Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Victoria

Sayfa: 1 ... 5 6 [7] 8 9 ... 22
91
Kurgu İskelesi / Ynt: Cehennem- 3.bölüm
« : 04 Mart 2011, 19:00:25 »
3. Bölüm- Gerçek



Gerçek; şu acı gerçek...
Danton   

Uykum yoktu. Yatağın içinde dört dönüp durdum. Tam altı saattir sabah olmasını bekliyordum. Ama hiç güneş doğmayacak gibiydi. Bu bir kabus olmalıydı.

 Bir tabutun içinde yatıyormuşum gibi hissediyordum. Böyle hissetmeme neden olan şey, küçücük ve dar bir odada yatıyor olmamdan kaynaklanıyordu.  Odanın içi havasızdı.  Toprak ve küf kokusu bir birine karışmıştı. Pencereyi açmayı denemiştim ama açılmıyordu. Sanki çok güçlü bir kuvvet tarafından tutuluyordu…

Odanın içindeki tablolar korkunç ötesiydi. Hepsi aynı ressam tarafından yapılmış manzara resimleriydi. Yataktan kalkıp ışığı açtım. Böylesi daha iyiydi. Karanlıkta her eşyanın görünüşünü değişiyor ve hepsi korkunç yaratıklara dönüşüyordu.( Karanlık hiçbir zaman güvenilir değil,  sizi yutar ya da saklar.)
Kahvaltı yapmak için mutfağa doğru yürümeye başladım. Koridor uzadıkça uzuyordu. Ve ne kadar gidersem gideyim yerimde sayıyormuşum gibi hissediyordum. Sonunda mutfağa ulaştım.

Işığı açıp içeri girdiğimde mutfakta binlerce karasinek vardı. Çok pis kokuyordu.  Ceset gibi. Buzdolabını açtığımda, bir canavarla karşılaşmaya hazır bir şekilde geriye sıçradım. Ama ne canavar vardı ne de yemek.
Sadece bozulmuş bir pasta, , iki dilim bayat ekmek ve kan kırmızı renginde çilek reçeli. Çileğe karşı alerjim vardı. Ve bayat ekmeği de yiyemezdim. Mecbur pastayı yemek zorunda kaldım. Yedikten sonra kusacağımı biliyordum. Ama tahmin ettiğim gibi olmadı.

Karasinekler saçlarımın arasına giriyor beni rahatsız ediyorlardı. Kafamı sallayınca pencereye doğru kaçıştılar. Kalkıp balkon kapısını açtım.  Sürü halinde dışarıya kaçtılar.

Bu evde daha fazla duramazdım. Üstümdeki pijama takımını değiştirmeden üzerime portmantoda ki gri renk hırkayı giydim. Kapıyı arkamdan yavaşça kapattım. Apartman çok sessizdi. 

Bahçeye çıktığım zaman, sinir bozucu şişko kediler gözlerini bana diktiler.  Bende başka dışarıda kimse yoktu. Etraf fazla sessizdi. Sessizlik uyuşturucu gibidir. Dozu kaçırdığınız zaman sizi öldürebilir.
Siteden çıkmaya karar verdim. Sitenin kapısı açılmıyordu. Biri büyük demir kapıyı kilitlemişti.  Siteyi yapan kimse çok salak olmalıydı. Kapıdan çıkmaya gerek bile yoktu. Çitler alçak ve dardı. Üstünden kolaylıkla atladım.

Bu sefer önümü göremiyordum. Her tarafı sis her yanı kaplamıştı. Bir zombi gibi ellerimi öne doğru uzatarak yürümeye başladım. Önüme çıkabilecek her hangi bir nesne, ne olursa olsun fark etmez, kesinlikle tutunacaktım.

