Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - seabiscuitxx

Sayfa: [1]
1
Kurgu İskelesi / Mars Kıyamet Perdesi
« : 25 Nisan 2017, 13:22:51 »
Arkadaşlar eleştirilerinizi bekliyorum. Devam edecektir.

1.BÖLÜM


İki kaşık kahve, aynı oranda şeker ve iki fincanı dolduracak kadar su. Malzemeleri hazırdı. Suyu karışımın üzerine dökerken yaşlanmış, buruşuk ellerine takıldı gözleri. Uzun ve inceydi. Vücudu geçen zamana direnmişti. Ne tremor sıkıntısı, ne diyabet, ne de kalbinde tekleme vardı. Bedeni kırk yaş daha genç ve hareketliydi. Güçlü hissediyordu. Arkadaşları onun bu sırrını çözmüş değildiler. Uzun yaşamın formülünü merak edenlere bir cevabı yoktu; çünkü bilmiyordu. Kimisi evinin yakınındaki yürüyüş alanında saatlerce yaptığı gezintilere kimisi de kitaplarla geçirdiği doyumsuz vakitlere bağlıyordu bunu. İlahi bir lütuf derdi soranlara geçiştirmek için çünkü öyle inanıyordu. Ama bunun acı veren taraflarını hiç kimseye anlatmamıştı. Akranı olan arkadaşları, akrabaları birçoğu fani hayata veda etmişti. Doksan beş yaşındaydı. "Uzun bir ömür" Yaşlılık ona zor gelmiyordu. Yalnızlık çoğu zaman yüreğini sıkıştırsa da alışmıştı artık. Ömrü boyunca ayrılmadığı Yeşil Bursa'da ömrünün kalanını tamamlamak niyetindeydi. Uludağ'ın eteklerinde ormanla içi içe olan evinde huzurluydu.

Kahveyi seramik camlı elektronik ocağın üzerine koydu.

Seneler anlaşılmaz bir hızla akıp gitmişti. Yaşıyla ilgili sorulara hep şöyle derdi.

"Zaman o kadar hızlı ki ihtiyarlık bile ona yetişmekte zorlanıyor."

İnsanlar yirmi birinci yüzyılın son çeyreğinde daha uzun yaşıyorlardı ama bu onlara mutluluk getirmemişti. Fatih için bunların önemi yoktu. Gemiyi terk ettiğinde sevdiklerine kavuşacağı gün gelmiş olacaktı.

Ağır hareketlerle kahveyi karıştırmaya devam etti.

Hayatta kan bağını taşıyan tek varlığı torunu kalmıştı. Onunla son görüştüğü zamanı hatırlamayacak kadar vakit geçmişti aradan. İşlerinin yoğunluğu bir araya gelmelerine mani oluyordu. Öğle vakti onu aramıştı. Biraz olsun konuşabilmek istiyordu. Görüntülü arama ekranında torunuyla yüz yüze geldiğinde içine garip bir hüzün çökmüştü. Huzursuzluğunu belli etmemesi gerekiyordu ama sözlerinin içinde ufak kırıntılar bıraktığını hissediyordu.

Koyu kahverengi toz zerrecikleri köpürmeye başlamıştı. Karıştırmaya devam etti.

—Zaman geçiyor. Yaşlanıyoruz. Durdurmak için hücreleri yenilenebilir kılmaya çalışan bir teknoloji peşindeyiz. Ama bazen bu çabalar yetersiz kalıyor. Her uzvuyla mükemmel çalışan bütünüyle yaşam dolu bir beden sonunda kaçınılmaz olarak ölüyor. Bilinmeyen, daha önce yaşanmayan ve hiç tecrübe edilmeyen bir yere gidiyor. "Her canlı ölümü tadacaktır" ayeti bana kadim bir gerçeği hatırlatarak çepeçevre etrafımı sarıveriyor. Geriye dönüp baktığımda değişimin kontrolsüz hızını görüyorum ve bu beni korkutuyor. Giderek her şey yabancılaşıyor. Alıştığım, tanıdım birçok şey geçen zamanla birlikte soluyor, tükeniyor ve yok oluyor.

Kenan aynı olgunlukta ona gerçeği söylemeye gayret etmişti.

—Dünya değişiyor.

—Evet. Bende öyle. Bunu ruhumda hissediyorum. Soluduğum havada, içtiğim suda. Allah bana uzun bir ömür bahşetti. Yaşayabileceğim her şeyi yaşadım, gördüm. Babanın ölümünü, annenin çaresiz hastalığını ve hayat yoldaşımın bıraktığı anıları hatırlıyorum sadece.

Durdu. Derin bir iç çekti. Yüzünde tatlı bir tebessüm oluştu.

—Asıl hasret daha bitmedi. Sözlerimi yanlış anlama. Yaşadıklarıma bir isyan değil bu. Tam tersi kavuşacağım mutluluğun ufak bir bedeli. Vakit yaklaştı. Hissediyorum.

