Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Erymnys

Sayfa: 1 [2]
16
Müzik / Neue Deutsche Härte
« : 22 Haziran 2011, 22:00:02 »
Neue Deutsche Härte

Neue Deutsche Härte kısaca NDH yani direk anlamıyla Yeni Alman Sertliği 1990’lı yıllarda Almanya ve diğer Almanca konuşan ülkelerde, aynı dönemlerde adını duyuran EBM ve endüstriyel rock-metal etkisiyle (özellikle Ministry, Godflesh ve Nine Inch Nails) ortaya çıkmış temelde elektronik müzikten beslenen bir metal müzik akımıdır. Bugün özellikle Rammstein’ın sayesinde Almanya dışında da popülerlik kazanmış, neredeyse tüm dünyada ismi bir şekilde duyurmuştur. Kimi çevrelerce Tanzmetall (dans-metal) olarak ta adlandırılan bu tür/akım sert gitar ve davul tonlarının, synthesizer, altyapı ve elektroritm ağırlıklı klavye ile birleşmesinden oluşur, dolayısıyla müzik aletleri genel olarak Elektro gitar ,Bateri ,Piyano'dur. Sıklıkla Endüstriyel metal öğeleri, Gothic Rock piyanosu, telli çalgılar, koro veya solo sesler de kullanılır. Kendisine yakın olarak ele alabileceğimiz gotik metal gibi türlerden ayıran en büyük özellik ise bu klavye kullanımıdır. Yine kendisine yakın olarak ele alabileceğimiz endüstriyel metal gibi türlerden ayıran en büyük özellik ise sert-saldırgan gitar ve davul tonlarıdır. Ama elbette ki en ayırıcı özelliği vokal dilinin Almanca olmasıdır.

Akımın başlangıcı konusunda kimi yerlerde Die Krupps, Fleischmann gibi pek çok isim anılsa da kuşkusuz bugün bildiğimiz NDH türü 1994 çıkışlı 2. Oomph! albümü Sperm ile başladı. Kendi adını taşıyan ilk albümü ile "oldschool" EBM (Electronic Body Music) türünün en başarılı işlerinden birini ortaya çıkaran grup, ikinci albümü ile NDH temelini oluşturdu ve ardından akıma kapılacak pek çok gruba esin kaynağı oldu.

Bu esin kaynağını temel alıp türü genişleten gruplardan Rammstein, özellikle 90’lı yılların ikinci yarısında türün patlamasına ve kendisini takip eden grupların çoğalmasına sebep oldu. Rammstein albümleri dünya üzerinden 25 milyondan fazla kopya sattı. NDH’ye tür yerine akım denmesinin de sebepleri var elbette. Yalnızca müziklerinde değildir farklılıklar. Müziklerinde kullandıkları dil, kışkırtıcı ve kimi zaman pornografik şarkı sözleri, videoları, sahne duruşu, kostümleri ve saç stilleri ile de farkını belli eden bir akımdır NDH. Zaten adı geçen grupların sadece müziklerine baktığımız zaman birbirine çok da benzemeyen geniş bir yelpaze içindelerdir.

Spoiler: Göster
Alıntı:Vikipedi

_______________________________________________________________

"almanca güzel dil aga!" diyen arkadaşlara, hatta demeyenlere de tavsiyemdir. zira bu müziği tanımlayacak tek kelime "özgür"dür benim için. özellikle sözler çok öenm taşır benim için ve bu tarzda her konuda yazılmış söz var. elektronik ögeler müziğin içine çok iyi yediriliyor ben de pek hoşlanmam müziğin içinde elektronik ögeden ama NHD'de hiç ben, rahatsız eden hiçbir grupla karşılaşmadım.

merak edenlere tavsiyelerimse şunlardır: (boş bir zamanda hepsini ayrıntılı tanıtmak isterim.)

Rammstein
Oomph!
Eisbrecher
Unhelig
ASP
Megaherz
In Extremo
L'Âme Immortelle
KMFDM
Lacrimosa

17

Bunu sana söyleyen kişi ben olduğum için üzgünüm ama sen hiçbir zaman mutlu olmayacaksın... Dünyayı asla kurtaramayacaksın... Gerçek aşkı asla bulamayacaksın... Gündüzlerin uzun ve eğlencesiz olacak. Gecelerinse yalnızlıktan ibaret… Olur da mutluluğu andıran bir duygu hissedersen, kesinlikle sonuna kadar yaşa... Çünkü sürmesine izin vermeyeceğiz...

“Joey Goebel’in kaderi orijinal olmak…”

Tom Robbins

“Joey Goebel gibi genç yazarlara sahip olduğumuz sürece, ümit var demektir.”

Die Welt

“Franz Kafka 21. yüzyılda yaşasaydı ve Jon Stewart kadar eğlenceli biri olsaydı, Vincent Spinetti’nin Tuhaf Kariyeri gibi bir roman yazabilirdi.”