Bir saattir yürüyordum.  Bir hiçliğin içindeydim sanki. Önüme ne bir insan ne de bir araba çıkmıştı. Kesinlikle eve geri dönmeyecektim.
Dizlerim ve eklem yerlerim çok kötü ağrıyordu.  Sis olmasına rağmen etraf çok sıcaktı. Sis ve sıcaklık, garip bir tezat oluşturuyordu…

3 SAAT SONRA

Su sadece bir bardak su…

Boğazım alev alev yanıyordu. Yere oturdum. Yerlerde saydam ve ıslaktı. Kesinlikle asfalt ya da toprak yol yoktu. Köşeye sıkışmıştım.

O an unuttuğum şeyi hatırladım. Acı gerçeği… Böyle bir şeyi nasıl unuturdum? Kendimi asla affetmeyeceğim…

Be… Ben ölmüştüm. Bu bir rüya değildi. Rüyalarda her zaman kendimizi olayın ortasında buluruz. Ama ben başlangıçtan ortaya ve sona ulaşmıştım. Her şey bitmişti.
 
Bir daha asla annemi göremeyecektim, güneşi yüzümde hissedemeyecektim, rüzgar saçlarımı okşayıp içimi serinletmeyecekti, bir daha asla Beethoven en sevdiğim müziği olan ‘‘Moonlight Sonatını’’ dinleyemeyecektim. Ama en kötüsü hayallerimi gerçekleştirememiş olmamdı.

Tekrar yaşamak için her şeyimi verebilirim. Kendimi kandırmaya çalışmak boşuna. Ama anlamadığım nokta ne yapmıştım da cehenneme gönderilmiştim? Peki ya ruhum?

Hiç bekleme salonunda beklemiş miydim? Hani şu karar anı vardır ya…
Aslında istasyon gibi bir yer hayal etmiştim. Tıpkı Stephen king’in en sevdiğim hikayesi olan  ‘‘Willa’’ da ki gibi.

Stephen King’in bir sözü geldi aklıma; ‘‘Ölümden sonra hayat devam eder.’’ Görüşünü hala benimserim. Bu kadar karmaşık ve ara sıra harika sayılabilecek varlıkların, sonunda yol kenarına atılan çöpler gibi harcandığına inanmakta zorlanıyorum. Ama sonraki hayatın nasıl bir şey olduğu konusu… bunu öğrenmek için beklemekten başka çare yok.’’ Demişti. Bekledim ve gördüm…

Evet, artık neyi unuttuğumu ve nasıl öldüğümü biliyorum.
En kötüsü de sonsuza kadar babaannemle bu kısır döngüyü sürdürmek zorunda kalışım. Benim cehennemim bu. Ya sizinkisi?


92
Korku & Gerilim Eserleri / Ynt: Deliliği Beklerken
« : 04 Mart 2011, 16:30:41 »
Bugün almış bulunmaktayım.Kitabın fiyatı da gayet uygun.
Elimde ki kitabi bitirir bitirmez okuyacağım. Ama dayanamayıp ilk başlarını okudum. İlk başta ipucu vermiş yazar.  
Spoiler: Göster
''Otuzlu yaşların başlarına kadar gördüğü rüyaları hatırlamayan ben, sonbaharı kışa bağlayan o birkaç ayda, her kuytusu hayal varlıklarla dolu alacakaranlık bir vadide buldum kendimi. Ziyaretçilerine ilgisiz, uzak bir şehirdeyim sanki. Orada olduğumun farkında bile değillerdi. İlgilerini çekmek için bir şey yapmaya cesaret edemediğim gibi, onları izlemektende vazgeçemedim.''

93
Kurgu İskelesi / Ynt: Karanlık Masallar
« : 02 Mart 2011, 15:53:04 »
Masallar Diyarında olduğundan bu kadar şaşkınlık yaşaması sonradan kendisi eğlendirmişti.
Sonunda birbirine bağlı milyonlarca koridorun içinde kaybolmuş gibi hissettiği bir anda haşin, devasa boyutlarda, meşeden yapılma bir kapının önünde bulmuştu kendisini. Bu devasa yapının üzerindeki koyu sadizm içeren ölüm sahneleri, arkasında karşılaşacağı şeyle ilgili büyük oranda fikir veriyordu kıza.