Kabaran açık tondaki kahve köpüklerini fincanlara aldı hızlıca. Kaynama noktasına ulaşmadan bunu yapması gerekiyordu. Derken ufak bir hareketlilik ve ardından acele etmeyen bir fokurdama hamlesi. Kahve pişmişti. Keyifle gülümsedi.

—Böylece eşsiz kokulu sıcak bir ikram hazırlanmış oldu.

Hava iyice kararmış yıldızlar görünür olmuştu. Evin yamaçtaki çam ağaçlarına bakan balkonunda uzun zamandır beklediği misafir sessizce oturuyordu. Dedesinin ısrarları katılması gerektiği çok önemli bir toplantıya geç kalmasına sebep olacaktı. Ama hatırında kalan bir cümlesi onu yolundan çevirmeye yetmişti.

"Seninle mutlaka görüşmeliyim. Ezba'ya vermen gereken bir şey var elimde."

Meraklanmıştı içten içe.

Karşılıklı oturdular. Torunun mavi gözlerinin yapay ışıkların altında nasılda laciverte yakın bir değişim geçirdiğini görebiliyordu. Genetik mirasını kimden aldığını az çok tahmin etmişti.

—Hiç böyle konuştuğunu hatırlamıyorum dede. Bir problem mi var?

—Yaşlı bir adamın çenesi düşerse böyle olur işte. Sen bana aldırma evlat.

—Seni yalnız bıraktığımı biliyorum. Böyle olmasını bende istemem ama çok fazla meşgulüm.

Alnındaki çizgiler ve şakaklarına uzanan hatlar bir anlığına titreşti.

—Biliyorum. Sen bu işe girdiğinde ben bunu göze almıştım.

Gözlerinde beliren pırıltı onun karamsarlığa düşmediğine delil olarak gösterilebilirdi. Torununun suçluluk duymasını istemiyordu. Onu ne zaman özlediğini söylese karşısında mahcup bir yüz görüyordu.

— Çok önemli bir konumdasın. Ezba ile dünyanın iletişim kurmasını sağladın. Onun zekâsını kullanarak birçok alanda devrimsel sıçramalar meydana getirdin. Hayat kolaylaştı. İnsanlar farklı bir dünya ile tanıştılar. Akıllı evlerimiz, hibrit hava teknolojili otomatik pilotla giden arabalarımız, ekolojik sistemle uyumlu biyoşehirlerimiz var. Atmosferimiz daha temiz, organik yaşıyoruz. Uzun ve sağlıklı yaşamak bizi daha mutlu kılıyor. Geleceğe umutla bakıyoruz ve insanlar seni seviyorlar. Birlik sınırları içerisinde güvende olduklarını düşünüyorlar. Bütün bu gelişmeler seni yüksek konumlara taşıdı. Asya birliğinde söz sahibi oldun. Sende bir yönetici durumundasın. Bunlar gurur verici şeyler.

—Senin desteklerin sayesinde oldu. Bana cesaret verdin. Sen olmasaydın...

—Beni övme bölümüne geçmeden kahveni yudumla bence. Soğuyacak.

Kenan bir yudum aldıktan sonra fincanı masaya bıraktı. Dedesine sorması gereken bir şey vardı.

—Bugün çok önemli bir anlaşma yapılacak.

—Evet, hala haberleri takip ediyorum. İnsanlar çıldırmış gibi sokaklara dökülmüş. Büyük bir şölen havası hâkim.

—Çin'in Asya Birliği'ne katılmasını kutluyorlar. Böylece daha medeni bir dünyada yaşayacağımıza inanıyorlar.

—İnsanlar kendileri için iyi olan şeyleri çoğu zaman göremezler. Tarih böyle ibretlik hadiselerle dolu. Onları korumak politikacıların görevi ama onlarda ne yaptıklarını bilmiyorlar. Medeni olmaktan bahsediyorsun. Çin bunu başaracak yetenekte mi doğrusu şüpheliyim. İnsanlarını bilinçli olarak kalitesiz bir yaşama mahkûm etmiş durumda. Amerika'nın yaptığı hataya düşmedi. İnsanlarını kaliteli bir hayata alıştırmadı. Hatta demokrasi ve özgürlük yalanının arkasına sığınmaya tenezzül bile etmedi. Onlara göre halkın refah seviyesi büyümede olumsuz bir etkendi. Hala sağlıksız besleniyorlar. Medikal hizmetleri yetersiz. İnsan zayiatı kanıksanmış. Eğitim sistemleri gerilemiş durumda. Firavun, hayranlık duyulan Mısır piramitlerini inşa ederken işçilerini karın tokluğuna yıllarca çalıştırdı. Piramitler kan ve gözyaşı içinde yükseldi. Bugün büyük Çin'in tarihide böyle şekillendi. Halkının ezilen omuzları üzerinde. Bence onların mazlum halkı bu anlaşmaya daha çok sevinecektir.

—Galiba sen bu anlaşmayı doğru bulmuyorsun?

Ellerini iki yana açıp her zamanki gibi sert çizgilere sahip yüzüne geçici bir iyimserlik nişanı kondurdu.