Courier-Journal

“Goebel, Vincent Spinetti’nin Tuhaf Kariyeri’nde, ‘duygusal eğitimi’ni büyülenmiş gözlerle takip ettiğimiz bir karakter yarattı…”

Der Spiegel

(Arka Kapak)

____________________________________________________________________

mesele şu ki bu kitabı kitapçıda görmüştüm zamanında, ilgimi çekmişti bayağı. şimdi bir arkadaşa hediye etmeyi düşünüyorum ama kendim okumadığım için onun tarzına uyup uymayacağı konusunda bir fikrim yok. arka kapak da pek bilgi vermiyor malesef. ben de Rıhtım'da bir bilen bulurum deyip danışmaya karar verdim. okuyanlar iki satır kelam ederse muhteşem olur. :)

18
Yazarlar / Thomas Mann
« : 10 Nisan 2011, 18:06:24 »


Paul Thomas Mann 20. yüzyılın en önemli Alman yazarlarından biridir. Mann, Johann Wolfgang von Goethe'nin yapıtlarını kendi yapıtında bir tüzük ve konu bulmada örnek olarak kullandı. Buddenbrooks adlı romanında örnek olacak biçimde anlatıldığı gibi, yapıtlarının başlıca konusunu burjuvazinin yozlaşması oluşturmaktadır. Mann, Thomas Johann Heinrich Mann adlı Lübeck'li bir tüccarın ikinci oğlu olarak 6 Haziran 1875'de Almanya'da dünyaya geldi. 1893'te orta okulu bitiren Mann, çok nefret ettiği okuldan ayrılarak annesi ve kardeşleriyle birlikte Münih'e taşındı. Burada bir sigorta şirketine gönüllü stajyer olarak girdi ve 1895/96 yıllarında Teknik Üniversite'de okudu.

 Buddenbrook Ailesi
Lübeck'teyken bile "Frühlingssturm. Monatsschrift für Kunst, Literatur und Philosophie" (İlkbahar Fırtınası. Sanat, Edebiyat ve Felsefe Aylık Dergisi) adlı derginin yazarları ve kurucuları arasında bulunmuş olan Mann, hayranı olduğu ağabeyi Heinrich tarafından çıkarılan "Das Ztvanzigste Jahrhundert. Blaetter für Deutsche Art und Wohlfahrt" adlı Alman ulusal, anti-Semitist dergiye yazı yazıyordu. Ama Bismarck taraftarı olan genç yazar için şiir çalışmaları daha önemliydi. Heinrich ile birlikte İtalya'ya 1896-1898 yıllarında yaptığı bir yolculuktan sonra 1898-1899 yıllarında "Simplicissimus" adlı derginin redaktörlüğünü üstlendi ve 1900'da askerlik hizmetini yerine getirdi.

Der kleine Herr Friedmann (Küçük Bay Friedmann, 1901) gibi ilk öykülerinden sonra Mann, 1901'de Buddenbrooks (Buddenbrook Ailesi) adlı romanını yayınladı. Dünya çapında başarıya ulaşan bu ünlü romanında yazar, yer yer taşlamalı bir biçimde Lübeck'li bir tüccar ailesinin çöküşünü dört nesil boyunca anlatır. Burjuvazinin, örneğin çalışkanlık, tutumluluk ve görev bilinci gibi değerleri, sanatsal ve entelektüel yaşam biçimleriyle olduğu kadar, kötü alışkanlıklar, lüks, avarelik, din, hastalık ve ölüm yardımıyla yıkılmaktadır.

 Tristan
Mann'ın ikinci başarısı, altı öykü içeren Tristan derlemesi (1903) çerçevesinde çıkan Tonio Kroger adlı öyküsüdür. Tonio Kröger'de sanatla burjuva hayat arasındaki zıtlık yansıtılmaktadır. Konu kahramanı hayatın ne kadar boş olduğunu anlayarak aşk ve doyuma varma olanağını elinden kaçırır. Mann, 1905'te bir profesörün kızı Katia Pringsheim ile evlenerek onunla birlikte, aralarında Erika, 1905; Klaus, 1906; ve Golo, 1909 adlı sonraki yazarlar da olmak üzere, altı çocuk sahibi oldular. Evlenmesiyle ve buna bağlı olarak toplumda kendine bir ad yapması nedeniyle muhafazakâr siyasal görüşleri sağlamlaştı. 1912'de soysuzlaşmış yaşam tarzı yüzünden mahva sürüklenen bir sanatçının öyküsünü anlatan Der Tod in Venedik'i (Venedik'te Ölüm) yazdı. Tadzio adlı delikanlıya karşı duyduğu aşk sanatçının Venedik'te ölmesiyle son bulur.

 Heinrich ile bozuşması
Mann, I. Dünya Savaşı'nı ulusal bir Alman coşkusu içinde savunarak Betrachtungen eines Unpolitischen (Apolitik Bir Adamın Gözlemleri, 1918) pazifizme ve toplumsal değişimlere ve böylelikle demokratik değişime taraftar olan Heinrich'e de karşı çıkmış oldu. Dışişleri bakanı Walther Rathenau öldürüldükten (1922) sonra Thomas Mann, o tarihe kadarki siyasal görüşlerine sırt çevirerek bundan böyle cumhuriyeti ve demokrasiyi onayladı; dolayısıyla da Heinrich ile barıştı.

