Miyostun’un kulağında bıraktığı rahatsız edici olmayan bir uyuşukluk hissiyatı ile ona yaklaşan genç adam yağmurun daha da hızlanmasından dolayı artık geri dönmeye karar verdi yoksa dönüş yolu pek rahat olmayacaktı. Daha sonra tekrar aramayı düşündü. Kuşa karşı saygıyla başını eğip geri döndü lâkin kuş tekrardan o zarif sesiyle şakımaya başladı. Kanatlarını hızlıca gerip konduğu kayalıklardan havalanarak Areas’ın kafasının üzerinde dönmeye başladı.
“Yaramaz kuş, pekalâ yağmur hızlandı. Artık senin ve benim evlerimize gitmemiz gerek. Daha fazla ıslanıp hastalanmak istemiyorum. Hem sen bu yağmurda, Limreth’te ne yapıyorsun bakalım ? Hadi, hadi yuvana dön. Burası tehlikeli bir ormandır, yem olmak istemezsin.”
Genç adamın sözlerini aldırış etmeyen miyostun daha yüksek bir sesle ötüşünü arttırdı. Ve tam baş hizasında durdu. Tüyleri gibi tamamen mavi gözleri içinden ışık çıkarmış gibi parlıyordu. İlk başta göz göze gelmekten koktu Areas, onları dikkatsizce kaldırıp, kuşun geniş kanatları, uzun kuyruğuyla birlikte masmavi parlayışının muazzam uyumuna kapıldı. Başı dönmeye başladı, hareket kabiliyeti durdu ve sadece nefes alıp düşünebiliyordu. Karşısında tüm ihtişamıyla duran miyostunun nasıl bu kadar etkili olabileceğini düşündü bir an. Huzur verici sesini iyice yükseltti, hareketleri hızlandı, gözleri ilk sefer olduğundan daha da parladı. Ve sonunda Areas’ın ayakları yerden kesildi. Düşmeden önce kayaya doğru ilerledi ve yaslanabildi.
“Bu kadar yeter, gitmeni istiyorum.”
Hiçbir şey olmadı.
“Bu kadar yeter dedim, git artık!”
Hiçbir şey olmadı. Miyostun öylece devam etti. Artık sesi Areas’ın beyninde kendiliğinden yer edinmişti.
Kuş, adama iyice yaklaşıp küçük gagasını başına vurdu yavaş ve hızlı bir hareketle. Ardından gökyüzüne doğru yükseldi. Durmadan, her seferinde daha hızlı bir şekilde uçtu.
“Amacın neydi senin ? Büyüysen eğer bu nasıl bir büyü ? Kulaklarım. Gitmeliyim, gerçekten hasta olacağım artık, kaçınılmaz.”
Bayılmadan önce şahit olduğu ve söylediği son şeyler bunlardı genç adamın. Tekrar başı döndükten sonra ayağı sendeleyerek ıslak çimenin üzerine uzandı.
*******************************
Zaman kavramından uzak gibi görünen odada sekiz kişi vardı. En önde oldukça yaşlı bir adam, arkasında yedi kişi. Bu yaşlı adamların sakalları ve saçları iki veya üç kişinin boyuyla yarışabilecek derecede uzundu. Hepsinin gözleri kapalıydı ve avuçları bağdaş kurarak oturdukları ayaklarının diz kapaklarını kavramıştı.
Odada ise her yeri toz kaplamıştı. Bütün kitaplar ve sağda solda bırakılan resimli yahut yazılı kâğıtların hepsi toz içindeydi. Ayrıca tamamiyle kitaplarla dolu bir odaydı burası. Areas buradaki sekiz kişinin kim olduklarını merak etti. Bilmediği nedenlerden dolayı ne ayağa kalkabiliyor ne de ses çıkarabiliyordu. Az sonra pencereye konan bir kuşu gördü ve bayılmadan önce gördüğüyle aynıydı. Odaya girip en öndeki adamın başına konarak olabildiğince hafif, yine kendisine has özelliğiyle, kulakları uyuşturacak bir şekilde ötmeye başladı. Bu cinsi daha önce görmediği için gezginliğinden utanmaya başladı genç adam. Kuş biraz daha devam ettikten sonra hızla dışarı uçtu. Gördüğü her şey buğuluydu burada. Hepsi hayal gibi. Zaten bu bir rüya olmalıydı ama bayıldığını nasıl hatırlayabiliyordu ? Yine cevapsız sorularla baş başa kaldı.Düşünmeye devam ederken kuvvetli bir rüzgar kâğıtları dağıtarak odayı gezdi.
“Hoşgeldin Areas. Tarafımızca bekleniyordun.”
“Ben, ben...” diye başladı, gelen sesin nereden olduğunu anlamaya çalışarak.
“Evet, senin gözünden bakarsak şayet; sence, sen gelmedin ve buraya nasıl geldiğini bile bilmiyorsun.”
“Doğru, ben gelmedim ve nasıl olduğunu bilmiyorum. Şu an... Şu an burası gerçek mi ?”
“Gerçek olarak neyi kabul ettiğine göre değişir, işte gerçek olan budur.”
“Ben... Aslında ben gerçeğin ne olduğunu sormadım.” Areas bunları kendi isteği dışında söylediğinden emindi. Ağzı ve beyni uyumsuz hareket tamamlıyorlardı.
“Zaten bilmediğin bir şeyi ayırt edemezsin, yaşadığın şeyin ne olduğunu sorman senin için pek makûl değil. Gerçeği ayırt edemiyorsun, dolayısıyla onun ne olduğunu bilmiyorsun, soruyorsun. İnsanlar Areas, bilmedikleri şeyleri sorarlar veya bilmedikleri halde bencil bir şekilde bildiklerini iddia ederler.”
Yaşlı adam cümlesinin ardından ayağa kalkarak sağındaki asasına uzandı. Görkemli bir asaya sahipti, en üstünde asaya geçirilmiş yedi adet, son derece koyu erguvan rengi taşları vardı. Yaşlı adam Areas’a dönerek ona doğru ilerledi ve yanına oturdu, yüzünde bir tebessüm vardı.
“Ya siz kimsiniz ?”
“Çok aceleci ilerliyorsun, en son konuştuklarımızı anlaman için bile uzun yol kat etmen gerekirken... Son yapacağın işi ilk, ilk yapman gerekeni ise son yapıyorsun. Bu tutarsızlık, dikkat et, hayatında yer edinmesin daha fazla. Kim olduğumuzdan önce merak ettiğin daha önemli şeyler var.”