—Beni geri kafalı olarak görebilirsin ama bana kalırsa yanlış adım atmak üzeresiniz. Geriye dönülmez sonuçları olabilir.

—Seni korkutan nedir?

Fatih yaşına rağmen her şeyi hatırlıyordu. Asya Birliği ilk kurulduğunda dünya üzerinde fazla etki yaratmamıştı. Her varoluş küresel yapılanmanın çarklarına uyum sağlamalıydı. Aksi yönde hareket etmek hayal bile edilemiyordu. Ekonomiler belirgin bir düşüş gösterdiğinde birlik olma düşüncesi daha çok yaygınlaştı. Küçük devletler güçlü ekonomilere boyun eğmektense birleşmeyi tercih ettiler. Bu durum bazılarının işine gelmedi.

İpleri çekildiğinde ortaya çıkan karanlığın kadim sakinleri gizli bir savaş yürütmek için harekete geçtiler. Zor zamanlar yaşandı. Kurucu ülkeler sağlam durdular ve krizleri atlatmayı başardılar. Bugün Türkiye, Rusya başta olmak üzere ve Asya'nın birçok devleti ortak çatı altında birleşerek hatırı sayılır bir konuma yükseldiler. Hindistan ve Afrika kıtasının tamamı birliğe katıldığında artık daha güçlü bir yapı vardı. Avrupa-Amerika ortaklığının doğuda sessizce büyüyen baskın güç Çin ile rekabeti Asya Birliği'nin yükselmesini sağlamıştı.

Alanında uzman iktisatçılar 2030 yılında küresel ekonominin tamamen Çin'in kontrolüne geçeceğini tahmin ediyorlardı. Bu öngörüden yola çıkıldığında ABD ve Çin arasındaki mücadelenin ekonomik savaş ve tehdit söylemlerini alevlendirdiği, iki ülkenin karşılıklı ekonomik bağımlılığının politik düşüncelere rağmen göz ardı edilemediği aşikârdı. Çünkü birbirlerinin pazarlarına bağımlıydılar. Aynı teknede ilerlemek zorundaydılar. İki devlet kapitalist anlayışla ekonomik rasyonaliteye uyum içinde kol kola büyümeye devam edeceklerdi. Böylelikle dünyanın geri kalanını istedikleri gibi yöneteceklerdi. Kimse bu konuya iyimser yaklaşamıyordu. Hatta korkutucu sonuçlar doğurabilirdi. Hümanist ilkelere aykırı tamamen faydacı kapitalist bir düzenin insanlığın sonunu getirmesi kaçınılmazdı.

Asya Birliği ise bu dengeyi bozuyordu.

Tehlikeyi sezen para sahipleri birbirine rakip olan bu ikiliyi geliştirdikleri projelerle gizli bir ittifak anlaşmasında buluşturdular. Kimse üçüncü bir güç istemiyordu. Birliğin sonunu getirmeye kararlıydılar. İpler iyice gerilmişti. Geçmişte yaşandığı gibi soğuk savaş dönemine benzer bir tutumun olması insanları rahatsız etti. Ortak ülkeler güçlü koalisyon karşısında dağılmak üzereydiler. Bir rüya son bulacaktı.

Ta ki Birlik uzay seferlerine başlayıp Mars'a ulaşana dek...

Bütün dünya ekran başında şok geçirmişti. Ezba ve halkı gelenleri karşıladığında kimse bunun sonuçlarını hesap edememişti. Mars'ta yaşam vardı. İnsandan ya da insanın yaşam alanından farklı bir tür olması kolaylıkla aşılacak bir durum değildi ama olan olmuştu. Sanıldığı gibi varlıklar tehlike oluşturacak bir davranış sergilememişti. Kendileriyle iletişim kurana dek hareketsiz vaziyette beklemişlerdi. Dünya dışı varlıkların önderi olan Ezba insanlara zarar vermedi. Aksine zekâsını kanıtlayarak ne kadar faydalı olacağını göstermeye çalıştı. Dünya'ya getirildiğinde herkes korkmuştu.

Kendi yaşam alanına uygun özel bir kapsülün içinde yola çıktığında insanlar onun getirilmesinin doğru olup olmadığını tartışıyordu. Ezba'nın insan zekâsından farklı üstün anlama kabiliyeti keşfedildiğinde çok meraklanmıştık. Normal bir insana göre öğrenme süresi çok hızlıydı. Onu eğitime tabi tuttular. Kısa zamanda alınan sonuçlar inanılmazdı. Ezba çok hızlı öğreniyor, tahlil ediyor, yenilikler üretiyordu. Başka bir canlının dünyamıza gelip bize böylesine bir fayda sağlayacağı kimin aklına gelirdi ki. Bu bir mucizeydi.

Düşmanlarımız ise korku içindeydi. Çok geçmeden neden korkmaları gerektiği belli olmuştu. Ezba, Birliği koruyan teknolojik bir aygıt projesi tasarlamıştı. Yörüngede dolaşan bir koruma kalkanıydı bu. Güneş enerjisini elektrik enerjisine çeviriyor ve bunu gerektiğinde bir silah olarak kullanıyordu.