Bu paragrafa geldiğimde kendimi birden bire Masallar diyarında buldum. Artık o küçük kız bendim. Ve kapıyı açmaya hazırlanıyordum...

Çok yerinde ve güzel betimlemeler kullanışın, diyaloglardaki sağlamlık, masalları ve masal kahramanlarını anlatışın... Diyecek pek bir şey bulamıyorum. Eline sağlık.
Devamını merakla ve heyecanla bekliyorum. :)
 

94
Kalp krizi geçircem şimdi. Bayılaacağım!  :ohmy
O neydi ya. Tişörtünü ısırmalar, sürekli Oh my god! demeler ve bu twilight aşkı.
Bu ne biçim kız ya. Resmen zombi gibi. Beyni yok bu kızın...

95
Liman Kütüphanesi / Ynt: Beğendiğiniz Alıntılar
« : 01 Mart 2011, 20:51:38 »
Veronika ölmek istiyor- Paulo Cohelho

Hemşire okumayı bırakmış, gözlerini ona dikmiş, her hareketini izliyordu.
''Burası hapishane mi?'' diye sordu kız.
''Hayır, akıl hastenesi.''
''Ben deli değilim ki.''
Kadın güldü.
''Hepsi öyle der.''
''Peki öyleyse, deliyim. Ne demek bu?''
Kadın ona fazla ayakta durmamasını, yatağına dönmesini söyledi.
''Deli olmak ne demek?'' diye ısrar etti Veronika.

''Yarın doktora sorarsın. Şimdi yatıp uyumaya bak, yoksa istesen de istemesen de yatıştırıcı iğne vurmak zorundayım.''

Veronika ikiletmedi. Yatağına doğru yürürken, öteki yataklardan birinden bir fısıltı geldi:

''Deli olmanın ne demek olduğunu bilmiyor musun?''

Bir an sesi duymazlıktan gelmeyi düşündü: Burada dostlar edinmek, çevresini genişletmek, genel bir isyan örgütlemek için yandaş toplamak niyetinde değildi. Kafasında tek bir saplantı vardı: Kaçamazsa, kendini bir an önce burada öldürmenin yolunu bulmak zorundaydı.

Oysa kadın biraz önce hemşireye sorduğu aynı soruyu sormuştu.

''Deli olmak ne demek bilmiyor musun?
''Kimsin sen?''
''Adım Zedka. Yatağına gir, hemşire uyuduğunu sandığında, sürünerek buraya gel.''

Veronika yatağına döndü, hemşirenin yeniden kitabına dalmasını bekledi. Deli olmak ne demekti? En ufak bir fikri yoktu, çünkü bu sözcüğü herkes bildiği gibi kullanıyordu: örneğin, bazı sporcular rekor kırmak için canlarını dişlerine taktıklarında onlara deli deniyordu; ya da tuhaf, güvensiz, normal insanlarınkinden çok farklı yaşam sürdüren sanatçılar deliydiler. Öte yandan, kışın Lyubliyana sokaklarında dolaşan, paçavralarla, plastik torbalarla doldurdukları el arabalarını sürükleyerek dünyanın sonunun geldiğini ilan eden, ince giysili insanlar görmüştü Veronika.

96
Düşler Limanı / Ynt: Sıradan bir gün
« : 01 Mart 2011, 13:47:49 »
Gerçekten güzel ve ilgi çekici bir yazı olmuş. Ellerine sağlık. :)
  Şuan şoktayım açıkçası. Hiç iyi değil bu yazım. Ama beğenenlerin olması güzel bir şey.
Teşekkürler
Hiç bir amaç gütmeden sadece akla geldiği için yazılmış samimi bir yazı. Senin yazılarını belkide bu yüzden seviyorum. Samimi ve okursanız okuyun okumazsanız da umrumda bile değilsiniz der gibi bir tavrın var ve bu hoşuma gidiyor. Biraz kısa olmuş olsada gene de iyi bir yazıydı.
Beğenmeseydin umrumda olurdu.  
Teşekkürler

