Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Quad

Sayfa: 1 [2]
16
Şişedeki Mısralar / Tanrı Kasesi
« : 18 Ocak 2013, 23:50:10 »
Çatıktı kaşları.
Neler olduğunu sormaya cesaretim yoktu.
İlahilerim, mabedim dedi. Susmuşlar.
Al kanatlarının altına, seni savunayım, seni anlatayım dedim.
Güldü.
Kahkahası ile yıldırımlar düştü yeryüzüne.
Alnı çatıldı yine.
Sen dedi,
Karanlığı, benim yasakladıklarımdan daha çok taşıyorsun.
Evet dedim.
İşte bu yüzden en iyi ben anlatırım karanlığı aydınlığa.
Şaşırdı.
İndirin yeryüzüne, görelim hele kollarında ne taşıyor dedi.
Micheal'in kanatlarında indim yeryüzüne.
Tanrıyı utandırma dedi.
Ve gitti.

17
Şişedeki Mısralar / Ynt: Olimpos'a Mektuplar
« : 18 Ocak 2013, 23:44:39 »
Teşekkür ederim.

Evet karıştırdım. Aslında mektuplar epey çok. Ama çoğu müstehcen malesef.

Sekhmet'in Hera'ya yazdığı özellikle. Toplumumuz içinde argo ve ağır jargonlar varsa taş atmayı pek seviyorlar.

"Amaaan yine mi cinsellik"

Haklılar belki de :)


18
Şişedeki Mısralar / Olimpos'a Mektuplar
« : 18 Ocak 2013, 23:33:26 »
Olimpos'a yürüdüm, ayağımda alev taşlarıyla,
Yanımda Hades vardı, karanlıktan saçlarıyla.

Akbaba gibi hazır beklemekteydi ölümümü,
Kerberos'tan olmasa, görecekti gününü.

Azgın dişlerinin arasında, eritirdi kemiklerimi,
Üç başıyla deşerken, şu yorgun bedenimi.

Keşke gelse ya o büyük Orfe dedim,
Yine çalsa şarkılarını, şu an bunu diledim.

Korkunç Kerberos'tan, şimdi bir kurtulsam,
Ahh ölümsüz Hades'le, tek başıma savaşşam.

Şu ilerde gördüğüm toz bulutu da nerenindir?
Şimdi farketmekteyim, bu baston Osiris'indir.

Unutmamış, verdiği sözü tuttu nihayet,
Gözlerinde ışıklardan, aydınlıktan merhamet.

Set, acımasız Hades'i parçalamakla başladı işe
İsis, korkunç Kerberos'u geçirdi güneşten dişe

Dönderdim başımı sağımda Anubis ordularla,
Hissediyordum şimdi solumda Horus aslanlarıyla.

Başımın üstünde ki güneşten tac ile duran,
Anladım Ra'nın ateşiydi, büyük Nil'i kurutan.

Olimpos'a yürüdüm ayağımda alev taşlarıyla,
Yanımda kadim Tanrı'ların eşşiz yardımlarıyla.

Duyuyorum Olimpos'ta, kargaşa baş göstermiş,
Ak sakallı Zeus, elinde bulutlarla beklermiş...

19
Şişedeki Mısralar / Ynt: Tanrı'nın Orkestrası
« : 18 Ocak 2013, 23:17:43 »
Teşekkür ederim Syn. Kingkiller. Karıştırmayı tercih ediyorum. Peri denen şey adaletsiz. Nereden geleceğini belli etmiyor. Bazen kısa hikaye çıkıyor, bazen şiirler. Aslında çoğuna yazım tarihlerimi de eklemek istiyorum. Ama yanlış anlaşılır korkum var. O yüzden sadece eski ise eski, yeni ise yeni demem yeterli şimdilik.