Başka çaresi kalmayan Çin harekete geçmiş savaşı göze almıştı. Amacı sert bir uyarı vermekti. Birlik ülkelerinden olan Türkmenistan'a yaptığı saldırıda karşılaştığı bu silah Japonların atom bombasını yemesinden bin kat daha büyük bir etki yaratmıştı. Bütün askeri araçları güçlü elektrik sağanağı altında parçalara ayrılmıştı. Gökten öldürücü şimşekler yağıyordu. Yıldırım Bombası efsanesi gerçekleşmişti. Kullanılan güç bir enerji santralinin ürettiğinden on kat fazla enerjiyi ortama boşaltıyor oluşan akım düştüğü yerde yayılarak yüksek güçlü mikrodalga etkisi yaratıyordu. Milyarlarca watt gücünde elektrik akımını serbest bırakan bu sistem hedefi dışında hiçbir şeye zarar vermeden amacına ulaşıyordu.

Bu silah dünyada büyük tartışmalara sebep olmuştu. Çin arkasındaki global medya katarını kullanarak Birleşmiş Milletler kurallarının Asya Birliği için uygulanması kampanyasını başlattılar. BM'nin bu konudaki tavrı belliydi.

BM Çevresel Değişim Tehdidine Karşı Yaptığı Anlaşmanın 1.Maddesinde "Bu konvansiyonu imzalayan ülkeler bir başka ülkeye karşı, askeri ya da saldırgan amaçlarla çevresel değişim teknikleri kullanarak yaygın, uzun süreli bir yıkım, hasar ya da zarar vermeyeceklerini taahhüt eder."ibaresi vardı.

Anlaşma Birlik tarafından kabul edilmişti ama içeriğe uygun olmayan bir şey vardı. Koruma kalkanı güneş enerjisini elektrik enerjisine çevirip daha çevreci bir görünüm sergiliyordu. Olası tehditlerde savaş ihtimali doğacak olsa bile kullanmak için en son tercih edilen silahtı. Ayrıca BM'nin yaptığı tanıma göre çevresel değişimden kasıt; doğal sürecin kasıtlı yönlendirilmesiyle litosfer, hidrosfer, atmosfer ve dış alanı da içeren dünyanın dinamiğini, yapısal kompozisyonunu değiştirmek, hava ya da iklim modellerini, okyanus akıntılarını, ozon tabakası yada iyonosferinde değişiklikler yapmak, genel anlamda ekolojik balansı bozmaktı. Kalkan ise bunlardan hiçbirine sebep olacak bir etki yaratmamıştı. Doğal kaynakların kontrolsüzce kullanılarak enerji açığını kapatmak için kurulan sistemlerden daha temiz, daha çevreci ve gelecek vaat ediyordu. Hem demokrasinin yaşlı düldülü Birleşmiş Milletler nezdinde hem de insanların vicdanında Koruma Kalkanı zararsız olarak kabul edildi.

Çin ve arkasındaki güç ne yaparlarsa yapsınlar kalkandan kurtulamayacaklardı. Askeri yöntemler dahil hiçbir şekilde bu silahla baş etmek mümkün değildi. Ayrıca nükleer bir saldırıya kalkışmaya kimsenin niyeti yoktu ve bu hiç akıllıca değildi. Birlik tekrar gücünü kazanmış talihi dönmüştü. Anlaşma yoluna gitmeye karar verdiler. Uzun müzakereler, sayısız toplantılar ve halkında desteğiyle Birlik üyeleri Çin'le anlaşmaya varmıştı. Süper güç olma hayali kuran bu devlet yola gelmişti. Ardından Çin strateji değiştirdi. Gücünü paylaşmak istiyordu. Birlik halkları medenileşen dünyada kendilerine diş bileyen bir düşman istemiyorlardı ve politikacılarda risk alarak birleşme isteğinin gerçekleşmesinin doğru olabileceğini düşündüler.

Uzaktan bakıldığında her şey mantıklı görünüyordu. Gizli düşmanlar, acımasız ve korkutucu savaş tehditleri, ölümcül virüs salgınları kimsenin hoşuna gitmezdi. Bu sebeple birlik üyeleri ve Çin yönetimi ülkenin iftihar sembolü olan Çin Seddi'nde yapılacak tarihi anlaşma için toplanmaya karar verdiler. Kenan da, Asya Birliği Uzay Kontrol Merkezi (UKOM)'un yöneticisi olarak birleşime çağrılmıştı.

—Hala söylemedin.

Kendini toparladı Fatih. İhtimalleri hesaplamak oldukça güçtü.

—Çin hala kapalı bir kutu. Zincirleri üzerindeyken tehlike yaratmayan bir kurt köpeği gibi. Kapıları açtığımızda iki durum ortaya çıkacak. Bir: Uysal davranabilir. İkincisi ise benim korktuğum şey: Sinsice yaklaşıp ölümcül bir yara açabilir. Bence ihtiyatlı olmakta fayda var. Toplantıya katılmama şansın varsa bunu kullan. Ezba'nın yanında ol.