97
Düşler Limanı / Sıradan bir gün
« : 28 Şubat 2011, 21:47:04 »
Sıradan bir gün

Alarmın sesiyle uyandım. Saati kurduğumu her zaman ki gibi unutmuştum. Ciyak, ciyak bağıran saati duvara fırlattım. Duvarda ki iz komikti.  Saatin ayaklarından biri duvarda küçük bir çukur açmıştı. Sıradan bir günü değiştiren küçük bir çukur, farklılık yaratmıştı.  
Her zaman ki gibi Lavaboya gidip elimi ve yüzümü yıkadım. Ama ne ellerimi kuruladım nede yüzümü. Rutinleşmiş olan ayinimi ikinci sefer bozmuştum. Tuvaletten çıkıp mutfağa yöneldim. Tuvaletin ışığını kapatmadım. O kadar da aptal değilim. Bu gün değişik bir gündü. Bunu bozmamak için elimden geleni yapacaktım.

Tam kendime harika bir kahvaltı hazırlamayı düşünmüştüm ki bu asalak düşüncemden yine vazgeçtim. Ben tembel bir insanım. Her zaman yediğim çikolatalı mısır gevreğini yemeğe karar verdim. Mısır gevreğini geniş bir çorba kasesine döktüm, dolaptan çıkardığım soğuk sütü kaseye dökmek den önce birazını yere döktüm. Düzeni bozmak adına, her şeyi yapabileceğim bir gündü.
Üstüme okul formamı giyd
im. Ama saçımı at kuyruğu yapmadım. Bu harika bir oyundu. Satranç’ı kurallarına uymadan oynamak gibiydi. Bana zevk veriyordu. Düzeni bozmak….

Okulda dersleri dinledim. Uyumayı düşünmedim dersem yalan söylemiş olurum. Bir ara İngilizce dersinde neredeyse uyuyacaktım. Ömer sayesinde kıl payı kurtuldum. Tenefüste, yediğim çubuklu kırakerin paketini ilk defa yere atmayıp çöpe attım. Doğa anayı yeteri kadar kızdırmıştım. Ödül olarak soğuk bir rüzgar esti, rüzgar saçlarımı okşarcasına hafif bir şekilde havalandırdı. Alnımdaki ter damlacıklarını kuruttu…
Sıradan bir gündü. Her zamanki insanlar, aynı dersler, saatinde çalan zilin düzensiz ve kulak tırmalayan sesi…  Benim dışımda ki herkes aynıydı. Bende onlar gibi rutin işlerimi yapıyordum. Ama tek farkla, piyonu düz, kaleyi çapraz oynatıyordum.

Eve gidince hemen yemek yedim. Bu sefer patates kızarması yerine domates çorbası içtim. Yemek yedikten sonra her zaman televizyon izlerim. Sakın izlemediğimi düşünmeyin. Bugün yine televizyon izledim. Ama kapalı olarak. Sadece televizyon camından kendi yansımamı  izledim, o karanlık küçük kutuyu ayna olarak kullanmak güzeldi. Bundan sonra hep televizyonun önünde makyaj yapacağım. Sonunda bir işe yaradı. Bundan sonra aynaya bakmama gerek kalmadı. Televizyon bir nevi ayna görevini görecek.
 
Uykum geldi. Daha fazla yazamayacağım. ( Hep yazıyorum zaten, sıradan bir insanım sonuçta.)
İstediğim oldu. Çevremi saran kalkanı birazcık bile olsa kırabildim.

Spoiler: Göster
Bu sıkıcı ve salak yazıyla  ''Karanlığı parçalara ayırdığımı umuyorum.'' Ve bu aptal benzetmemle...

