Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - roach

Sayfa: [1]
1
Franz Kafka, en kişisel engellemelerini, kaygılarını ve fantezilerini, zamanın çok ötesinde yaratıcı hikayeleri romanlarına taşıyarak, şaşkın ve korkmuş yirminci yüzyıl insanlarının evrensel sözcüsü olmuştur. O, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun bir sömürge karakolu olan Prag'da yaşayan biri, Bohem dili konuşulan Prag'da Almanca konuşan topluluğun bir üyesi, Almanca konuşanlar arasında bir Yahudi, Yahudiler arasında da tam bir bireyciydi. Ama kendisi dahil olduğu bütün azınlıkların konumunun üstündeydi. Bu kitaptaki beş hikaye, Kafka'nın dorukta olduğu dönemde yazılmıştır; hepsi o hayattayken güvenilir versiyonlarla yayınlanmıştır. Bu hikayelerin her biri, onun düşüncesinin birçok yönünün, başlıca konularının ve tarzlarının, sürekli saplantılarının tam anlamıyla birer örneğidir.

2
Müzik / Interpol
« : 08 Şubat 2008, 09:57:54 »


1998 yılında kurulan New York’lu indie topluluk Interpol, Paul Banks (vokal, gitar), Daniel Kessler (gitar, geri vokal), Carlos Dengler (bass) ve Sam Fogarino (davul) ‘dan oluşuyor. Müzikleri; bas atışlarının, seyrek gitar vuruşlarının koyu bir karışımı olarak biraz Joy Division, biraz Kitchens of Distinction’ı anımsatıyor. Grubun ismi, vokalistle “paul paul interpol” diye dalga geçilmesinden geliyor.

Interpol, 2002’de çıkardıkları ilk albümleri “Turn On the Bright Lights” hafif deneme niteliğinde olsa da, 2004’te çıkan “Antics”le kendinden emin “sound”larıyla dikkatimizi iyice çekmeyi başardı.

“Turn On the Bright Lights”dan çıkan “Pda”, grubun daha bir plak şirketine bile ait değilken verdikleri underground konserlerden sonra çıkan 4 EP’sinde de bulunuyor. Hepsi birbirinden farklı olan versiyonların en kısasını “Turn On the Bright Lights” da dinlemek mümkün. Albüm satışı toplamda 438.000’e ulaşırken, Paul Banks’in sesinin Ian Curtis’le benzerliği de grubun fanlarının gün be gün artmasına da yol açtı.

“Antics” albümü daha çıkmadan, hayranları kendilerinden daha sert, ilk albümden biraz daha farklı bir sound beklerken, Interpol karşımıza ilk albümden pek de farklı olmayan sounduyla, hatta daha da naif havasıyla karşımıza çıktı. Albüm sadece Amerika’da 435.000 satarak ilk albümden bu yana ne kadar geliştiklerini, genişlediklerini de gözler önüne serdi. Amerika’da Ağustos 2005’te tekrar piyasaya sürülen “Antics”, yanında bir bonus cd’yle hayranları selamladı. Bu cd’de grup tarafından remixlenmiş 4 şarkı, bir b-side ve 3 video bulunmakta.

2007 senesinde Capitol Records ile anlaşmaya varan Interpol, 10 Temmuz 2007 tarihinde “Our Love To Admire” adlı albümünü piyasaya sürdü. Albümün prodüksiyonunda Rich Costey ile çalışan grup, albümün soundunda eski albümlere göre ifade gücü daha yoğun bir sound yakaladı. Albümden ilk single’ı “The Heinrich Maneuver”e seçen topluluk, albüm sonrası Amerika ve Avrupa’daki festivallerde hayranlarıyla buluştu.

3
Düşler Limanı / ...
« : 06 Şubat 2008, 03:48:28 »
arkadaslar denemelerimi paylasmak istedim sizinle... okudugunuz yazılardaki herhangi bir ibareyi sıfatı unlemi veya virgulu uzerinize alınmamanızı umuyorum... birde okuduktan sonra yorumlarınızı paylasırsanız sevinirim  (: bu yazılar benim icin cok onemli cunku cok az kisiyle paylastım buraya yazana kadar...




