Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - em_dan_rup

Sayfa: 1 2 [3] 4
31
Diğer Fantastik Eserler / Laura
« : 19 Ocak 2008, 16:25:12 »
Laura: Aventerra'nın Sırrı
Laura Leander, yaşıtlarından pek de farklı olmayan bir genç kızdır. Onüçüncü yaşgününde, kendisine son derece özel bir sorumluluk verildiğini keşfeder: İyi ile Kötü'nün ezeli mücadelesinde Laura'ya önemli bir rol biçilmiştir.

Karanlığın Güçleri tarafından Aventerra gezegeninde çalınan İlham Kasesi'nin peşinde tehlikeli bir yolculuğa çıkar Aventerra, zamanın başlangıcından beri var olan, bizim dünyamıza paralel bir dünyadır. Bu dünya, insanlığın bütün efsanelerinin, peri masalları ve fantezilerinin yuvasıdır. Bütün bu masalsı yaratıklar Işık ile Karanlık'ın sonsuz mücadelesinin içine hapsolup kalmıştır. Laura İlham Kasesi'ni bulup Aventerra'ya götürebilecek tek kişidir. Eğer bu görvi başarıyla sonuçlandırırsa, Işığın Koruyucusu Elysion'un ölmesini engelleyebilecek ve böylece Kara Prens Borboron'un önderliğindeki Karanlık Güçler'ın Işık ve İyilik üzerinde egemenlik kurmasını önleyebilecektir. Profesör Morgenstern, Mary Morgair ve Percy Vaiant'ın yardımıyla Laura, zihin okuma, telekinesis ve rüyada yolculuk etme gibi olağanüstü becerelir kazanır. Başarı artık Laura'nın korkularının üstesinden gelmesine bağlıdır. Ancak o zaman kendisine biçilen büyük ve tehlikeli görevi yerine getirebilecektir. Cüce devlerin sonuncusu Attila Morduk, Portak, kurt kadın Silva, ve sadık refakatçi, fısıldayan sis Rauenhauch bu tehlikeli serüvende Laura'ya yardım ederler. Kötücül güçler de boş durmamaktadır. Gece elfi Albin Ellerking, şimşir ağacının korkunç köpekleri Dragan ile Dragur ve Zalim Taş Şövalye Karanlık Güçler'in Işık'a karşı zaferini sağlamak için hiçbir kötülükten kaçınmazlar.


Laura :Yedi Ay'ın Mührü
Laura, on üç yaşında, çok cesur ve fantastik yeteneklere sahip bir genç kızdır. Babası, acımasız Kara Prens Borboron'un elinde tutsaktır. Laura, yetenekleri sayesinde babasını Karanlık Güçler'in elinden kurtarmaya çalışır. Ancak yatılı okulun sevimli müdürü Profesör Morgenstern'in bile Laura'nın, babasını kurtarabileceğini dair ümidi yoktur. Zaten Profesör Morgenstern'in de başı derttedir; manastırın gizli arşivindeki kütüphaneciyi öldürmekle suçlanmaktadır. Laura, Beyaz Şövalye ve Paravain'in yamağı Alarik sayesinde Aventerra'daki Karanlık Kale'ye ulaşır ama kısa bir süre sonra Borboron tarafından yakalanır. Laura, çok geçmeden hayatının en önemli kararını vermek zorunda kalır: Ya iyiliğin yanında İyilik adına savaşacak ve babasının ölümüne razı olacak ya da Kötülüğün yanında yer alıp babasını kurtaracaktır. Laura'ya yardım edebilecek tek bir güç vardır: Evrendeki en güçlü şey olan Yedi Ay'ın Mührü. Ama bu da Dünya'nın en büyük gizemlerinden biridir ve hiç kimse Laura'nın bu sırrı çözebileceğinden emin değildir.


Laura :Gümüş Sfenks'in Kehaneti
Laura, arkadaşlarının yardımıyla Kara Prens'e, babasını tutsak alan Borboron'a karşı alışılmadık bir savaşa tutuşuyor. Cesur kız babasını kurtarabilmek için büyülü kılıç Aykesen'i bulmak ve kuş uçmaz kervan geçmez Fatum Dağları'na yolculuk yapmak zorundadır. Ne var ki, bu dağın eteklerinde dev Gümüş Sfenks beklemektedir Laura'yı. Dev yaratık, can alıcı kehanetini bilemeyene geçit vermemektedir. Yanlış bir yanıt, ölüm demektir. Laura atı Fırtına'yla birlikte balta girmemiş sihirli ormanda yol alırken Gümüş Sfenks karşısına çıkar... Laura'nın, babasını kurtarmak için atıldığı maceradan başarılı çıkabilmesi bu zorlu sınavdan geçmesine bağlıdır.

Laura "4" Ejder Krallarının Laneti
Laura Leander’in on üçüncü yaşına basmasıyla başlayan gizemli olaylar "Ejder Krallarının Laneti"yle devam ediyor.

Laura, Kara Prens’in elinde tutsak olan babasını kurtarabilmek için Işığın Kılıcı Aykesen’in kırılmış parçalarını birleştirmek zorundadır; çünkü ancak bu kılıcın sahip olduğu güç sayesinde Kara Prens Borboron’a meydan okuyabilecektir. Bu yüzden fantastik dünya Aventerra’ya geri dönerek ejderlerin hakimiyetindeki ejder ülkesine gitmeli ve çok değerli bir maden olan Yıldız Demiri’ni bulmalıdır. Bu madeni ele geçirebilmesi için ise öncelikle ejder krallarını ikna etmesi gerekecektir. Ne var ki, çok eski zamanlarda gerçekleşmiş bir olay ejderlerin insanlara lanet okumasıyla sonuçlanmıştır ve Laura bu laneti ortadan kaldırmalıdır. Laura bir yandan bu lanetin nedenini çözmeye çalışırken, bir yandan da ailesinin geçmişine dair birtakım gerçekleri keşfetmeye başlar. Laura’nın Aventerra’daki mücadelesinde başta Işığın Savaşçıları olmak üzere birçok yardımcısı vardır, ama dünyada bıraktığı kardeşi Lukas ve arkadaşları da onu bu macerasında yalnız bırakmaz. Ejder krallarının lanetini çözerken Lukas da kendi güçlerini keşfetmeye başlayacak ve ailesinin karanlık geçmişine uzanacaktır. Işık ve Karanlık arasındaki ezeli mücadelede Karanlık Güçlere karşı savaşan Laura ve Lukas’ı bu kez de zor ve tehlikeli bir görev bekliyor.




32
Güncel / Antarktika da 700 den fazla yeni canlı türü
« : 19 Ocak 2008, 16:06:20 »

Antarktika’da 700’ün üzerinde yeni canlı türünün keşfedildiği bildirildi.

TÜBİTAK’ın yayınladığı Bilim ve Teknik Dergisi’nin Aralık sayısında, İngiltere’deki Antarktika Araştırmaları Enstitüsü tarafından yapılan bir araştırmaya yer verildi.

Araştırmayla, denizsel yaşam formları bakımından geçmişte fakir olduğu düşünülen Antarktika denizlerinde 700’ün üzerinde yeni canlı türü keşfedildi.

Aralarında çok sayıda kabuklu, deniz solucanı, etçil sünger bulunan canlıların bölgedeki okyanus yaşamının evrimine ışık tutması bekleniyor.