 

98
Düşler Limanı / Ynt: Dışlanmışın Hayat Felsefesi
« : 28 Şubat 2011, 20:05:52 »
3,5- Pembe lens takmayın demekle kastettiğim şey hayata pembeymiş gibi bakmayı kesin. İyimserlik güzeldir fakat kendinizi sonsuza kadar tüm kötülüklerden veya can sıkıcı durumlardan soyutlayabileceğinizi düşünmeyin. Günümüzde geniş bir yaş grubunun düştüğü bu hata insanlığın gelişimini engellediği gibi sizin de çevre tarafından 'sorumsuz', 'hayalperest', 'terbiyesiz' gibi sıfatlar almanıza sebep olacaktır. Hiç biri olmasa bile insanları sinir etmeyin.

Maalesef bu hatayı çok yapıyorum...
Güzel, hoş ve anlamlı bir yazı. Tebrik ederim.
Bu arada bir çift pembe gözlük isteyen var mı? Valla para istemiyorum, bedavaya vereceğim. Nerede yaşarsanız yaşayın sorun değil. Sakın kargo ücretini düşünmeyin, onuda ben ödeyeceğim.  

99
Kurgu İskelesi / Ynt: Cehennem
« : 28 Şubat 2011, 19:44:14 »
Ne babaanneymiş ama :)

Anlatış tarzın çok hoşuma gidiyor bu öyküye de geç olmadan, henüz ikinci bölümdeyken başlayayım dedim, iyi etmişim :)

Yeşilden nefret eden bir karakterle de ilk defa karşılaşıyorum... İlginç :)
Evet, yeşil rengi herkes sever genelde. Ama bazı insanlar, bazı renklere karşı bir nefret duyuyorlar( O insanlardan biride benim  :P)
Teşekkürler :D
Öncelikle hikayene ilginç bir giriş yaptığını söylemeliyim. Sevgili baş kahramanımızın en sevmediği renk olan yeşili, hayatının her yerinde görmesi gibi. Tabii buna babaannesinin evinin yeşile boyanmış olması da dahil.  Kahramana şaşırtıcı ve sinir bozucu gelen bu değişikliğin ardından bir olay çıkmasını beklemekteyim ben. Sanki hikayenin en başında okuyucuya ipuçları vermeye başlamışsın gibi.

Tabii kahramanın psikolojik değişimlerini vererek hikayeyi anlatmak da benim de -çoğunlukla tercih ettiğim- güzel bir yol. Bu sayede okuyucu hem o ortam da hissedilmesi gereken duyguları özümsüyor hem de bu yol yazan kişiye çoğu olayı anlatma da kolaylık sağlıyor.

Bu ikisi çok güzel ayrıntılar. Ama bunların haricinde benim kendi zihnimde çözemediğim bir problem var:

Bu kızımız belli ki babaannesinin evine -istemeden- defalarca gelmiş. Yani hem babaannesini hem de evi son derece iyi tanıyor. Ki bu sayede kendisi de fark ediyor etrafında gelişen farklılıkları. Ancak bu duruma verdiği tepki son derece ilginç gelmekte bana.

Şu şekilde açıklayayım; defalarca gitmiş olduğunuz sevmediğiniz bir eve gidiyorsunuz. Ama evde sizin önceki zamanlarda bildiğiniz kişiliğe tamamen ama tamamen zıt değişiklikler var. O zaman ne yaparsınız? Oturup bu değişikliğin neden kaynakladığına kafa yorar ve buna göre tedbirli olursunuz yoksa oraya karşı duyuyor olduğunuz nefret gerçekten gözünüzü bu denli kör edebilir mi?

Ben burada bir anlatım karışıklığı olduğunu düşünmekteyim nitekim hiç bir hırs ve nefretin böyle bir değişikliği gölgelemesi mümkün değile yakındır. Oysa ki kahramanımız bunu hiç önemsemiyor gibi görünmüş.

