Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Victoria

Sayfa: 1 ... 4 5 [6] 7 8 ... 22
76
Genel Kültür / Ynt: Fotoğraf Kulübü
« : 26 Nisan 2011, 20:00:35 »
Bu babaanne yoksa? O babaanne mi? Öyküdeki :P :)
Evet. O cadaloz kadın.  

77
Genel Kültür / Ynt: Fotoğraf Kulübü
« : 26 Nisan 2011, 19:55:32 »
Spoiler: Göster
Evet çok güzel ve eksantrik bi fotoğraf de mi? , çok ilginç, çok muhteşem .

Bu resmi neden çektiğimi hatırlamıyorum. Resim dosyamı karıştırırken karşıma çıktı. Evet tarihi yazılıydı.
Ama bu lamba tanıdık! Babaannemin salonundaki lamba bu. Neden çektiğimi şimdi hatırladım. :hemk

Rivayetlere göre bir kız varmış. Ailesi onu tatilde  tatilde esaret altında kalsın aklı başına gelsin diye büyükannesinin yanına sürmüş. Zavallı kız sıkıntıdan ne yapacağını şaşırmış. Bu külüstür evdeki tek modern ve teknolojik alet elindeki fotoğraf makinesiymiş. Ama çekicek bir şey bulamayınca oda duvarları ve lambaları çekmiş...


78
Yazın olucaksa kesin gelirim.

79
Gezginler Kamarası / Ynt: Victoria'nın Pembe Dünyası
« : 23 Nisan 2011, 21:16:37 »
Bugün en sevdiğim dizi olan Supernatural izlemek için girdiğim sitede yine çok fazla yorum vardı.Çoğu kişi ''çok güzel bir bölüm ya da  arka fondaki müzik harika'' diye  yorum yazmıştı. Çoğu imla kurallarına dikkat edilmeden yazılmıştı. Ama öyle bir yorum vardı ki hangi dil olduğunu hala anlayamadım.
Youm şuydu;
''haRiKA.
haRiKA..
haRiKA... söLicek başKa biRşey yOk.. ! kOnusu böLümü heRşeyiyLe haRika bir böLümDü heRzaMan oLdqu qiBi.. öZeLLiklerde s0Nuna bayıLdm.. yaPmak isTedkLeri seYi baÅ�araMadan bitCeqini düÅ�ünmüyoRdum zaTen böLümüN aMa buDa beqLedqim brSy deqiLdi süPeR baqLamışLar s0nuNu. ..

TskLÖ©R diZip0rT... !''

Bu ne? Bu kadar mı özentilik olur. Hayır neden düzgün bir türkçeyle yazmak yerine bu kadar bozuk(Türkçe demek istemiyorum  :hemk) bir şekilde yazıyor. Hem bunu ben yazmaya kalksam yirmi dakikada zor yazarım. Bayağı bir uğraşmış arkadaş..  Çok uğraşmış olmalı türkçenin nasıl içine ederim diye.  Tebrik ediyorum başardın. Hadi alkışlayalım...


80
Televizyon / Ynt: Marchlands
« : 18 Nisan 2011, 14:27:47 »
Dizinin ilk bölümünü izlemiş bulunmaktayım. Film senaryosu olabilicek güzel bir seneryosu var.
Klişe bir  ( klişe bir hayalet) konusu var. Ama yinede gayet sürükleyici.
Spoiler: Göster
Alice!...


Edit; kilişe ve güzel film konusu harika anlatmışım demek istediğimi. Hayaletden bahsediyorum.

81
Düşler Limanı / Düşler
« : 10 Nisan 2011, 20:24:46 »
Düşler




Yolumun üstü dikenli. Dikenlerle kaplı uzun  bir yol…
Dudaklarımda eskiden unuttuğum bir şarkının melodisi, yoldaki tavşanlar gibi ürkek olan gölgem ve ben.

