıp kokunun kaynağını arayan Sierra "Yemek vakti hana gelmenin faydaları..." diye mırıldandı.
Ardeve'in gözüne kestirdiği ikiliden genç olan adam başkalarına dikkat etmeden yemeğini yiyordu. Masadaki tek kişiydi, orayı bilinçli bir şekilde diğer insanlardan uzakta seçmiş gibiydi. İçki içen kadınsa onun tam tersiydi, yemek yemekten çok masadakilerle muhabbet etmeye odaklanmıştı. Masanın üstü boş içki kupaları ve yarısı dolu tabaklarla doluydu.
"Eee, bize bir masa ve daha da önemlisi o masayı paylaşacağını düşündüğün birilerini bulabildin mi?"
Sierra da içeriyi gözleriyle tarıyordu. Kaptanın sözleri üzerine başıyla hafifçe Ardeve'in de fark ettiği yalnız oturan adamı işaret etti. "Şunu daha önce burada hiç görmemiştim. Yalnız oturuyor, belki de iş görüşmesi için bekliyordur."
Ardından ayağı takılmış da destek almak için Ardeve'in omzuna yaslanır gibi yaparak adamın kulağına doğru alçak sesle konuştu, belli ki duyulmayı istemiyordu. "Çaktırmadan şu sağ tarafa bak. Pendroslu tipler var burada. İş mi yoksa bela mı arıyorlar?"
Gerçekten de sağ tarafta, girişten en uzakta kalan hanın kuytu köşesinde bir masa dolusu denizci vardı. Hiç konuşmadan yemek yiyor, arada etrafı gözleyip fısıldayarak bir şeyler konuşuyorlardı. Üstlerinde imparatorluk amblemi yoktu; ancak deneyimli gözler adamların duruşlarına ve saç kesimlerine bakarak kim olduklarını ayırt edebilirdi. Pendrosluların burada olması, hele de böyle gizli işler peşindeymiş gibi dolaşması hayra alamet değildi.
Ardeve ve Sierra etrafa bakınırken bir anda karşılarında şişman ve yamuk çeneli bir yüz belirdi. Kefen'in sahibi Enrique sanki yokluktan gelip önlerinde var olmuştu. Adam güdük kollarını yanlara açtı, "Sierra, canım! Hoş geldiniz, hoş geldiniz, sefalar verdiniz!" diyerek hem kıza hem de Ardeve'e birlikte sarılmaya çalıştı. Kız hemen sola kayarak adamın etki alanından çıkmayı başarmıştı ancak maalesef aynısı Ardeve için söylenemezdi. Hancıyla olan münasebeti biterken Sierra'nın sırıttığını göz ucuyla seçti Ardeve.
"Ben de merak ediyordum, uzun süredir bayan Sierra hanımızı şereflendirmedi, başlarına bir şey gelmiş olmasın diye korkuyordum. İyisiniz ve buradasınız, demek ki kısmet bugüneymiş! Buyrun gelin, en iyi masam her zaman sizindir." dedi hancı ve ikiliyi önüne kattı, hiç itiraz kabul etmeden ikiliyi hanın ortalarındaki her yeri görebilen boş bir masaya oturttu.
"Sizin için ne getireyim? Ya da durun, söylemeyin." Arkasındaki garsonlardan birine dönüp bağırdı. "Mil, oğlum masayı donat!" On yaşlarındaki sarışın çocuk başını sallayıp arkadaki mutfağa koştu. Hancı Enrique tekrar ikiliye dönüp kocaman gülümsedi. "Hadi anlatın bakalım, denizcilik nasıl gidiyor?"