        Eh madem öyle bende bende elimdeki taşla kafanızı yararım. Tabi tabii yarılacak kafanız varsa. Şimdi en yüksek sesimle ve en düzgün konuşmamla sorarım size:"aranızda kaçınız istediginiz gibi yaşıyorsunuz?". Hiçbiriniz. O zaman yaşadığınız her an boşuna.. Aldığınız her nefes oksijen ısrafı... Yediğiniz her lokma besin üçgenine bir darbe daha indiriyor. Boşuna yaşıyorsun canım senin soluduğun o havayı gerektiği gibi yaşayarak soluyacak pek çok insan vardır. Ne olacak peki? 1 milyar yıl sonra solunacak oksijen kalmadığında bunun hesabını kime vereceksin? İyi peki de bundan banane...
        Demek istediğim gerekli yaşa. Dinlediğin müziğe kendini kaptır, depresif dinle, manik dinle ama dinlediğin müzikteki hikayelere inanma. Kendini o hikayelerin içine sokma. O zaman kaybolursun. Bırak diğer insanları sen kendini bulamazsın. Dinlediğin her şarkıda ayrı bir şizorfrenik serzenişe girmeye başladığında "aaahhh ahh ne berbat hayatım var" cümleleri peşisıra gelmeye başlar. Kendini birgün banyoda aynaya bakarken elindeki kesici aletle bileğini okşuyor olarak bulduğunda hiç umurumda olmayacaksın. Sen kendini öldüredur ben gitarımla sevişmeye devam edeceğim.(04.02.2008/5:30)
--------------------------------------------------------

   Alışınmışın dışında bir karakter olması sizi yanılgıya düşürecektir. Zaten bunu istiyorum. Normalite sınırlarına sıkışmışlıktan kurtulmanın kolay olduğunu kimse idda edemez. Ama zaten böyle bir derdiniz varsa normalite sınırlarını zorlayamazsınız bile. Bakınız punkçılar... Bakınız dedim ama geçip gitmeyin dikkatli bakın. Görülen odur ki hiç biri alışılagelmişin 1nm(nanometre) dışına çıkamamıştır, çünkü denemedikleri tek şey kendileri olmaktır.
   Kendin olmak, kendine benzemek... Dahada öncesinde kendini keşfetmek. Önce olduğunu sandığın sınırları zorlamak. Daha sonrasında sınırların olmadığını farketmek. 1 hafta uykusuz kalmak,(1 hafta birşey mi? Evet birşey!) , 24 saat yaşamak... 45 dakika uykuyla ayakta duruyorsanız gördüğünüz herşey gerçek olmayabilir.
   Konudan uzaklaştım sanırım. Hayır uzaklaşmadım sadece uzaklaştığımı düşünmeni istiyordum (Piskopat mısın kardeşim neden uğraşıyorsun benimle? Ne olduğumu düşünüyorsan O'yum!). Bahsettiğim kişi (karakterimiz, esas çocuk...) sorunlu, piskopat günümüz tabiriyle "toplumsal oluşum evresinde generation x etkisinde kalmış zararlı birey" potansiyeli taşıyan, asosyal olduğu kadar insanları didikleyen, demin uzunca açıkladığım alışılagelmişliğin dışına çıkmayı öğrenmiş, ( bunu nasıl yaptığını tam anlamıyla belirtmeyecem, yukarda yazanları denemeye kalkma sonuçları iyi olmaz ayrıca o sınırın 1 cm dışını bile göremeden mort olursun... / aşçı hiçbir zaman tarifini tam vermez! ömerden kaptığım özlü sözlerden biri...) ama alışılagelmişliğin içinde yada dışında olmayı umursamayan günümüz gençlerinden yalnızca biri...
   Varmak istediği noktayı söyleyince eh yukarıdakiler ne alaka diyeceksin, ama yazıyı yazan benim okuyan sen... Bu durumda ne yazarsam onu okumak zorundasın itiraz etmeye hakkın olduğunu sanmıyorum haha!! (komik olmayabilir ama bunada itiraz edemezsin...)
   "Alışılagelmişlik"'ten bahsediyorduk... Şimdi konu aşk! Düşünüyorum da betimlenen karakter aşık olsa...Görülmemiş bir aşk.. Eşi benzeri olmayan... İyi birşey mi sanıyorsun? Yine yanıldın... Aşk sözcükleri yok. Şımartılmak yok. Önemlisin ama ötesi değil. Bunun gibi pek çok örnek sıralanır hat kopana kadar kafanızı şişiririm iyisi mi gelin düşünceler anlatsın size bunu...

