Bölüm 2: Atılım “Dur, abi!”
Eğer sadece on dokuz yaşında bir gençseniz ve hayatta örnek aldığınız tek insanın bir pislik olduğunu biliyorsanız, bu sizi psikolojik bir bunalıma bile sokabilir. Ama Jordan, fazlasıyla umursamaz biriydi. Sorunlarla başa çıkabilecek bir yapıdaydı. Kendi doğrularının izinden koşuyordu. Abisini örnek alıyordu evet, çünkü etrafında ona yakın bir tek abisi vardı, ama kötü yönlerini örnek almamıştı ve abisinin bu kötü yönlerinin en az bir yılanın kendisi için ne kadar zararlı olabileceğinin farkında olan minik bir fare kadar farkındaydı.
Abisi, Jordan’ın dur emrini kale alamayacak kadar gözü dönmüş bir haldeydi. Sokağın ortasındaydılar. Sokağın karşısındaki genç, acı dolu bakışlarla Jordan’ın abisine bakıyordu. İki eli de havadaydı ama sağ elinde yarım ekmek duruyordu.
“Lütfen…” dedi genç oğlan. Tahminen 18 – 19 yaşlarındaydı ve buralarda yeniydi. “Günlerdir bir şey yememiştim. Bu ekmeği alabilmek için üç gündür çalışıyorum.”
Dünya yüzeyinde “sempatik” olarak nitelendirilebilecek pek az insan kalmışken, bu genç oğlanın, ki adı Keisa’ydı, böylesine sempatik bakışlara sahip olması çok ironikti. Siyah gözleri ve siyah saçları olan bu zayıf oğlan – ki bu dönemde şişman insan bulmak pek kolay değildi – şu anda 3 günlük yiyecek stokunun elinden tehditle alınmaya çalışılmasına dahi, bir an bile olsun korkudan titremeden, sadece yüzünde sempatik bir buruklukla reaksiyon vermişti. Çok uzun boylu sayılmazdı. Ama karizmatik bakışlara sahip olduğu bir gerçekti.
Yine de Jordan’ın abisi çocuğun söylediklerini kale almadı. Aksine, elindeki uzun bıçağı daha da dikleştirdi.
“Seni piç!” dedi yüzünü ekşiterek. “Ben de en az senin kadar açım!”
Zavallı oğlan boğazında düğümlenen boşluğu yutarak, havada kalmaktan yorgun düşmüş ellerini indirdi. Yüzüne bir gülümseme yerleştirerek konuşmaya devam etti:
“Sizinle ekmeği paylaşabilirim.” dedi nahoş bir ses tonuyla. “Üçe böleriz. Böylece kardeşiniz de yiyebilir.”
Oğlan hayatını kurtarmak için ekmeğin üçte ikisini teklif etmişti. Bu teklifi yapacak cesareti vardı. Çünkü eğer üç gün daha aç kalmaya devam ederse, zaten ölecekti. Kaybedecek bir şeyi olmayan bir adamdan her türlü teklifi duymak caizdir. Fakat yine de, Jordan’ın abisi hiç de bu teklife memnun olmuş gibi görünmüyordu.
“Lanet olsun” dedi. “O ekmeğin üçte biriyle doymamı nasıl beklersin!” bu kez daha da ciddileşmişti. Konuşma sesi yükselmiş, resmen çığlık atma seviyesine ulaşmıştı. Kendine daha fazla hakim olamadı ve elindeki bıçağını önde tutarak oğlana doğru koşmayı hazırlandı.
Ama işler planladığı gibi gitmedi. Jordan, abisinden hızlı davrandı. Bir anda yerdeki demir sopayı kaparak, abisinin şakağına indirdi. Vurmak için çok yanlış bir yer seçtiğini, birkaç saniye sonra öğrenecekti. Önce koşar adımlarla oğlanın yanına gitti. Sonra da bir eliyle elini tutup, diğer eliyle onu belinden kavradı ve “İyi misin?” diye sordu.