Kendi düşümdeyim, tanıdıklarımın düşündeyim, ağacın altında uyuyan kedinin düşündeyim…
Eskiden kısa boyluydum. Ama artık çok uzunum. Öyle uzunum ki gözlerin altındaki pislikleri görebiliyorum.

Ah şu gözler… Her şeyi saklarlar.
İçine her şeyi hapsedebilirsiniz. Tutku, para, kıskançlık ve güç. Birde bakışlar var ki derin bir mevzu.

Yol kenarındaki otlar fazla karışık, birbirine geçmiş kelepçeler gibi. Ama sorun değil. O kadar uzunum ki onların arasındaki küçük insancıkları görebiliyorum. Bana el sallıyorlar.

Benim gibi uzun birkaç arkadaşım var. Onlar birer birer dağılır karanlıkta…

Ah şu yanımdan geçen adama bakın! Bir aslanı sırtına almış, iki büklüm olmuş bir şekilde gidiyor zavallı. Bilmiyor kendisinin hayvandan daha ağır olduğunu...
Şu karşından gelen adama ne demeli? Parmakları o kadar uzun ki. Kendisine sorduğumda daha iyi piyano çalmak için dedi. Kimi kandırdığını sanıyor bu deli? Daha iyi hırsızlık yapmak için uzatmış o parmakları. Vah vah bilmiyor paranın ne kadar değersiz olduğunu. Onla istediği şeyleri satın alabileceğini sanıyor. Aldığı şeyler ona sahip olunca anlayacak yaptığı hatayı. Ya  şu ağaçların arkasında saklanana ne demeli? Kendisini avcı zanneden korkak.  Bilmiyor kendisinin av olduğunu.

Uzak da ki koyun sürüsü yaklaşıyor. Çoban ve yardımcısı arkalarından ilerliyor. Beni aralarına katabileceklerini zannediyorlar.

Kaçma zamanı. Koşabildiğin kadar koş!
Tanrım! Gittikçe yaklaşıyorlar. Boyunlarında ki çanların sesini duyabiliyorum.
Çanlar kimin için çalıyor? Söyleyin bana!

Ayaklarım kayboldu. Artık dört ayağım var.
Bu kuyrukta nereden çıktı? Tanrım! Bu benim kuyruğum. Kulaklarımda gittikçe sivrileşti gibi. Hayır olamaz! Yüzüm benim zavallı yüzüm.
‘‘İmdat yardım- me me me!’’ Sesim tek varlığımın kanıtı. Onu da çaldı bu aptal koyunlar!

Bırakmadınız, düşlerimi elimden aldınız. Aptallar!




 


82
Gezginler Kamarası / Ynt: Victoria'nın Pembe Dünyası
« : 20 Mart 2011, 16:38:19 »
Eve giden yol



Yatağımın karşısındaki duvarda asılı olan bu Tabloya her baktığımda farklı anlamlar çıkarıyorum. Resim aynı ama benim ruh halime göre farklı şekillere bürünüyor.
Kimin hediye ettiğini hatırlamıyorum. Çokta umurumda değil açıkçası. Önemli olan şu anda burada odamda olması ve beni rahatlatması…

Amerikalı bir ressam olan Thomas kinkade’e ait odamdaki kopyası. En sevdiğim ressamlardan birisidir. Gerçi tek sevdiğim ressamdır. Diğer ressamlar gibi karmaşık resimleri yok. Düz ve anlaşılır.
Aslında pek anlam çıkartamazsınız baktıkça.

Her gün aynı tabloya bakıyorum. Mutlu olduğum zamanlar farklı, mutsuz olduğum zamanlar ise sıradan.
Bugün tekrar baktım.

Hava kapalı, yağmur yağıyor. Gökyüzünde uçan kargalar her zaman ki yiyecek arayışı içersindeler. Daireler çizip duruyorlar. Ama her zaman ait oldukları noktaya geri dönüyorlar… İnsanlar acele etmeden evlerine yürüyorlar. Baştan aşağı simsiyah giyinmiş olan anne ve pembe renk giyinmiş olan küçük kızı. Büyük bir zıtlığın temsilcisiler sanki.  Eve gidiyor olmalılar.Acele etmeden yavaş bir şekilde yürüyorlar… Yüzleri olsaydı eğer kesinlikle ikisi de gülümsüyor olurdu.