Bu son dediğim bir yana kendini okutturan bir hikaye "Cehennem". :)
3. bölümde herşey ortaya çıkıcak. Karakter biraz inatçı ve deli cesareti var kendisinde. O yüzden verdiği tepkilerdende anlaşıldığı gibi biraz vurdum duymaz biri. Ama evet bir kopukluk var. Orayı nasıl bağlayacağımı bilemedim mi desem, yoksa nasıl tepki vereceğini tam olarak ayarlayamadım mı desem bilemedim. Yok, yok ikisi birden. ( Hatamı hemen farketmişsin. Kıvırmaya çalıştım ama yok, yok beceremedim. Çaktırma!  :P He de geç.)
Bu güzel yorumun ve eleştirin için teşekkür ederim.  :)

100
Kurgu İskelesi / Ynt: Cehennem
« : 27 Şubat 2011, 13:44:37 »
Ahaha tırsmaya başladım. Kadını sahiden canavar gibi anlatmışsın. Aklına Umbridge mi geldi? :D
 İkinci bölümde herşeyi daha iyi betimlemişsin. O manzarayı tam olarak aklıma getirebildim yani. Yalnız kız neden gitmek istemiyorum dememiş merak ettim. Hayatı berbat gibi görünüyor.
 Merak uyandırıcı.
 Kurgu İskelesinde. Hmmm... Kesinlikle fantastik bir şey bekliyorum!
Yok, tamamen kendi babaannemden esinlendim.( Yeni ilham kaynağım. Yazdığım hikayedeki kuralların hepsi gerçek hayatta baanneme gittiğimde uymak zorunda kaldığım kurallar. :hemk)
Gitmek istiyor ama gidecek bir yeri yok. Annesi onu istemediği için zorunlu olarak babaannesinde kalmak zorunda.
Evet, kesinlikle fantastik!  :)

101
Kurgu İskelesi / Ynt: Cehennem- Kurallar
« : 26 Şubat 2011, 20:16:30 »
2. Bölüm- Kurallar



Babaannemin büyük süslü salonuna geçtiğimizde, orta sehpanın çaprazında duran tekli koltuğa oturdum.
‘‘Çayı unuttum minik kurabiyem. Çayın yanında bir şey ister misin?’’

Bana minik kurabiyem demesinden her zaman nefret ederdim. Özelikle söyleyiş tarzından, Ağzını yayarak ve uzatarak söyleyişi yok mu, anlatılmaz yaşanır.(minik kurabiyeemm!)

‘‘Evet’’  Kısa ve öz bir cevap vermiştim. Aç değildim. Kendimi yorgunda hissetmiyordum. Ama ondan korkmaya başlamıştım. Bana bakarken gözleri fıldır fıldır dönüyor, uzun tırnaklarıyla ellerini ileri geri sallıyordu.  Babaannem ayaklarını sürüyerek odadan çıkar çıkmaz etrafı incelemeye başladım. (Onla konuşurken her zaman yere bakarım. Saygımı göstermek için. Korktuğumuz her kese saygı duyarız. Ama isteyerek değil, zorunlu olduğumuz için.) Bu sefer o korkunç gözleri beni hipnotize ettiği için etrafıma bakamamıştım. Eğer gözlerimi ondan bir saniye bile ayırırsam bana bir şey yapacakmış gibi hissediyordum.

Sehpanın üzeri, koltuklar yemek masası her taraf toz içindeydi. Uzun zamandır temizlik yapmadığının işaretiydi. Büyük üçlü koltuğun arkasındaki perdeler berbat durumdaydı. Beyaz renk olan bu perdeler kirden sarımtırak bir renge dönüşmüştü.

Belki de yanlış hatırlıyordum. Sarı renk de olabilirdi. ( Etrafımda ki eşyalara hiç dikkat etmem.) Ama emin olmak istiyordum. Koltuktan kalktığım zaman siyah pantolonum toz yüzünden gri bir renk almıştı.
Perdeyi ellememe bile gerek kalmadı. Kokusu midemi bulandırmıştı. Tıpkı kusmuk gibi kokuyordu. Yanılmamıştım.

Babaannem evini her zaman temiz ve düzenli tutardı. Temizlik hastası değildi ama düzenliydi. Ama şimdi etrafıma baktığımda ev hem pis hem de dağınıktı.