Büyülü Dağ
Der Zauberberg, (Büyülü Dağ) bir sanatoryumda yatan kuzenini görmeye gittiğinde bizzat bir "vaka" haline gelen Hans Castorp adlı bir mühendisin öyküsüdür. Bu yapıtın kahramanı da aşkın ve ölümün gücüne yenik düşer. Sonunda yine, daha iyi bir geleceğe ilişkin umutlar yerini çöküşe bırakır. Mann, 1929 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldı. 1933'te İsviçre'ye göç ederek Zürih yakınlarında Küsnacht'a yerleşti. Aynı yıl içinde, konusu açısından İncil'deki örneğine dayanan Joseph und seine Brüder (Yusuf ve Erkek Kardeşleri) adlı roman dörtlemesinin birinci cildi çıktı. Yusuf hayal peşinde koşan bir genç iken, sorumluluğunun bilincinde bir devlet adamı haline gelir.

Mann bu tiplemesiyle ilk kez mahvolmaya mahkûm olmayıp gelecek için umut veren bir karakteri anlatır. Yazar bu yapıtıyla kendi politik gelişmesini ima ederek faşizmin yenilebileceğine ilişkin umutlarını dile getirir. Mann, 1936 yılında Alman uyruğundan çıkarıldı. Çekoslovak uyruğuna geçerek 1938'de ABD'ye taşındı. Burada 1939'da Lotte in Weimarı yazdı. Mann bu Goethe romanında bu büyük idealinin portresini anlaşılmamış, yalnızlığa itilmiş bir insan olarak çizdi.

 Doktor Faustus
1944'te Amerika uyruğuna geçen Mann, II. Dünya Savaşı'nda Alman dinleyicileri için faşizm karşıtı radyo programları hazırladı ve 1947'de Doktor Faustus adlı romanını yayınladı. Mann bu romanında Nazi dönemiyle ilgili düşüncelerini açıklar ki, buna göre Nazizmin oluşup gelişmesi bir rastlantı olmayıp Alman tarihinin sonucudur. 1952'de İsviçre'ye dönen Mann, burada 1954'te Die Bekenntnisse des Hochstaplers Felix Krull (Felix Krull Adlı Dolandırıcının İtirafları) adlı yapıtını yazdı. Topluma istediği ilüzyonları sağlayan Krull adlı narsist sanatçının itiraflarını tamamlayamadı yazar.

12 Ağustos 1955'te, 80 yaşında Zürih'te hayata gözlerini yumdu.

Spoiler: Göster
Alıntıdır. Vikipedi.

19
Müzik / Replikas
« : 04 Nisan 2011, 20:53:09 »


1993 yılında Gökçe Akçelik, Barkın Engin ve Orçun Baştürk tarafından temelleri atılan Replikas, Mayıs 1998'de Selçuk Artut ve Ocak 2000'de Erden Özer Yalçınkaya'nın da katılımıyla genişledi ve 2005'te, Yalçınkaya'nın, yerini Burak Tamer'e bırakmasıyla bugünkü halini aldı.

Replikas, İstanbul'da birçok gece kulübünde çıktığı düzenli programlar ve verdiği konserlerle henüz bir albüme imza atmadan hatırı sayılır bir dinleyici kitlesi kazandı. 1999 yılında İtalya'nın Roma kentinde yapılan Akdenizli Genç Sanatçılar Bienali'nde verdiği konserle müziğini Avrupalı dinleyicilere tanıtma fırsatı buldu. Aynı yıl "Aksi Istikamet" adlı toplama albümde "Gulyabani Müzik" isimli çalışmalarıyla yer aldı.

İlk albümleri olan Köledoyuran'ın kayıtları 17 Temmuz - 5 Ağustos arasında Ada Müzik Stüdyoları'nda gerçeklestirildi. Aralık 2000'de yayınlanan albüm, Roll Dergisi ve Porttakal.com sitesindeki değerlendirmelerde yılın en iyi yerli albümü seçildi. Birçok müzik eleştirmeni tarafından da en iyi yerli albümler arasında gösterildi ve beğeni topladı. Albümün ilk video klibi "Seyyah" isimli parçaya çekildi. Adnan Elial ve P.T.T. tarafindan çekilen klip, çeşitli müzik televizyonlarında yayınlandı ve olumlu elestiriler aldı. Yurtdısında ABD'li ve Avrupalı müzik yazarlarının da ilgisini çeken albüm, bazı yabancı underground plak şirketleri tarafından satışa sunuldu, çeşitli ülke radyolarında çalındı. Amerika'da yayın yapan WXYC isimli internet radyosunun listelerinde 2 numaraya kadar yükseldi. Village Voice da dahil olmak üzere çeşitli dergi ve e-dergilerde grupla ilgili röportaj ve yazılar yayımlandı.