Bölgenin sanılanın aksine dinamik ve biyolojik olarak son derece zengin bir yapıya sahip olduğunu kanıtlayan araştırma, Antarktika’daki deniz canlıları üzerine yapılan ilk geniş kapsamlı projenin bir ayağını oluşturuyor.

Araştırma, Antarktika’yı çevreleyen suların derin bölgelerinde yaşayan canlılara ilişkin bilgi açığını kapatmayı hedefliyor.

Proje kapsamında, Antarktika’daki Weddell Denizi’ne 2002 ve 2005 yıllarında düzenlenen gezilerde 774 metre ile 6 bin 348 metre arasındaki derinliklerden ve birbirinden oldukça farklı ortamlardan on binlerce örnek toplandı ve bunların 700’ünün yeni türler olduğu tespit edildi.

33
Sinema / Ne Tür Filmde Oynamak istersiniz?
« : 19 Ocak 2008, 16:02:47 »
2 tane seçme hakkınız var ;D Ben Macera ve Romantikte olabilir..

34
Mitolojiler / Mitolojik Astroloji
« : 19 Ocak 2008, 15:52:12 »
MİTOLOJİK MERKÜR
Merkür, hem en küçük hem de güneşe en yakın gezegendir. Rasyonel aklın sembolü olan Merkür, spiritüel yön hissimizle (Güneş) çok yakın ilişki içerisindedir. Akıl, duygusal amaçlarımıza hizmet etmelidir. Merkür en fazla 28 derece uzaklıkta bulunduğu Güneş'le sadece kavuşum açısı yapabilir. Eğer Merkür en uzak noktasındaysa, kişinin ana amacından uzaklaşmış bir akıldan bahsedilebilir. Kavuşum durumunda ise isteklerimizle aklımız birlikte hareket etmektedir denilebilir.

Merkür ile Güneş arasındaki bu ilişki, mitolojide Merkür ile Jüpiter arasında da gerçekleşmektedir. Sosyal bir amaç ya da daha büyük bir bütün ile ilişkinin sembolü olan Jüpiter, kişinin bilincine odaklanmasına (Güneş'in mitolojik rolü) yardımcı olur. Dolayısıyla Merkür’ün Jüpiter’in hizmetinde olması -yani aklın daha yüksek amaçlara hizmet etmesi- astrolojik bir kural haline gelmiştir.

Jüpiter, mitolojide tabii ki tanrıların kralı Zeus'tur. Babil’de bu planet Marduk olarak bilinirdi. Tanrı Marduk deniz canavarı Tiamat’ı vahşice öldürdükten sonra cennetin efendisi olmuş, ve evrendeki düzeni yaratmıştır. Marduk, Merkür olarak bilinen Nebo (ya da Nabu) nun babasıdır. Nebo tanrıların sözcüsü, kanunları ve emirleri yazıp insanoğlu ile iletişimi sağlayandır. Babil’in yeni yıl festivali de – Babil takviminin en önemli bayramıdır - Marduk’un kaos ile başlıca savaşının yeniden canlandırılmasıdır.

Babilli Nebo kıymet verilen ciddi bir tanrıdır. Babilliler görünüşte rasyonel akla ve onun insan bilincindeki yerine çok kıymet verirler. Mısırlıların “tanrıların sözcüsü” korkutucu bir karaktere sahiptir – Thoth, çeltik kargası başlı tanrı, sadece yazının değil aynı zamanda büyünün de tanrısıdır. Fakat biz burada bu ilişkinin üzerinde fazla durmayacağız, çünkü Thoth Merkür gezegeni ile hiç ilişkilendirilmemiş, ondan daha ziyade Ay tanrısı olarak bahsedilmiştir. Yunan Merkür’ü Hermes, sembolik olarak Mısır Thoth’u ile benzerlik taşır.

Thoth ile Hermes, veya Merkür ile Ay arasındaki bağlantı mitolojik açıdan önemlidir. Merkür rasyonel aklı, Ay ise içgüdüsel hafızayı temsil eder. Hindistan’da, Ay tanrı Chandra ve Merkür tanrı Budha'dır (Buddha değil). Budha Ay tanrısının oğludur. Hindu inanışına göre ne zaman bu ikisi birleşirse, baba ve oğul, akıl ve hafızanın birliği vardır – hafıza Hindu inanışında aklın başka bir yönüdür. Bu sebeple, bu iki planet kavuşum halinde bulunduğunda, görkemli bir akıl ile karşılaşırız – kişi her öğrendiğini (Merkür) hatırlama (Ay) yeteneğine doğuştan sahiptir. İleride göreceğimiz gibi Olimpiya yönetiminde, eski çağlarda Merkür (günümüz astrologların Ay ile bağdaştırdığı) Yengeç’in yönetici gezegeni olarak karşımıza çıkacaktır.

Nebo ve Thoth her ne kadar amaçlı ve saygın aklı temsil etseler de, dürüst olmayan oyuncu –ve bazen daha da tehlikeli– yanları da vardır. Yunanlılar bu ikilemi, tanrıları Hermes için de düşünmüşler ve onu iletişimin yanı sıra hırsızların tanrısı olarak da tanımlamışlardır.

Hermes Zeus ile Maia’nın çocuğudur. Hermes neredeyse doğumundan itibaren bir hırsızdır. Değerli bebek gün ışığına ulaştıktan sonra ilk dikkatle baktığı şey bir kaplumbağadır. Kaplumbağanın kabuğundan lir adlı müzik enstrümanını icat etmiştir. Yoluna devam ederken Apollo’nun sığırını çalmış, sonra yakalanıp Olympos’a getirilmiş ve Zeus tarafından yargılanmıştır. Sonuçta Zeus ve Apollo bu küçüğün yırtıcı zekasına hayran kalmışlardır. Hermes çaldığı sığırı Güneş tanrısına geri vermiş, aynı zamanda liri de hediye etmiştir. Lir daha sonra Apollo’nun müzik tanrısı olarak bir sembolü haline gelmiştir. Apollo Hermes’i bu dünyadan diğer tarafa giden ruhların rehberi yapmıştır –bu, daha önce güneş tanrısı tarafından yapılan muteber bir görevdir.