Her zaman nefret ettiğim işlemeli örtüler her yerdeydi. Televizyonun üstünde, sehpada, koltuk başlarında, telefonun üstünde, aklınıza gelebilecek her yer dantel örtülerle doluydu.
Babaannemin en sevdiği şey dantel örtülerdi. Onları her zaman temiz tutardı. Kendi tabiriyle El emeği göz nuru dediği işlemeli örtüleri bile çok kötü durumdaydı.  Masanın üstündeki ortadan ikiye ayrılmış ve bir paçavra gibi yere atılmıştı.

Ayak seslerini duydum. Çürümüş döşemede çıkan sürtünme sesi. Hızlı bir şekilde önceden oturduğum koltuğa oturdum. Yüzümde ki şüphe ve korku dolu ifadeyi değiştiremezdim. Olan üstü bir durum yokmuş gibi, kucağıma aldığım üzerinde beyaz papatya işlemeleri olan yastığı inceliyormuş gibi yaptım.

‘‘Dün harika bir pasta yapmıştım canım. Umarım beğenirsin.’’ Elindeki büyük tepsiyle içeri girdi. Tepsinin üzerinde iki çay ve iki dilim çikolatalı pasta vardı. Sehpanın üzerine koyup, hemen yanımdaki üçlü koltuğa oturdu.
Konuştuğu zaman ağzındaki sapsarı dişleri görünüyordu. Tekrar konuştuğu zaman dün yediğim domates çorbasının keskin ve ekşi kokusu geldi.

Okulumla ilgili sıkıcı soruları bittiği zaman derin bir nefes aldım. Uzun uzun cevaplar vermiştim. Başka soru sormasın diye.
Babaannem duyduklarından mutlu olmuş bir şekilde kafasını salladı.( Salyaları akan bir köpek gibi.)
Pastadan bir lokma yedim. İğrenç bir tadı vardı. Kesinlikle bu pasta dün yapılmış gibi değil de iki ay önceden kalmış gibiydi. Kek bayatlayıp sertleşmiş bir durumdaydı. Üzerindeki çikolata sosu ise eriyip yapışkan bir sıvı halini almıştı. Tabağımı sehpanın üzerine geri koydum. Çayıma yöneldim. Maalesef onunda pastadan geri kalır yanı yoktu. Kireçliydi. ( Ne bekliyordum ki. Musluk sularının hepsi kireçli sonuçta.)

Televizyonun üstündeki saate baktım. 18:30 tu. emin olmak için kol saatime baktım. 21:00 du. Saat bozuktu.( tahmin etmeliydim. Bu evdeki her şey yanlıştı. Zaman, babaannemin davranışları ve ben.)
Bari biraz aptal kutusunu izleyim. Kumandayı elime almıştım ki babaannem hışımla elimden çekip aldı.
Nedenini sormama gerek yoktu. Hava kararır kararmaz erkenden(tavuk gibi) yatmayı alışkanlık haline getirmişti. Ve onda kalırken kurallara uymak zorundaydım.

Lanet olası, aptal kurallar…
Hava kararır kararmaz yatmak zorundayım, babaannemle televizyon izlerken, altıma işeyecek hale bile gelsem televizyonun önünden geçmem yasak, çay saati salona girmem yasak,( o aptal komşularıyla her gün dedikodu yapıp yemek yemekten asla bıkmaz.) yatağa çorapla girmek yasak, dışarı bakkala bile gitmem yasak…

  


102
Düşler Limanı / Ynt: Çiçek
« : 25 Şubat 2011, 17:32:14 »
Ne anladığımdan çok ne hissettiğimden bahsetmek istiyorum. Önce bir burukluk sona doğru ise buruk bir sevinç hissettim. Gerçekten çarptı beni. Tebrik ederim. Gerçekten hoş bir yazı olmuş.
Teşekkürler  :)
Şey çok hoşuma gitti, yanlış mı anladım bilmiyorum ama, birinin sana karşı hiç bir duygu beslememesindense, sana nefret duyması nedense insana daha rahatlatıcı gelir. Senin karakterinde de bunu gördüm... :)

