Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Legolas

Sayfa: 1 ... 3 4 [5] 6 7 ... 18
61
Sinema / Sıfır Dediğimde
« : 09 Nisan 2008, 14:59:19 »
Yönetmen:
Gökhan Yorgancıgil

Görüntü yönetmeni:
Doğan Sarıgüzel

Müzik:
Volkan Topsakal

Yapım:
Türkiye 2007 (Renkli)

Dil:
Türkçe



Aslı, Güzel Sanatlar Fakültesinde Resim bölümünde son sınıf öğrencisidir. Okulun sonlarına doğru birgün, çok sevdiği bir hocasından antika değerinde eski tarihli orijinal bir kitap ödünç alır. Kitabın da içinde olduğu çantasını o gün kaybeder. Ancak çantasını nerede ve nasıl kaybetmiş olabileceği hakkında en ufak birşey hatırlamamaktadır. Gerçek dünyadan hipnoz dünyasına geçişlerle, gizemli karakterler ve olaylar gün yüzüne çıkacaktır.

62
Güncel / 10 gençten sadece 3'ü bilimle ilgileniyor
« : 09 Nisan 2008, 14:56:53 »
10 gençten sadece 3'ü bilimle ilgileniyor

TÜBİTAK'ın araştırmasına göre Türkiye'de sadece 10 gençten sadece 3'ü bilime ilgi duyuyor.

TÜBİTAK, gençlerin bilime bakışlarıyla ilgili çarpıcı bir rapor hazırladı. Rapor, geçtiğimiz ay gerçekleştirilen Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu toplantısında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a da sunuldu.

TÜBİTAK'ın 'Bilim Okur-Yazarlığı Araştırması' adı altında 47 il, 97 ilçe ve 68 köyde 15-24 yaş grubundaki bin 33 gençle yüz yüze yaptığı araştırma sonucu ortaya çıkan vahim duruma göre, 10 gençten sadece 3'ü bilime ilgi duyuyor.

Araştırmada, gençlerin bilimsel gelişmelere ve bunlara ilişkin haberlere ilgi duymalarına karşın, bilimsel yazıları okumaya ya da arkadaşlarıyla bu konularda tartışmaya ayırdıkları zamanın az olduğu da belirlendi.

TÜBİTAK'ın 'Bilim Okur-Yazarlığı Araştırması' raporu, Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu toplantısında, internet kafelerin çocuklar ve gençler üzerindeki olumsuz etkilerinin görüşülmesi çerçevesinde ele alındı. Raporda yer alan çarpıcı bölümlerden bazıları şöyle:

"- Türk gençlerinin yüzde 29'u yeni icatlar ve yeni teknolojilerle ilgili haberlere çok ilgi duymaktadır. Bu oran Avrupalı gençler için yüzde 38'dir.
- Gençlerin ilgisini en fazla tıp ve internetteki bilimsel ve teknolojik gelişmeler çekmektedir. Bu alanları çevre, astronomi ve beşeri bilimler izlemektedir.
- Genetik ve nanoteknoloji Türk gençleri arasında az ilgi çeken alanlar oldu. Avrupalı gençlerde en fazla ilgi çeken alan internettir. Bunu tıp ve diğer alanlar izlemektedir. Nanoteknoloji (kök hücre) Avrupalı gençlerin de en fazla ilgisini çeken alandır.
- Yapılan bilgi sınamasında Türkiye'deki gençler, 10 sorudan 5'ine doğru yanıt verebilmiştir. Buna göre Avrupalı gençlerde yüzde 70 olan doğru yanıtlama oranı aynı yaş kesimindeki Türk gençlerinde yüzde 51'dir.
- Türk gençleri bilimsel gelişmelere ve bunlara ilişkin haberlere ilgi duymasına karşın, bilimsel yazıları okumaya ya da arkadaşlarıyla bu konularda tartışmaya ayırdıkları zaman azdır. Bilimsel konulardaki etkinliklere katılma düzeyi düşüktür. Bu düşük düzeyin söz konusu alanlarda yaygın etkinliklerin olmamasından kaynaklandığı da rahatlıkla söylenebilir. Avrupalı gençler özellikle bilime ilişkin yazıları okumak ve arkadaşlarıyla bilimsel konularda konuşmak açısından Türk gençlerinin hayli önünde yer almaktadır.
- Yeni bilimsel keşiflerle ilgili haberler Türk gençlerinin yüzde 27'sinin çok fazla ilgisini çekmektedir. Bu oran Avrupalı gençlerde yüzde 33'tür

63
Güncel / Grönland’ın 1000 yıllık ömrü kaldı
« : 09 Nisan 2008, 14:56:07 »
Küresel ısınma, Grönland’ın buzullarının tarihte hiç olmadığı kadar hızlı erimesine yol açıyor. Bilim insanları, Grönland’a 1.000 yıl ömür biçiyor.
 


ST. LOUIS - Bilim insanlarının tahminlerine göre, 2005’te Grönland’dan eriyerek denize karışan su miktarı 1996’daki düzeyinin tam iki katına çıktı. Grönlad buzullarının bütünüyle erimesi halinde tüm okyanuslardaki su seviyesi 7 metre yükselebilir. Grönland’dan yılda eriyen buzul miktarı İstanbul’un yıllık toplam su tüketiminin tam 300 katı.

• Eko-tarım tüm dünyayı besleyebilir
• WWF: 2006 Kyoto'nun sınav yılı
• Son 25 yıl, milenyumun en sıcağı
 
Yüzey sıcaklıklardaki artışın buzulların hızla erimesine neden olduğu biliniyordu, ancak NASA Jet Propulsion Laboratory uzmanı Eric Rignot ve University of Kansas öğretim üyesi Pannir Kanagaratnam’ın ortak çalışması Dünya’nın kuzey ucundaki buzul erimesinin sanılandan çok daha hızlı gerçekleştiğini ortaya koyuyor.

YILDA 220 KİLOMETRE KÜP BUZUL ERİYOR

ABD’nin St.Louis kentinde bir konferansta konuşan NASA’ya bağlı Jet Propulsion Laboratory uzmanı Eric Rignot, Grönland’daki erimenin “her geçen yıl giderek daha hızlanacağını ve insanoğlunun erimenin ve sonuçlarının üstesinden gelemeyeceğini” ifade etti. 
 


