Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Tenekeci

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 6
16
Ütopya/Distopya / Ynt: Kurma Kız - Paolo Bacigalupi
« : 19 Ekim 2016, 18:59:29 »
Bu tarz kitap kapakları okur profili oluşturmada çok önemli bir unsur.

Yahu çok zor değil bir sanat eseri olan kitabı, bir diğer sanat eseri olan illüstrasyonlarla süslemek. İlk baskı LOTR, İthaki basımı Zaman Çarkı, Hobbit arka kapak gibisi var mı piyasada? Ben hala göremiyorum o güzellikte kapaklar.

Varsa yoksa beyaz fon üzerine, bilindik fontlarla yazarın ismi ve kenar süsü gibi birkaç figür ile aldığı ödüllerin döşenmesi... Yahutta saniyelik üretimler ve mekanik çıktılar olan fotoğraflarla süslenen kapaklar.

Bunu bir rezalet olarak görüyorum ben. Eski kitapların koleksiyonculuğunu anlarım da, bu yeni kitap kapaklarının görsel olarak dergiden bir farkının kalmamış olması koleksiyon değerini de öldürüyor bence.

Öte yandan, bu ödüllerin yazılması normalde kitabı ve yazarını onore edebilen bir şey olurdu lakin, bizim çürümüş basım ve yayın endüstrimizde resmen yazara hakarettir bu. Aslında kabahatin tümü onların değil. Bizim okurun şekilcilik merakında. Zamanında Aşk kitabı pembe olduğu için, erkekler okusun diye siyah baskısının bile çıktığını düşünürsek...

En başta dediğim gibi bu tarz unsurlar edebiyat okur kitlesini şekillendirme ve yozlaştırmaya yönelik unsurlardır. Bir seçicilik ve kalite standardımız olmazsa bu gibi rezalet kapaklara ve bu kapakları hak eden rezalet kitapların basımına daha çok şahit oluruz.

Dahası bu rezalet kitaplar yanında rezalet bir kitleyi de getirir.

Bu konuda çok doluyum, bu nedenle böyle güzel bir kitabın başlığına patladım. Yeri gelmişken söyleyeyim dedim. Kurma kız harika bir kitap. Böyle bir kitabı böyle bir kapakla görmek ise sinir bozucu.

17
Kurgu İskelesi / Ynt: İleti (Esas isim: Radio Silence)
« : 19 Ekim 2016, 01:36:38 »
Gerçekten güzel bir kısa hikayeydi. Sonuç yaratmaktan çok, bir mesaj verme amacı taşıyan kısa hikayelere bayılıyorum. Küçük ve sıradan olması muhtemel olay örgüsünün içine etkileyici bir şeyler sığdırmak gerçekten düşündürücü ve zor çünkü.

Yazarına başarılar demek, çevirene de teşekkür etmek bize de. :)

18
Radyo Kulesi / Ynt: Ryuk'un Radyosu
« : 16 Ekim 2016, 18:06:54 »
Bu sefer kaçırmayacağım.

19
Tartışma Platformu / Ynt: Dünden bugüne benim EN;...?
« : 16 Ekim 2016, 18:06:14 »
Tek bir şarkı yazmak yanlış olur.
Aslında tam olarak istenilen buydu. Sadece tek bir şey yazmanızı istiyor liste, diğerleri arasında sivriltmeniz gerekiyor birini, en'iniz yapmanız. Özellikle yaptığım uyarıları hiçe sayarak vermişsiniz yanıtlarınızı hatta yanıtlarınız çoğu yapmak istediğime aykırı olmuş. Sadece başlığı okumuş olduğunuz fikrine kapıldım. :(

@Guy Fawkes bende ekşi sözlüğü epey seven biriyim hatta yazmayı düşündüm lakin gerçekten beğendiğim kadar ilgi gösterdiğim bir mecra değildi ama orada yazarlığın beklenilen bir şey olduğunu ilk kez duydum.