Kenan beklemediği yanıt karşısında şaşkınlığını gizleyemedi. Hafta boyunca panellere, oturumlara katılmıştı. Burada konuşulanlar hep birliğin geleceğinin daha olumlu olacağı yönündeydi.

—Koruma kalkanı üzerimizde olduğu müddetçe korkulacak bir şey olduğunu düşünmüyorum.

—Bilmiyorum Kenan. Sahnede ne olduğunu görmek için perdenin aralanmasını beklemeliyiz. Yaşlı bir adamım ve endişelerim yaşlı zihnimin mirası olan tecrübelerimden geliyor.

Dedesinin ellerini sevgiyle tuttu. Sırtını sıvazlarken samimi olmaya çalıştı.

—Senin tavsiyelerin her daim karanlıkta yolumu bulmamı sağladı. Endişelerini göz ardı edemem. Dikkatli olmaya çalışacağım.

Hava soğumaya başlamıştı. Balkondaki ısıölçer devreye girdi. Yalıtımlı cam levhalar birer birer kapanmaya başladı. İkisi de sessizliğe bürünmüştü. Sadece camların mekanik sesleri duyuluyordu.

Fatih yerinden kalkıp içeriye giderken arkasından merakla bakan torununa seslendi.

—Az kalsın unutuyordum.

Seri adımlarla geri gelen yaşlı adamın elinde siyah örtüyle kaplanmış bir nesne vardı.

Kenan'a uzattı.

—Bunu Ezba'ya götür.

—Ne olduğunu söyleyecek misin?

—Eski bir kılıç. Hemen ardından ekledi. Mutlaka ona ulaşmalı.

Kenan dedesinin dünya dışı bir varlığı nereden tanıdığını tam olarak öğrenememişti. Olayların çevresinde cereyan etmesi kafasını karıştırıyordu. Mars'a gittiğini söylediğinde ona eşi ve küçük torunu dışında kimse inanmamıştı. Ve bunu ortada hiçbir bulgu yokken iddia etmişti. Aldığı tepkilerden sonra bir daha bu konuda ağzını açmadı. Zaman geçip de Ezba bulunduğunda ona hak vermeye başlamıştı. Bunlar tesadüf olamazdı. Dedesinin bilinmeyen tarafları vardı ve bu konularda konuşmamasıyla ünlüydü.

—Gizemlerle dolusun dedeciğim.

Yaşlı adam ciddileşti birden. Ayakta dururken azametli bir görüntü sunuyordu.

—Bu konu hakkında konuşmamak için kendime söz vermiştim ama bu gece bir istisna yapacağım.

—Seni dinliyorum.

—Mars'a yolculuk yaptığımda hiçbir şey anlamamıştım. Açıkçası bende bu olayın gerçek mi rüya mı olduğu konusunda şüpheye düşüyordum. Bunun bilimsel bir açıklaması olmalıydı. Dünyadaki bir bedeni başka bir gezegene taşımak iki binli yıllarda bilimkurgu sayılıyordu. Araştırmalarım bunun gerçek olabileceğini gösterdi.

—Dur bir dakika. Yaşadığın bu transfer olayının bilimsel açıklamasının olduğunu mu söylüyorsun?

—Bence her şey mümkün. Aslında sende bu konuyu biliyorsun.

—Nasıl?

—İnsan bedeni karmaşık bir yapıya sahip. Onu bütünüyle değerlendirebilmek fazlasıyla zor. Özellikle bu olayı yaşadığım yıllarda. O zamanlar bilim insanları parçacıklar arasında hatırı sayılır mesafeler düzeyinde kuantum ışınlanma deneyleri yapıyorlardı. Düşünsene sadece bir elektronu başka bir yere gönderiyorlar ve kuantum veri aktarımının temellerini atıyorlardı. Bu güne gelirsek kompleks ışınlanma konusunda birkaç çağ birden atladık. Böyle bir veri ağına sahip insan bedenini transformasyona tabi tutup beyin haritasını, beyin dalgalarını, kişiliğini, DNA kodlarını ve vücudundaki atomların konumlarını başka bir gezegendeki eşdeğer atomlara kopyalayabilme deneyleri yapıyoruz. Muazzam bir olay.

Durup derin bir nefes aldı. Kenan dedesinin bu konulardaki bilgisini takdir etti. Şaşkın gözlerle ona bakıyordu.

—Anlattıkların doğru ama atladığın bir şey var. Bu henüz fiilen gerçekleştirilemedi. Ezba bunun mümkün olmadığını düşünmeye başladı.

—Aklımı okudun evlat. Şimdiki mevcut teknolojiyle henüz bunu başaramadık.

Can alıcı soruyu sormak için öne doğru eğildi Fatih.

—Anlattıklarım şimdiki zamanı kapsıyor. Ben yirmi dört yaşında iken Mars'a gidip geldim. 2015 yılıydı. Şimdi 2084'teyiz. Enformasyon taşınması emekleme aşamasında iken nasıl oldu da bu gerçekleşti? Sana Mars'ı anlatırdım küçükken. Orayı görmeden bunları nasıl bilebilirdim?