Bütün evlerin ışıkları açık. Sokağı aydınlatıyor. Böylelikle karanlıktan korunmuş oluyorlar. Sağ taraftaki büyük evin bahçesinde ki  köpek mutsuz. Bir şeye kızmış olmalı… Evin girişinde bulunan siyah kedi dışarıyı izliyor. Ona acıyorum. Her şeyin siyah beyaz olduğu renksiz bir dünya…

İlerdeki kilisenin ışıkları sokağa yansımış…
Eski bir araba, acaba kaç yılında alınmış? Belki de 1960 yılındalar.
Arkasından gelen motosiklet onu takip ediyor gibi.
Kırmızı araba demeyi seviyorum ona. Siyah renkte olduğunu unutarak…

Sağ taraftaki büyük evde yaşadığımı hayal etmeyi seviyorum. O köpek bana aitmiş ya da ev.

Bu tablo canlı gibi.  Ama ne yazık ki bana ait değil tablodakiler.

Ressama ait. Bu evleri o yarattı. İnsanları, kırmızı arabayı, köpeği ve kediyi. Onların tanrısı o.

Üzülmüyorum. Ama biraz kıskandığımı söyleyebilirim. Resim yapma yeteneğim yok. Bir tek çöp adam çizebilirim. 
Önemli değil. Benimde hayal gücüm var. Bardağın yarısını dolu görmek lazım…

Kötü anlattım her şeyi. İyi betimlemedim. O an yazmak istedim bu yazıyı.
Ama duygular birbirine geçti.

Neyse ne diyordum? Ah evet tablo. Bu tabloda ruh var, duygu var, müzik var. Adını değiştirdim. ‘Eve giden yol’ koydum. Keşke müzik olsaydı arka fonda. ‘Beethoven’nin Cavatina’ adlı sonatı iyi giderdi.

Karmaşa yok tabloda. Sessizlik var, huzur var…





83
Kurgu İskelesi / Ynt: Kıpkısa Kulübü
« : 19 Mart 2011, 11:49:05 »
"Sonsuza kadar mutlu yaşadılar." masallar sonla biter. Ama kimse bilmez. Her son bir başlangıçtır.

84
Kurgu İskelesi / Ynt: Karanlık Masallar
« : 17 Mart 2011, 16:29:15 »
''Pinokyo'' en sevdiğim masallardan birisidir. Küçük kızın hissetiği duygu karmaşasını, korkularını hikayeye çok iyi yansıtmışsın. Diyecek fazla bir şey yok. Tebrik ederim.
Umurım bir daha ki masal ''Kırmızı başlıklı kız'' olur. En sevdiğim masallardan ikincisidir.( sanki istek parça istiyormuşum gibi oldu.  :P) Daha fazla yazmaya devam edersem bu liste uzar gider.  :)


85
Kurgu İskelesi / Ynt: Cehennem- Son
« : 17 Mart 2011, 16:22:33 »
Hm hm hm. Yorum biraz geç geliyor, bunun için özür dilerim öncelikle.

Sonu gerçekten şaşırtıcı olmuş. İnsan çok farklı şeyler düşünerek okuyor ilk bölümleri, fakat inişli çıkışlı bir kurgudan sonra bağlandığı yerin oldukça oturaklı olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca başlarda ilginç gelen bazı şeyler, örneğin karakterin herşeyden tiksiniyor olması ve karamsar hava, güzel bir şekilde açıklanmış oluyor son bölümle birlikte. Fakat ufak bir eleştri yapmak istiyorum müsaadenizle; 3. bölümdeki can alıcı kısım çok ani olmuş. İki kez okumak durumda kaldım olayları idrak edebilmek için. Hani böyle süpriz bir olayın bu kadar hızlı olması afallattı biraz. Bunun dışında olayların bağlanması ve özellikle yineliyorum ki son bölümü ile hoş, okunası bir hikaye çıkmış ortaya.

