1
Düşler Limanı / Çölü Geçmek (kısa öykü)
« : 05 Aralık 2014, 03:03:54 »
Selamlar, çok aktif değilim bu sitede ama yeni yazdığım bir öyküyü paylaşmak istedim. Umarım beğenirsiniz.
Çölü Geçmek
Yorgun kafasını kaldırıp önünde hiç bitmeyecekmiş gibi uzanan sonsuz sarı kum denizine şöyle bir baktı, rüzgarların kum tepecikleri arasından ince bacaklarında derman bitene kadar gün boyu doğuya doğru yürüyordu. Yolculuğunun tam dokuzuncu gününe gelmişti, dirayetine şaşırıyordu. "Bereket ki kaç gündür fırtına çıkmıyor." diye düşündü. Bir süre daha yürüyüp olduğu yere çöktü. İçe doğru kıvrılmaya başlayan kuyruğuna bakıp, cesedini kuma gömdüğü üstadı Kongar'ı düşündü. Kongar yaşlıydı, bir at nalının altında ezilerek can vermişti, Norguk atlıların geldiğini görmüş, oluşturdukları toz bulutunu göstererek üstadı Kongar'ı uyarmıştı ama nafile. Yine de Kongar'ın ölümüne üzülmemişti. Norguk'a bu dünyanın sonsuz devingenliğini, bitip tükenmek bilmeyen yaşam ve ölüm döngüsünü ona Kongar öğretmişti. Kongar bir gün bir yerlerde bambaşka şekillerde, belki bir akrep, bir engerek yada bir çöl kartalı olarak dünyaya geri gelecekti. Belki de her gün incecik parmaklarıyla ezdiği bu kum tanelerinden birisi olacaktı, bu sırra kim erişebilirdi, Kongar'ın gittiği yeri kim bilebilirdi. Norguk'u şu anda Kongar'ın ölüm yolculuğu değil kendi bitmez yolculuğu ilgilendiriyordu.
Çöl yaşamı olabildiğince basitti, akrepleri ve diğer böcekleri dilini uzatıp yerdin, engereklerden ve kartallardan kaçardın, olur da uzun süre etini tadabileceğin bir böcek çıkmazsa nadiren gördüğün bitkileri dişlerdin. Norguk, bu yaşamdan sıkılmıştı. Kertenkeleler genelde yalnız yemeyi seven, az sohbet eden yalnız gezen yalnız uyuyan varlıklardı, bir de ay dolunay şeklini aldığında bir araya gelir üstad Kongar'ın yönettiği ayinlerde kuma ve gökyüzüne dua ederlerdi. Bildikleri tek şey kumdu, o nedenle kuma inanırlardı. Ölen kuma gömülürdü, gelen kumdan gelirdi, yaşamın kaynağı kumdu ve gökyüzü onlara yön bulmalarını sağlayan parlak yıldızları veren bir başka tanrıydı. Kongar, ayinlerde kumun nimetlerini, göğün nimetlerini ve içinde yaşadıkları bu sonsuz döngüyü anlatır dururdu, güneşin güzelliğinden, felaketlerin yani fırtınaların ve her an onları yem etmeye hazır düşmanların varlığının öneminden bahseden şarkılar söylerdi. Sonra içlerinden birisi öldüğünde yine bir araya gelirler Kongarın derinlerden bir yerden gelen ruhani sesiyle söylediği yas şarkıları eşliğinde öleni kuma uğurlarlardı. Kuma bırakılan yumurtaların çatlamasını yani yaşamı da yine bir ayinle kutlarlardı. Bu önemli olaylar olmadığı zamanlarda ise hep yalnız yaşarlardı. Kongar'ın ölümünün akşamında atın, Kongar'ı kuma ittiği yerde bütün çöl kertenkeleleri bir araya geldiler. Hızlı atlılar çoktan batıya doğru gidip gözden kaybolmuştu, gerilerinde sadece uzun süre havada asılı kalan bir toz bulutu bıraktılar. Toz bulutu da ortadan kalkınca Kongar'ı çıkardılar, bir umut bir söz söylemesini beklediler ama boşuna umutlanmışlardı. O akşam Kongar'ı toprağa verdikleri ayinde, Kongar'ın her kelimesini ezbere bilen Norguk, yas şarkılarını okudu. Dünyanın sonsuz döngüsünde en güzel şekilde yeniden dirilmesini diledi ve Kongar'ı gömdüler. Çöl kertenkeleleri, Norguk'un yönettiği ayinden çok memnun kalmışlardı, Norguk'u yeni üstad ilan ettiler, sesi Kongar'dan bile iyiydi ve belli ki Kongar onun kafasını dünyanın sırrıyla doldurmuştu.