Daha önce Grönland’ın eriyerek okyanusa karışacağı biliniyordu ancak bunun uzun yüzyıllar alacağı sanılıyordu, ancak son çalışma Grönland’a en fazla 1.000 yıl ömür biçiyor. 1996 yılında Grönland’da yılda 100 kilometre küp buzul erirken, bu rakam 2005’te 220 kilometre küp’e çıktı. Bir karşılaştırma yapmak gerekirse, bu rakam İstanbul’un yıllık toplam su tüketiminin tam 300 katına denk düşüyor (İstanbul yılda 0.73 kilometre küp su tüketiyor). Grönland buzullarındaki erimenin, küresel su seviyesindeki yükselmenin yüzde 17’sini oluşturduğu düşünülüyor. Eriyen buzullardan dolayı okyanuslar her yıl 2.5 milimetre yükseliyor.

Uydu kameralardan yapılan ölçümlere göre, Grönland’ın güney kısımlarında sıcaklıklar son 20 yılda yaklaşık 3 derece arttı. Bilim insanlarının buzulların erimesiyle ilgili geliştirdikleri açıklamaya göre, sıcaklıklar önce buzul yüzeyini eritiyor. Bu erimeyle oluşan sular akarak buzulun altındaki kayalık bölüme kadar sızıyor. Erimiş kar suyu, henüz erimemiş olan diğer buzul katmanlarını da kayadan kopararak denize doğru kaydırıyor. Denize doğru akan buzullar buralarda daha sıcak bir iklimle birlikte eriyor.

Bilim insanları 1996-2005 aralığında buzul erimesinin haritasını oluşturarak gelecek onyıllar için projeksiyonlarda bulunuyor.

Grönland’ın buzul katmanı, 3 kilometre derinliğinde 1.7 milyon kilometre kare bir alana yayılıyor.

64
Genel Kültür / Kurbağanın Müthiş Sırrı
« : 09 Nisan 2008, 14:50:20 »
Tabiat insanın ders alması için sayısız misallerle doludur. İşte bunlardan biri: Avustralya'nın nemli ormanlarında yaşayan bir kurbağa türünün, biyologları hayrete düşüren bir mekanizmayla çoğaldığı ortaya çıktı.

Yaklaşık beş santimetre boyundaki yumurtalar bu kurbağanın dişisi tarafından ormandaki küçük su birikintilerine yumurtlanır ve burada erkek tarafından döllenir. Döllenmiş olan yumurtalar daha sonra dişi kurbağa tarafından çiğnenmeden yutulur. Yumurtalar yutulduktan yaklaşık yarım saat sonra, midedeki enzim salgısı durdurulur. Sindirim sistemi vazifesini bırakır, bağırsak hareketleri durur.

En hayret verici hadise ise, midenin hücre yapısının değişmesidir. Yani yumurtaları sindireceğine onları besler. Önceden programlandığı üzere zamanı gelince midesindeki yavruların geliştiğini hisseden dişi kurbağa, genişleyen boğazından yavruları yavaşça incitmeden dış aleme bırakır.

65
Genel Kültür / Bisikletin Tarihi
« : 09 Nisan 2008, 14:49:22 »
Bisiklet insanın kas gücüne dayalı mekanik çekiş gücü ilkesiyle çalışan tek kara aracı... İki veya dört tekerleğin zincir ya da ip yardımıyla harekete geçirilmesi fikri 15. ve 16. yüzyıla dayanıyor. Massachusetts Üniversitesi'nden Prof. Dr. Piccus'un keşfettiği Leonardo da Vinci'ye ait çizimler bunun en açık kanıtı.

Çizimlerde bisikletlerdeki zincirdişli sisteminin mükemmele yakın çizimleri yer alıyor.

Yine de bisikletin kökenine ilişkin kesin bilgiler vermek zor. M.Ö 2300'lü yıllarda Çin'de, daha sonraları da Mısır ve Hindistan'da bisikletin en ilkel şekliyle kullanıldığı sanılıyor. Hatta o dönemde kullanılan bisikletler, 1790'da Fransız Sivrac'ın sağ ve sol ayakların itmesiyle yürüyen, iki tekerleğin ortadaki tahta gövdeyle birbirine bağlandığı aracın atası sayılıyor.

1816'da Alman Baron Karl Friedrich von Drais, "celerifere" adını taşıyan bu alete, tekerlekleri yönlendirmeye yarayan ilkel gidonu ekledi. Drais, icat ettiği ve "Draissienne" adını verdiği bu pedalsız bisikletle Beaunne-Dihon arasında saatte 15 km hızla yolculuk ederek bisiklet tarihinde yeni bir sayfa açtı.

Fransız Pierre Michaux ile oğlu Ernest, 1861'de değirmenden çıkardıkları bir kol ve yardımcı ekipmanlarla pedal takımı geliştirdiler. "Velosipede" adını verdikleri bu araç halk arasında "kemik titreten" olarak anıldı. Çünkü demirden şasisi kullanan kişiyi ciddi şekilde sarsıyordu.

1867'de Paris Fuarı'nda çelik borulu ve jantlı bisiklet modeli sergilendi.

İLK YARIŞ

İlk bisiklet yarışı 1869'da Fransa'da Toulousse-Caraman-Toulousse arasında yapıldı. 50 kg'lik bisikletiyle Letourd ilk şampiyon ünvanını kazandı. 34 km'lik mesafeyi saatte ortalama 10,798 km hızla, 3 saat 9 dakikada tamamlamıştı.

1870'de ön tekerleği büyük, arka tekerleği küçük bir model geliştirildi.

1888'de John Boyd Dunlop, şişme lastikleri geliştirerek, güvenli bisiklete daha üstün bir görünüm kazandırdı.

19. yüzyılın ikinci yarısında bisiklet hızlı bir gelişme gösterdi. Metal boru teknolojisindeki ilerleme, madeni alaşım alanındaki gelişmeler ve yeni tasarlanmaya başlanan vites sistemleri, hafif ve yüksek kaliteli bisikletleri artırdı.

1902'de çelik telli Bowden freni üretildi, 1905'te arka tekerleğin göbeğine bir dizi çarklı vites yerleştirildi.

Bugün kullanılan vites sistemine 1925'te geçildi, kuşkusuz en ilkel haliyle...