Grup, 2001 yazında Serdar Akar'ın yönettiği, bir Yeni Sinemacılar yapımı olan "Maruf" filminin müziklerini yaptı. Akademisyen ve sanatçı Selim Birsel'in "Royal Cortege" projesi için düzenleyip yorumladıkları Stravinski'nin "Royal March" isimli eseri, İtalya'da yayınlanan, birçok ülke müzisyeninin katılımı ile oluşturulan Floralia Vol:4 adlı toplama albümde yer aldı. Replikas'ın sonraki albümü "Dadaruhi", 2001'in yaz ve sonbahar aylarında, Ada stüdyolarında kaydedildi ve Temmuz 2002'de yayınlandı. Albümün ilk video klibi Barış Doğrusöz tarafından "Kör Taşın Kıyısında" isimli şarkıya çekildi.

Grup 2005 yılında, daha önce Sonic Youth ve Pussy Galore gibi isimlerle çalışmış olan Wharton Tiers'ün prodüktörlüğünde, Mayıs ayında piyasaya sürülen "Avaz" isimli albümünü kaydetti. Albümün video klip çekilen şarkıları ise "Gece Kadar Rahatsız Etmiyor" ve "Dayan" oldu.

2005 yılında Kutluğ Ataman'ın "İki Genç Kız" isimli fiminin müziklerini hazırlayan grup, bu çalışmalarıyla 38. Siyad ödüllerinde "En İyi Müzik" ödülüne layık görüldü. Aynı yıl grup Fatih Akın'ın "Crossing The Bridge / İstanbul Hatırası" isimli belgeselinde yer aldı.

2006 yılında "Maruf" ve "İki Genç Kız" filminin müzikleri "FM" adı altında Pozitif etiketiyle yayınlandı.

2007 yılında ilkokul çağında çocuklara müzik yoluyla eğitim vermeyi amaçlayan "Rock Sınıfı" isimli CD'de Cahit Berkay ile birlikte "İlkçağda Anadolu Medeniyetleri" adlı parçayı yorumladılar.

Grup son olarak 2008 Kasım ayında Zerre albümünü çıkarttı.Gökçeada'da eskiden yarı açık cezaevi olan bir bina stüdyoya dönüştürülerek kayıtlar gerçekleştirildi. Tüm müzik prodüksiyon ve miks süreçleri Replikas üyeleri tarafından gerçekleştirilen ve mastering'i New York'ta daha önce Radio 4, Franz Ferdinand, Animal Collective, The Liars, Trans-Am gibi grupların çalıştığı "West West Side" mastering stüdyolarında yapılan albüm Peyote Müzik tarafından yayınlandı. Albümün ilk videosu yönetmen Eralp Vardar tarafından "Bugün Varım Yarın Yokum" isimli şarkıya çekildi.

20
Müzik / Maria Callas
« : 28 Mart 2011, 16:59:32 »


Maria Callas (asıl adı: Anna Maria Cecilia Sofia Kalogeropoulos, Yun.: Άννα Μαρία Καικιλία Σοφία Καλογεροπούλου; d. 2 Aralık, 1923; New York Şehri, ABD - ö. 16 Eylül, 1977; Paris, Fransa) ABD'de doğan, Yunan soprano. 1950'li yılların ve belki tüm zamanların en çok tanınan ve başından geçen sansasyonel olaylarla ses getiren sopranolarından biridir.

Hayatı
New York'ta doğan Maria Callas Atina'da İspanyol soprano Elvira de Hidalgo'nun öğrencisi olmuş, çalışkanlığı ve sanat hevesi ile ilgi çekmiş, sanat yaşamına ise 15 yaşında başlamıştır. Atina Konservatuarı'nda ilk anda sesi kulağa kontralto gibi gelse de daha sonra sesinin oturmaya başlaması ile hocaları onun mezzo-soprano olduğunu farketmiştir. Kendisini bir sanatçı yapmak için uğraşan annesi ile arası daha sonra açılmıştır. Kendisi bunu bir sanatçı olup para kazanmasının ardından annesinin kendisini kıskanmaya başlamasına bağlamıştır.

Callas, kariyerine Yunanistan Ulusal Operası'nda küçük bir rol ile başlamış, Madam Butterfly ve Tristan und Isolde ile ün kazanmaya başlamış, 1947'de Verona'da öne çıkmıştır. Kariyerinin başında Wagner'in operalarını yorumlayan Maria Callas 1953-1954 yıllarında ciddi anlamda kilo vermiştir.

Kariyerinde iyice yükselmeye başlayan Maria Callas, Norma'yı, Carmen'i, Puccini'nin ve Verdi'nin çeşitli operalarını yorumlamış, çıktığı soprano ve mezzo-soprano rolleri ile çağının bir numaralı opera şarkıcısı durumuna gelmiş, La Divina ünvanı ile kariyerini tamamlamıştır.

1950'lerde dönemin bir diğer ünlü opera şarkıcısı İtalyan lirik soprano Renata Tebaldi ile üstünlük yarışına girmiştir. Karşılıklı atışmalarda bulunan iki sanatçı birbirlerini aşağılayacak demeçler vermelerine rağmen sonunda her ikisi de birbirlerini takdir etmiştir. Tebaldi gibi bir sesi olmasını istediğini belirten Callas'ın ardından, Tebaldi de en iyisinin Maria Callas olduğunu kabul ederek bu üstünlük yarışına son vermiştir.