Küçük bir ekleme daha; annesi ve babaannesi ile ilgili gerçek düşünceleri ile davranışları arasındaki tezatlık özellikle hoşuma gitti. 17 yaşındaki her insanın ebeveynlerine karşı takındığı 'maske' güzel yansıtılmış, özellikle takdir ettim.

Tebrik ederim ve bu hoş hikaye için teşekkürler. Yarım kalmayan öyküler de ayrı bir hoş oluyor yahu. :)
Beğendiğiniz için teşekkür ederim.  :)
Aslında yarım bırakmayı düşünmüştüm. Pek beğenmedim çünkü. Daha iyi olabilirdi... 

86
Kurgu İskelesi / Ynt: Cehennem- Son
« : 15 Mart 2011, 18:01:46 »
Sonun bu şekilde olacağı hiç aklıma gelmememişti. Ben daha uzun olacağını düşünmüştüm ve babaanne ile ilgili bir şeyler bekliyordum açıkçası. Güzel de bağlamışsın gayet hoş bir hikaye olmuş. Özellikle son bölümün başındaki benzetmelerin hoştu.

Fakat son bölümde üçüncü paragrafın başında şimdiki zamanın hikayesi tarzında bileşik zamanlı eylem kullanırken birden görülen geçmiş zamana geçmişsin, o okurken biraz rahatsız ediyor. Onun dışında pek bir şey yok sanırım :).
                                                                                                                                                     
Güzel yorumunuz  için teşekkür ederim.
Ve evet yine hatamı  yakalayan biri daha.   :D




87
Düşler Limanı / Dedektif
« : 10 Mart 2011, 21:47:03 »
Dedektif

Neleri bilmediğini bilen çoktur, güçlük, neleri hiçbir zaman bilemeyeceğini bilmektir.
Cenap Şahabettin

 ‘‘Okulumuz yeni bölümünün ilk mezunlarını vermekten mutluluk duymaktadır. Dört yıl boyunca eğitmenlerinizden aldığınız profesyonel eğitim sizlere ömür boyu yardımcı olacak. Şimdi tüm mezunların sırayla isimlerini okuyacak ve diplomalarını almak üzere kürsüye davet edeceğim.’’

Konuşmacı isimleri okuyup bizi tek tek kürsüye çağırmaya başladı. Çok heyecanlıydım. Herkesin ailesi gelmiş çocuklarını tebrik etmek için bekliyordu. Bu yüzden herkes başını sürekli sağa sola, öne arkaya çevirip akrabalarını görmeye çalışıyordu.

Ben rahattım. Çünkü hiç akrabam yoktu. Sadece beni büyütmeye çalışan yaşlı kadını tanıdım. O da görevini yerine getiremeden ölüp gitti. Etrafa bakınmam için herhangi bir neden yoktu. Yakın arkadaşların ailelerinin de gençleri tebrik ettiğini gördüm. Fakat benim arkadaşımda olmadığı için böyle bir tebrik dahi alamayacaktım. Konuşmacı ismimi okuduğunda kürsüye çıktım. Beni diğerleri gibi alkışlayan olmadı. Bunu daha önce tahmin ettiğimden hayal kırıklığına uğramadım.