   "Gördüğüm her yerde gülme krizine girmişimdir o tür insanlara... Aklına gelen her tür sevgi abartısını bağırsaklarına uzanan borunun biraz yukarısındaki ses tellerinden süzerek geçiren, her cümlesinde anlamsız, klişe, gereksiz iltifatlar olan, yaşadığı şeyin aşk olduğunu zanneden zavallılar..."

   Karakterimiz (her şeyde anti olmasından kaynaklanan sende punkçı izlenimi yaratmış, herkesten farklı, kendini üstün zanneden zavallı!!!) böyle değildi elbette... Hiç ölesiye güldüğün insanlar gibi olmayı denedin mi? Deneme zaten...

   "Aşk, dile getirildiğinde gereksizleşir. Ama aşkı gereksizleştiren dile getirmek değildir. Dile getirirken seçtiğin anlamsız kelimelerdir."

   Düşüncelerinin içinde boğuluyordu yine. Yarı uyur haldeyken düşündüğünüz herşey gerçek olmayabilir...(24.01.2008/04:53)

4
Müzik / Post Rock
« : 14 Ocak 2008, 06:42:06 »
herkese tavsiye edebilecegim bir muzik turu aslında... her tur insan kendinden bir parca bulabilir bu tarzın icinden deneyin derim :) post rock ile ilgili uzun ve sıkıcı bir text iliştiriyorum suraya bununla birlikte en sona da benim sevdigim bir kac grubu yazacagım yeni deneyimler arayanlar bir goz atabilir...

