''Artık iş yok. Artık toplantı yok. Eve ne zaman gireceğimi bilmediğin günler yok. Söz veriyorum. Artık hiçbiri olmayacak.''
Bu sözleri duymak için bu raddeye gelmemiz mi gerekmişti? Ölmüştüm, karanlığa itilmiş ve ne olduğunu bile bilmediğim bir şey tarafından çıkarılmıştım. Yine ölüydüm, ölüydük. O da benim gibiydi muhtemelen. Etraftaki insanlarda algıladığım o canlılık onda yoktu. Muhtemelen ben çıkarken duyduğum kurşunu kendine sıkmıştı, kim bilir. Kesin olan tek şey parfümünün kokusuna bir ölüm karışıyor ve onu diğerlerinden net bir çizgiyle ayırıyordu.
Ölüm bizi ayırana dek... Oysa, ölüm bizi kavuşturmuştu.
Elindeki anahtarı alıp kendiminkini de verirken yüzümdeki gülümseyiş mutluluk değildi de neydi?
"Biz odaları geri vermek istiyoruz. Çift kişilik bir oda alabilir miyiz?"
Saatler önce kaçtığım adamın şimdi elini bırakmaya korkuyordum. Yeni bir hayat, yeni bir başlangıç ve yeni bir oda. Odamıza nasıl vardığımızın farkında bile değildim. Tek bildiğim ölü kocamın ilk defa bana bu kadar canlı gelmesiydi. Yanımdaydı, hem de hiç olmadığı kadar.