Kenan'ın iyice kafası karıştı.

—Açıklaman bana mantıklı geliyor ama anlattığın şu gizemli adam. Seni zamandan azade edip bu yolculuğa çıkaran. Kimdi o? Bence yanıtlar onda gizli.

Adamın gülümsemesi oldukça sevimliydi.

—Bence bu kadar yeterli. Yine çenem düştü.

"Anlatacağını düşünmüştüm ama gizemli adamdan yine bahsetmedi. Galiba büyük bir sır olarak kalacak."

Dedesini izlerken aklından geçenleri düşününce gülümsedi. Fatih anlam veremediği bu harekete aldırmadı. Kılıcı masanın üzerine bıraktı. Torununun karşısına otururken heyecanlanmış gibi görünüyordu.

—Onu görüyor musun yani Ezba'yı?

—Özel kapsülünden dışarı çıkmıyor. Bilgisayar bağlantısıyla iletişim kuruyoruz. Bana kalırsa onun için en güvenlisi bu.

Kenan ellerini siyah derimsi kumaşın üzerinde gezdiriyordu.

—İnsanların karşısına çıktığında tozdan bir bedene bürünmüştü. Kızıl gözlerindeki şiddet bir astronotu şoka sokmuştu. İletişim kurabilmek için altı ay çalıştılar. Sonrasını biliyorsun.

Kolundaki dijital iletişim bandı uyarı veriyordu. Toplantı saati yaklaşmıştı. Huzursuzca yerinde kıpırdandı.

—Son zamanlarda onda farklı bir şey sezdin mi?

Durdu. Dedesine baktı. İçinde bir yerlerde bu sorunun cevabı uzun zamandır alevlenmeyi bekliyordu.

—Aslında var.

—Anlat bana.

—Son aylarda inzivaya çekilmiş gibi. Bizimle iletişime geçmiyor. Son görüşmemizde Mars'a geri dönmek istediğini, önemli bir proje üzerinde çalışacağını söyledi. Onun nasıl düşündüğünü bilmiyoruz. Bizde gitmesine onay verdik. O yüzden bütün hazırlıklar tamamlandı.

—Ne hazırlığı?

—Bu gece yola çıkıyor. UKOM'da onun için uzay mekiği hazırlandı.

Düşüncelere daldı Fatih. Bir yandan mırıldanıyordu.

—Böyle bir gecede neden gider?

Kenan şüphelenmeye başlamıştı.

—Dede kafana takılan bir şey mi var?

Kafasını kaldırdı yavaşça. Bakışlarındaki karmaşayı gizlemeye çalıştı.

—Yok evlat.

—O zaman gitsem iyi olacak. Yeterince geç kaldım. Kahve için teşekkür ederim.

Kenan yerinden kalktı. Dedesi ona sıkıca sarılmıştı. Sonra emaneti eline verdi. Gözyaşlarına engel olmaya çalışıyordu. Gördüğü rüya aklına geliyor onu bir daha göremeyeceğini düşünüyordu. Ne diyebilirdi ki. Sustu. Kader zamanı geldiğinde durdurulamayan bir çığdan farksızdı.

—Yolun açık olsun.

Ayrıldılar. Kenan, dedesine veda etikten sonra yardımcısı Ramis'i aradı. Jetin hazırlanması talimatını verdi. İlk durağı UKOM'du. Emaneti teslim edecek, toplantıya katılıp katılmamaya sonra karar verecekti. Zira aklında sorular vardı. Bir o kadar da yeise düşüren şüpheler. Ezba geldi aklına sonra dedesinin söyledikleri.

—Zihnimi temizlemeliyim.

Dışarıda temiz bir hava vardı. Pencere camından kendisini seyreden dedesine son bir selam verdi. Kararlı adımlarla aracına binip ağaçlık yolda gözden kayboldu.







2
Kurgu İskelesi / Mars Sonun Başlangıcı
« : 14 Şubat 2015, 13:21:05 »
Arkadaşlar bir süre önce romanımdan birkaç bölümü burada paylaşmıştım. Kitabım Yakın Plan Yayınlarından çıkmıştır. Burada gönderdiğim bölümleri okuyan, yorumlayan arkadaşlara teşekkür ediyorum. Değerli eleştiriler bana yazım yolunda ışık tuttu. Kurgu İskelesi üyelerinin yardımlaşmaları sayesinde Türk yazarlarında kaliteli eserler çıkaracağına inanıyorum.
Görüşmek üzere...


1.BÖLÜM

Atacama Çölü,Şili
 
-Nefes alabiliyor musun?Konuş benimle.

           Elleriyle adamın montunu  sıkıca kavrayıp sertçe silkeledi. Hareket ettirmeye çalışarak yaşam belirtisi arıyordu gözlerinde. Muhatabının sesi boğuk ve anlamsızdı. Homurtulardan başka bir şey duyulmuyordu. Başını sağa sola sallamakla  yetindi. Gözlerini açık tutamıyordu. Telaşlanmıştı arkadaşları. Ekip lideri hemen başında oksijen tüpünü kontrol ediyordu. Bir sorun göremedi.