Neden aklın tanrısı aynı zamanda hırsızların da efendisi olur? Çünkü insan aklı aslında ahlakdışıdır. Herhangi bir etik kural çerçevesinde çalışmaz. Bir kişinin ev tadilatları hakkında kitap yazmak için kullanacağı aklı bir başka kişi evin kilidini açmak, ya da hırsız alarmını etkisiz hale getirmek için  – veya sahte senetler satarak piyasadan milyonlarca doları toplamak için (Merkür aynı zamanda tüccarların da yöneticisidir)- kullanabilir. Burada Merkür ile Jüpiter’in ya da Güneş’in arasındaki bağlantı çok önem taşımaktadır; akıl sadece daha yüksek bir bilincin yönetiminde iyinin güçlü bir hizmetkarı olabilir. Eski astrologlar Merkür’ü “nötr” bir planet olarak tanımlamışlardır. Bu nedenledir ki bir kişinin haritasında güçlü ancak kaygı verici Merkür'ün profesyonel hırsız olarak değerlendirilmesi astrolojik bir gelenek halini almıştır. Merkür’ün bir başka yönü de gençliğidir. Hermes’in tüm yaptıkları, liri icat etmesi ve sığırı çalması, bir çocuk tarafından yapılmış olarak kabul görür ve Merkür ortaçağ astrologlarınca gençliğin sembolü olarak görülür. Güçlü Merkür’ü, ya da ikizler veya üçüncü evinde belirgin bir vurgu olan insanlar genellikle “Peter Pan” gibidirler. Merkür’ün tatlı dilli pırıltılı cazibesine sahip, ancak hiçbir zaman büyümeyen kişilerdir. Bu genç karakter belki çok güçlü bir yaratıcılığa yada hiç gelişmemiş erişkinliğe (bazen ikisi birlikte) sahip olabilir. Jung analistleri bu karakteri “ebedi çocuk” olarak adlandırırlar. Çocukların sahip olduğu cazibeyi sergileyen, hayatın içinde belirgin bir amacı olmaksızın savrulan, Don Juan tarzı ilişkiler yaşayarak bir gün gerçekleştirmeyi hayal ettikleri muhteşem icatlarından bahseden kişilerdir. Dişi karşılığında ise aşk için yaşayan, kendi fiziksel güzelliğini her şeyin üstünde tutan, Merkür cazibesini sergileyen kadın sevdiği erkeği etkileyebilir ve onun için yaşayabilir. Fakat içinde bir boşluk vardır; bu, hayali düzeydeki düşüncelerini gerçekleştirmekteki yetersizliğidir. Bazen bu “ebedi çocuk” karakterleri konuşmayı bırakıp bir şeyler yapmaya başlarlar; dünyadaki en meşhur yazar ve artistlerde bu çocuksu yan vardır. Yaratıcılıklarının kaynağında biraz bu yanları yatmaktadır.

VENÜS
Başlangıçta Dünya Uranüs (Gök Tanrısı) ile Gaia (Yer Tanrıçası) tarafından yönetiliyordu. Uranüs, oğlu Satürn (Kronos) tarafından hadım edilerek hayaları cennet ve yeryüzünün çeşitli yerlerine saçıldı. Bu parçaların bazıları Okyanusa düşerek Venüs’e hayat verdi, Yunanlıların aşk tanrıçası Afrodit (Roma mitolojisindeki Venüs) büyük bir dalganın üzerinde bir deniz kabuğunun içinde deniz köpüğünden meydana geldi. Kıbrıs kıyılarına vardıktan sonra Mevsimler (Horalar) tarafından giydirildi ve süslendi.
Rönesans ressamlarında Botticelli’nin “Venüs’ün Doğuşu” tablosu bu doğum sahnesini canlandırmaktadır. Batı dünyasınca en önemli eserlerden biri olarak görülen bu tablo, Tanrıçalar içerisinde en ilgi çekeni olduğunu da gözler önüne sermektedir.

Venüs pek çok isimle anılmaktadır. Afrodit kelime anlamı olarak “deniz köpüğünden doğan” demektir. Genellikle Aphrodite Anadyomene “denizden gelen köpükten doğan” olarak anılmaktadır. Hissi yapısı nedeniyle kuşu güvercin, saklı yeri Kıbrıs, sevdiği çiçekler gül ve nergisti. “Altın” olarak anıldı ve şairler tarafından aşıklarına altın bir ışık içinde göründüğü tasvir edildi. O “Gülen Afrodit” olduğu kadar, güzelliğin ve zevkin göndericisi olarak da tanımlanmıştır.

Psikolojik olarak aşk, seks ve ilişki kurmak insanoğlunun ilk temel fonksiyonlarındandır. Kolektif bilincimizin ve ruhumuzun derinliklerinde dalgaların üzerinde dans eden Venüs’tür. Bu okyanustan çıktığında gülerek ve hala altınsı bir ışık saçarak bilinçdışımızın katmanlarını aydınlatmaktadır. Aşığı Anchises’e de bu diğer tarafın altınsı ışığı ile görünmüştür. Venüs aşığının mütevazi çoban kulübesine arkasında kendini takip eden kurtlar, aslanlar, ayılar, leoparlar ve arılar ile yaklaşır. Üzerinde altın, kırmızı bir kostüm vardır. Eğer Anchises’e bilinçdışının gücüyle belirirse, derinliklerindeki güvenilmez tarafı da göstermek durumunda kalacaktır – bu yüzden ona normal bir ölümlü olduğunu söyler.

Venüs sevgi ve güzelliğin tanrıçası olarak, mantıksal olarak ilişkileri de düzenlediğini düşünürüz; Terazi'nin de yönetici gezegeni olması ve bu burcun ilişkileri ve evliliği temsil etmesi sebebiyle. Ancak pek öyle değildir. Evlilik her zaman sevgiyle, aşkla ilgili değildir. Daha ileride göreceğimiz üzere evlilik Juno (Hera)’nun kontrolündedir.

Venüs’ü incelerken, evli olduğunu ancak bu evliliğin ne derece farkında olduğunun ve onu yücelttiğinin şüpheli olduğunu gördük. Aşığı savaş tanrısı Mars için Kocası Vulcan (Hephaestus)’ı ret ettiğini ve onun çocuklarını doğurduğunu biliyoruz. İhanetinin ardında biraz Vulcan’ın da sorumluluğu vardır. Vulcan işiyle evli, ilişkisine ve sevdiğine gerekli özeni ve ilgiyi göstermekten yoksun, yetenekli bir mühendis ve tüccardır. Bu Venüs için olmazsa olmaz bir durumdur ki aşığı Mars ile oldukça fırtınalı bir birliktelikleri olmasına rağmen onun tarafından tapılmaktadır. Vulcan’ın kaderi Venüs tarafından aldatılmaktır. Yine de Mars ile ilişkisini öğrendiğinde çok sinirlenir ve gizli adası Lemnos’a gideceğini söyler. Vulcan’ın tahmin ettiği gibi Venüs aşığı Mars’ı çağırır ve Vulcan gizlendiği yerden iki aşığı gözetler. İkisi birlikte yatağa uzandıklarında üzerlerine sadece kendisinin çalıştırabildiği bir ağ atarak onları Olimpos Dağındaki Tanrılara gösterir. Venüs, kadınsı bir tepkiyle olayı reddetmeye çalışırsa da tanıklık eden tanrılar vardır. Neptün’ün sayesinde ikisi de serbest bırakılırlar.

Pek çok astrolog tarafından kişilerin haritalarında Venüs ve Mars'ın durumlarına bakılaraktan ilişki hakkında yorum yapılmaya çalışılır. Ancak ikisi arasındaki gizli, evlilik dışı ilişkinin herhangi bir şekilde sürekliliği ve sağlamlığı söz konusu değildir. İki planet arasında seksüel ve romantik bir çekim olduğu doğrudur, ancak daha ziyade vahşi veya dürtüsel boyutta kalmaktadır. Hindistan’da doğum haritalarında Venüs-Mars çakışmasına sahip iki insanın hata derecesinde tutkulu ve duyusal oldukları düşünülür. Ancak Mars ve Venüs başlı başına uzun süreli bir birlikteliği belirlemeye yetmez. Bunun için gerekli olan Ay ve Güneş , ve ufuk çizgilerinin birbirleriyle ilişkileridir. Astroid Juno ilişkinin ihtiyaçlarını belirlemede çok yardımcı olmaktadır. Venüs sadece anın romantizmi ve tutkusu ile ilgilenmektedir. Tabii ki uyumlu bir Venüs-Mars ilişkiyi tamamlayan, lezzet veren baharat gibi olacaktır.