Norguk, yeni görevini kabul etmişti ancak bu görevle ilgili içinde oluşan sancıyı bir türlü yok edemiyordu. "Bu sırra kim erebilir ki..." diye umutsuzca düşünüyordu. Üstelik Kongar da gidince epey yalnızlaşmış, bir sonraki ayin günü gelene kadar - ki ay henüz hilal şeklini almıştı – konuşacak kimsesi kalmamıştı. İç güdüleri ona yemeyi emretmese yemek bile yiyemeyecekti. Neden sonra, Kongar'ın ölümünün üçüncü gününde git gide yaklaşmakta olan bir başka insan kafilesini gördü. Bu grup, Kongar'ın ölümüne sebep olan atlı grubu gibi hızla gelmiyordu. Kimisi atlı, kimisi yalınayaktı ve çok daha büyük bir kafileydi. Kadınlar, çocuklar, erkekler ve hayvan sürüleri vardı. Kafile Norguk'un olduğu yere gelene kadar gün dönmüş, akşam olmuştu. İnsanlar, burada durup kara çadırlarını kurdular. Deve sürüleri ise oldukları yere çöküp uyumaya başladılar. Normalde bu saatlerde gözden kaybolup, kumun altına girip uyuyan Norguk, hareket etmeden bu panayır yerini izlemeye koyuldu. İnsanlar, hayvanlarına yükledikleri yiyecekleri ve odunları çıkarıp çadırlarının orta yerinde bıraktıkları meydanda bir ateş yakıp etrafına kümelendiler. Bütün ömrü boyunca, arada bir Kongar'ı öldüren gibi hızlıca geçip giden atlı insanlardan başka insan görmemiş olan Norguk, hayranlıkla ateşe baktı. Ateşi de ilk defa görüyordu, bu insan soyu ayinlerde hayranlıkla andıkları kutsal güneşi yer yüzüne indirmişti. İnsanlar yemeklerine başlamadan önce içlerinden biri, kafasına farklı bir hayvan başlığı geçirmiş biri, ayağa kalkıp kuma bir şeyler mırıldanarak bir şeyler attı. Norguk hayran kalmıştı; insan topluluğunun üstadı olduğunu düşündüğü bu insan, ateşin ortasına savurduğu şeylerle dumanı renkten renge sokmuştu. Norguk, bunun bir ayin olduğunu hemen anladı çünkü insanların üstadı Kongar'ın şarkılarına çok benzeyen bir şarkı söylüyordu. Şarkı bitince insanlar yemeklerini yemeye koyuldular, yemekten sonra ise insanların üstadı eline üzerinde teller olan bir tahta parçasını alıp uzunca bir şarkı söylemeye koyuldu. Diğer insanlar huşu içinde onu dinliyorlardı, çocuklar kucaklarında uyuya kalmıştı. Şarkı bitince ateşi söndürüp, çadırlarına çekildiler. İnsanlar tamamen ortadan kaybolunca Norguk, merakla az önce sönen ateşin közlerine doğru gitti, köze temas etti; kumdan daha sıcaktı. İnsanların tanrısının ateş olduğunu düşündü, insanların tanrısına uyku kendisini teslim alana kadar şarkılar söyledi.