Okuduğum şeylerde kendi iç dünyamdan bir şeyler bulmak çok hoşuma gider, senin yazılarını okurken çoğu zaman böyle oluyor, ellerine sağlık. :)
Bir insanın sana karşı boş ve sokaktan geçen bir insandan farkın olmaması insanı yalnız hissettiriyor. Birinin sana karşı ufacıkda olsa bir duygu beslemesi( nefret, aşk, sevgi vb.) insanı rahatlatıyor. Ve yalnız olmadığını düşünüyorsun....
Genelde hikayelerimi yazarken kendi duygularımı katmam. Daha çok gözlemlediğim ya da düşünce yapısından etkilendiğim insanları hikayelerime katarım. Onların iç dünyalarını anlayabildiğim kadarıyla yansıtmaya çalışırım hikayelerime.  :)

103
Kurgu İskelesi / Ynt: Cehennem
« : 23 Şubat 2011, 19:12:21 »
Merak uyandırıcı bir başlangıç olduğunu söylemeliyim.
Kızımız tam bir ergen özellikleri taşıyan  karakter olmuş ve anlamadığım bir nokta: Neden yeşilden bu kadar nefret ediyor?

Başlangıç için gayet iyiydi ama 1.tekil kişinin ağzından yazdığın için -tamamen şahsi fikrim- kızın iç dünyasını daha çok görmek isterdim. Bana biraz kapalı bir karakter gibi geldi. Bir diğer nokta ise biraz daha betimleme hiç fena olmazdı. Yine de çok güzeldi ellerine sağlık. 2. Bölümü merakla bekliyorum.

Başarılarının devamını dilerim...
Her insanın sevmediği bir renk vardır. ( benn turuncu renk olan her şeyden nefret ederim.) BAş karakterde yeşil renginden nefret ediyor. Yani özel bir nedeni yok.
Betimle konusuna gelince bazen çok abarttığımı düşünüyorum. O yüzden betimleme yapmaktan kaçındım. ( Fazla betimleme insanları sıkabiliyor. Örnek; Bir odanın içini tüm ayrıntılarıyla anlatıyorum ya da çok fazla gereksiz betimleme kullandım diyelim, sıkılmazmısınız? Ben sıkılırım.)  :)
Karakterin duygularını anlaşılır ve hoş bir şekilde anlatmış olduğunuzdan olsa gerek; sinir oldum kendisine. :) Kendine has bir mantıkla, kendi düşünceleriyle etrafa ve olaylara bakışı güzel aktarılmış. Fakat açık konuşmak gerekirse hikayenin gidişiyle ilgili pek bir bilgi olmamasına rağmen beklentiyi yüksek tutmadım ben. Yanlış anlama olmasın; yaşlı bir kadın ile hayattan nefret eden veya bu düşüncede olan genç bir kızın ne gibi bir aksiyona girebileceğinden emin değilim yalnızca. :)

Bölümle ilgili bir eleştirim olacak yalnızca -ki bu da büyük bir şey değil.- Son iki paragraf hızlı geçilmiş gibi geldi, sondaki duygu bir anda verilince hafif afalladım. Bunun dışında ilginç bir giriş, güzel bir anlatım. Devamı için başarılar dilerim.
Beğenmenize sevindim. Emin olun ki Yaşlı bir kadın bir canavardan bile daha korkunç ve beterdir.  :D

104
Güncel / Ynt: Resimlerdeki Sorun
« : 23 Şubat 2011, 15:15:17 »
İşin yoksa şimdi tekrardan aynı resimleri bul yükle. Off!  Niye bizi bu kadar zor bir duruma düşürdüler anlamıyorum. Tek umudum bize şaka yaptıkları. Eğer şaka değilsede...


105
Güncel / Ynt: Resimlerdeki Sorun
« : 23 Şubat 2011, 13:25:05 »
Aynı sorunu maalesef bende yaşamaktayım. Hiç uğraşamam valla yeniden yüklemekle. Of of.



Sayfa: 1 ... 5 6 [7] 8 9 ... 22