Venüs Boğa ve Terazi'yi, eski Yunan’da ise Boğa’yı yönetmektedir. Bu burcun yöneticisi olarak Venüs dünyevi ve bedensel zevkleri yönetmektedir. Hatta fahişeler tarafından kendilerinden biri olarak kabul edilmiş ve Aphrodite Porne ya da Aphrodite Hetaira adlarını almıştır.

Terazi'deyken daha ziyade ilişki içindeki zıt uçları uyuma ulaştırmakla ilgilenmektedir. Venüs, güzel ve uysal tanrıça, vahşi avcılar ile – Ares(Mars) savaş tanrısı ve Adonis canavar avcısı – ilişkilere giriyor. Bu tarz zıt kutuplar Terazi'de sık sık ortaya çıkar ve burada uyuma ulaşırlar. Bunun en basit örneği dişi ve erkek olarak iki karşıt cinsin bir araya gelmesini gösterebiliriz. Genellikle bizde olmayan (bastırılan) özellikler karşısında etkilenir ve o kişinin çekimine gireriz. Ancak pek çok kişi bunun nedenini unutur ve onu kendine benzer bir şekle dönüştürmeye çalışır. Venüs’ün buradaki görevi bu iki uçtaki kişiyi uyumlu bir hale getirme çabasıdır. Ares veya Adonis gibi vahşilerin aşk ile bir birliktelik oluşturması bir diğer maharetidir. Ve sonuç olarak, fırtınalı birliktelik, aşkın doğasında bulunması sebebiyle, pek çok ilişkinin karakteristiği olur.

Venüs Boğa ve Terazi'nin yönetici gezegeni olarak iki önemli prensibe sahiptir. Boğa'nın kendi değeriyle ilgili “Ben tek başıma neye sahibim?” ve Terazi'nin başkalarınca belirlenen değeri ile ilgili “Benimle ilgili ne düşünüyorsun? Seni mutlu edebiliyor muyum?” sorularıdır.

Venüs güzel, çekici, tüm tanrıçalar arasındaki en güzeldir. Ancak bu yeterli olmaz. Sürekli diğerleri tarafından böyle olduğunun teyit edilmesini bekler. Yanı başında güzel bir kadın olduğunda varlığının ve görünümünün tehdit edildiği hissine kapılıp, kıskanç ve sinirli tarafını ortaya çıkarır. Afrodit, ölümlülerin aralarında tanrıçadan daha güzel olduğunun konuşulduğunu duyduğu için Psykhe (Ruh)’yi öldürmüştür. Bu haritasında güçlü Venüs etkileri taşıyan kişilerin karşılaştıkları hazin bir durumdur. Bu kişi çocukluğunda uzun yıllar hep gözbebeği olmuş, her görenin aşık olduğu biriyken yıllar geçtikçe yaşlanır ve güzelliğinin kaybolması ile bunalıma girer. Bu aynen Pamuk Prensesteki üvey anne sendromuna benzer. Tıpkı Pamuk Prensesin yakışıklı bir prens tarafından kurtarılması gibi Psykhe de Eros(Aşk), Afrodit’in oğlu, tarafından kurtarılır. Bu iki hikaye birbirine benzer. Yaşlanma sonucu daha önceden sahip olunan yerin kayboluşunun hikayesidir. Aynı zamanda bir oğulun en sevdiği ve hayran olduğu kadın olan annesine karşı çıkışının ve hayranlığını genç geline aktarmasının hikayesidir.

Aslında, Venüs haritamızda kendi değerimiz ile ilgili unsurları ve bu değerin ilişkilerimizde nasıl kaynaştığını gösterir. Venüs, herkesi, ölümlü ya da ölümsüz, istediği anda aşık etmeyi becerir. Bu durumda Venüs konumunun incelenmesiyle kişilerin nasıl aşık oldukları da anlaşılabilir. Olimpos’taki hayatını hatırladığımızda Venüs’ün sadık ve güvenilir bir aşık olmadığını da hatırlarız. Özellikle Koç, İkizler, Yay ve Kova'da yer aldığında ilk elektrikten sonra ilişkiyi oturtmaya çalışmaktansa aşık olma serüvenine düşmeyi yeğler. Bu başlangıçta aşk daha yeni ve tazeyken Afrodit’in hoşuna gider. Daha sonraları Hera’nın etkisinde olan “ölüm bizi ayırana dek” tutarlılığından ve aşkın görev olduğu durumlardan hoşlanmaz. İşte bu nedenle ilişkiler konusunda sadece Venüs’ü yorumlamak sonuçta hüsran ve ayrılık olacağının göstergesidir. Çünkü ilişkinin başında kişi Venüs’ü en iyi durumda hisseder. Ancak zaman ilerledikçe heyecan ve değişiklik arzusu öne çıkar.

Çoğunlukla, bir kadının haritasında Venüs kadının kendisini görmek istediği imajı, erkeğinkinde ise feminen arketipini işaret ettiği söylenir. Ancak bu her zaman doğru değildir. Bu gezegen pek çok insanın belli bir olgunluğa erişmesinden, kendini tanımasından ve içinde daha dengeli bir insan oluşmasından önceki tavırlarını belirleyebilir.

Aslan'da ya da birinci evdeki Venüs “Hala en güzel ben miyim?” sorusunu soran ve hep bunun olumlu cevabını bekleyen kişi olabilir. Başak'ta bulunan ya da Satürn’le birleşmiş bir Venüs de kendini aynada inceler ancak farklı şekilde, kendinde sürekli kusurlar bulmak için. Bu şekilde bir özeleştiri ve mükemmellik arayışı ikili ilişkide karşı tarafın tüm iltifatlarına rağmen onu ve söylediklerini itmemize sebep olur. Vulcan’ı incelediğimizde onun da geçmişte her iki ebeveyni tarafından da iki kez reddedildiğini görürüz. Bunun sonucu olarak da kendisinin yetersiz olduğuna inanmaya ve böyle hissetmeye başlar. Venüs ile karşılaştığında da içindeki bu değersizlik hissi, onun hayatına girmesine izin vermez. İçten içe ailesinin kendini reddedişiyle duyduğu utanç ve aşağılanma tüm hayatını etkisi altına alır. Sonuçta bu utancını işinde dönüştürmeyi başarır ve birbirinden güzel objeler tasarlamasına yardımcı olur. Bu dönüşüm genellikle Venüs’ün Pluto, Satürn veya Neptün ile yaptığı güçlü açılarla mümkün olmaktadır. Sevgi ve güzellik aslında içimizde ama utanç, suçluluk, güvensizlik, kuşku ve korku katmanlarının altında gömülüdür. Bu hayatımızda ancak, aşağılara inmek konusunda bilinçli şekilde kararlı olarak kendimizi gerçekten sevdiğimiz taktirde, yavaş yavaş, adım adım ortaya çıkar.