1957 yılında kocası ile evli iken bir armatör olan Aristotle Onassis ile tanışan Callas daha sonra Onasis ile bir aşk yaşamış ve böylece adını skandallarla da duyurmuştur. Aristotle Onasis ise daha sonra bir başkası ile evlenerek Callas'ın ve kariyerinin sarsılmasına neden olmuştur. Maria Callas 1977 yılında, 53 yaşında iken ani bir kalp krizi sonucunda hayatını kaybetmiştir.

Sesi
Callas'ın sesini kullanabildiği nota aralığı (kırmızı noktalar)ve normal bir soprano için aynı aralık (yeşil ve mavi noktalar)Maria Callas'ın sesi üzerinden yıllar geçen ölümünden sonra bile hala konuşulmaktadır. Sesi birçok sanatsever tarafından farklı enstrümanların sesine benzetilmiştir. Kimilerine göre sesinin çirkin bulunmasına rağmen, birçok eleştirmen onun sesini bir anda değiştirip başka bir şekle sokabilme konusundaki üstün yeteneği, koloratur sopranoluğu ve başarılı bel canto tekniği konusunda hemfikirdir. Ses rengi de bir tartışma olan Callas, kariyeri boyunca gerek soprano gerekse mezzo-soprano rollerini başarı ile icra etmiştir. Eğitim hayatının başında kontralto, kariyerinin ilk yıllarında doğal bir mezzo-soprano olan Callas daha sonra Madam Butterfly, Rigoletto gibi operaların spinto veya dramatik soprano rollerini de üstlenmiştir.

Spoiler: Göster
Alıntıdır. Vikipedi


Dünyaya armağan edilmiş en büyük seslerden biri...

21
Müzik / OOMPH!
« : 26 Mart 2011, 19:10:33 »


OOMPH!, Alman endüstriyel metal grubudur.

15 yılı aşkın bir süredir Endüstriyel Metal'in bayrağını zirvede tutan grupların başında gelir Oomph!. Dero, (Vokal, Davul) Crap (Gitar, klavye) ve Flux (Gitar, sample, mixing, prodüktör) 1989 yılında biraraya gelip Oomph!'u oluştururlar. 1992 çıkışlı EBM(electronic body music) müziğin başyapıtlarından sayılan kendi ile aynı adlı albümlerinden sonra 1994 çıkışlı "Sperm" albümüyle daha türün adı bile konulmamışken Endüstriyel Metal'in en önemli işlerinden birini ortaya koyarlar. Ayrıca Almanya'nın 90'larda dünya müziğine hediye ettiği Neue Deutsche Härte(Yeni Alman Sertliği) akımının öncülüğünü yaparlar. Bugün bu akımın geniş kitlelerce tanınması sağlayan Rammstein, kendilerinin de açıkça belirttiği gibi, müziğe başlarken Oomph!un etkilerini kullanır. Onların ortaya koydu bu farklı müziği tanımlamak için o dönem, "Elektro Metal", "Metal Dans" gibi fazlasıyla kafa karıştırıcı pek çok isim ortaya atılır. Grup nihayetinde hakettiği popülerliği 1996 çıkışlı "Wunschkind" albümüyle yakalar. Albüm sonrası geniş çaplı Avrupa turnesi sonunda başlar. Sonrasında gelen albümleri Oomph!'un yükselişini belki yavaş ama emin adımlarla gerçekleştirir.

Elbette ki 2004 çıkışlı "Wahrheit oder Pflicht" albümü ve tabi ki hit single "Augen Auf" Almanya dışında da yeni hayranlar edinmesini sağlar grubun. Albümden ardı ardına çıkan hit single'lardan sonra yayınlanan 2006 çıkışlı GlaubeLiebeTod albümü, grubun endüstriyel metalin zirvesindeki yerini iyice sağlamlaştırır. Her ne kadar albümün çıkış single'ı "Gott ist ein Popstar", sözleri nedeniyle çeşitli yarışmalardan çıkarılsa ve büyük tepkiler alsa da. Aynı yıl yayınladıkları "Delikatessen" adlı toplama albümleri ve kısa süre sonra grubun kariyerindeki ilk DVD olan "Rohstoff" grubun 20 yıllık müzik yolculuğunun bir destansı özeti olur.

"Başkalarının ayak izlerini takip ettiğiniz sürece asla iz bırakamazsınız" demiştir Dero bir röportajında. Bu cümleyi doğrularcasına sürekli yeni şeyler deneyen, tutan soundu sırf bu yüzden tekrar etmeyen grup, belki de Dünya çapındaki hak ettiği popülerliği bu yüzden yakalayamadı. Ancak bu onların sadık hayranlarının umrunda olmadığı gibi, onların da pek umurlarında değil.