II. Dünya Savaşı'ndan sonraki 10 yıl boyunca Avrupa'daki araba sayısı üç katına çıkarken bisiklet sayısı düştü. 1970'lerde bisiklet satışlarında yine canlanma görüldü. Kalın tekerlekli ve hafifi bisikletle Schwinn'in dolma lastikli modelinin birleştirildiği BMX marka bisikletler o dönemde her çocuğun rüyasını süslüyordu.

Aldığı son şekliyle bisiklet, aracın tüm parçalarını taşıyabilen çelik, alüminyum, titan veya karbon esaslı alaşımlı tüplerden oluşuyor. Gidon tarafından hareket ettirilen eşit çaplı tekerlekler, ön tekerleğin eksenini tutan çatal, arka tekerleği sabitleyen yatay çatal, pedal takımı,ayarlanabilir sele, vites ve fren sistemleri, çağdaş bisikletin ekipmanlarını oluşturuyor.

66
Genel Kültür / Küfretmek Sağlığa Yararlıymış!
« : 09 Nisan 2008, 14:48:14 »
Küfretmenin ya da bir kişi veya bir olaya lanet okumanın insan sağlığına faydalı olduğu iddia edildi. Alman Die Welt gazetesi, ABD’li psikolog Timothy Jay’in konuyla ilgili görüşlerine yer verdi.

Küfretmenin, toplumdaki etkileri üzerine araştırma yapan ABD’li bilimadamının tespitlerine göre, küfretmek veya lanet okumak, insanları, fiziksel bir saldırı yapmaktan veya böyle bir saldırıya uğramaktan koruyor.

ABD’li bilim adamı, insanların işyerlerinde yaptıkları konuşmaların yüzde 5’inin boş zamanlarındaki konuşmalarının ise yüzde 10’nun küfür içerdiğini belirtiyor. İnsanlar en çok trafikte araba içinde küfrediyor.

Küfretmenin özellikle stres zamanında insan psikolojisi üzerinde rahatlatıcı bir etkisi olduğu kaydedilirken, öğretmenlerin küfretmesinin okuldaki stresin azaltılmasına yardımcı olduğu iddia edildi.

67
Diyelim ki saat 18:15 ve zorlu bir iş gününden sonra arabanızla (yalnız başınıza) eve donuyorsunuz. Gerçekten yorulduğunuz, sıkıldığınız ve çileden çıktığınız bir gününüzdesiniz. Birden göğsünüzde başlayıp, kolunuza ve çenenize doğru ilerleyen şiddetli bir ağrı. Evinize en yakın hastaneden sadece 10km uzaklıktasınız, fakat o mesafeye bile ulaşıp ulaşamayacağınızdan emin değilsiniz. Ne yapabilirsiniz?

Kalp masajı konusunda belki eğitim de almıştınız ama size öğreten şahıs, muhtemelen bu masajı kendi kendinize nasıl yapabileceğinizi öğretmedi...

Son zamanlarda bir sürü insan kalp krizine yalnız başınayken yakalanmaktadır.
Yardım olmaksızın, normal kalp atışı bozulan ve baygınlık hisseden bir insanin bilincini yitirmeden önce sadece 10 saniyesi vardır.

Bu durumda kalan şahıslar kendilerine, devamlı ve şiddetli bir şekilde öksürerek yardımcı olabilirler.

Her öksürükten önce derin bir nefes alınmalı ve öksürük sanki göğüs derinliğinden balgam çıkarmak istercesine derin ve uzun olmalıdır. Derin nefes alma ve öksürük, yardım gelene ya da kalp normal ritmine geri dönene kadar, durmaksızın her iki saniyede bir olacak şekilde devam etmelidir.

Derin nefes alma akciğerlere oksijen ulaştırırken, öksürük hareketi kalbi sıkıştırarak kanın dolaşımını sürdürür. Kalp üzerindeki sıkıştırma hareketi aynı zamanda kalbin normal ritmine dönmesine de yardımcı olur. Bu şekilde, kalp krizine maruz kalan kişi, kendisini bir hastaneye ulaştırabilir.


--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Allah böyle bi durumu hemde yanlızken yaşatmaz inşallah  :=) :-[

68
Genel Kültür / Akıl İle Zekanın Farkı
« : 09 Nisan 2008, 14:45:59 »
Akıl aslında bir kabiliyettir, zeka da öyle. İkisi arasındaki en önemli fark, bir başkasından akıl alabilirsiniz ama zekayı asla. O, her insanın kendisine mahsustur.

Bir hastalık söz konusu olmadığı sürece şüphesiz herkesin aklı vardır. Akıllı olmak, kendi davranışlarını bilmek, kontrol edebilmek, doğru ve yanlışlarını değerlendirebilmek yeteneğidir.

Akıl, insanı hayvandan ayırt eden en önemli faktördür. Hayvanlar yalan söyleyemez ama insanlar sık sık bu yola başvurur. İşte insandaki yalanla gerçeği, doğru ile yanlışı ayırabilme, bir konuda fikir yürütebilme, görüş belirtebilme yeteneği akıldır.

'Ah şimdiki aklım olsaydı' lafını çok işitmişizdir. Demek ki, akıl insan olgunlaştıkça da değişiyor ve insanın kendisi de bunun farkına varıyor. Bir insan değişik fikirlerle diğerinin aklını karıştırabilir. Hayret verici, şaşırtıcı şeyler insanın aklını durdurabilir.

Bir şeyin içeriğini anlamamak 'akıl erdirememek' olarak nitelendirilirken başkalarının çözemediği bir sorunu çözen kişiye 'bir tek o akıl etti' denilir. Birine bir yol göstermek ona 'akıl vermek'tir. Bir şeyi hatırlamak, unutmamak 'akılda tutmak'tır. 'Akılsız' tanımı ise doğru ve isabetli düşünemeyen anlamında kullanılır.

Zeka ise bir olayı önce anlama, ilişkileri kavrama, yargılama ve açıklayarak çözme yeteneğidir. Genel olarak zekanın 12 yaşına kadar hızla geliştiği sonra gelişme hızının yavaşlayarak 20 yaşına kadar sürdüğü, orta yaşlarda ise zeka seviyesinin sabit kaldığı kabul edilir.

Zeka hayvanlarda da vardır. Hayvanlarda zeka bir nevi içgüdüsel olaydır. Şüphesiz hayvan zekası insana göre gelişmemiştir ama her iki zeka türü de sinir sistemi ile ilgilidir. İnsanı ayıran, evriminde oluşmuş konuşabilirle özelliği, dik durabilmesi, el yapısı nedeniyle aletleri kullanabilmesi ve gelişmiş beyin ve sinir sistemidir.