20
Şişedeki Mısralar / Tanrı'nın Orkestrası
« : 18 Ocak 2013, 23:02:06 »
Nerede obua çalan grup?
Klarnet ve arp girsin şimdi de.
İşte böyle.
Keman ve viyolonsel hazır mı?
İşte şimdi Tanrının tahtını salladınız.
Davulların girme zamanı.
Bu müzik evrensel değildir!
Çelloooo!
Seni bekliyorduk
Gökyüzü kulaklarını tıkıyor.
Koro da sıra.
Mırıldanın herkese,
Canlıya, cansıza.
Bu müzik savaşın müziğidir!
Savaş kanunlarıyla yaşadığımız dünyada
Savaş davullarının müziğidir!
Titremeyecekse eğer beyin duvarları,
Korkuya kapılmayacaklarsa kanun yazıcılar,
Kırın atın aletlerinizi!
Bu müzik evrensel değildir!
Adalet dağıtın notalarınızla
Yürüyün tozlu beyinlere.
Timpani!
Son besteni çal.
Tanrı'ya kapısına dayandığımızı haber ver!

21
Güzel düşünülmüş bir proje. Yarını iple çekmekteyim merakla.

Bu arada Two Steps From Hell ve X-Ray Dogs'un parçaları etkileyicidir. Beni etkiler en azından :)

Yarın yayını dinledikten sonra düşüncemi tekrar belirteceğim.

İyi forumlar.

22
Kurgu İskelesi / Ynt: Kasvet
« : 18 Ocak 2013, 20:52:31 »
Teşekkürler KingKiller. Yazdığım romanıma koymayı düşünmediğim bir parça idi burası. Kesik yedikçe cümleler, paylaşım devam eder efendim. (=

23
Düşler Limanı / Ynt: Resimleri Tasvir Ediyoruz
« : 18 Ocak 2013, 19:40:03 »
Gözlerine bakıp kendisini takip etmemi istedi. Peşi sıra yürürken, genişçe, yıpranmış bir çadırın içine girdik. "Bizler Tanrı'nın Ressamlarıyız" sözü hâlâ kulağımda çınlıyordu. Mozaik döşemeler olarak boyanmış yolda her adım attığımda takılacakmış hissiyatı uyanıyordu bende. Canlılık Pazarı adını verdiklerini yola girdiğimizde, acıkmaya başladığımı hissetmiştim. Güneşten kopmuş gibi duran domateslerden bir tanesine elimi uzattım. Nafile. Herşey resimden ibaret bu çadırda. Tenteler dikkatimi çekmişti. Toprağın kırmızısı, ağacın yeşili, güneşin sarısını içinde barındıran ve muazzam bir gerçeklikle sözde yiyecekleri koruyan tenteler. İlerimizde boylu boyunca uzanan bir ejderhanın sırtı gibi duran tepelerde ki tarlalara ve ağaçlara dikkat kesilmiştim. Nefesimin kesildiğini hissettim bir an. Bayılmışım. Ne kadar orada uyur haldeydim bilmiyorum. Gözlerimi açtığımda... Aman tanrım. Çadırın üstüne gökyüzü çizilmiş. Şu kollarını iki yana açmış kedi gibi duran bulutta neyin nesi. Biz Tanrının Ressamlarıyız dedi yine. Uyumuşum tekrar. İlk defa huzur dolu ve müsterih..