Post Rock’ı batıya ait birçok tarihsel müzik öğesinin bileşkesi ve bazen de temsilcisi olduğundan dolayı şu anda tarihsel bir çerçeve içerisinde inceleyemeyecek olsak da, en azından çıkış noktası hakkında biraz geriye dönmek mümkün. Post-rock bir terim olarak literatürde ilk kez 1993de, Bark Psychosis’in Hex albümüyle ortaya çıktı. Albümde yer alan akustik gitar gibi enstrümanların yanında atmosferik çınlamalar ve uğuldamalar, ve bu sayede yaratılan bir tür sessiz mekan (sessiz şehir) ve tüm bunların sessiz bir görücüye çıkması bu ilk tam anlamıyla post rock albümünün öğeleriydi. Bu yüzden Post Rock bu değişen düzlemde ve zamanda, kullanılan seslerin, enstrümanların, ve vokallerin belirginlik ve kesintililiklerini yitirerek homojen bir hal almasıyla ortaya çıktı. Bu pek keskin olmayan değişimden olacak ki, Post Rock’ın oluşumu terimin kendisi ortaya çıkmadan daha önceleri başlamıştı. Daha 60’lı ve 70’li yılların ortalarına kadar devam eden ‘Rock’ın altın çağı’nın içinden, (belki bu altın çağın yetersizliğinden dolayı) tamamen farklı, deneysel sesleriyle Pink Floyd ortaya çıktı, böylece içsel ve dış dünyaya ait olan her şey birbirine karışmaya başladı. Bazılarının da  savunduğu gibi, belki Rock hiç yaşamamıştı. Yine aynı kökenlerden yola çıkarak, Post rock’ın daha geleneksel bir kolu ise, 1991’de Slint, Lousville Kentucky ile çıkış yaptı. Gitar, bas, davul ve vokallerden oluşan oldukça basit dizilimlerinin ardında bu aletleri kullanmaktaki deneysellikleri onları bu akımın öncülerinden biri yaptı. Brian McMahan’ın zar zor duyulan vokalleri ardından, çift gitarlarının bazen kendini tekrar eden, çoğu zaman seslerine sınır tanımayan, ve kontrollü patlamalar halindeki dizilişi, ve şarkıların kağıt üstünde yazılmamış olsa da düzenlenmiş halleri grubu biraz olsun tanımlayabilirdi. Post Rock’ın gelişiminde bu iki farklı kolun bazen birleşip bazen de kendi hallerinde izledikleri seyir en temel rolü oynadı.
Bu yeni müzik, ne kadar politik bir yapıdan uzak gibi gözükse de, aslında çoğu zaman politik bir kimlik kazanıyordu ve böyle bir bilinçlenmeyi amaçlamamış olsa bile beraberinde getiriyordu. Süregelen birçok müziksel ya da müzik dışı, politik elemanın yer yer simgelenebildiği post rock, bu sayede tarihsel akışın kısmen dışına çıkarak, bu tarihsel akışın; ki müzik tarihi bunlardan biri olurdu, devamlılığını sağlıyor. Post Rock’un bu farklılığının, zaman zaman yapısal olarak gösterdiği karakterlilikle ifade edilmesi ironiktir. Tarihte fikir olarak tekrar eden ritim ve ses öğelerini temel olarak kabul eden başka yaygın bir müzik akımı olmamıştır. Brian Eno kendi müziği adına “tekrar değişimin bir şeklidir“ dediğinde de bunu kastetmiş olmalı. Bu ilkeye bağlı olan veya olmayan birçok post rock grubu, Amerika ile iç içe olmasıyla büyük ölçüce bağlantılı olarak Kanada’da ortaya çıktı. God Speed You Black Emperor’da olduğu gibi politik bir içerikte, bu kimlik açıktan açığa politik bir tarafta durmaktansa her yere bulaşan kötü kaderi gözler önüne seriyordu. Enstrümantal olarak da, gitarların, yaylıların ve bazen nefeslilerin de, sürekli ya da kesintili olarak hızlanan bir ritim etrafında oynadıkları çok benzer roller, bu kimliği bütünler nitelikteydi.
Ne kadar bu ve bunun gibi sembolik kimlikler bazen politik de olsa, seyirci ve müzisyen arasına mesafe koyuyor gibi gözükse de, asla yalnız kişisel değerlere sahip olmayan bu müzik, seyirciyle arasında daha farklı bir köprü kuracak, ve canlı performansı yeni bir yönde varolarak ya da yok olarak mümkün kılacaktı. Bu yeni bağa, ilk defa seyirci ve müzisyenin dışında, onları her daim soluksuz ve kesintisiz izleyen, dışarıdan  bir üçüncü şahıs tanımını verebiliriz. Bu sayede tüm tablo içerisinde bir kimlik dağılımı, ve karmaşık, uyumsuz (heterojen) bileşimlerin oluşumu yerine, artık hepimiz bu üçüncünün gözetimi altındaydık; ve bazen kaybolmuş bir şahsi hayatın, ya da hafızanın tümden yansımaları farklı ses, ritim veya vokaller etrafında; bazen de şarkının kendi teması etrafında, eğer bir şarkıdan bahsedebilirsek tabi; tekrar, çok daha geniş, kollektif ve kendisinin dışında bir kapsamda duyularımıza yeniden yansıtılacaktı. Bu bağlamda, Post rock’ın, klasik rock parçalarının tersine, kişisel bir çıkış noktası olmadığını söylenebilir. Labradford, The For Carnation gibi grupların yansıttıkları sesler çoğu zaman bu ayarda olmuştur. Herhangi bir kayıp ya da delik deşik hafızanın ne geri kazanılabilecek, ne de tamamen unutulabilecek olması. Bu durumda görünüşte izole edilmiş birçok hafıza, ortak bir çizgide kendi hiçbir şeyini bulmuş olabilir.
Eninde sonunda sahnede bu canlı performans mantığını oluşturan bir kaybolan izleyici hafızası, ve bunu destekler nitelikte ritimler ve sesler vardı. Bu sahne her an unutulabilirdi, fakat bu yeni kimlik, sahnenin sahne dışında da, sokakta, şehirde devamlılık kazanmasına, belki bir süreliğine, yardımcı olur nitelikteydi.
Esasen enstrüman kavramının ortadan kalkmasa da, büyük ölçüde değiştiği bu dönemde, sesin arka planda kullanılan bir ‘efekt’ dışında daha farklı düzlemlerde kullanımı baş gösterdi. Bazen de tüm bir parça, bir ‘efekt’ler bütünü olup, vazgeçtiği yapısı karşılığında yepyeni bir atmosfer kazandı. Tabi, müziğin ön plandaki bileşkelerinden biri ses gibi belirsiz ve tanımlanamayan bir kavram olduğu için, bu deneysel sahanın birçok yöne dağılması kaçınılmazdı. Eski Bad Seeds elemanı Blixa tarafından kurulan Einstürzende Neubauten grubu, her çıkışında, tam anlamıyla ne elektronik ne de akustik denebilecek bir tarz ile, kökünde dışarıdan, sokaktan toplama seslerin bileşimi olan bir yön belirlemiştir. Bu tanıdık sesler aracılığıyla, dışarıdan tüm yansıtılanların birebir içinde bulunmamız artık olanaksız olsa da, en azından onların bu şekilde tekrar üretilmeleri aracılığıyla, bu gerçekçi seslerin ne anlama geldiklerini değerlendirebiliriz. Bu sayede ses, zaman zaman birleştiricisi kadar dinleyicisini de benliğinin dışında bir yerlerde yakalayabilmiştir. Bu ‘sokak’ müziğinin, dışarıdaki endüstri ya da kurumun birebir temsili, ilk bakışta kişisel hislerden çok farklı veya sadece dışında bir düzlemde ilerledi. Parça tamamen dışarıda duyduklarımızın bir bütünü olabiliyordu. Böylece bir araya getirilmiş bir parça, hatalı bir bütünün hatalı bir simgesi olmaktan, ve hatalı bir anı dile getirmekten başka daha ne yapabilirdi?   