Ertesi gün, diğer tüm insanlardan daha önce uyanan çekik gözlü tombul yanaklı bir çocuk közün yanında duran Norguk'u fark etti, paytak paytak Norguk'a doğru yaklaştı. Ne var ki Norguk, kendisine doğru gelen çocuğu fark etmemişti. Çocuk, tombul parmağını Norguk'un kafasına uzatarak okşamaya başladı. Çocuk temas edince neye uğradığını şaşıran Norguk, çocuğun dokunuşunun yumuşaklığından bunun bir tehlike olamayacağını anladı ve kendini teslim etti. Ruhunda bir şeyler oluyordu, bu çocuğun parmağından onun ensesine ve kafasına doğru geçen bir şey vardı, daha önce bu kumun üzerinde asla tatmadığı bir duygu... Çocuk, incitmeden Norguk'u avcunun içine aldı, Norguk'u çekik gözlerine doğru yaklaştırdı, kendi lisanında bir şeyler söyledi. Sonra kumun üstüne oturup avcunun içerisinde duran Norguk'u sevmeye devam etti. Norguk, bu hülyalı dokunuşlara, ruhunda hissettiği bu garip titreşimlere kendini teslim etmişken, gece ayini yöneten yaşlı insan, çocuğun yanına gelip çöktü. O da çocuk Norguk'u nasıl okşuyorsa aynı şekilde çocuğun başını okşadı. Kendi lisanlarında bir şeyler konuştular. Bu sırada diğer insanlar yavaş yavaş çadırlarından çıkıyorlar, her biri çadırının önünde bir şeyler yiyip, yemekleri bitince çadırlarını geri kaldırıyorlardı. Yaşlı adam, küçük çocuk ve çöl kertenkelesi Norguk dışında herkeste büyük bir yolculuk telaşı vardı. Herkes toparlandığında çocuk, Norguk'u özenle kuma bırakıp annesinin yanına gitti. Yaşlı adam Norguk'u kendi lisanında saygıyla selamlayıp, yolcuların arasına döndü. Kafile yeniden yola çıkıyordu. Norguk, kafilenin arkasından hayranlıkla bakakaldı.
Kafile tamamen gözden kaybolduğunda Norguk kararını vermişti; insanların eski, kendisinin yeni tanrısı ateşi bulmak için yola koyulacaktı. Kumdan başka bir hayat vardı, kumdan başka bir tanrı vardı ve o tanrı insanlara, ruhları okşayan bir güç armağan ediyordu. O gücün adı neydi? Ya o tanrının adı? Hiçbir şey bilmiyordu, gittiğinde öğrenecekti. Şimdi yolculuğunun dokuzuncu günüydü, bacakları el verdiğince epey bir yol gelmişti, karanlık çökmeye başlamıştı. Bugün kuma girmedi olduğu yerde kafasını kaldırıp, ona yön bulma yeteneğini keşfeden bu muazzam yıldızlara baktı, çocuğu ve yaşlı adamı düşündü, ateşi düşündü, kendi kendine ateşe yazdığı şarkıyı mırıldandı. İnanıyordu, yeni tanrısına kavuşacaktı.
Çölü Geçmek
Yorgun kafasını kaldırıp önünde hiç bitmeyecekmiş gibi uzanan sonsuz sarı kum denizine şöyle bir baktı, rüzgarların kum tepecikleri arasından ince bacaklarında derman bitene kadar gün boyu doğuya doğru yürüyordu. Yolculuğunun tam dokuzuncu gününe gelmişti, dirayetine şaşırıyordu. "Bereket ki kaç gündür fırtına çıkmıyor." diye düşündü. Bir süre daha yürüyüp olduğu yere çöktü. İçe doğru kıvrılmaya başlayan kuyruğuna bakıp, cesedini kuma gömdüğü üstadı Kongar'ı düşündü. Kongar yaşlıydı, bir at nalının altında ezilerek can vermişti, Norguk atlıların geldiğini görmüş, oluşturdukları toz bulutunu göstererek üstadı Kongar'ı uyarmıştı ama nafile. Yine de Kongar'ın ölümüne üzülmemişti. Norguk'a bu dünyanın sonsuz devingenliğini, bitip tükenmek bilmeyen yaşam ve ölüm döngüsünü ona Kongar öğretmişti. Kongar bir gün bir yerlerde bambaşka şekillerde, belki bir akrep, bir engerek yada bir çöl kartalı olarak dünyaya geri gelecekti. Belki de her gün incecik parmaklarıyla ezdiği bu kum tanelerinden birisi olacaktı, bu sırra kim erişebilirdi, Kongar'ın gittiği yeri kim bilebilirdi. Norguk'u şu anda Kongar'ın ölüm yolculuğu değil kendi bitmez yolculuğu ilgilendiriyordu.