Diplomamı alıp kürsüden inerken bölüm başkanının beni işaret ettiğini gördüm. Yanına gittiğimde beni tebrik etti ve odasına çağırdı. İşte bu kez şaşırmıştım, böyle bir şeyi beklemiyordum. Bu adamın benimle ne konuşacağına dair hiçbir fikrim yoktu. Bu beklenmedik davet gün için planladığım programı altüst edebilirdi. Fazla uzatmayacağını umarak odaya girdim. Kutlama için bir kadeh içki içmeyi teklif etti. Beleş içki bulmak benim gibi parasız birine her zaman nasip olamadığı için gün içindeki planları ertesi güne iptal edebileceğimi düşünerek teklifi kabul ettim. Adam iki kadeh viski doldurdu ve birini bana uzattı. Kadehi elime aldığım anda adamın ne kadar konuşacağının önemi kalmadı. Hatta mümkünse konuşmayı uzatarak odadan sarhoş çıkmak istiyordum.

‘‘Öğrenim süresince sizi hep gözlemledim, başarılı bir gençsiniz.’’
‘‘Teşekkür ederim efendim.’’
‘‘Okul bitti. Şimdi ne yapmayı düşünüyorsunuz?’’

Hiç beklemediğim kadar keyifsiz bir soruyla karşı karşıya gelmiştim. Ne cevap vereceğimi bilmiyordum çünkü ne yapacağımı bilmiyordum. Büro açacak kadar param yoktu. Fakültede de kalamazdım çünkü akademisyenlik bana göre değildi. Mümkün olduğunca hızlı para kazanıp kendime özel bir dedektiflik bürosu açmalıydım. Benim bunu gerçekleştireceğim süreç içerisinde arkadaşlarım eminim ki, piyasayı çoktan ele geçirmiş olacaktı. Uzun zaman iş yapamayabilirim de. Ben bunları düşünürken adam, viskisinden bir yudum alarak:
‘‘Cevabınızı bekliyorum,’’ dedi.
‘‘Özel bir ofis açmak istiyorum efendim.’’
‘‘Bunun için maddi koşullarınız uygun mu?’’
‘‘Hayır efendim.’’
‘‘Peki nasıl açacaksınız?’’
Beni köşeye sıkıştırmıştı. Bu konuşmayı tamamen benimle eğlenmek amacıyla mı yapıyordu acaba?

‘‘Önce para kazanmalıyım efendim.’’
‘‘Bende öyle düşünmüştüm.’’
İkimiz de aynı şeyi düşünüyorduk fakat bunun benim yararıma olan kısmını hala çözemleyebilmiş değildim. Muhtemelen konuşmanın ilerleyen kısmında buna dair bir şey söyleyecekti.

‘‘Size yardım etmek isterim.’’
‘‘Bunu nasıl yapacaksınız?’’
‘‘Genç atılımcıları destekleyen bir kuruluş var. Sahibi dostumdur. Size onun adresini vereceğim. Büronuz için gerekli parayı oradan temin edebilirsiniz. Yalnız aldığınız ödeneği altı ay içinde kuruma ödemeniz gerekiyor.’’

Oldukça iyi bir teklif sunmuştu. Öneriyi kabul edecektim fakat, ilk viski kadehini henüz bitirmiştim. Bir tane daha içmeden asla cevap vermek istemiyordum. Sanırım o da bunu anladı.

‘‘Size bir kadeh daha doldurayım,’’ diyerek kadehi elimden alıp enfes içecekle bir kez daha doldurdu. Kadehi alır almaz hemen bir yudumda yuvarladım.
‘‘Oldukça hızlı içiyorsunuz’’ diyerek kadehi bir kez daha doldurdu. Artık konuşabilirdim.
‘‘Bu teklife oldukça sıcak bakıyorum. Kabul etmemem için bir neden yok’’
‘‘Ben de öyle düşünmüştüm. Size adresi vereyim.’’
Bu adamın ikide bir benimle aynı düşündüğünü söylemesi canımı sıkmaya başlamıştı. Benim düşündüklerimden başka bir şey düşünemiyor muydu sanki… Çekmeceyi açıp adresi uzattı. Kadehimde hala birkaç yudumluk içki kalmıştı. Adresi alır almaz kalkmam gerektiğini biliyordum. Aradaki zaman boşluğunu doldurmak için adrese uzun uzun baktım bu arada kadehteki içkiyi tamamen bitirdim. Adama teşekkür ederek odadan ayrıldım. Sanırım bu konuşmayı yapacağı tek kişi ben değildim. Yeterince zamanını ve içkisini almıştım. Yine de nezaketini bozmayarak beni kapıya kadar geçirip iyi şanslar diledi.