Hayır, iyi değildi. Jordan’ın abisi ile olan ilk karşılaşmalarının ardından koşarak kaçmaya çalışmış, fakat büyük talihsizlik sonucu düşerek ayağını burkmuştu. Bu yüzden de Jordan’ın abisi onu hemen yakalayabilmişti zaten. Tekrar kaçamamasındaki asıl neden de buydu. Jordan konuşmaya devam etti:
“İsmim Jordan. Şu yerde yatan ise benim abimdi. Onun kusuruna bakma, açlık başına vurmuş olmalı.” Bunu söylerken esmeye başlayan rüzgar, Jordan’ın beyaz saçlarını hafifçe salladı. Uzun saçlara sahipti, aynı Keisa’nın uzun siyah saçları gibi. Fakat bu iki oğlanın saç renklerinin birbirine tam zıt olması da, büyük bir ilginçliktir. Keisa’dan biraz daha uzundu. Keisa’nın sempatik yüz ifadelerinden yoksundu. Mimikleri biraz daha ciddiydi.
“Ben de Keisa” diye yanıtladı Keisa, Jordan’dan aldığı destek sayesinde burkulmuş ayağını sallayarak düzelmesini umarken. “Bu şehre geleli uzun bir zaman olmadı. Sokağın köşesindeki şu barda çalışıyorum, temizlikçi olarak. Her üç günde bir, yarım ekmek alıyorum bunun karşılığında ve her gün bir şişe su.” Yüzüne aptal bir gülümseme yerleştirerek konuşmaya devam etti. “Ve tüm emeklerimin bir anda çalınması kötü olurdu.”
Jordan cevap vermedi. Keisa’nın konuşmayı seven bir tip olduğunu hemen anlamıştı. Yerde yatan abisinin yanına doğru yürüdüler. Yerde yatan cansız bedenin yanına gelince, Jordan önce abisinin silahını alarak, cebine koydu. Sonra da onu dürterek uyandırmaya çalıştı.
O an fark etti nefes almadığını. Elini boynuna koyarak nabzını yokladı. Jordan’ın yüzü gittikçe ciddi bir hal alıyor, sararıyor ve gözleri her geçen saniye kızarıyordu.
“Yok” dedi. “Ben ne anlarım ki nabız yoklamaktan!” ve bir kahkaha attı. “Değil mi ama? Kesin yanlış yere bakıyorumdur. Bir de sen baksana?”
Bu kez eğilip nabız yoklayan kişi Keisa’ydı. Nabzı yokladıktan sonra yüzünü Jordan’a dönüp başını ‘hayır’ anlamında salladı. Bir anda benliğini bir keder dalgası sardı. Keisa suçlanacak bir şey yapmamıştı ama kendini suçlamadan edemedi.
Jordan yere çöktü. Dizlerinin üstüne. Ağlamıyordu, hayır. Anne ve babası ölürken de ağlamamıştı. Nedendir bilinmez, hiç ağlayamazdı. Ama şu anda duyduğu vicdan azabının ne kadar aşırı olduğunu, kolay kolay tahmin edemezsiniz.
Birkaç dakikalık sessizlik oldu. Yoldan sürekli birileri geçiyordu. Hiçbiri dönüp bakmıyordu. Böyle manzaralara hep alışıktılar. Ama içlerinden birinin bir anda sokak başında durup “Et!” diye bağırmasıyla, bu sakinlik bozuldu. Birkaç kişi hemen adamın yanına gelerek, onun baktığı tarafa baktılar.
“Lanet olsun!” dedi Jordan.
“Gitmemiz gerek, hemen!” diye yanıtladı Keisa.
Bir gurup adamın kendilerine doğru koşmaya başladıkları sırada, Jordan çoktan Keisa’nın belini kavramış, koşması için ona destek olmaya hazırlanmıştı. Etrafına dikkatlice bakınıp herhangi bir tehlikeye karşı tedbir almayı da unutmuyordu tabi. Sokağın diğer köşesinden soldaki yola saptıkları sırada, Jordan son kez abisinin cesedine baktı.
Bir gurup adam cesedin etrafında durmuş, cesedin göğüs kısmını kim yiyecek diye kavga ediyordu. İnsan etinin en güzel kısmı, göğüstür.