Bir diğer önemli hikaye de Venüs ve Adonis ile ilgilidir. Kıbrıs kralının karısının, kızı Smyrna’nın Venüs’ten daha güzel olduğunu ilan etmesi üzerine Venüs intikamını almak üzere Smyrna’nın babasına aşık olmasını sağlar. Babası bir gece sarhoş olduğunda yatağına çıkar ve ondan hamile kalır. Kral bunu öğrenince kızının başını kılıçla keser. Venüs kızı myrra (mür/sarı sakız) ağacına dönüştürür. On ay sonra ağacın kabuğu kabarır ve Adonis adı verilen çocuk çıkar. Çocuğun güzelliğinden etkilenen Afrodit onu alıp büyütmesi için Persephone’ ye emanet eder. Ama Persephone de çocuğu görünce ona aşık olur ve onu Afrodit’e geri vermek istemez. Aralarında Musa Kalliope hakemlik yapar ve Adonis’in yılın üçte birini Persephone ile üçte birini Afrodit ile ve üçte birini de dilediği yerde geçirmesine karar verir.

Ancak Venüs açgözlü bir tanrıça olduğu için Adonis’i etkilemek için aşk sanatının tüm hünerlerini sergileyerek yılın üçte ikisini onunla geçirmesini sağlar. Bu Persephone’yi çıldırtır ve Venüs’ün aşığı olan Mars’a Adonis isimli bir rakibi olduğundan bahseder. Mars kendisini bir yabandomuzuna dönüştür, Lübnan dağlarında Adonis’in karşısına çıkar ve Venüs izlerken onu ölümcül bir şekilde yaralar. Venüs hala Adonis’i Hades kraliçesine göndermekte gönülsüzdür. Bunun üzerine Jüpiter’e başvuran Persephone Adonis’in yeraltında ve yeryüzünde eşit zaman geçirmesini sağlar.

35
Müzik / Emre Aydın
« : 19 Ocak 2008, 15:45:29 »

2 Subat 1981`de Isparta`da dogdu.
Ilk ögretimi Isparta`da tamamladi. Antalya Anadolu Lisesi`nden mezun olduktan sonra Dokuz Eylül Üniversitesi Iktisadi Idari Bilimler Fakültesi Iktisat bölümünde ögrenim gördü.
2002 yilinda katildigi SingYourSong beste yarismasinda grubu 6. Cadde`yle Türkiye birincisi oldu.
Ayni yil Universal Muzik tarafindan yayinlanan toplama albümde "Dönersen" isimli sarkisiyla yer aldi.
2003 yilinda grubu 6. Cadde`nin ilk resmi albümü yayinlandi. Ayni yil gruptan ayrildi.
Solo kariyerinin ilk albümü "Afili Yalnizlik" Sony BMG Türkiye GRGDN isbirligiyle Ekim 2006`da yayinlandi.

36
Müzik / Gripin
« : 19 Ocak 2008, 15:42:50 »

Gripin '90 yılların sonunda bir araya gelen, İstanbullu bir rock gruptur. Kariyerini cover parçaları söylerken başladı, Bronx gibi barlarda sahne alıp geniş bir hayran kitlesine sahip oldu. 2000 yılından itibaren kendi şarkılarını yazmaya başladılar. Hikayeler Anlatıldı isimli ilk albümü 2004 yılında GRGDN tarafından yayınlandı. Albümü 2005'te şarkıların akustik versiyonlarıyla, iki yeni şarkı ekleyip duble albüm olarak yeniden çıkardılar. Gripin adlı ikinci stüdyo albümleri 26 Şubat 2007'de Sony BMG/GRGDN tarafından yayınlandı. Albüme maNga'nın solisti Ferman Akgül, Pamela Spence ve Emre Aydın gibi ünlülerin katkısı da oldu. Grubun prodüktörü Haluk Kurosman'ın ismini bu sefer söz yazarı ve besteci olarak da görebiliriz.

Grubun elemanları: Süreyya Birol Namoğlu (vokal), Murat Başdoğan (gitarlar), Evren Gülçığ (bas gitar), İlker Baliç (davul) ve Arda İnceoğlu (klavye ve altyapılar)

37
Müzik / Deja-Vu
« : 19 Ocak 2008, 00:00:36 »

DEJA-VU 1999’un Ekim ayında Cenk Sönmez (gitar), Kerem İşeri (vokal), Ahmet Türk (davul) ve Mansur Asrar (bas) tarafından kuruldu. Grup, bilinen şarkıları yorumlarayarak işe başladı. Bir süre sonra beste çalışmaları başladı. İlk bestenin adı “Hope” idi. Mansur Asrar’ın (bas) geçirdiği kaza ve sonrasındaki ameliyatı nedeniyle çalışmalara ara vermek zorunda kalındı. 2000 yılının Mart ayında çalışmalara tekrar başlandı.. Grubun önceliği var olan şarkıları yorumlamak yerine kendi bestelerini yapmaktı. Bu nedenle bestelere ağırlık verilmeye başlandı. Konserler vererek insanlara bu müziği dinletmek amaçlandı. Ortak bir beğeniyle gruba keman da eklenmesine karar verildi. Daha sonra darbuka (Kerem Öktem) ve bağlama (Kıvanç Şenol) da gruba dahil oldu. Bu farklı müziğin ilgi çekeceği şüphesizdi.

DEJA-VU ilk konserini 2000 yılının Kasım ayında verdi ve konserden sonra da ilk demo CD’sinin kayıtlarına başladı. “Star” ve “Nothing” adlı iki parça kaydedildi fakat bu demo piyasaya sürülmedi. DEJA-VU, 2001 yılının Mart ayında Türkiye’nin önemli rock gruplarından Kurban’ın ön grubu olarak Ankara - Saklıkent’te sahne aldı. Bu konser DEJA-VU’nun ilk büyük deneyimi oldu. Konserden sonra Kerem İşeri (vokal) kendi özel sebepleri nedeniyle gruptan ayrıldı.

Yaz tatilinden sonra DEJA-VU, çalışmalarına birkaç eleman değişikliğiyle devam etti. Davula Ahmet Türk’ün yerine Güntaç Özdemir geldi. Yeni bas gitarist Erce Tümerk (PNF vokalisti), yeni vokalist ise Mansur Asrar oldu. Grubun kemancısı Ceren ise eğitimi nedeniyle gruptan ayrılmak zorunda kaldı.

Yeni kadrosuyla DEJA-VU, ilk konserini 2002 yılının Ocak ayında Ankara - Saklıkent’te verdi. İzleyenlerden alınan olumlu tepkiler grubu daha büyük amaçlara yöneltti. Fakat tam işler yolundayken Cenk Sönmez’in (gitar) sağlık sorunları yüzünden çalışmalara tekrar ara verildi. Bu sırada diğer elemanlar başka projelerle müzik hayatlarını sürdürürken, bağlamacı Kıvanç Şenol da askere gitti.

2002 yazında Cenk Sönmez (gitar) ve Mansur Asrar (vokal) DEJA-VU’yu tekrar toparlamak istediler fakat eski elemanlar iş ve okul hayatları nedeniyle gruba katılamadı. Cenk Sönmez bas ve davul için iki yeni eleman buldu. Davula Barış Bilgen, basa ise Tolga Nemutlu geldi. DEJA-VU, haftada 3 yeni şarkı yorumlayarak ve aynı zamanda bestelere de yoğunlaşarak 3 aylık bir zamanda 26 yorum ve 12 beste bulunan bir repertuar oluşturdu. Mansur Asrar’ın (vokal) önerisiyle gruba kemancı olarak Görkem Karabudak (Çilekeş vokalisti) katıldı.