24
Düşler Limanı / Ynt: Rüya
« : 17 Ocak 2013, 22:08:11 »
Teşekkür ederim sayın KingKiller.

25
Kurgu İskelesi / Kasvet
« : 17 Ocak 2013, 22:07:27 »
   "Taht Merlin’in kontrolü altında iken, gürüldeyen şimşekler, kara bulutlar eksik olmazdı şehir üstünde. Vakit sabırsızlığı gösteriyordu bir şafak vakti sabırsız askerlerin yüreğinde. Karbehe surları üzerindeki kötülüğün kadim hizmetkarları, gelenlerin olduğunu çalan acımasız savaş davullarından anlıyor, yürekleri titreten sesler tedirginliği de beraberinde getiriyor ve gülümsemeye başlıyordu şehir. Bartor'un on binlerce askeri eşliğinde şehrin kapısına dayanması ile başlamıştı her şey. Ellerinde meşaleler ile gökyüzünü bile yakabileceklerini gösteriyorlardı düşmana. Tokmakların davullarla buluştuğu an ortaya çıkan ses olağanüstü bir korku yaratıyordu. Bartor atının üstünde kendi bölgesinde süvarileri ile beraber izliyordu şehri. Uğultular çığlıklar birbirine karışıyor ve surların üstünden yoğun ışıklar göze çarpıyordu. Okçuların yağmuru başlıyordu önce düşman saflarına, sonra sessizlik çöküyordu Karbehe'ye. Davullar çalmaya devam ediyor, kılıçlarını kalkanlarına vurarak davullara eşlik ediyordu askerler. Uzun mızrak sahipleri, yere vurdukları an silahlarını, şiddetle sallanıveriyordu toprak. Çelik sesleri, at kişnemeleri, derin çığlıklar birbirine karışıyordu. Sonra yine sessizlik oluşuyor, herkes susuyor ve dev kapı gıcırdayarak açılıyordu yavaş yavaş. Herkes saf tutmuş, mızraklar ileri bakıyor, kanat süvarileri savaşı izliyordu. Kapının ardından atının üstünde Lord Mija gözüküyordu. İlk görev yerine getiriliyor ve Lord Mija, şehre limandan süzülerek, tahtın gerçek sahibine kapıyı açıyordu. Okçular son oklarını da fırlatıp kılıçlarını çekiyor ve çığlıklar atarak kapıya doğru koşmaya başlıyordu piyadelerin arkasında. İç içe geçmiş binlerce piyade ve mızraklı aynı anda giriyorlardı içeriye. Şehrin içinde kılıç sesleri, acı çığlıklara karışıyordu. Simsiyah atının üstünde Bartor ise yanındaki muhafızları ile saraya doğru ilerliyordu düşman saflarını yararak. Nehrin kenarından geçerken eğilerek salladığı her kılıç darbesinde bir baş düşüyordu yere. Atının ihtişamlı zırhı ile önüne geçmeye çalışanların kemik çatırtıları yankılanıyordu kara sokaklarda. Süvariler, düşman okçularının yaylarını germelerine bile fırsat vermeden toprağa düşürüyordu başlarını ve bir sürünün dağılması gibi dağıtıyorlardı hepsini. Zırhlı atlar ezip geçerken düşmanı, meydan kan gölüne dönüyordu Karbehe’de. Mızraklılar ise düşman süvarilerini ölüme mahkum etmişti çoktan. Atların kişnemeleri, piyadelerin süvarilerle karşılaştığı an şiddetle artıyordu. Hızla gelen düşman atlılarına, bir grup mızraklının tuzağı görülmeye değer bir hal alıyordu. Mija’nın emri ile gerilen mızraklar, atların boyunlarına geçiriliyor, yere düşen askerler yine mızrağın bir ejderha dişini andıran keskinlikteki ucu ile gönderiliyorlardı sınırsız yeraltına