@Oliver_ benimde mekanı yazarken canım tatlı istiyordu ama sizden farklı olarak benim canım sürekli tatlı çekiyor  :-\ Demet Akalın'a da +1

Tersini yapmam mümkün değil ama madem öyle bir istek var ilk cevaplarımı esas cevap, daha sonrakileri de görmezden gelemediğim için yazdığımı düşünebilirsiniz.

20
Tartışma Platformu / Ynt: Dünden bugüne benim EN;...?
« : 16 Ekim 2016, 17:31:14 »
-Sevdiğim kitap : Vakıf serisi

-Sevmediğim kitap : Kapağı özensiz kitaplar.

-Beğendiğim yazar : Jules Verne.

-Beğenmediğim Yazar : İsim veremem lakin sadece birkaç yüz sayfadan oluşan bir meta yaratmak için yazan, ruhsuz eserler ortaya çıkaran, edebiyatın ruhuna sahip olmayan, olamayacak herhangi bir yazar.

-Sevmediğiniz yayınevi : 6.45

-Beğendiğiniz yayınevi : Yok

-Sevdiğim film : Ulysses Gaze

-Sevmediğim film : Tüm komedi filmleri

-Bayıldığım oyun : Diablo II

-Sevmediğim oyun : League of Legends

-Sevdiğim şarkı : Pink Floyd - Shine on you Crazy Diamond

-Sevdiğim müzisyen : Yngwie Malmsten

-Sevmediğim müzisyen : Saymakla bitmez. İsmini bilmediğim sevmediğim müzisyenler bile var.

-Beğendiğim dizi/TV programı : Yok

-Bulunmaktan keyif aldığım mekan : Ormanlar.

-Sevdiğim çizgi film/anime : Animelerden hoşlanmıyorum.

-Sevdiğim süper/anti-kahraman : Süper kahramanlardan hoşlanmıyorum.

-Faydalı bulduğum internet sitesi : Kendi web sitem.

21
Tartışma Platformu / Ynt: E-kitap Ve Normal Kitap
« : 02 Ekim 2016, 15:16:30 »
Teknolojik olarak birbirlerinden fazla ayırt edilebilmeleri zor. Çünkü işlevleri kısıtlı. Kindle Fire farklılaşıyor biraz o kadar. Onu da bir okuyucu olarak tavsiye etmem. İşlevlere gelirsek, e-ink ve arka aydınlatma ana özellikler. E-ink hepsinde olduğu gibi, arka aydınlatma olup olmaması belirleyici olur.

Bunları göz önünde bulundurunca, hepsi aynı hemen hemen. Arkadaşlarında dediği gibi ayırt edici özellik malzeme sağlamlığı. Bu konuda da bu işlerin öncüsü Amazon Kindle öne çıkar. Ama daha ucuz olsun ve dikkatli kullanırım dersen Kobo, Calibro gibi alternatifler çöp denemez.

22
Genel Kültür / Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
« : 30 Eylül 2016, 01:23:44 »
Bir fikrim var!

Bu konuyla ilgili bir radyo yayını yapalım mı :)


Destekliyorum... :)

23
Alıntı
Ya da bizlerin bu, farklı ırklar oluşturup, yeni kültürler yaratma ihtiyacı nereden geliyor? Çünkü iyice düşündüğümde, bu kadar yazar fantastik hikayelerinde yeni ırklar yaratmaya çalışıyorsa bu ya bir ihtiyaçtan kaynaklanıyor olmalı ya da herkesin beynine öyle yerleşmiş. Bu iş yeni ırklar yaratmadan olmaz bunun kaidesi buymuş gibi mi geliyor?

Farklı kültürlerin, farklı kültür kodları, davranış biçimleri, hayata bakış açıları vardır. Bu durum, dünya küreselleşme ve ortak bir kültür yaratma aşamasına girmeden önce insanoğlu arasında da önemli yer tutuyordu. Bir Moğol cinsiyet mevzularında çok açık olmasına rağmen, hemen komşu ve yaşayış şekli benzer bir kavim olan Türkler namus ve cinsi ilişkiler konusunda daha sıkı normlara sahipti.