DEJA-VU, takip eden üç ay içerisinde üç konser verdi. Yeni elemanlar ve yeni şarkılar çok beğeni topladı. Olumlu tepkiler sonucu grup web sitesini hazırladı. Aynı zamanda yeni bir demo çalışması başladı. Grup kendi besteleri olan “Are You Ready?” ve “Yeter Artık” ile Shaggy’nin “Hey Sexy Lady” adlı parçasının yorumunu kaydetti. Bu demoya ayrıca önceden kaydedilen “Star” da eklendi. Demo CD’si için grup “Are You Ready?” adlı parçaya bir de klip çekti. Bu demo CD’si ilk haftada 100 adet sattı. Dream TV YUXEXES programında tanıtıldı ve "Are You Ready?" video klibi birkaç kez yayınlandı.

Daha sonra grup Bilkent Mayfest 2003’te, Armada 1. Gençlik Festivali’nde, Saklıkent Corefest organizasyonlarında ve başka birçok konserde yer aldı. 2003 Ağustos ayında Kıvanç Şenol (bağlama) askerden döndü ve gruba tekrar dahil oldu. Eylül ayına gelindiğinde ise Mansur Asrar (vokal) özel sebepleri nedeni ile DEJA-VU'dan ayrıldı. Cenk Sönmez vokale geçti, yeni gitarist olarak ise gruba Barış Orhan dahil oldu.

DEJA-VU, bu yeni kadrosuyla "Kendin Coş" isimli yeni bir demo daha kaydetti fakat telif hakları nedeni ile satışa sunmadı. "Kendin Coş" ile 9. Efes Dark Roxy Müzik Günleri'nde birincilik elde eden DEJA-VU, 15 Ocak 2005’te Elec-Trip Records ile anlaştı. 8 Şubat 2005’te Oğuz Kaplangı prodüktörlüğünde albüm kayıtlarına başlayan DEJA-VU, “Kendin Coş” isimli albümlerini 27 Haziran 2005 tarihinde Elec-Trip Records etiketiyle piyasaya sürdü...

38
Bilim & Teknoloji / En 'ince' hayal kırıklığı
« : 16 Ocak 2008, 11:51:53 »

       Apple, Macbook Air adıyla ürettiği yeni nesil laptop'u dün tanıttı. 2 santimetre inceliğiyle 'bir zarfa sığabilen' bilgisayar, daha radikal bir ürün bekleyenleri ve piyasayı hayal kırıklığına uğrattı. Macbook Air tasarımı ve inceliğiyle büyülerken, teknik özellikleriyle rakiplerine göre sınıfta kaldı

Ahu Özyurt

Teknoloji dünyasının haftalardır beklediği açıklama San Francisco'da Apple CEO'su Steve Jobs'tan geldi. Bilgisayar devi Apple, dünyanın en ince laptop'unu Macbook Air adıyla piyasa sürdü. 1 kilo 300 gram ağırlığındaki Macbook Air, 13.3 inclik (33.782 cm) ekranı ve normal boyuttaki klavyesiyle teknoloji meraklılarını tatmin etse de Jobs'tan daha radikal bir değişim bekleyen piyasayı memnun edemedi.
      Apple hisseleri Nasdaq'taki genel düşüşün de etkisiyle yüzde 4'lük değer kaybı yaşadı.
      İnternet gruplarında yapılan tartışmalarda, Apple'ın katlanabilen bir "tablet notebook" üretmiş olabileceği tartışılıyordu. Mac fanatikleri yeni bilgisayarın fiyatını da yüksek buldu.
     
      1799 dolardan piyasada

      Macbook Air, 2 GB'lık hafıza ve 80 GB'lık anabelleğe sahip olacak. 1799 dolardan piyasaya sürülen laptop'ta DVD sürücüsü bulunmuyor. Apple yetkilileri yeni laptop'un "kablosuz ortamda kullanmak" için planlandığını söylerken, 0.8 inçlik (2.032 cm) inceliğiyle "bir zarfa sığabildiğine" dikkat çektiler.
      Laptop'un mouse kontrol seçenekleri de değişti ve Iphone'la neredeyse birebir uyumlu hale geldi. Pili 5 saate kadar dayanabilen yeni Macbook Air, boyutları ile Sony'nin en ince versiyonundan daha ince ama daha küçük değil.
      Steve Jobs'un merakla beklenen açıklamasında öne çıkan bir diğer nokta da Apple'ın internet ortamında film kiralama sektörüne gireceğini açıklaması oldu.
     
      4 milyon iPhone satıldı

      MacWorld Expo'da yaptığı yıllık konuşmasında Steve Jobs, iPhone'un 200 gün içinde 4 milyon adetlik satış rakamına ulaştığını da açıkladı.
      Iphone bu rakamla ABD piyasasında Blackberry'nin arkasından ikinci sıraya yerleşti. Apple'ın Avrupa pazarında Fransa ve İngiltere'nin ardından Türkiye pazarına da girmeye hazırlandığı gelen bilgiler arasında. Bilgisayar devinin Türkiye'deki cep telefonu operatörleriyle de görüşmeler yürüttüğü belirtiliyor.

39
Müzik / Bu şarkı kesinlikle benim dediğiniz
« : 15 Ocak 2008, 21:06:47 »
Evet arkadaşlar bu şarkı kesinlikle benim şarkı dediğiniz var mı?

benm çok var ama kısacası Şebnem Ferahın bütün şarkıları diyebilirim :P
 

40
Müzik / Amy Winehouse
« : 15 Ocak 2008, 20:46:33 »
[Amy Jade Winehouse (d. 14 Eylül 1983, Londra), İngiliz soul ve caz şarkıcısı ve yazarı. 6 defa Grammy Ödülleri'nde aday gösterilmiştir.


İlk albümü Frank (çıkış yılı 2003), Merküri Ödülü'ne aday gösterilmiştir. İlk tek şarkılık albümü "Stronger than Me" ile 2004 yılında Ivor Novello Ödülü'nü kazanmıştır. Mayıs 2007'de, Back to Black (çıkış yılı 2006) albümünden "Rehab" parçası ile aynı ödülü tekrar kazanmıştır.


14 Şubat 2007'de "En İyi Britanyalı Bayan Sanatçı" dalında BRIT Ödülü'nü kazanmış, "Britanya'nın En İyi Albümü" ödülüne aday gösterilmiştir. 17 Temmuz 2007'de Back to Black albümü, Merküri Ödülü'nün 12 albümlük ön aday listesinde gösterilmiştir. Aynı yıl sanatçı, üç dalda MTV Video Müzik Ödülleri'ne aday gösterilmiştir.

 
Amy Winehouse Bowery Salonu'nda sahne aldığında, 2007Sanatçı müzikteki başarıları kadar bulimiya ve uyuşturucu sorunları ile de gündeme gelmiştir.