Zeka, bir insanın her türlü olay karşısında aynı yeteneği gösterebileceği anlamına gelmez. Bir müzik bestecisi kendi duygusal yapısının içersinde en karışık eserleri aklıyla değil zekası sayesinde oluşturur. Biz bu kişilere 'müzik dehası' diyoruz. Ancak bu müzik dehaları en basit bir matematik problemini bile çözemeyebilirler.

Sonuç olarak zeka, ruhsal olaylara, algı ve hafıza yeteneğine, tutkulara, eğilimlere, iradeye ve bilgi edinme isteğine göre farklılıklar gösterebiliyor. Akıl somut olarak ölçülemez ama zeka pek sağlıklı olmasa da IQ denilen bir testle ölçülmeye çalışılıyor.

69
Genel Kültür / Sigaranın zararları "Karar Sizin!!"
« : 09 Nisan 2008, 14:43:49 »
Her yıl ülkemizde 112.000 insanımızı erken yaşlarda sigaraya kurban vermekteyiz. Eğer önlem alınmazsa önümüzdeki 20 yılda bu sayı 250.000 e çıkacak.

Dünyada her yıl 5 milyon insan sigaradan hayatını kaybediyor. Eğer gerekli önlemler alınmazsa bu sayı önümüzdeki 20 yılda 10 milyona çıkacak.

Gerekli önlemler alınmazsa 21. yüzyılda 1 milyar insan ölecek. Unutmayalım, 20. yüzyılda 100 milyon insan sigara nedeniyle erken yaşta öldü.

Günümüzde dünyada her 6 saniyede bir kişi sigaradan ölüyor. 20 yıl sonra dünyada her 3 saniyede bir kişi sigaradan ölüyor olacak.

Her gün bir uçak düşüyor 300 kişi ölüyor. (örnek)

Her yıl 100.000 nüfuslu bir şehrimize atom bombası atılıyor. (örnek)

Her gün içi dolu 6 otobüs uçuruma yuvarlanıyor kimse sağ kalmıyor. (örnek)

Sigaranın sebep olduğu başlıca ölüm sebepleri: %60 kalp ve damar, %35 çeşitli kanserler, %5 diğer

SİGARA YÜZÜNDEN KALP KRİZİ YAŞI YİRMİLERE İNDİ!!!

GÜNDE BİR TANE SİGARA İÇEN BİR KİŞİ ON BİN KEZ RÖNTGEN ÇEKTİRMİŞ KADAR RADYOAKTİVİTE ETKİSİ ALTINDA KALMAKTADIR. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu

Günde iki paket sigara içen bir kişi Hiroşima'ya atılan atom bombasının öldürücü dozuna eş değer radyoaktivite etkisi altında kalmakta Türkiye Atom Enerjisi Kurumu

Sigara bir kiralık katildir.

Kalp ve damar hastalıkları, kanserler nedeniyle hayatını kaybedenlerin yanı sıra bir yudum nefes almaya hasret kalanlar, kolunu bacağını kaybedenler, kapanmayan yaralar, dişleri kaybetme, sadece öldürmüyor, süründürüyor da...

Ülkemizde her yıl 4.000 civarında karı, kocadan biri pasif sigara dumanı ile diğerinin ölümüne neden olmaktadır.

Ülkemizde her yıl iş yerlerinde çalışanlar pasif sigara dumanı ile 4.500 civarında mesai arkadaşının ölümüne neden olmaktadır.

Ülkemizde her yıl 1.500 civarında bebek ve çocuk (0-5 yaş) yanlarında sigara içildiği için anneleri veya babaları tarafından öldürülmektedir.

Açıkçası her yıl 200.000 çocuk ve gencimizi göz göre göre ölüme mahkum ediyoruz.

Sigara kurbanlarının %90'ı 20 yaşından önce sigara bağımlısı oluyorlar.

Her 3.000 paket sigara için 1 ağaç yok olmaktadır.

Her yıl ülkemizde içile sigaralar nedeniyle 2 milyon ağaç yok oluyor.

Uyuşturucu kurbanlarının %99,99'u önce sigara kullanmışlardır.

Sigara dumanı en kirli havadan 10 kez daha kirlidir.

Sigara dumanı egzoz gazından da on kat daha tehlikelidir.

İÇİNDEKİLER: Polonyum - 210 (radyoaktif/kanserojen), Radon (radyasyon), Metanol (füze yakıtı), Tolüen (tiner), Kadmiyum (akü metali), Bütan (tüp gaz), DDT (böcek öldürücü), Hidrojen siyanür (gaz odaları zehri), naftalin (güve kovucu), Aseton (oje sökücü), Arsenik (fare zehri), Amonyak (tuvalet temizleyicisi), Karbon monoksit (egzoz gazı) Nikotin (zehir / uyuşturucu), katran (asfalt) + 3.985 toksik madde...

Tütün dünyada en çok zehri bir arada bulunduran bitkidir. Ne koyun, ne at, ne eşek, ne inek, hiçbir otobur bu bitkiyi yemez.

2005 yılında ülkemizde sigaraya harcanan 12.000.000.000 - YTL

2006 yılında ülkemizde sigaraya harcanan 14.000.000.000 - YTL

2006 yılında bir kişinin aylık sigara harcaması 90 ile 140 YTL, yıllık harcaması ise 1.100 ile 1.700 YTL, eğer karı-koca sigara içiyor ise bu rakam 3.000 YTL'ye çıkabiliyor.

Nikotin nasıl bir fiziksel bağımlılık yapar?
- Nikotin 8 saniyede beyne ulaşır. Her nefeste yaklaşık 50 bin beyin hücresini öldürür. Bu süreçte vücut mutluluk hormonu adı verilen endorfin salgılar. Aslında bu salgıyı beynimiz otomatik olarak salgılamaktayken tiryakilerde bu olay manuel olup, sigara içimine bağlı olmaktadır.