      Bartor ise atından damlayan kanlara aldırmadan kıyım gerçekleştiriyordu adeta. Hızlıca sürdüğü atının üstünde, savurduğu çift kılıcı ile yarıp geçiyordu düşman saflarını. Sarayın giriş kapısında Merlin’i gördüğü zaman dizginleri çekiyordu. Merlin ise elinde ki devasa asası ile şimşekler çakıyor, alevler parlatıyor ve Bartor'un askerlerini yakıyordu zevkle. Uzunca boyu, üstünde ayaklarına kadar süzülen yakut kırmızısı kaftanı göz kamaştırıyordu. Yakaları kulaklarına kadar uzanmış ve sırtında ise aynı renk pelerini vardı. Yüzünün tamamı ve giysisinden görünen elleri iskeletten ibaretti. Atından asalet kokan bir edayla indiğinde Bartor, çift kılıcını kınına soktuktan sonra, sırtındaki geniş kılıcını çıkarmak için hamle yapıyordu. Mija o anda direniş gösteren düşmanın kanı ile yıkanıyordu. Kılıç bırakanlara merhamet gösterilmiyor, dizüstü çökenlerin karşısında piyadeler saf duruyor ve saplıyorlardı mızraklarını düşmanın kalbine. Sur üstünde bir grup sancak taşıyıcı şehrin ele geçirildiğini bayrak sallayarak haber veriyordu generallerine.
 Bartor, bir elinde kılıcı, sessiz, hızlıca ve sinsi bir şekilde yürüyordu. Bir atın gölgesi gibiydi. Yıldırımlar gökyüzüyle beraber, Merlin’in asasında çarpmaya devam ediyordu. Kılıcının ucunu birkaç defa yere vurarak merlin’in dikkatini çekmeyi amaçlıyordu Bartor. Arkasını dönen Merlin, iğrenç suratıyla gülümsüyordu. Elindeki büyük asası buharlar çıkararak devasa bir kılıca dönüşmüştü. Saatler sürüyordu çarpışmaları. Kılıçları birbirine çarptığı an gökyüzü çığlık atıyor ve geceye birkaç saniyeliğine ışık veriyordu yıldırımlarla. Sanki Karbehe pislikten arınmak istiyormuş gibi yağmur şiddetle yağmaya başlamıştı. Merlin iyice gerdiği kolunu sertçe salladığında eğilerek sıyrılıyordu bu hamleden Bartor ve ani bir hareketle arkasına geçiyordu. Tam o an sessizleşti birden tüm şehir. Saray muhafızları şaşkınlık içinde yaşlı krallarına bakıyorlardı. Hafifçe başını öne doğru eğip, göğsünden dışarı çıkan kılıcın ucuna bakıyordu Merlin. Önce kılıcı çakıldı yere, sonra ise dizleri üstüne çöktü. Bartor'un sırtını vurduğu ayak darbesi ile yüzüstü düştü Karbehe toprağına. Bedeninden kara ışıklar ruhunu söküp alırken, sessizlik yerini zafer naralarına bırakmıştı. Kötülükten dolayı kararan saraya bakıyordu Bartor ve tebessüm ediyordu çenesinden damlayan kanlara aldırmadan"

  

 "İhtiyar. Bu hikayenin anlatılması lanet getirir topraklara" dedi hışımla tavernanın kalabalığından bir asker.

 Yaşlı bilge, karanlık köşedeki karanlık masasında duran, kartal işlemeli bakır kadehini yudumladıktan sonra koluyla ağzını sildi.

 "Biliyorum evlat. Biliyorum" dedi yılların eskittiği kırışık yüzünde gülücükle.

 Bu sırada tavernanın kapısı hızla açılmıştı. Gözlerinde dehşet dolu ifadelerle bir muhafız etrafına bakındı, sonra hancının masasında kendisine bakan komutanı Lemira'ya döndü.

 "Efendim. Davul kuleleri çalıyor. Samros yanıyor" dedi heyecanla, ellerini dizlerinde birleştirip derin ve kesik nefes alıyordu.

 Tüm gözler yaşlı adama dönmüştü. Gülümsedi yaşlı bilge, hızla tavernadan çıkan Lemira'yı izlerken.

26
Düşler Limanı / Ynt: Rüya
« : 17 Ocak 2013, 13:59:46 »
Haklısınız Menekşe Hanım. İlk yazdığım dönemlerdi. Hep aynı tepkiyi aldım neredeyse. Değiştirmeye niyetli değilim aslında. Hatalarım sürekli önümde olsun istiyorum.

Değerli yorumunuz için teşekkür ederim.

27
Düşler Limanı / Ynt: Resimleri Tasvir Ediyoruz
« : 16 Ocak 2013, 00:54:20 »
Arduvaz çatılı köhne bir kulübenin, ayaklarını gıdıklamaya çalışan şeffaf, hareketsiz ve bir ölü sessizliğinde akarsuyu izliyordum. Yeşilin yutmaya çalıştığı kahve tonlara bakınca üzülüyorum elbette. Oysa göğü bir mızrak gibi delecekmiş gibi yükselen çam ağaçları neşemi yerine getirmeye yetiyor. Bekçi bey de pek bir suskun. Başında bembeyaz kasket vardı. Hiç oralı olmuyor gibiydi. Üstündeki kahverengi bahçıvan gömleğinin beyaz düğmeleri dikkatimi çekmiyor değildi hani. Ama rahatsız etmek istemiyorum şu an onu. Mavi elbiseli sevgilisi gelmiş yine. Siyah mantolu kadının geceleri geldiğinden haberi yoktu sanırım. Ya birde arkasından bakarken terleten sarışın kadın. Susmalıyım en iyisi...