Bunu çok daha betimleyici örnekler vererek açıklayabiliriz. Bir Amerikan yerlisini, bir Eskimo, bir İngiliz'i hedefe koyabiliriz. Afrika'nın yakıcı sıcaklarında vücudu kapatmayan ve üryan dolaşan kabileler ile birlikte, saçı bile örtmeni emreden Sami ırklarından bahsedebiliriz.

Ancak günümüze geldiğimizde, artık kültür kodları işlemekte zorlanıyor. Bizler küresel bir köyde yaşıyoruz, çoğumuz ingilizcenin ana dinamiklerini biliyor. Evrensel kıyafetler ve görgü kuralları var. İnsanlar arasında kültürel fark çok çok azaldı. Bu gibi bir ortamda bizler insanın farklı yönleri, farklı düşünce şekilleri geliştirebileceğini tahayyül edemiyoruz. Sorunun birinci ve ana kaynağı budur. Tahayyül sıkıntısı var.

Hatta şöyle söyleyeyim, çoğu fantastik eserde insanlar nereli olursa olsun, hep aynı dilde konuşurlar, birbirleriyle konuşma sıkıntısı çekmezler, bölgenin kendine özgü dili olsa dahi her zaman bir ortak dil vardır. İsterse o iki bölge birbirine çok uzak olsun. Bu önemli bir örnektir.

Ancak farklı kültürler bize günümüzde acayip gelir, böcek yiyen bir güneydoğu Asyalıyı, Afrikalı kabileleri yadırgar ve bambaşka bir gözle bakarız. Amerikan'a, İngiliz'e, Alman'a bakmadığımız gibi. Bizler farklı ırk oluştururken aslında karşımıza yine insanı alırız, lakin ona farklı bir kimlik verdiğimiz için önümüze kendi ördüğümüz tahayyül duvarını yine bu yöntemle aşarız.

İstediğimiz kadar ırk yaratalım. Karşımızdaki yine insandır. Hiçbir ırk yoktur ki fantazi edebiyatında, insansı duygular barındırmayıp, bir insan davranışını bize göstermesin. Bu Tolkien'de de böyleydi, izlenilen bu dolambaçlı yolu kötülemiyorum. Sadece artık kabak tadı verdi diyorum.

Bir Elf'in kendini beğenmişliği ve sonsuz öz güveni onda bir insan ışığı almamıza neden olmuyor mu? Orklar her ne kadar vahşi ve insanlık dışı görünselerde içlerindeki haset ve vahşet, insanlardan bir parça koparılmış gibi hissettirmiyor mu? En ekstrem olacağını düşündüğümüz örnek ise Tanrılar... Tanrı ırkı sadece fantazi edebiyatında değil, mitolojide bile, birer insanı ele alarak oluşturulmuş kurgular değil midir? Zeus'un kadın düşkünlüğü, Hades'in karanlık dünyası, Hephaistos'un sakat olduğu için kötü muamele görmesi, Hera kıskançlığı... Bunlar bize insanı göstermiyor mu?

Sözün özü... Bu yaratılan ırkların hepsi zaten insanı anlatmak için yaratılmış ırklar, bir paravan, bir perde. Günümüz dünyası, insanları bu şekilde tasnif etmemiz için fakir bir dünya. Yazarlarda bu konuda, böyle bir çözüm, böyle dolambaçlı bir yol görmüşler.

Renkli ve hikayeye zenginlik katan unsurlarda olmuşlar. Bence ırk yaratımının altında yatan gerçek budur. Ancak artık bu durumda kesinlikle kaçınılmalıdır. Biraz düşünüp, fantazyaya daha orjinal dinamikler katmak bu işle uğraşıyorum diyen herkesin boynunun borcudur.