Bağımlılarda nikotin alınmaması nasıl bir etkiye yol açar?
- Nikotin alınmama durumunda beyin, 72 saat süre ile vücudun özellikle sinir sisteminin ihtiyaç duyduğu endorfinleri salgılama emrini vermez. Bu süreç içinde yeterince motivasyon almadan sigarayı bırakan tiryaki, aşırı bir gerginlik yaşar. Ya bu süre içinde dayanamayıp sigara yakar veya 72 saatten sonra yıpranmış sinirler nedeniyle, yavaş yavaş salgılanan endorfinlerle yeterince tatmin olmaz, uzun süre gerilimli bir dönem geçirir.

Ve daha yazamadığım birçok zararı var ama ellerim yoruldu artık yazamıyorum

Karar Sizin!!!

70
Genel Kültür / Dünyanın En Zengin Adamı "Bill Gates"
« : 09 Nisan 2008, 14:43:00 »
Bi ll Gates 1 yıl içinde saniyede 250$ kazanıyor,

Diyelim ki Bill Gates bi yerlerde 1.000$ düşürdü aramak için yorulmasına bile gerek yok, çünkü 4 saniye içinde bunu otomatikman kazanmış oluyor...

Yeryüzündeki herkese 15$ borç verse yinede cebinde 5 milyon$ para kalır...

Michael Jordan ABD nin en fazla para kazanan sporcusu... ve o hiçbirşey yiyip içmese ve yıllık kazancıda 30 milyon$ olsa yinede Bill Gates kadar zengin olabilmesi için 277 yıl beklemesi gerek...

Bill Gates bir ülke olsaydı Dünyanın en zengin 37. ülkesi olurdu...

Bill Gates'in bütün parası 1$ lık banknotlara çevrilse, burdan aya kadar 14 kez gidip gelinebilecek bir yol yapılabilir...

Bill Gates şu an 40 yaşında. 35 yıl daha yaşadığını düşünelim, ölmeden önce bütün parasını bitirmiş olması için bugünden itibaren her yıl 6.78 milyon$ para harcaması gerekir...

Ve En iyisi;

Eğer her bir windows kullanıcısı bilgisayarının bozulduğunu öne sürerek her kilitlenmede Microsoft'a 1$ lık tazminat davası açsa, Bill Gates 3 yılda iflas eder...
 

71
TELGRAF : William Cooke ve Charles Wheatstone adlı iki İngiliz1837 yılında , teller üzerinden elektrik akımı göndererek mesaj iletmeyi başardılar. Böylece ilk elektrikli telgraf makinesı ortaya çıktı. Elektrik akımı, alıcı cihazın kadranındaki bir dizi iğneyi hareket ettirerek ulaştırılacak mesajın ekranda belirmesine yardımcı oluyordu.

MORS ALFABESİ : 1843’ te Samuel Morse, telgraf mesajlarında nokta ve çizgilerden oluşan ünlü Mors Alfabesi’ ni geliştirdi. Morse, Baltimore’ den Washington’ a uzanan 60 km’ lik bir telgraf hattı kurarak, hattı başkanlık seçimleriyle ilgili haberleri iletmek için kullandı.

TELEFON : 1876’ da Alexander Graham Bell, telefonu icat etti. Bell ve Thomas Watson adlı elektrik mühendisi, bir gönderici ve bir alıcıdan oluşan bir düzenek yaptılar. Alıcı, sesi belli bir elektrik akımına dönüştürüyor ve bu akım bir tel aracılığı ile ahizeye taşınıyordu. Tarihteki ilk telefon görüşmesini, 10 Mart 1876‘ da Bell yapmıştır.

RADYO : 1902’ de İtalyan mucit Guglielmo Marconi, kablo ya da tel olmadan bir yerden diğerlerine mesaj göndermenin yolunu keşfetti. Böylece radyo doğdu. Marconi, radarın mucidi Hertz’ in yapmış olduğu deneyleri kullanarak bulunduğu yerden 9 metre uzaktaki bir kapı zilini çalmayı başarabiliyordu ve bunun için her hangi bir kabloya ihtiyaç duymuyordu. Kullandığı yönteme “elektromanyetik” adını vermişti.

FM RADYO : 1920’ de Edwin Howard Armstrong, FM radyoyu geliştirdi. Elektrik mühendisi Armstrong’ un elektromanyetik ve elektrik alanında yaptığı icatlar çok önemlidir. Fakat onun belki de hepimiz tarafından bilinen icadı, geniş aralıklı yayın yapan FM radyo bandıdır.

SÜPER İLETKEN : 1986’ da George Bednorz, kayıp olmaksızın enerjiyi transfer edebilen bir madde geliştirdi. Böylece “süper iletken” kavramı hayatımıza girmiş oldu. Süper iletkenler, “bilgi çağı” açısından çok önemli gelişmeleridir. Sıradan bir bakır telden iletildiğinde enerjinin yaklaşık % 40’ ı kaybolmaktadır. İşte bu yüzden süper iletkenler insanlığın enerjiyi doğru ve verimli kullanabilmesi açısından çok önemlidir.

UYDU : 4 Ekim 1957’ de Ruslar, ilk uydu Sputnik’ i Dünya yörüngesine yerleştirdi. Dünya’ nın ilk yapay uydusu sadece bir basket topu büyüklüğünde olup 82 kg ağırlığındaydı. Bu minik uydu, 98 dakika içinde yörüngeye yerleştirilmişti. Sputnik, insanoğlu için uzay çağının başlangıcı demekti.

FAKS : 1843’ te üretilen ilk faks makinesi, kabartma harfleri tarayarak elektrik sinyalleri gönderen bir sarkaçtan oluşuyordu. Modern faks makinelerinde ise gönderilen dokümandan yansıyan ışığı algılayan diyotlar kullanılır. 1922’ de Alman fizikçi Arthur Korn, radyo dalgaları ile Avrupa’ dan Amerika’ ya fotoğraf göndermiştir.

HABERLEŞME KULELERİ : Claude Chappe, tepelerin üzerine kurulmuş kulelerden oluşan bir ağ sistemi geliştirdi. Her kulenin üzerinde 49 değişik konuma ayarlanabilen iki uzun oka sahip bir makine vardı. Her konum bir harfe ya da rakama karşılık geliyordu. Operatörler böylece bir kuleden ötekine mesaj gönderebiliyorlardı. Bu sistem çok başarılı oldu ve 4.828 km’ lik bir ağ kulelerle birbirine bağlandı.