28
Düşler Limanı / Rüya
« : 16 Ocak 2013, 00:10:03 »
Kadın balkonun soğuk demirine dirseklerini dayadığında, içindeki ateşi söndürmeyeceğinin farkında idi belki de. Sokak lambasının altında çöplüğü karıştıran kedinin hışırtısı, yağan yağmurun aynı sokak lambasının ışığının etkisiyle muhteşem bir görsel şölene dönüşmesi ve suyun tekerleğin içinde kayışına istinaden çıkardığı feci derecede kafa dinleten sesi… Dikkatini dağıtmıyordu kadın. Sırtında battaniyesi ile elindeki sıcak kahvesine bakarken, gökyüzünün kime ağladığını merak ediyordu..Ne için kim için, neler anlam taşırdı ki ve o anlamların ne derece kimi ilgilendirdiğini düşünüyordu şimdi..Aslında kadın bakışlarını kilitlediği yerde olanlarla ilgilenmiyordu ve tüm hissettiği göğsünün üzerindeki ağırlıktı.. Dirsekleri halâ da soğuk demirlerde idi. Bir kaç yağmur tanesinin kahvesinin içine umarsızca damlaması bile sinirleniri bozmuyordu. ”Neden“diyebildi sadece, içinden geçirdiği düşüncesi dudaklarına yansımıştı. Oysa önceki gün, ondan önceki gün ve önceki günler, dudaklarını mühürlediğini ve asla konuşmayacağını söylemişti. Gece güzel bir etki yaratır insanda, hele birde yağmur yağıyorsa, yağmur suyunun ızgaralardan kanalizasyona  akarken çıkardığı ses ile birleşince damlaların kardeşlerine ulaşması, Mozart’ın senfonisini bile etkisiz kılıyordu…Nihayet kahvesini yudumlamak için elini kaldırdığında demirlerden, ağırlığın devam ettiğinin farkına varmıştı kadın..Yalnız olmanın verdiği sıkıntı değildi ki bu, “Daha öncede yalnızdım” dedi kendi kendine.Gitmesini istediği kaç kişi vardı ve kaç git denildiğinde kalmayı dilemişti ki. Yağmur devam ediyordu vurdumduymaz bir tavırla..Gözleri çöp kutusuna ilişti yine..Oradaydı hâla kedicik.Yalnız olsa da gündüz aynı şeyi yapamadığından gecesini birleştirmişti amacıyla.Kendi amacını düşündü, neden gelmeyeceğini ve neden halâ beklediğini, ne için beklediğini ve gelirse neler yapabileceğini düşündü. “Gelmeyecek” dedi..İçeri geçmek isterken, sokak lambasının altında bir karartı gördü kadın.Umursamadı ama kalbi çok hızlı atıyordu.Sırtından battaniyesi düşerken koşarak kapıyı açtı, elinde fincanı duruyordu. Ayakkabı terlik giymekle uğraşmadı, yalın ayak koştu karartıya. Kim olduğunu bile bilmediği karartıya doğru acımasızca götürdü onu ayakları..Yarım kalan kavgalarını sevdalarını düşünmeden koştu. Karşısında dikilmişti karartının, elinde kahvesi duruyorken gözyaşlarına karışıyordu yağmur damlaları. Hareket etti karartı ona doğru. Yüreği çıkacak gibi oldu yerinden. Konuşmayacak mısın halâ” dedi. Mühürlü dudaklarını açmalıydı, “Geldin mi?” dedi ağlayan gözlerle… “Hiç gitmedim ki” cevabını aldığı zaman hıçkıra hıçkıra ağlamaktan utanmıyordu..Omuzlarına düştü yanağı adamın.Elleri sırtında dolaşırken, gözyaşları yağmurdan daha çok ıslatıyordu adamı..Sıkıca sarıldı yüreğine, bir daha bırakmamak üzere yeniden ve bir daha sarıldı.. “Teşekkür ederim” diyebildi sadece, uyanmadan önce o rüyadan…

Sayfa: 1 [2]