Albümler
OOMPH! (1991)
Sperm (1994)
Defekt (1995)
Wunschkind (1996)
Unrein (1998)
Plastik (1999)
Ego (2001)
Wahrheit oder Pflicht (2004)
GlaubeLiebeTod (2006)
Monster (2008)
Wahrheit oder Pflicht (2010)
Des Wahnsinns Fette Beute(2012)

Derlemeler
1991-1996: The Early Works (1998)
1998-2001: Best of Virgin Years (2006)
Delikatessen (2006)

Tekliler
Ich bin du (1991)
Der neue Gott (1992)
Breathtaker (1993)
Sex (1994)
3+1 (1994)
Ice-Coffin (1995)
Gekreuzigt (1998)
Unsere Rettung (1998)
Das weisse Licht (1999)
Fieber (1999, feat. Nina Hagen)
Supernova (2001)
Niemand (2001)
Augen Auf! (2004)
Brennende Liebe (2004, feat. L'Âme Immortelle)
Sex hat keine Macht (2004)
Gott ist ein Popstar! (2006)
Das letzte Streichholz (2006)
Die Schlinge (2006, feat. Apocalyptica)
Gekreuzigt 2006 + The Power of Love (2006) (double single)
Labyrinth (2008)
Sandmann (2009)

Remiksler
Upperworld - Syntec
Ich sehe dich - Such A Surge
L 'Oasis - La Floa Maldita
Good God (The Mixes) - Korn
Und...ich lauf - Joachim Witt
Painful Reconstructed EP- Sin
Freedom - De/Vision
Sheila - Rauhfaser
Here Comes The Pain - Farmer Boys
Silver Surger - Such A Surge
Keilerkopf I - Keilerkopf
Hülle - Keilerkopf
Traumschloss - Keilerkopf
Monochrom - Herzer
Glas - Herzer
Supergestört und Superversaut - Joachim Witt
Krieger - And One

Spoiler: Göster
Alıntıdır. Vikipedi


Resmi Site: www.oomph.de

22
Index
Cennetsel Uyuşturucu
Fısıltı
___________________________________________________________

CENNETSEL UYUŞTURUCU

Dönüyor, siliniyor yıldızlar ve gecede
Bir buhurdanlıktan çıkan Tanrı ve
Melekleri dans ediyor sağ bileğimde
Ah çekiliyor damarlarım kalbimde

Son nefesim bu ciğerlerime çektiğim
Biliyorum beynimdeki sancılar birer iğne
Her şeyden arınmış sakin dipsizliğim
Korku, hep korku götürecek bizi cennete

Ne de hoş bir suskunluk yine sesimde
Kanım değil duyuşum da çekiliyor işte
Bir melek dans ediyor beynimdeki iğnede
Turuncu bir dünyaya dalıyorum yine bir seste

Birden, tam da alışmışken ruhsuzluğun
Kayıp bir ateş içindeki cennetine
Sönüveriyor ışıltı tam da ağlarken
Gözyaşlarım karışıyor göklerin nehirlerine

Gidiyor Tanrı, melekleri, başka diyara süzülüyor
Gözlerim karardı ama hayali hep bende
Cennetsel uyuşturucum damarlarımda yok oluyor
Geride, yalnızca küçücük bir iz kalıyor geride

Erymnys

23
Yazarlar / Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
« : 15 Şubat 2011, 21:13:28 »


Feodor Mihayloviç Dostoyevski 30 Ekim 1821 yılında Moskova'da doğdu. Askeri doktor olan babası Mihail Andreyeviç Dostoyevski oldukça sert bir adamdı. En büyük tutkusu içkiydi ve ailesini sıkı bir disiplin altında yönetiyordu. Kocaman kız oldukları halde kızlarının yalnız başlarına sokağa çıkmasına izin vermezdi. Dört oğluna ise bir başçavuş sertilğiyle davranıyordu. Çok çabuk sinirlenir, çocukları ise kaçacak delik ararlardı. Adamın başka bir özelliği de cimriliğiydi. Durumunun iyi olmasına rağmen, çocukları 16 17 yaşına gelene kadar onlara cep harçlığı bile vermemişti. Anne Dostoyevski ve çocuklar, yaz aylarını Tula'da geçiriyorlardı. İşte Feodor babasına hizmet eden köylülerle bu sırada tanıştı ve onlara bağlandı. Bu deneyim, çocuğun gelecekteki yaşantısı üzerinde çok derin etki yaratacaktı.
1837'de annesini kaybeden Feodor, ağabeyiyle birlikte mühendislik okuluna girmek üzere başvurdular.

Karısının ölümünden sonra kendini büsbütün içkiye veren baba Dostoyevski ise artık çalışamaz hale geldi ve toprağına çekildi. Burada köylülere ve kölelerine o kadar kötü davrandı ki en sonunda kendisini öldürmelerine yol açtı.

Feodor ise 1834 yılında mühendislik okulunu bitirip orduya katıldı. Kendisi için hiç bir anlamı olmayan bir hayata dalmıştı. Bohem çevrelere dadandı, maaşına ve topraktaki payından aldığı yıllık 5.000 rublelik gelire karşılık devamlı sıkıntı içindeydi. Bilardoya merak salmıştı ve hep kaybediyordu. Hayatı boyunca serseri yaşamı nedeniyle, son yıllarında kitaplarından sağladığı gelirin dışında hep yoksulluk içinde kıvrandı.