-Neden normale dönmedi. Bir an çaresizce etrafına  baktı. Ne yapacağız der gibiydi. Bir diğeri sessizliği bozdu.
-İstasyondan oldukça uzaktayız. Oraya gidene kadar  dayanamaz. Ne yapacaksak şimdi yapmalıyız.

Ekip lideri önerileri duysa da ilk defa yaşadığı bu durumda eli kolu bağlanmıştı. Bilinçsizce yerde yatan adama bakarken üzerindeki mesuliyeti hatırladı. Zaman daralıyordu ve fazla geçmeden adamın gözleri tamamen kapanmıştı."Tanrım yardım et" dedi  içinden.

Ruhunu kaplayan pişmanlık onu rahatsız ediyor ve vücudu soğuk terler döküyordu. Ekibini buralara sürüklemekle hata etmişti. O esnada aklına istasyonun yetkili adamı ve en yakın arkadaşı Kevin'in uyarısı  geldi.
“Tanrı sesimi duymuş olmalı.”

Yönetici edasıyla yapılan bu konuşmayı tam olarak hatırlıyordu.

-Araştırma için gideceğiniz  yer oldukça tehlikeli John. Aslında sizi oraya yalnız başınıza öylece yollamamam gerekiyor. Tecrübeli adamlarım var ama oldukça yoğunlar o yüzden tek başınasınız. Karşılaşacağınız şeylerin en önemlisi hakkındaki uyarım şu. Yüksek irtifadayız biliyorsun. 4920 metreden bahsediyorum. Aşırı oksijen miktarı sizi halsiz düşürecektir. O  yüzden bu taşınabilir oksijen  tüplerini  takmanız gerekiyor. Köşede duran beyaz, kırmızı şeritli silindirleri işaret etti. Ve unutmayın iki  saatiniz var. Fazlası için risk alamam.

Alnındaki kırışık çizgiler gerilmişti birden.

-Sende almamalısın.Kararlı bir şekilde konuşmuştu Kevin.

Şimdi onun ne demek istediğini daha iyi anlıyordu. Kendine kızdı. Herşeyi hafife alması birgün başına iş açacaktı. Öylede oldu.

Zihnini toplayıp neler olduğunu hatırlamaya çalıştı. Arkadaşı ona yol göstermek istemişti.

-Unutma ekibin senin talimatlarına göre hareket eder ve takım lideri olarak risklere karşı önlem alman gerekir. Tarzı öğrencisine çok önemli detayları sunan hoca gibiydi. Her zamanki gibi akıllı ve güvenilir bir mentor diye içinden geçirdi. Gülümsedi John.

-Bu yöneticilik işi seni hatiplikte oldukça geliştirmiş. Merak etme dediklerin harfiyen uygulanacaktır. Beni bilirsin böyle görünmek hoşuma gidiyor.

Onu tanımasa ciddi olduğunu düşünebilirdi ama her şeyi basite aldığından kuşkusu yoktu. Umursamaz tavırlarından nefret ediyordu. Sonra başını öne eğip sağa sola salladı.

-Tamam John. Ben görevimi yerine getirdim. Ne zaman gidiyorsunuz?
-Her şey hazır. Birazdan yola çıkacağız. Bize vereceğin bir aracın var mı?

            Olumsuzca kaşlarını kaldırdı.John'a:
-Maalesef burada bazı şeyler kısıtlı. Ama gideceğiniz yere kadar sizi götürecek bir araç ayarladım. İki saat sonra da dönüşünüz için tekrar gelecek.
-Benim için yeterli bir süre. Diğerlerine haber vereyim.

John sıkıcı konuşmalardan uzaklaşmak,maceraya atılmak istiyordu. Arkadaşının yanından ayrılıp kaldıkları odaya yöneldiğinde Kevin arkasından seslendi. Hatırlatması gereken bir şey daha vardı.

-Unutmadan John oksijen tüpleri hakkında bir uyarım var.
-Seni dinliyorum.
-Arızalanabiliyorlar o yüzden yedek tüpleriniz olacak gerekirse kullan.

         Fazla dikkate almadığı vücut dilinden belli oluyordu. Yinede duydum der gibi başını sallamıştı.
John birkaç saniye içinde zihninden geçen bu görüşmeyi hatırladı.

“Yedek tüpleriniz olacak gerekirse kullan.” Aradığı cümle buydu. Hemen kendine geldi. Önünde hareketsiz yatan adamın ağzındaki maskeyi çıkardı.

-Neden maskeyi çıkardın John? dedi ekipten biri. Kimseyi duymuyordu. Hemen harekete geçti. Yerde yatan adam şoka girmek üzereydi. Hızlı davranıp kendi maskesini çıkarttı. Tüp değiş tokuşunu yaparken oldukça kıvraktı. Belki de korku ve adrenalin onu fazlasıyla zorluyordu. Nefes almaya çalıştı başaramadı. Gerçekten de tüp arızalıydı. Oksijen akışı sağlanmıyordu. Maskeyi tekrar çıkarıp arkasındaki adama seslendi.