Ertesi gün verilen adrese gittim. Görüşme için uzun süre beklemem gerekti. Nihayet beni içeri aldılar. Anlaşma yapıldı. Öğleden sonra adıma yatırılan parayı bankadan çektim. Birkaç gün sonra aradığım gibi bir büro bulabildim. İçini mümkün olduğunca zevkli döşemeye çalıştım. Gazeteye ilan verdim. ‘‘Kayıplarınız bulunur.’’

İki gün hiç arayan olmadı. Üçüncü gün akşamüzeri kibar bir beyefendi büroya geldi. Onu rahat deri koltuklarımda oturttum. Naif ve çekingen birine benziyordu. Konuşması için aceleci davranmadım. Ürküp kaçmasından korkuyordum. Uzun süre ayakkabılarını izledikten sonra konuşmaya karar verdi.

‘‘Önce size kendimi tanıtayım. Adım Werther.’’
Onu tanıyordum. Daha önce birkaç kez parkın orada görmüştüm. Boşu boş dolan tiplerdendi.
‘‘Benden istediğiniz nedir?’’
‘‘Çok önemli birini kaybettim.’’
‘‘Ailenizden biri mi?’’
‘‘Hayır’’
‘‘Peki öyleyse kim?’’

Gözlerini gözlerime dikti. Yüzünde ki ürkmüş ifade yerini alaycı bir sırıtışa bıraktı.
‘‘Tanrı.’’
‘‘Anlamadım. Yani benden tanrıyı bulmamı istiyorsunuz?’’ Yanlış duymuştum. Kesinlikle yanlış duyduğuma kendime inandıramadan sözlerine devam etti.
‘‘Evet, onu bulmanızı ve bir şey sormanızı istiyorum.’’
Bu adam kesinlikle delirmişti. Şansıma tüküreyim. Beni de hep böyleleri bulur zaten.
‘‘Eğer onu bulup, söyleyeceğim şeyi sorarsanız size normal fiyatınızın iki katı ödeme yapacağım.’’
Ah evet söz konusu para olunca akan sular durur. Madem Tanrıyı bulmamı istiyordu, bulacaktım.
‘‘Eğer onu bulursam ne sormamı istiyorsunuz?’’
‘‘Neden beni yarattığını neden acı çektirdiğini sormanızı istiyorum. Eğer tahmin ettiğim gibi sadist çıkarsa üzülmeyeceğim.’’ Korkunç bir kahkaha attı. Tükürükleri yüzüme sıçramıştı. Tiksindiğimi belli etmeden yüzümü peçeteyle sildim.
‘‘Peki onu nasıl bulacağım?’’
‘‘Bu sizin işiniz, eğer kendim bulsaydım buraya gelmezdim.’’ Ayağa kalkıp kapıya yürüdü, kapıyı açıp dışarı çıkmadan önce bana iyi şanslar diledi.
Aslında benimde soracak birkaç sorum vardı. Bunu nasıl yapacağımı biliyordum. Eve gitmeme gerek yoktu.

Büromun dış kapsını açtım. Uzun zamandır uykusuzluk sorunum vardı. Masamın üstünde duran dört kutu uyku ilacını alabilmek için üç ay uğraşmıştım. Ve sonunda başarmıştım.
Harika bir planım vardı. Diğer tarafa gidip geri dönecektim.
Uyku ilaçlarının hepsini tek tek yuttum. Sonunda dört kutu ilacı bitirmiştim. Acısız bir ölüm olacaktı….

Çift kişilik deri koltuğa uzandım. Karşımda ki duvar saatine gözümü dikmiştim. Zamanlama çok önemliydi.
Gözlerimi kapattım. Başımda vızıldayan sineğin sesinden başka içeride hiç ses yoktu.