Bu garip kontrol dışı davranışlarına karşılık, hayatını baştan başa değiştirecek olay yaklaşıyordu. Edebiyatla ilgilenmeye başlamıştı ve işe Balzac'ın ''Eugenie Grandet''sini Rusçaya çevirmekle başladı. Ordudaki hayattan da iyice sıkılmıştı. Abeyine 1843 yılında yazdığı mektupta, '' Askerlikten patatesten nefret ettiğim kadar nefret ediyorum'' diye yazmıştı. Ertesi yıl da daha fazla dayanamayarak istifa etti. Kararını kardeşine mektupla haber verirken şöyle diyordu: ''Hiç pişman değilim. Bir ümidim var. Romanımı bitirmek üzereyim. Orjinal bir eser olacak.''

Dostoyevski, romanını Oteşestvenya Zapiski adlı ünlü bir edebiyat dergisinde yayınlatmayı ummuştu; fakat aradan bir yıl geçtiği halde dergi, romanında önemli değişiklikler yapmadıkça, eserini yayınlamayı reddetmeye devam ediyordu. O da istenen değişiklikleri yapmak yerine, eserini kendi hesabına bastırmayı kararlaştırdı ve kazanacağı parayla borçlarını kapatabileceği umuduyla 1846'da ''İnsancıklar''ı yayınladı. Kitabı okuduktan sonra zamanın ileri gelen eleştirmenlerinden biri, ona şu mektubu gönderdi: ''Siz sorunun ruhunun en derinlerine varmış ve birkaç çizgide büyük bir gerçeği ortaya koymuşsunuz. Sizden rica ediyorum, yeteneğinizi değerlendirin ve ona karşı hep dürüst olun. Böylece büyük bir yazar olabilirsiniz.''

Eserini öven yalnızca bu eleştirmen değildi. Dostoyevski bir gün içinde ününün doruğuna ulaştığını gördü. Ağabeyine, ''Herşey adeta bir mucize gibi oldu,'' diyordu.

Fakat üne kavuştuktan sonra iyice küstahlaşarak kendisine hayran olan insanlara sert şekilde davranan Dostoyevski'nin bu tutumu, taşradan geldiği için alaya alınmasına ve küçük düşmesine neden oldu. İnsancıklar'ın hızlı gelen başarısından sonra durgun ve başarısız bir dönem geçirdi. Saldırgan hareketleri yüzünden yapayalnız kalan yazarın borçları başına dert oldu. Bu yüzdende yazmaya yeterli zamanı ayıramaz olmuştu. İlk başarısını tekrar yakalayamayacakmış gibi görünüyordu. Edebiyat dünyasının kendisine karşı alaycı tutumu ise artarak devam etmekteydi.

İnsan ruhu, şeytanın tanrıyla savaştığı bir savaş alanıdır.


Bu çevrenin kapılarının yüzüne kapanmasıyla Dostoyevski bir başkasına döndü ve reformculara katıldı. Hükümet her türlü söz özgürlüğünü yasaklayan ve köylülerin kölelikten kurtulmalarını öngören yazıları sansür edecek çalışmalar yapıyordu. Dostoyevski iki nedenden bu konuyla yakından ilgiliydi; biri yazar olarak, ikincisi de babasının Tula'daki toprağı yüzündendi.

23 Nisan 1849 yılında Çarlık polisi tarafından yatağında tutuklanan Dostoyevski, grubun diğer yirmi üyesiyle beraber 22 Aralık'ta kurşuna dizilmek üzere Semyonevski alanına götürüldü. Tam asılacakken ölüm cezasının hapis cezasına çevrilmesiyle Omska'ya gönderildi. Dostoyevski, dört yıl boyunca çektiği acıları, 1861'de yayınlanan ''Ölüler Evinden Anılar''da anlatmıştır. Dostoyevski biraz olsun toparlanabilmek için er olarak yeniden orduya girdi. Buradayken ''Ölü Evi''ni yazmaya başaldı. Bir subayın karısı olan Mariya Isssyev'e aşık olan Dostoyevki, subay ölünca dul eşiyle evlendi.

1858'de sürgün dönemi sona erdi ve St. Petersburg'a dönmesine izin verildi. ''Ölüler Evinden Anılar''ı burada tamamladı ve eseri kitap haline getirmeden önce, Vremya dergisinde yayınladı.

Karısı vereme yakalanmış, Sibirya'daki Tver şehrine dönmüştü. Dostoyevski bundan yararlanıp ilk defa yurt dışına çıktı; 1862'de Paris, Londra ve Cenevre'yi ziyaret etti. 1863'te Roma'ya geçti. Ardından Almanya ve Danimarka'yı dolaştı.

Karısının ve çocuğunun masraflarını karşılayabilmek için, edebiyattan kazandıklarını arttırmak hevesiyle kumara başladı. Rulet oynuyordu. Şansı yaver giden yazar bir gecede 10.000 frank kazandı ertesi gece 3000 frank daha ekledi. Ama bir gece sonra 5.000 dışında kazandıklarının hepsini kaybetti.

1864'te karısını, ağabeyi Mihail'i, dostu ve meslektaşı Apollon Grigoriyev'i kaybetti.