ÇENGELLİ İĞNE : Dünya, 1849’ da Walter Hunt tarafından bulunan, çok basit ama faydalı bir ürünle tanıştı: Çengelli İğne. Çengelli iğne, Amerikalı mucit tarafından sadece 15 dolar kazanabilmek amacıyla bir iddia sonucunda ortaya çıkmıştır.

YEMEK ÇUBUKLARI : Yemek çubukları 5000 yıl önce ilk defa Çin’ de kullanılmaya başlandı. Çinliler, daha iyi pişmesi için yiyecekleri çok ufak parçalara ayırıyorlardı. Bunları tutabilmek için de ağaç dallarını kullanıyorlardı. Bugün Çin, Japonya, Vietnam, Kore gibi Uzakdoğu ülkelerinde yemek çubukları hala yaygın olarak kullanılmaktadır.

EKMEK KIZARTMA MAKİNESİ : 1909’da General Electric şirketi, ilk elektrikli ekmek kızartma makinesini üretti. Dilimlenmiş ekmek, elektrikle ısıtılan bir tel üzerine konuluyordu. Ayarlı bir saat, süre dolduğunda elektriği kesiyor ve ekmeği dışarı doğru itiyordu. Bu sayede sabahları kahvaltı masalarını renklendiren çıtır çıtır ekmeklerin hikayesi doğdu.

MİKRODALGA FIRIN : Yiyecekleri radyo dalgaları ile ısıtan bir fırın fikrinin patentini 1945’ te Amerikalı mucit Percy L. Spencer almıştır. Yiyecekler, mikrodalga adı verilen radyo dalgalarıyla bombardıman edilir, bunun neticesinde moleküler titreşerek yiyeceğin ısınmasını sağlar. Mikrodalga fırınların kapağındaki metal teller ise mikrodalgaların fırından dışarıya çıkıp insanlara zarar vermesine engel olmaktadır.

KAŞIK : Paleolitik zamanlardan beri kullanılan kaşıkların atası deniz kabuklarıdır. Kaşığın Latince ve Yunanca’ daki karşılığı “spiral şekilli sümüklüböceği kabuğu” anlamına gelen “cochlea” kelimesinden türetilmiştir. Günümüzdeki formunu ise MS I. Yüzyılda Romalılar vermiştir.

BIÇAK : Tarihte kesin olarak ne zaman icat edildiği belli olmayan bıçak, günümüzde mutfaklarda ve yemek masalarında dizayn edilseler de tarihin ilk dönemlerinden başlayarak yakın bir zamana kadar öncelikle silah olarak kullanıldı. Ortaçağ Avrupası’ nda ev sahibi masaya bıçak getirmezdi, çünkü herkesin bıçağı belindeydi. Ancak şiddet artmaya başlayınca 1669’ da Fransa Kralı 14. Louis’ in bütün sivri uçlu bıçakların yemek masalarında kullanımını ve sokaklarda taşınmasını yasaklamıştır.

ÇATAL : Çatalı ilk kullananların Yunanlılar olduğu sanılmaktadır. Çatalın yemek masalarındaki kullanımı MS 7. yüzyılda Ortadoğu’ daki zengin ve itibarlı ailelerde görülmektedir. 13. yüzyılda Bizanslılar’ a onlardan da İtalyanlar’ a geçmiştir. Fransa da ise “gösterişe kaçıyor ” diye kabulü yavaş olmuştur. Çatal, 1600’ lerin ortalarından itibaren tekrar itibar kazanmış, kraliyet ailesi ve zengin sofralarının vazgeçilmez lüksü olmuştur. Günümüzde ise hepimizin vazgeçilmez ihtiyacıdır.

MEKANİK SAAT : 999’ da Gerbert, insanoğlunun zamanı ölçebilme arzusuna hizmet etmek için yepyeni bir ürün sundu. Fransız keşiş ve sonrasında Papa olan Gerbert’ in ağırlıklar kullanarak çalışan ilk mekanik saati günümüze kadar pek çok kez geliştirildi.

HASSAS SARKAÇLI SAAT : Galileo’ nun sarkaç teorisini üretmesinden sonra daha kesin zaman ölçümü yapılabilir miydi? 1656’ da Christian Huygens, bu noktadan hareketle, sarkacın hareketini bir dizi dişli çark üzerinden saatin kollarına iletirken, bir yandan da sarkacın sürekli salınım halinde tutmanın yolunu bularak ilk hassas sarkaçlı saati geliştirdi.

DİKİŞ MAKİNESİ : 1830’ da Barthelemy Thimonnier dikiş makinesini icat etti. Makinede ayak pedalıyla döndürülen bir tekerlek, iğneyi kaldırıp indiriyordu. Fakat o dönemlerde pek çok terzi, işini kaybedeceği korkusuyla bu makinelerin 80 tanesini tahrip etmişti.

FERMUAR : Fermuarın icadında her ne kadar tek bir mucitten söz etmek zor olsa da asıl katkıyı 1893’ de W.L. Hudson’ un yaptığı söylenebilir. Fermuarın hayatımıza girmesi oldukça zaman almıştır. İlk fermuar tasarımının o kadar ürkütücü bir görüntüsü vardı ki pek çok üretici seri üretimi yapmayı reddetmişti. Fermuar, günümüze kadar gelişmiş ve hayatımızdaki pratik malzemelerden biri olarak yerini almıştır.

ELEKTRİK ISITICILI ÜTÜ : 1882’ de Henry Seely, elektrik ısıtıcılı ütüyü geliştirdi. İlk ütüler, içine kor halinde kömür konularak ısıtılırdı. Seely’ nin ütüsünün içinde ise elektrikli bir ısıtıcı bulunuyordu. Böylece ütü, zor kullanılan bir ev aleti olmaktan çıkmıştı.

Alıntı...

72
Genel Kültür / Kimya tarihinin en büyük hatası
« : 06 Nisan 2008, 13:49:57 »
İnsan organizması açısından tüm zamanların en yıkıcı kimyasal bileşimlerinden biri sayılan eroinin, ilk kez bilim adamları eliyle ve gerçekte son derece iyi niyetli bir amaca hizmet etmek üzere üretildiğini biliyor muydunuz? 1897'de Almanya'daki Bayer laboratuarlarında kanser ve tüberküloz hastaları için "ağrı kesici" olarak hazırlanan "eroin hidroklor", dehşet verici yan etkileri farkedilince onu ilaç olarak reçetelere yazan hekimler tarafından derhal terkedildi. Ancak iş işten geçmiş ve "şeytanın tozu" hapsedildiği şişeden kaçıp halkın arasına karışmayı başarmıştı bir kez...