41
Düşler Limanı / Bir Gün
« : 13 Ocak 2008, 23:01:57 »
Dün gece uyuyamadım.Seni düşündüm yine .sabaha karşı oluyor,dışarıya bakıyorum.güneş tüm güzelliğiyle güne merhaba diyor.bakıyorum güneşe.inceliyorum onu.teni tıpkı seninki gibi parlak.tıpkı senin gibi aydınlatıyor o da hayatımı ve içimi…çok benziyorsunuz aslında.ikinizde çok güzelsiniz,mükemmel ,hatta kusursuz.etrafıma bakıyorum.gözlerim seni arıyor.öyle alışmışım ki sana sensizliğine katlanamıyorum bile.öyle ölümüne sevmişim ki seni yokluğuna alışamayacak kadar.ben yapamıyorum sensiz.Uzağız birbirimize.biliyorum ben sensizlikten perişan olurken burada,sen orada bensizliği umursamıyorsun.hani ufukta bazen çok güzel senin çok beğendiğin bir ada yada bir dağ görürsün.ulaşmak istersin ona.varlığını bilirsin.görürsün o yere asla ulaşamazsın.işte bende şu anda aynı duyguları yaşıyorum içimde.tutamadığın her yağmur damlası kadar seviyorum seni.martının kanat çırpışı gibi seviyorum.senin gibi seviyorum seni.özlemim epey fazla ölçemiyorum.kapıldım bi kere kalbimin bahtına.gidiyorum ama nereye?dostum denize mi?yoksa dert yandığım dağlara mı?yoksa keşfedilmemiş yerlere mi? Ben işte bu sorularla cebelleşiyorum kendi içimde.aslında cevabını buldum.nereye mi gidiyorum? Cevap kolay.sana geliyorum.beni istemediğin halde…ve seni son bir kez daha görmek istiyorum gitmeden önce.okşamak istiyorum saçlarına bir kez daha.gözlerimle gözlerine deymek istiyorum.yüzüne karşı “seni seviyorum” diyebilecek kadar cesaretli olmak istiyorum.göz yaşlarımla ıslattığım bu kağıda içimi döküyorum son bir kez daha bakıyorum resimlerine.bu satırlarda kendimi, resimlerimizde geçmişimi buluyorum .son bir kez daha söylemek istediğim şeyi söylüyorum: ”seni seviyorum”.istersen atarsın bu kağıdı,istersen gömersin,istersen saklarsın…neye yarar?ne fark eder? Ne istersen onu yap beni ilgilendirmez.gidiyorum çünkü artık ben  gidiyorum umarım bir gün seni ne kadar çok sevdiğimi anlarsın….
Ruhsuz

42
Düşler Limanı / Sen
« : 13 Ocak 2008, 23:00:53 »
Bırak bu seferlik yalnızca ben konuşayım. Sus, sakın bir şey söyleme. Anlatmana gerek yok bana yaptıklarını. Hepsini en derinine kadar yaşadım, hissettim ben. İhtiyacım yok aynı sözcüklere, gereği yok yalanlarının. Şimdi sen beni dinlemek zorundasın.

Hayatın birçok rengi olabileceğini fark ettim seninle. Ama en çok siyah renginde takıldım. Sayende o rengi kalbimin en saklı, en saf köşesine yaymak zorunda kaldım. Bütün diğer renkleri örttüm sırasında. Bir yaz gününün öğlen saatinde, en yakıcı güneşin tenimi donduruşunu hissettim. Kalbimde taşıdığım acıyı, üstüne tuz bastığın zamanlarda bile yüzüme yansıtmamayı öğrendim. Midemde kramplarla kahkaha atmayı, göz yaşlarımı damla damla, teker teker, kalbime akıtmayı, her damlanın açtığı yarayı gücümün yettiğince kapamayı öğrendim. Cümleler döküldükçe satırlara, fark ediyorum: Ne kadar çok şey öğretmişsin aslında bana.
Yaşadığımız güzel günlerin bir gün beni bu kadar acıtacağını hayal bile edemezdim. Zaten bütün bunların, sana bu kadar bağlanmamın sebebi de o günlerdi.
                 
Belki hayatıma hiç girmemiş olsan, o günlerin sıcaklığını, mutluluğunu, coşkusunu tatmamış olsam, bana sevgiyle bakan gözlerini görmemiş olsam, böyle olmazdım. Teselli bulurdum kusurlarda. Ama sevgimdeki ve sevgindeki o kusursuzluk, beni dibi görünmeyen bir kuyuya itekledi. Her severek ayrılanın yaptığı gibi, ben de çareyi başkalarında aradım. Sonra bir sabah uyandım ve anladım: aslında seni aramaktı tek yaptığım.
Senin de suçundu senden kopamamam aslına bakarsan. Tam hayatımı düzene koymuşken, sen çıkıyordun karşıma. Yine birkaç cümleyle üst üste koyduğum tuğlaları, temelsiz olsa bile, yıkıyordun. Yine zorla kovduğum o hayaller, yapışıyordu yakama. Bir bataklıktaydım sanki. Söküp atmaya uğraştıkça, biraz daha kenetleniyorlardı bana.. Çıldıracak gibi olduğum zamanlarda oldu, gecelerce sorguladım tüm bunları hak edecek ne yaptım diye. Cevabını bulamadığım sorular benimle geldi gittiğim her yere. Sonraları yapabileceğim en iyi şeyin düşünmemek olduğuna karar verdim. Bu karar beni biraz olsun oyaladı. Ama bir süre sonra yine her şey boş gelmeye başladı. Sanki seninle olmayınca sabahlar sabah, eğlenceler eğlence, geceler gece değildi. Çünkü hayatıma girdiğin andan itibaren, hayatıma anlam katan sendin. Ve sen gidince bana büyük bir anlamsızlık ve boşluk kaldı. Öylesine yaşayıp gittim. Sanki oturmuş ve kendi yaşamımı izliyor gibiydim. Hep bekledim gelip beni uyandırmanı. Ellerimi tutarak beni o filmin içine sokmanı. Yeniden içten gülebilmeyi, hayata dönmeyi..
Kimi zaman gelecek gibi oldun, tam ellerimden tutacakken sen, tam parmak uçlarımız değecekken birbirine, bir anlık gözlerimi kapattım ve açtığımda yine yalnızdım. Mutlu olabilmek için başkasına ihtiyacım olduğunu görmek özgüvenimi ucundan köşesinden kemirmeye başladı. Dostlarım yanımdaydı elbet, beni mutlu görebilmek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlardı ama aslında yalnızlığım beni hiç bırakmadı.

Ne kadar uğraşsam, bitirsem sayfaları, tüm kalemleri harcasam, yine de anlatamam seni. Alışmayı öğrendim zamanla. Ama seni unutamam. Aldığım her nefeste biraz sen varsın. Söylediğim her sözcükte sen! Baktığım her yerde sen! Her şeyde sen! Bu kadar acıya rağmen...

                     By Ruhsuz

43
Güncel / Ölüm anında insan ne hisseder?
« : 06 Ocak 2008, 17:37:43 »

Dünyanın önde gelen bilim dergisi New Scientist, İskoçya’daki Caledonian Üniversitesi’nden psikolog Cynthia McVey’in, ölümün eşiğinden dönenlerle görüşerek ve bilimsel incelemeleri bir araya getirerek yaptığı araştırmayı yayımladı. Araştırma, kafa kopmasından boğulmaya, yanmadan yüksekten düşmeye kadar birçok ölüm şeklinde asıl sorumlunun, beyne oksijen gitmemesi olduğunu ortaya koydu. Araştırmaya göre ölüm anlarından şunlar yaşanıyor:

Boğulma: Kişi ilk anda büyük panik yaşıyor. Nefesini tutuyor. Ardından su ciğerlerine doldukça bir yanma ve yırtılma hissi duymaya başlıyor. Son olarak hissettiği şey ise sakinlik ve dinginlik oluyor. Oksijen alamadığı için bilinci kapanıyor, ardından ölüyor.