-Walter hemen yedek oksijen tüpünü getir.Acele et.

       Sesi tarzının dışında bir tondaydı. Sonra yerde yatan adama döndü. Nefes alıp almadığını kontrol ediyor nabzını hissetmeye çalışıyordu .Walter yedek tüpü getirdi. Hızlıca tüpü değiştirdiler. John adamın gözlerine baktı. Saatler gibi geçen iki dakika sonunda gözlerinde bir hareketlenme oldu. John umutlandı. Ekipteki diğer iki kişi de endişeli hallerinden kurtuldular.

-Nefes alıyor dedi Walter. Dudaklarının hareket ettiğini gördü. Sonra ağzının hafifçe aralandığını.
-Evet dedi John şimdi daha iyi. Yumuşak ve düşük bir oktavla seslendi.
-Fatih beni duyuyor musun?Nefes al nefes al.

Tepki veriyordu. Zaman geçtikçe kendine gelmeye başladı. Bir iki kere öksürdü. Gözlerini açmakta zorlanıyor gibiydi. Ağzından dökülen birkaç cümle vardı sessiz ve yavaşça.

-Ne oldu böyle? Bayıldım mı ben? Çok yorgunum.

John sevinçle baktı Fatih'e.Adam gözlerini açmıştı.

-Evet Fatih biz çalışırken burada uyukluyordun. Bütün işi biz yaptık.

Bütün ekip rahatlamıştı. John üstünden ağır bir yükün kalktığını hissetti. Ardından onu rahatlatmaya çalıştı.

-Meraklanma.Bir anlığına kendinden geçtin. Sorun oksijen tüpündeymiş. Şimdi daha iyisin değil mi?
-Oldukça iyi sayılırım.
-Bizi korkuttun dostum. Diğer iki arkadaşı da hemen yanındaydı.

Fatih'i yattığı yerden kaldırdılar. Kendini toplamaya çalıştı. Daha iyi hissediyordu.

-Arkadaşlar özür dilerim. Ben... John sözünü kesti.
-Tamam Fatih kendini yorma. Bu senin hatan değil. Yanında duran bozuk tüpü tekmeledi. Zaten burası hiç hoşuma gitmemişti. Uğursuz bir yer. Diğerlerine baktı. Arkadaşlar çantalarınızı toplayın. Buradaki işimiz bitti dedi.
Macera buraya kadardı. Ekiptekiler bunu memnuniyetle karşıladılar.

Çalıştıkları malzemeler ve diğer eşyalar toplanırken Fatih’te kendi çantasını toplayabilecek kadar iyi duruma gelmişti. Arkadaşlarının kendisini kontrol eden bakışlarını hissediyordu. Oldukça telaşlanmış olmalıydılar.

John ise hemen yola koyulmuştu. Arkada kalanlara bağırdı.
-Haydi buradan gidelim. Birazdan araç bizi almaya gelir.

Boşlukta “Tamam” anlamında homurtular uçuştu.

         Arkadaşları Fatih’e yürümesinde yardım ediyorlardı. Birisi omzuna girip destek olurken diğeri de çantasını sırtlanmıştı. Çalışma bölgesinden stabilize yola doğru ilerlediler. Havanın sakinliği oldukça şaşırtıcıydı. Her an bir fırtına yaşanacak gibi korkutucu bir bekleyiş vardı gökyüzünde. Fatih neler olduğunu hatırlamaya çalışıyordu.

       En son yorulduğunu hissetmiş ve notlarına eklentiler yapmak için uygun bir yer bulmuştu. Hem de dinlenecekti. Topladığı bazı taşları küçük poşetlere yerleştirip çantasına koyuyordu. Ardından izlenimlerini not ediyor unuttuğu bir şey olup olmadığını kontrol ediyordu. O sırada nefes alıp vermenin zorlaştığını hissetti. Üstüne çöken ağırlık onu bunaltsa da tepkisiz kalmıştı. Oksijen tüpünü çıkarmaması gerektiğini biliyor bir sorun olacağı aklına gelmiyordu. Nabzının yavaşladığını anladı sonra. Gözlerinin kapanmasına engel olamıyordu. Beyni fazladan enerji yakan her bir uzvunu birer birer kapatıyordu sanki. Kendini öyle yorgun hissediyordu ki bir anlığına bu duygu ona güzel gelmeye başladı ve kendini bıraktı. Buradan sonrasını zaten biliyordu. Ama yaşamın kıyısında yürüdüğünü daha yeni kavramıştı. Ölüm onu sessiz ve yumuşak bir şekilde kollarına alacakken ondan kurtulmuştu. Ne kadarda yakındı. İçten içe yaşadığına şükretti. Kendisine yardımcı olan arkadaşlarına minnettardı.

-Şükürler olsun.
-Evet dedi John.Tam vaktinde.

Araç geliyordu.Ekip gitmek için hazırdı.Herkesin bir an önce buradan ayrılmak istediği belliydi.Akıllarından geçen tek bir yorum vardı.Burası berbat bir yer.

                                **************************************************

Sayfa: [1]