Çöl yaşamı olabildiğince basitti, akrepleri ve diğer böcekleri dilini uzatıp yerdin, engereklerden ve kartallardan kaçardın, olur da uzun süre etini tadabileceğin bir böcek çıkmazsa nadiren gördüğün bitkileri dişlerdin. Norguk, bu yaşamdan sıkılmıştı. Kertenkeleler genelde yalnız yemeyi seven, az sohbet eden yalnız gezen yalnız uyuyan varlıklardı, bir de ay dolunay şeklini aldığında bir araya gelir üstad Kongar'ın yönettiği ayinlerde kuma ve gökyüzüne dua ederlerdi. Bildikleri tek şey kumdu, o nedenle kuma inanırlardı. Ölen kuma gömülürdü, gelen kumdan gelirdi, yaşamın kaynağı kumdu ve gökyüzü onlara yön bulmalarını sağlayan parlak yıldızları veren bir başka tanrıydı. Kongar, ayinlerde kumun nimetlerini, göğün nimetlerini ve içinde yaşadıkları bu sonsuz döngüyü anlatır dururdu, güneşin güzelliğinden, felaketlerin yani fırtınaların ve her an onları yem etmeye hazır düşmanların varlığının öneminden bahseden şarkılar söylerdi. Sonra içlerinden birisi öldüğünde yine bir araya gelirler Kongarın derinlerden bir yerden gelen ruhani sesiyle söylediği yas şarkıları eşliğinde öleni kuma uğurlarlardı. Kuma bırakılan yumurtaların çatlamasını yani yaşamı da yine bir ayinle kutlarlardı. Bu önemli olaylar olmadığı zamanlarda ise hep yalnız yaşarlardı. Kongar'ın ölümünün akşamında atın, Kongar'ı kuma ittiği yerde bütün çöl kertenkeleleri bir araya geldiler. Hızlı atlılar çoktan batıya doğru gidip gözden kaybolmuştu, gerilerinde sadece uzun süre havada asılı kalan bir toz bulutu bıraktılar. Toz bulutu da ortadan kalkınca Kongar'ı çıkardılar, bir umut bir söz söylemesini beklediler ama boşuna umutlanmışlardı. O akşam Kongar'ı toprağa verdikleri ayinde, Kongar'ın her kelimesini ezbere bilen Norguk, yas şarkılarını okudu. Dünyanın sonsuz döngüsünde en güzel şekilde yeniden dirilmesini diledi ve Kongar'ı gömdüler. Çöl kertenkeleleri, Norguk'un yönettiği ayinden çok memnun kalmışlardı, Norguk'u yeni üstad ilan ettiler, sesi Kongar'dan bile iyiydi ve belli ki Kongar onun kafasını dünyanın sırrıyla doldurmuştu.
Norguk, yeni görevini kabul etmişti ancak bu görevle ilgili içinde oluşan sancıyı bir türlü yok edemiyordu. "Bu sırra kim erebilir ki..." diye umutsuzca düşünüyordu. Üstelik Kongar da gidince epey yalnızlaşmış, bir sonraki ayin günü gelene kadar - ki ay henüz hilal şeklini almıştı – konuşacak kimsesi kalmamıştı. İç güdüleri ona yemeyi emretmese yemek bile yiyemeyecekti. Neden sonra, Kongar'ın ölümünün üçüncü gününde git gide yaklaşmakta olan bir başka insan kafilesini gördü. Bu grup, Kongar'ın ölümüne sebep olan atlı grubu gibi hızla gelmiyordu. Kimisi atlı, kimisi yalınayaktı ve çok daha büyük bir kafileydi. Kadınlar, çocuklar, erkekler ve hayvan sürüleri vardı. Kafile Norguk'un olduğu yere gelene kadar gün dönmüş, akşam olmuştu. İnsanlar, burada durup kara çadırlarını kurdular. Deve sürüleri ise oldukları yere çöküp uyumaya başladılar. Normalde bu saatlerde gözden kaybolup, kumun altına girip uyuyan Norguk, hareket etmeden bu panayır yerini izlemeye koyuldu. İnsanlar, hayvanlarına yükledikleri yiyecekleri ve odunları çıkarıp çadırlarının orta yerinde bıraktıkları meydanda bir ateş yakıp etrafına kümelendiler. Bütün ömrü boyunca, arada bir Kongar'ı öldüren gibi hızlıca geçip giden atlı insanlardan başka insan görmemiş olan Norguk, hayranlıkla ateşe baktı. Ateşi de ilk defa görüyordu, bu insan soyu ayinlerde hayranlıkla andıkları kutsal güneşi yer yüzüne indirmişti. İnsanlar yemeklerine başlamadan önce içlerinden biri, kafasına farklı bir hayvan başlığı geçirmiş biri, ayağa kalkıp kuma bir şeyler mırıldanarak bir şeyler attı. Norguk hayran kalmıştı; insan topluluğunun üstadı olduğunu düşündüğü bu insan, ateşin ortasına savurduğu şeylerle dumanı renkten renge sokmuştu. Norguk, bunun bir ayin olduğunu hemen anladı çünkü insanların üstadı Kongar'ın şarkılarına çok benzeyen bir şarkı söylüyordu. Şarkı bitince insanlar yemeklerini yemeye koyuldular, yemekten sonra ise insanların üstadı eline üzerinde teller olan bir tahta parçasını alıp uzunca bir şarkı söylemeye koyuldu. Diğer insanlar huşu içinde onu dinliyorlardı, çocuklar kucaklarında uyuya kalmıştı. Şarkı bitince ateşi söndürüp, çadırlarına çekildiler. İnsanlar tamamen ortadan kaybolunca Norguk, merakla az önce sönen ateşin közlerine doğru gitti, köze temas etti; kumdan daha sıcaktı. İnsanların tanrısının ateş olduğunu düşündü, insanların tanrısına uyku kendisini teslim alana kadar şarkılar söyledi.