   1.  Einstürzende Neubauten’in adını aircake koydukları pet ve cam şişeler ve karton kullanarak bir araya getirdiği ‘toplama enstrüman’.
   2. Adı Bluebin olan çöp tenekesi ve birkaç bisiklet pompasından oluşan vurmalı çalgı; Einstüzende Neubauten’in konserlerinden önce neden boş plastik , metal teneke türünden eşyalar sipariş ettiklerini açıklıyor.                       

İlk başlarda bahsi geçen bu  şekli şemalı belli olmayan müziğin, bir başka kendi içinde varolan müzik türünü temsil edebilme ihtimali ise bu ön plana çıkmış sesin kullanmaktaki çeşitlilik olmalı. Belki de bir orkestranın birçok elemanın yavaş çekimi olarak da algılanabilecek bu uzaktan, ‘öteden’ gelen ses, bu yeni batı müziğinin doğu kökenli müzik anlayışından birebir etkilenmesinin sonucunda oldu. Batılı anlamda klasik müziğin tersine bu doğu kökenli; sonsuz sesli, perdesiz sesin öteden bize ulaşması, onu anlamsız kılmasa da, bir anlam arayışından yoksun kılıyordu. Sigur Ros’un çok sesli yaylı gitarları ve üstüne kimden ve nereden geldiği belirsiz ve büyüleyici vokallerindeki uzaklık, bütün bir zenginlik sadece orada olsun diye yaratılırken, Cul de Sac’ın tamamen kopuk, içsel bir tabandan yoksun ve  dolayısıyla bir çıkış belirtmeyen oluşumları ve sesleri doğu kökenli bir ifadeye dönüştü. Vokaller de bu sesin kullanımındaki değişimin bir parçası, bazen de ifade edilişlerinin çabukluğundan ötürü öncüsü oldu; duyulması güç fısıltılardan (Mark Nelson/ Labradford bunun çok yerinde bir örneği olurdu) tiz çığlıklara kadar uzanan bir düzlemde kullanıldılar.