1862 ve 1863 yılları arasında Avrupa'ya birlikte gittiği arkadaşı Pauline Suslov'la evlenerek, ilk mutsuz evliliğini unutmayı tasarladı. Ancak Pauline, verdiği sözden caydı. Bu sırada Dostoyevski ''Suç ve Ceza''üzerinde çok sıkı bir şekilde çalışmaktaydı ve oyalanmamak için Wiesbaden'e gitmişti. Pauline de bunu bahane edip aralarındaki ilişkiyi kesti.

Dostoyevski'nin Wiesbaden'de bulunduğu sırada ''Yeraltından Mektuplar'' yayınlandı. Yeni bir deha ortaya çıkıyordu ve bu eleştirmenlerin ciddi şekilde ilgisini çekmeye başlamıştı. Bu sırada ağabeyi Mihail'in ardında bıraktığı borçları da üstlenen Dostoyevski, yine mali sıkıntı çekiyordu.

''Suç ve Ceza'' 1866'da tefrika halinde yayınlandı. Bu sayede borçlarından kurtulabilir, maddi yönden bolluğa kavuşabilirdi, fakat bunun yerine daha da kötü duruma düştü. Kitabı çeşitli tepkilerle karşılaştı. Çağının çok ilerisinde yazan yazar bir türlü tam olarak anlaşılamıyordu. Eserini bölüm bölüm yazarken yayınlamıştı. Daha bunu tamamlamadan yarıda bırakıp bir başka romana başladı; ''Kumarbaz''.

Mümkün olduğu kadar çok yazmak büyük usta için bir tutku olmuştu ve bu yüzden gözleri bozuldu. Bu sefer genç bir steno tuttu. Adı Anna Snitkin olan stenoyla ilk defa 4 Ekim 1866'da tanıştılar ve 8 Kasımda da nişanlandılar. 1867 Paskalya yortusundan önce evlenip balayı için Avrupa'ya gittiler. Yola çıkarken, niyetleri dışarda iki üç ay kalmaktı; fakat dört yıl geçmeden Rusya'ya dönmediler. Dostoyevski en sonunda mutlu bir evliliğe kavuşmuştu. Karısı elinden geldiğince kocasına yardımcı oluyordu. Yazarın sadece kitaplarına konsantre olması için, alacaklılarla ve gürültücü akrabalarıyla o başetti.

Yabancı ülkelerde bulunduğu sırada, Dostoyevski asıl ününü sağlayan beş büyük romanından üçünü yazdı; ''Budala'', ''Ebedi Koca'' ve ''Ecinniler''. Anna Dostoyevski'nin ustaca yönetimi sayesinde bütün borçlar yavaş yavaş ödendi ve artık sadece rahat bir hayat sürebilecek kadar paraya sahip oldular. Büyük yazar, hayatında ilk defa mutluydu ve Rusya'nın geleceği üzerine fikirlerine ve gazeteciliğe ayıracak zaman bulabiliyordu. Ama Dostoyevski'nin gittikçe kötüleşen sağlığı, mutluluklarını gölgeliyordu. Daha çocukluğunda sara nöbetleri geçiren yazar gençliğinin başından itibaren bu hastalıktan çekmeye başlamıştı. Şimdi iyice başına bela olan hastalığı yazarı her an yazmaktan alıkoysa da 1879'da belkide eserlerinin en büyüğü ''Karamazov Kardeşler'' üzerinde çalışmaya başladı. Aynı yılın sonunda roman, Russki Weistnik dergisinde tefrika edildi, ondan sonraki yıl boyunca da tefrika yayınlanmaya devam etti. 8 Kasım 1880'de romanın son bölümünü yayınevine gönderdi.

25 Ocak 1881'de yeniden hastalandı. Gece gelen krizden sonra artık pek fazla zamanı olmadığı anlaşılmıştı. Hasta yatağında karısından ona ''Sefahatten Dönen Oğul''dan parçalar okumasını istedi. Bir papaz da başında dua okuyordu. Son nefesini verinceye kadar aklı başında kaldı ve akşam saat sekiz buçukta öldü. Ölümünden sonra kitapları baskı üzerine baskı yapan büyük yazar, yalnızca Rus edebiyatında değil dünya edebiyatının gelişimde de büyük rol oynayan eserler yarattı.

Alıntıdır.

24
arkadaşlar elinde Ambrose Bierce - Karanlığın Kahkahası olan ve elden çıkarmak isteyen varsa lütfen ulaşsın. fiyat konusunda anlaşırız. istanbul içi elden teslim ve kitabın iyi durumda olması tercihtir... :)

25
Ravenloft / Ben, Strahd - Bir Vampirin Anıları
« : 05 Şubat 2011, 12:07:41 »

'Ben, Strahd, Barovia Lordu' İyi biliyorum ki hükümdarlığım sırasında gelişen olaylar, tarihi kaydetmek yerine çarpıtmakta usta olanlar tarafından korkunç bir şekilde yanlış anlatılmıştır. Bu yüzden olayların bir kaydını tutmaya karar verdim ki sonunda gerçekler anlaşılsın...'

Sislerin, kuzgunların diyarından tutkunun, ölümsüzlüğün, lanetin destanı...

(Tanıtım Yazısından)



Strahd von Zarovich nasıl vampir oldu, sorusunun cevabını veren kitap. serinin en güzel kitaplarından biridir bence.


Sayfa: 1 [2]