Kaç saat geçmişti bilmiyordum. Midem çok kötü bulanıyordu. Saplanan sancılar birer ok gibi midemi deşiyordu sanki… Kusmamalıydım. Kulaklarım uğulduyordu. Sineğin sesini duyamıyordum…

Gözlerimi açtığımda ışık gözümü alıyordu. Ölmemiştim. Anında başlayan sancı yaşadığımın kanıtıydı. Ağzımda ve burnumda ki plastik tüpümsü şeyler vardı.
‘‘Sonunda uyanabildin. Cehenneme hoş geldin. Acılar ülkesine…’’ Werther yanımdaydı.
‘‘Konuştun mu? Sordun mu ona tüm söyledikleri mi?’’ Ağzımdaki tüpü çıkarması için elimi kaldırmaya çalıştım. Ama yapamadım.
Ne istediğimi hemen anlamıştı. Tüpü çıkardı.
Hafifçe öksürdüm.
‘‘Ona sordum. Bana ne dedi biliyormusun?’’ Çok komik bir şey söylemişim gibi gülmeye çalıştım ama boğazımdan boğulur gibi bir ses çıkartabildim sadece.
Hayır anlamında başının  ileri geri salladı.
‘‘Bana dedi ki, seni canı sıkıldığı için yaratmış. Ve evine dönüp boklu yaşantını sürdürmeni söyledi. Beni anladın mı?’’ Tekrar gülmeye çalıştım. Ve ağzımdan ıslık çalar gibi bir ses çıktı.
Bana şapşal bir şekilde bakıyordu. İyice sinirlendim. Lanet herif. Canın cehenneme demeyi çok isterdim. Ama hayır çok daha güzel bir şey söyledim.
‘‘Bir şey daha dedi.’’
‘‘Ne dedi?’’
‘‘Gidip kendini becermeni söyledi, bok herif!’’




 





88
Aylık Öykü Seçkisi / Ynt: Temalar (Görseller)
« : 09 Mart 2011, 20:11:51 »
Çok güzel bir Tema. Heyancanla ve merakla yeni öykülerin gelmesini bekliyorum. Maalesef katılamadım bu ayki öykü seçkisine. Daha doğrusu mükemmel olmasını istediğim için bir şey yazamadım.

89
Tartışma Platformu / Ynt: Tekrar Okumak
« : 06 Mart 2011, 20:24:19 »
Şu ana kadar hiç sıkılmadan okuduğum iki kitap var.
Denemeler- Montaigne ve Suç ve Ceza-Dostoyevski

Bu ikisi dışında ki hiç bir kitabı tekrar okumadım. Sonunu bildiğim için sıkıcı oluyor tekrar okumak...

90
Kurgu İskelesi / Ynt: Cehennem- Son
« : 04 Mart 2011, 20:14:22 »
4. bölüm- Son



Böyle olacağını hiç düşünmemiştim. Son nefesimi rahatça vererek ölmeyeceğim belliydi. Yine de bu kadar korkunç olacağım aklımın ucundan bile geçmemişti. Gençtim.(Daha 17 yaşındayım.)Hayallerim vardı…
Annem her zaman yanımdaydı. Gerçi ilk ameliyattan sonra sevgisinden şüphe duyacağım davranışları oldu. Fakat hastayken bunları düşünmek, derinine inmek ve gerçeği bulmak istiyorsunuz. Bazen yalanlara gerçeğe olandan daha fazla ihtiyaç duyduğumuz doğrudur. Annemin beni hala sevdiğini ve iyileşeceğimi düşünmem gibi…

Hastayken okulumu, yapmak isteyip yapamadığım şeyleri sık sık düşündüğüm oldu. Güçten vazgeçmeyi asla kabullenmedim.