Bu sayede şarkı sözleri de, bu tür bir söylenişle eşdeğer görülebilirdi; eğer sözler yazılmışsa, bu şiirsel bir kaygıdan uzak ve söyleniş şekliyle birebir vurgulanıyor olurdu, ve klasik Rock’tan farklı olarak oldukça arka bir planda gizlenmiş olurlardı, biz sözleri bilmiyor olurduk. Tabi bu çok seslilik, Post Rock içerisinde hiçbir zaman armonik bir düzenleme aracılığıyla gerçekleşmedi ve gerçekleşmeyecek. Batılı anlamda bile, çoğu zaman armonik bir düzenleme, eğer hala mümkünse de oldukça arka planda kaldı. Sonuçta ortada bu kayıp seslerin bütününe ulaşmak için devinen, geleneksel hiçbir bağı kalmamış, mekansız bir tür bilinç kaldı. Bu yüzden, artık bir oluşum sürecinden bahsedemeyeceğimiz gibi, belki de müzik dünyasının önemli bir kesiminde bilinçli bir kontrolden söz edemeyiz.
İşte bu çeşitliliğin homojen dağılımı olarak ortaya çıkan Post Rock’ı bir oluşum yerine parçalanma olarak da algılayabiliriz. Bu yüzden olacak ki, Post Rock kendi içinde birçok farklı yöne dağıldı. Bir yandan Brian Eno, Stars of the Lid gibi, şu anın, bir adım sonrası olmaksızın yankısı niteliğinde, zaman ile hiçbir bağlantısı olmayan müzikleri bir araya geliyordu. Caz etkileşimli bir başka ses ise, Post Rock’ın öncülerinden sayılabilecek Tortoise, ve sonraları daha belirgin olarak Chicago Underground Trio tarafından hayata geçirildi. Caz gibi klasik kökenli müzik türlerinin isimleri bu yeni müzikte başka alanlarda da karşımıza çıktı. Brian Eno’nun çoğu kez çok başarılı örnekler verdiği Ambient türü içerisinde Miles Davis, In a Silent Way albümü ile yer aldı. Yine Tortoise’ın iki elemanı, John McEntire ve Bundy K Brown, eski grupları olan Gastr del Sol daha çok kökenlerine bağlıydı. Daha ilk albumler olan The Serpentine Similar (1993) bir takım deneysel seslerin kesimi ve üst üste yapıştırılması şeklindeydi; tuhaf piyano akorları ve zaman zaman gürültülü gitar dizilişleri, John Cage’in öğretilerini andırıyordu. Bir yanda ise Pink Floyd’dan da öncesinden bu yana Post Rock’ın kolay kolay değişmeyecek bir öğesi olan psychedelic tonlar, ve bu titreşime has bir müzik türü tamamen atonal sesler üstünde kuruldu, ve tamamen bulanık ve geri dönüşsüz bir tür ortaya çıktı. Burada birkaçının bahsi geçen çoğu Post Rock grubunun sesleri aslında bir diğerini kolay kolay andırmaz. Her yeni grup bu çözülen yeni akımın bağımsız bir parçası olduğu gibi, çoğu zaman kendi içlerinde bir bütünlük oluşturmakta veya genel bir bütünlüğü simgelemekte güçlük çeker, çünkü bu bahsi geçen bütün zaten uzakta bir yerdedir. Post Rock’ın tüm bu alt gruplarını birleştiren ise, bir yanda toplumsal, diğer yanda tamamen kişisel tüm içeriklerini yitirmiş, bu sayede karşısında durduğu tepkisel bir kaynağın belirginliğinden yoksun olmaları. Batı tek bir an üstünde duran bir müziği temsil eder duruma geldi.(alıntıdır...)

bununla birlikte "Explosions in the Sky, Dredg, Godspeed You Black Emperor, God is An Astronaut ve de Oceansize" begendigim gruplardır...

Sayfa: [1]