***

Kimya tarihinin ünlü efsanelerinden birine göre, "eroin" maddesi, adını, bu maddeyi deneme amacıyla kolundan enjekte eden bir Bayer mühendisinin o anda yaşadıklarını tanımlamak için kullandığı şu mânidar cümleden almıştı:

"Kendimi bir kahraman gibi hissediyorum!" ( "I feel like a hero" )

İşte, o günden bu yana eroin, dünyanın dört bir köşesinde, din, dil, ırk ve sosyal sınıf gözetmeksizin yüzmilyonlarca "kahraman" (!) üretmeye devam ediyor. Yalnız, küçük bir sorun var ki, bu sentetik kahramanların büyük bir bölümü kahramanlıklarını pekiştirecek herhangi bir dünyevî icraat yapmaya vakit bulamadan, hayli zamansız bir biçimde toprağın altını boylamaktalar!

Elbette ki, eroin şakası yapılamayacak kadar hassas bir konu. Zaten bizim derdimiz de şaka falan değil, yalnızca bir durum tesbiti yapmak. Ancak, aşağıda aktaracağımız tarihsel gerçekleri okuduktan sonra, şakayı biz mi yoksa şu anlı şanlı bilim dünyası mı yapıyor, ona siz karar vereceksiniz.

İnsan organizması açısından tüm zamanların en yıkıcı kimyasal bileşimlerinden biri sayılan eroin, gerçekte son derece iyi niyetli bir amaca hizmet etmek üzere üretilmişti.

Saf morfinin asit anhidritle işlenmesi sonucu ortaya çıkan bu ölümcül toz, ilk kez 21 Ağustos 1897 günü, Bayer'in Almanya'nın Elberfeld kentindeki laboratuarında sentezlendi. Sentezleme işlemi, bu tarihten yalnızca bi kaç gün önce aynı laboratuarda "Asprin"i keşfetmiş olan saygın Alman kimyageri Dr. Felix Hoffman tarafından gerçekleştirilecekti. Bayer kayıtları, bizlere bu deneyin hedefinin kuru öksürük, tüberküloz ve kanser gibi önemli hastalıklarda hem şiddetli acıları dindirebilen, hem de tedavi edici yönü bulunan etkili bir ilaç keşfetmek olduğunu bildiriyor. 1868'de Ludwigsburg'da doğan Hoffman, Münih Üniversitesi Farmakoloji Bölümü'nden son derece yüksek derecelerle mezun olmuş, geleceği parlak bir kimyagerdi. Nitekim, Alman ilaç sanayiinin duayenlerinden Adolf von Bayer de onu keşfetmekte gecikmedi. Genç kimyageri şirketinin Ar-Ge bölümüne alan Bayer, onun sayesinde farmakoloji tarihinin en büyük buluşlarından biri olan asetil salisilik asiti günümüzde "Aspirin" adıyla bütün dünyada tanınan ticarî bir markaya dönüştürecekti.

İşte, eroin tam da o günlerde, şirket çalışanlarının "Aspirin"in keşfinin coşkusunu yaşadığı sırada doğdu. Dr. Hoffman büyük buluşunu kayıtlara geçirmesinden yalnızca 11 gün sonra yine aynı laboratuarda, fokurdayan tüplerinin başındaydı. Bunaltıcı Ağustos sıcağına aldırmaksızın gün boyunca aralıksız çalışan ünlü kimyager en sonunda hedefine ulaştı. Deney kabının dibine çökelen beyaz toz, bir süredir kafayı taktığı o yepyeni formülün işe yaradığının da en somut kanıtıydı.

Aspirin ve eroinin ortak mucidi: Dr. Felix Hoffman
baz morfinden sekiz kat daha güçlü bir uyuşturucu elde eden Dr. Hoffman, bunun kontrollü şekilde kullanımıyla yukarıda anılan hastalıkların tedavisinde çok önemli bir ilerleme kaydedebileceğini düşünüyordu. Kobaylar üzerindeki deneme çalışmaları bir yıl kadar sürdü ve toz eroin, "heroin hydrochlor" ticarî markasıyla şişelenmiş olarak 20. yüzyılın hemen arefesinde Bayer şirketi tarafından piyasaya sürüldü. Bugün için inanılması bir hayli güç olmakla birlikte, eroin o dönemde başta Almanya olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde eczanelerde rahatça satılıyordu. Hekimler, birçok ağır vak'ada hastalarını "mutluluktan uçuran" bu toza önceleri büyük ilgi gösterdiler. Eroin yalnız tedavi umudu olanlar için değil, tedavisi imkânsız görülen ve ölüm döşeğinde birazcık huzur isteyen hastalar için de gerçek bir umut gibi görülmekteydi.

Ancak, madalyonun öteki yüzü kısa sürede ortaya çıktı. Yalnızca bir iki kullanımın ardından "şeytanın tozu"na müptela olanlar şuursuzca ecza depolarına, laboratuarlara saldırıyor ve kendilerine daha fazla ilaç temin etmeye çabalıyorlardı.

Eroin yasal olarak son kez 1. Dünya Savaşı yıllarında ağır yaralı askerlerin tedavisinde kullanıldı, ardından da tıp dünyasındaki güçlü bir konsensus sonucu tedavi prosedürlerinden tümüyle kaldırıldı.

İnsanları çok seven ve mesleğine aşık bir kimyager olan Dr. Hoffman, 8 Şubat 1946'da son nefesini verirken, ilk kez onun laboratuar kaplarında dünyaya gözlerini açan "diasetilmorfin" artık çoktan bir ilaç olmaktan çıkmış, alım-satımı ya da kullanımı bir çok ülkede en ağır şekilde cezalandırılan lanetli bir maddeye dönüşmüştü. Bir daha da hiç bir güç önünü kesmeyi başaramayacaktı...

Alıntı...