Ertesi gün, diğer tüm insanlardan daha önce uyanan çekik gözlü tombul yanaklı bir çocuk közün yanında duran Norguk'u fark etti, paytak paytak Norguk'a doğru yaklaştı. Ne var ki Norguk, kendisine doğru gelen çocuğu fark etmemişti. Çocuk, tombul parmağını Norguk'un kafasına uzatarak okşamaya başladı. Çocuk temas edince neye uğradığını şaşıran Norguk, çocuğun dokunuşunun yumuşaklığından bunun bir tehlike olamayacağını anladı ve kendini teslim etti. Ruhunda bir şeyler oluyordu, bu çocuğun parmağından onun ensesine ve kafasına doğru geçen bir şey vardı, daha önce bu kumun üzerinde asla tatmadığı bir duygu... Çocuk, incitmeden Norguk'u avcunun içine aldı, Norguk'u çekik gözlerine doğru yaklaştırdı, kendi lisanında bir şeyler söyledi. Sonra kumun üstüne oturup avcunun içerisinde duran Norguk'u sevmeye devam etti. Norguk, bu hülyalı dokunuşlara, ruhunda hissettiği bu garip titreşimlere kendini teslim etmişken, gece ayini yöneten yaşlı insan, çocuğun yanına gelip çöktü. O da çocuk Norguk'u nasıl okşuyorsa aynı şekilde çocuğun başını okşadı. Kendi lisanlarında bir şeyler konuştular. Bu sırada diğer insanlar yavaş yavaş çadırlarından çıkıyorlar, her biri çadırının önünde bir şeyler yiyip, yemekleri bitince çadırlarını geri kaldırıyorlardı. Yaşlı adam, küçük çocuk ve çöl kertenkelesi Norguk dışında herkeste büyük bir yolculuk telaşı vardı. Herkes toparlandığında çocuk, Norguk'u özenle kuma bırakıp annesinin yanına gitti. Yaşlı adam Norguk'u kendi lisanında saygıyla selamlayıp, yolcuların arasına döndü. Kafile yeniden yola çıkıyordu. Norguk, kafilenin arkasından hayranlıkla bakakaldı.
Kafile tamamen gözden kaybolduğunda Norguk kararını vermişti; insanların eski, kendisinin yeni tanrısı ateşi bulmak için yola koyulacaktı. Kumdan başka bir hayat vardı, kumdan başka bir tanrı vardı ve o tanrı insanlara, ruhları okşayan bir güç armağan ediyordu. O gücün adı neydi? Ya o tanrının adı? Hiçbir şey bilmiyordu, gittiğinde öğrenecekti. Şimdi yolculuğunun dokuzuncu günüydü, bacakları el verdiğince epey bir yol gelmişti, karanlık çökmeye başlamıştı. Bugün kuma girmedi olduğu yerde kafasını kaldırıp, ona yön bulma yeteneğini keşfeden bu muazzam yıldızlara baktı, çocuğu ve yaşlı adamı düşündü, ateşi düşündü, kendi kendine ateşe yazdığı şarkıyı mırıldandı. İnanıyordu, yeni tanrısına kavuşacaktı.