Yanma: Yanıklar, çok şiddetli acıya yol açıyor. Sinir uçlarının yanması ise bu acı hissini bir süre sonra ortadan kaldırıyor. Ardından kişi biraz his kaybına uğruyor. Yanarak ölen kişilerdeki asıl ölüm nedeni çoğunlukla zehirli gazların solunması ve nefessizlik oluyor.
Kafanın kopması: Uzmanlara göre beyin, kafa koptuktan sonra saniyelerce fonksiyonlarını sürdürüyor. Fransa’daki raporlara göre 18’inci yüzyılda giyotinli idamlarda kopan kafada 30 saniye kadar yüz mimikleri görülüyordu.

Elektriğe kapılma: Elektrik akımına kapılma, kalbi durdurabiliyor. 10 saniye sonra da bilinç kapanıyor. Ancak elektrikli sandalyede idam edilen mahkûmların ölüm nedeni beynin aşırı ısınması ya da boğulma oluyor. Kan kaybı: 1.5 litre kan kaybeden kişi kendini halsiz, susamış ve korkmuş hissediyor. İki litre kan kaybedildiğinde baş dönmesi ve bilinç kaybı başlıyor.

Dekompresyon (basınç kaybı): Ani basınç kayıplarından kurtulanlar, göğsüne vurulmuş gibi ani bir acı yaşadıklarını anlatıyor. 15 saniyeden az süre içinde de bilinç kaybı yaşanıyor.

Asılma: Yağlı urganla asılarak boğulma 10 saniye içinde bilinç kaybına yol açıyor. Fırlatma tarzı asılmalarda amaç, boynun kırılmasını sağlamak. Ancak bu yöntemle asılan mahkûmlarda ölümlerin yine boğulmadan kaynaklandığı belirlendi.

Zehirli iğne: ABD’de idamlarda kullanılan yöntem, doğrudan kalbi durduruyor. Araştırmalar, mahkûmların yanma ve büyük acı hissettiğini gösteriyor. Yüksekten düşme: ABD’deki Golden Gate Köprüsü’nden atlayan 100 kurbanın, akciğerin iflas etmesi, kalbin patlaması ve kırık kaburgaların iç organlara zarar vermesi sonucu öldü ortaya çıktı.


44
Müzik / Aslı
« : 06 Ocak 2008, 10:45:17 »
Aslı

26 Ekim 1977 İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı mezunudur, müziğe ilk olarak lise yıllarında kurduğu "Phoenix" adlı grubuyla başlamıştır. Ortaokul ve lise yıllarında grubuyla çeşitli okul aktiviteleri ve konserlerde bulundu. Liseyi bitirdiklerinde grup, birkaç eleman değişikliğiyle "Mary Jane" adını aldı. Aslı ve arkadaşları, önce Gitar Bar'da daha sonra da 3 yıl boyunca Kemancı'da, sevdikleri sanatçıların şarkılarını coverlayarak sahne aldılar. Bu süre zarfında "Mary Jane" ile çeşitli orgizasyonlarda da yer alan Aslı, 1,5 sene boyunca Teoman'ın vokalistliğini yaptı. Daha sonra Aslı kendisine solo bir kariyer edinmeye karar verdi ve 1999 yılında Sony Müzik Türkiye anlaştı Kargo grubundan Serkan Çeliköz ve Selim Öztürk ile albüm çalışmalarına başlayan Aslı, 2000 yılında "Neresindeyim" adını taşıyan ilk albümünü çıkarttı. Büyük beğeni toplayan bu albümden "Ölüm Kapımı Çalmasa da", "Keşf-i Alem" ve "Sessizce" adlı şarkılara klip çekildi.

2004 yılının Ocak ayında "Su Gibi" adlı ikinci albümünü çıkaran Aslı, sözlerin hepsinin ilk albümde olduğu gibi yine büyük bir bölümü Aslı'ya aitdi. Albüme adını veren "Su Gibi" nin ardından orijinali Hümeyra'ya ait olan "Kördüğüm" ile söz ve müziği Aslı'ya ait olan "Tüm Şehir Ağladı"ya klip çekildi. Aslı aynı zamanda 2004 yılında Sound Wave turnesinde de yer aldığı Coca Cola'nın "Hayatın Tadı" ve 2005 yılında Dimes Extra reklam müziklerini seslendirdi. Haluk Levent'in "Arkadaş" ve Kargo'nun "Sen Bir Meleksin" adlı albümlerinde de Aslı yer almıştır, 2006 yılında çıkan Teoman, Harun Tekin, Nev, Koray Candemir gibi sanatçıların da olduğu "40" adlı albümünde de, Tanju Eren'in "Hoşgeldin" adlı şarkısını seslendirdi.

2005Yılının Ekim ayında Sony Müzik Bmg'den ayrılan Aslı, 2006 Yılının Mart ayında ise NR1 Müzik ile anlaştı. 2007 yılının Mart Ayında "Söylediğim Şarkılarda Saklı" adlı 3.albümünü müzikseverlerin beğenisine sunan Aslı, bu albümünde "Dans Etmeye İhtiyacım Var" isimli şarkısı ile çıkış yapmıştır.

Albümleri 

 Neresindeyim (Sony Müzik Türkiye) (2000)


Sessizce
Ölüm Kapımı Çalmasa Da
Neresindeyim
Keşf-i Alem
Düşten Gerçeğe
Bir Tek Seninle
Nerdesin
Anlamak Zor
Uslanmak Bilmedi Hayat
Değişen Kim?
Üzgünüm
Siz

Su Gibi (Sony Müzik Türkiye) (2004)
Su Gibi
Tüm Şehir Ağladı
Ödünç Aldığım Tüm Erkeklere
Sen de Unut
Şampiyon
Hayat Çok Kısa
Kördüğüm
İnsan Hikayesi
İronik
Artık Sevgilim Değilsin

Söylediğim Şarkılarda Saklı (NR1 Müzik) (2007)
Dans Etmeye İhtiyacım Var
Aşkların En Büyüğü
Dergiden Resmini Kopardım
Gitmiş Gibisin
Yardımcı Olmuyor
Bir Ah Çeker misin
Yalnızlığım
Uykumda Gel
Ayrılan Yollar
Düğüm Düğüm
Dünya Durulmadan

45
Eğlence & Mizah / Kişisel Takıntılarınız
« : 06 Ocak 2008, 00:05:28 »
Evet kişisel takıntılarınızı alalım arkadaşlar.. ;D
benimkiler saymakla bitmior ama başlayayım bir yerden  ;D
Plaka takıntım,saatte iki sayıyıda yan yana getirme(işte anladınız siz onu),telefonla işim olmasa bile menüye girip öle bi gezinmek..mesajları silmemek ve bu sene ortaya çıktı birşeyleri kanıtlama duygusu  8)   ;D
(şimdilik aklıma bunlar gelio  :'( )

Sayfa: 1 2 [3] 4