73
Genel Kültür / Parmak çıtlatma
« : 06 Nisan 2008, 13:47:30 »
Kimi insanlar, her iki elinin parmaklarını birbirine geçirerek ve onları gererek ses çıkartırlar, yani çıtlatırlar. Çoğumuz buralardan gelen sesin kemiklerden geldiğini sanırız, hatta rahatsız oluruz ama nedense bunu yapanlar durumlarından memnun görünürler. En çok ve kolaylıkla çıtlattığımız yerler vücudumuzda en çok bulunan sürtünmeli eklem yerleridir. Bu tip eklem yerlerinde örneğin, parmaklarımızda, iki kemiğin birleştiği yerde bir bağlantı kapsülü ve bu kapsülün içinde de, kemiklerin hareketleri sırasında, buraları yağlayan bir sıvı bulunmaktadır. Bu sıvının içinde erimiş durumda oksijen, nitrojen ve karbondioksit gazları bulunur. Vücudumuzda en kolay çıtlatabileceğimiz eklem yerlerimiz parmaklarımızdır. Parmaklarımız gerilince ve eklem yerlerimiz düzleşince bu kapsül de gerilir. İçindeki sıvının basıncı azalır ve gaz kabarcıkları patlamaya başlar. İşte duyduğumuz bu seslerdir. Patlayan kabarcıklar sonucunda gazlar bu sıvıyı terk eder, sıvı daha da genleşir ve eklem yerlerinin hareket yeteneğini artırır. Kuşkusuz ki bu eklem yerlerinin gerilmesi, bu kapsülün boyu ile sınırlıdır.
Eğer parmaklarınızı çıtlattığınız anda röntgenini de çekmiş olsanız, eklem içinde oluşan gaz kabarcıklarını görebilirsiniz. Bu olay eklem yerindeki hacmi yaklaşık yüzde 15- 20 artırır. Aynı parmağınızı arka arkaya çıtlatamazsanız. Bir süre beklemeniz gerekir, çünkü gaz kabarcıklarının sıvı içerisinde tekrar oluşması biraz zaman alır. Tüm bu açıklamalar, deneylerde kanıtlanmasına karşın, yine de bu kadar küçük gazın, bu denli büyük bir ses çıkartabilmesinin nedeni hâlâ bilinememektedir.
Ayrıca detaylı çalışmalar göstermiştir ki çıtırdama sırasında iki ayrı ses duyulmaktadır. Birincisin gaz kabarcıklarının patlaması olduğu biliniyor. İkinci sesin ise kapsülün uzama sınırına vardığına çıktığı sanılıyor.
Peki, parmaklarımızı çıtlatmak vücudumuza zararlı mı? Bunu alışkanlık biçimine getirenlerde, eklemler çevresindeki yumuşak doku zarar görmekte, parmaklar şişmekte, dolayısıyla elin kavrama gücü azalmaktadır.


Alıntı...

74
Osmanli zamaninda ordu cesitli birliklerden olusurmus. O birliklerden biride Tokatci grubu imis.
Tokatci denilen askerler devsirmelerden olusur ve gayet iri yapili, iri elli kisilermis.
Bunlarin ozel calisma salonlari varmis. Salonlarda mermerden yapili olan buyukce kolonlar varmis.
Tokatcilar bu mermer kolonlari tokatlayarak ellerini daha da gelistirirlermis.
Savas sirasinda ordunun en arkasinda bulunur savasin sonlarina dogru hizla savas alanina girer ve bitkin durumda olan dusman askerlerini tek tokat darbesiyle yerle bir ederlermis.
Tokat attiklari kisinin yuzunu iceri cokertir ve beyin kanamasi gecirmesine sebep olarak oldururlermis.

Alıntı...

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Valla bana biraz uydurma gibi geldi ama aslında olabilirde.Konunun doğruluğu hakkında bikaç araştırma yapıyorum.Bişeyler bulursam sizide bilgilendiricem. :D

75
Genel Kültür / Kinizm (sinizm)
« : 06 Nisan 2008, 13:34:29 »
Sofist Gorgias'ın ve daha sonra da Sokrates'in öğrencisi olan Antisthenes'in öğretisidir. Antisthenes, Kynosarges Gymnasion´da okulunu kurmuştur. Kinik okulun, kyon kelimesinden türediği söylenmektedir; kyon ise köpek ya da köpeksi anlamındadır.


Kinik okul, bu nedenle Sokratesçi okullardan biri kabul edilir. Anthisthenes mutluluğa ancak erdemle ulaşılacağını, ve bu erdemin de dünyevi hazları yadsımakla mümkün olabileceğini (mülkiyet, aile, din v.b. değer ve yargıları redderek) savunmuştur. Kinizme ün kazandıran, dolayısıyla kinizmin yayılmasını sağlayan Diogenes'tir. Diogenes bu öğretiyi eyleme dönüştürmüştür ve gerçek erdeme ancak bu şekilde ulaşılacağını savunmuştur. Rivayete göre Diagones yaşamını bir fıçının içinde devam ettirmeye vardırarak, toplumsal gereksinmelerden kendisini tamamen yalıtmaya yönelmiştir. Bu doğasal yaşayışın temelleri, insani değerlerin doğaya aykırı olduğunu öne süren stoacılık tarafından beslenmiştir.

Kinik felsefe

Kiniklerin temel felsefi konumları, zamanın uygarlık değerlerine yönelik aldırmaz tavırları ve eleştirel yaklaşımları tarafından şekillenir. Onların temel etik ilkesi erdemdir ve bundan anladıkları da, insanın özgürlüğü ve kendi iç bağımsızlığı ile yaşamını sürdürmesidir. İnsan, her tür gereksinmeye olan bağımlılığından kurtulmalıdır. Dolayısıyla böyle bir erdem anlayışı, bilgi ile temellendirilir; yani, insan ancak bilgilenme aracılığıyla kendisini kuşatmış olan gereksemelerden sıyrılabilir. Onlar açısından bilgi ve ahlaki ilkeler bu nedenle salt soyut bir bilme meselesi değil, somut yaşamda yaşanması gereken şeylerdir. Kinik filozoflar, bütün bu yaklaşımlarına uygun bir kişilik örneği olarak Sokrates'e işaret ederler. Kinizme göre, insan kendi kendisine dayanmalıdır, ki erdemli, yani kendine yetebilen bir kişi olabilsin. İnsanın doğaya karşı geliştirdiği toplumsallık, büyük ölçüde gereksiz ve yozlaştırıcı nitelikler arz eder; kinikler buna karşı doğal ve sade yaşamı öne çıkarırlar.

Alıntı...

Sayfa: 1 ... 3 4 [5] 6 7 ... 18