Okul arkadaşlarım sık sık ziyaretime geliyorlardı. Hepsi aynı şeyi söylüyordu. ‘‘İyi olucaksın…’’ Bunu inanarak söylemediklerini biliyordum. Ben de inanmıyordum gerçi. İnanmış gibi yapıyordum.
Annem onları yolcu ediyor, odaya dönerken az önce ağladığını unutmaya çalışıyordu. Hevesli ama yeteneksiz bir oyuncu… Yitirmenin ağır baskısı altında eziliyor. Sürekli beni dünyaya getirdiği günü ve çocukluğumu anlatıyor. Bebekliğimden kalma patikleri, bir nazar boncuğuyla yatağımın başucuna astı.

Saçlarımı babaannem okşuyordu. Annem saçlarıma dokunmaktan korkuyordu sanki… Ben kanserdim. Bireysel bir hastalık bu, özellikli. Sadece musibet olduğu insanlarla haşır neşir, gripti, nezleydi gibi senden ona, ondan buna giden kişiliksiz bir yapıya sahip değil. Yani benim gibi birine yakışır bir hastalık. Benim gibi sahiplenici. Önce bağırsaklarıma yerleşti, İstilacı bir yapısı var. Sonra yavaş yavaş diğer organlarıma. Hiçbir doktor artık operasyon önermiyor. Karnım korkutucu. Dikiş izleri, dikiş izleri… Şişkinlik. Bir davul kadar gergin.

Öylesine seviyor ki beni sadece benimle besleniyor. Dışarıdan besin kabul etmiyor. İstifçi, tuvaletimi dahil dışarı çıkarmama müsaade etmiyor. Her şey onun izniyle, yemek yememe kesinlikle karşı ama o isteyene kadar ölmemeliyim de. Bu yüzden serumları ve küçük renkli hapları seviyor.


Annem de seviyor olmalı ki, onları aldığım saatlere çok özen gösteriyor. On beş dakikalık bir gecikme o gün çalışan hemşirenin canına okuyabiliyor. Bunu anlıyamıyorum, çünkü hepimiz biliyoruz ki, burada iyileşmem değil, histerik aşığımın yukarıya verdiği dilekçenin kabulünü bekliyoruz. Şimdilik her şey yavaş ilerliyor. İşlerin devlet dairelerindeki gibi yürüdüğünü düşünmek beni umutlandırıyor.

Annem sık sık ağlıyor. Bunu yanımda yapmıyor. Sürekli dışarı çıkıyor. Sonra hemen dönüp yatağımın kenarındaki sandalyeye oturuyor. Elimi tutuyor. Böylece nabzımı da kontrol etmiş oluyor. Annemin sıcaklığıyla uyuyorum. Günlerce böyle sürdü. Annem elini elimden çektiğinde benim için yapacak hiçbir şeyi kalmamıştı. Koridora koştu. Bir hemşireyle geri döndüler.

‘‘Serumu kapayalım. Bu çok geldi. Nabzını hissedemiyorum,’’ dedi annem. Hemşire serumu kapattı. Odadan çıktı ve çoğalmış olarak geri döndü. Yanında dört arkadaşı daha vardı. Biri annemi odadan çıkarttı.

‘‘Neden?’’ diye sordu annem. Yumuşak bir ses:
‘‘Sonra girersiniz,’’ diye yanıtladı onu. Annem odadan çıktıktan sonra, üzerimdeki gereksiz bir sürü ıvır zıvır çıkarıldı. Burnumdan, kulağımdan pis bir sıvı sızıyordu. Durdurmayı başaramadılar. Yüzümü kalın bir ötüye kapattılar. Vücudumda delik olan neresi varsa, oradan kan sızdırıyordum. En sonunda öğürerek hepsini boşalttım.

Annem odaya ağlayarak girdi. Kokuyu dahi duymadan yüzümü öptü. Son duyduğum şey ‘‘Senin öleceğine hiç inanmak istemedim.’’ Oldu.

                                         SON

Sayfa: 1 ... 4 5 [6] 7 8 ... 22