Alıntı
Bir de harita mevzusu var tabii. Çoğunlukla harita olmadan da yapamıyor fantastik yazar kitlesi. Yine ben de eskiden çok takılırdım harita meselesine. Bu yüzden yazamadığım, yazmaktan vazgeçtiğim hikayelerim oldu. Bu konu hakkındaki şimdiki fikrim şöyle: Ben yazmak istediğim şeyi yazabildikten, betimlemelerimi akla yatkın ve başarılı yapabildikten sonra okurlarıma gözle görülür bir harita sunmayı istemem. Anlattıklarımla, betimlemelerimle okurumun düşünde ne çağrıştırıyorsam o öyle kalsın isterim. Zaten benim anlattığımı benim aklımda kurguladığım gibi doğrudan almasın okur, kendi hayal gücüyle orayı kendisi baştan yaratsın. Bana göre okura bir harita sunma ihtiyacı hissetmek "Ya ben anlattım ama o tam anlayamaz belki, bir de buradan baksın aklında tam otursun." gibi bir şey oluyor. Tabii bazen hikaye açısından iyi anlaşılabilmek şart oluyor, o da artık bizim yeteneğimize kalıyor.

Harita güzel ama bence hiçbir başarılı yazar kitabın metnini yaratmadan harita yaratmaya kalkmamıştır. Bu öncelikle hayal gücünün sonsuzluğuna koyulan bir sınırdır. Neden dersek, haritalar sadece denizleri, karaları ifade etmez, dağlar, nehirler, çöller ve benzeri her türlü iklimi ve yolculuğu etkileyecek dinamikleri de barındırır.

Bir bölgeyi buzul, bir yeri nehir yapmak, o bölgelerde geçecek hikayenin akışını daha kurguyu yazmadan etkiler. Hayal gücünüze sınır koyar. Bir harita yapıp yazmaya başladıysanız, ilerleyen bölümlerde bir şehirden yola çıkan bir insanın başına önemli bir olay geleceğini tasarladığınız halde ortada doğru bir coğrafi alan yoksa veya başka türlü daha iyi olacaksa, bu kurgunuza vurulmuş büyük bir darbe olacaktır.

Bu nedenle, kurgu sürerken haritadan çok, yazarın zihninde canlanan aktif bir harita hepsinden daha iyidir. Kurgu bittikten sonra bir harita sunmak ise elbette okur için oldukça iyi bir şeydir. Bu açık...

Bir de fantazi dünyasının zenginliğini yansıtma çabasından ileri geliyor bu ırk, dil, kültür, harita olayları falan. Çünkü haritalar gizem barındırır. Sen gidip kuzeydoğuya, medeniyetten uzakta, çöllerin arkasında tek bir kale koyarsan ve hikayede bundan bahsetmezsen, okur ister istemez sorar "orada ne var?" diye.

Burada kişinin ve hikayenin haddini bilmesi önemlidir. Bu bir Zaman Çarkı veya Silmarillion gibi bir hikaye değilse, kimse üzerine düşmez haritanın falan. Bu tarz görsel ve gizemli çaba yaratma numaraları ancak tutmuş hikayelerde ilgiyi daha da arttırmak için kullanılır.

Bu nedenle Zaman Çarkı serisinde "Shara neresi?", "Land of the Madmen neresi?" diye sorarım. Ama ilgimi zaten çekmemiş bir hikayenin haritası umurumda olmaz.

24
Tartışma Platformu / Ynt: Dizi,Film-Kitap İkilemi
« : 12 Ocak 2016, 15:14:14 »
Alıntı
Bence tepki daha çok kitabın kapağının dizinin/filmin afişiyle değiştirilmesinden kaynaklanıyor, ki bence de itici duruyor.

İhsan ağabeye katılıyorum. Esas itici olan budur. Zaten yayınevleri değirmenini döndürme üzerine iş yapar, vakıf hizmeti, kooperatif veya kamu kurumu değildir oralar. Adamlar kârına bakar...

Bu açıdan bakarsak, ölmüş insanın kitaplarının parayla satılması da yayınevlerinin işgüzarlığı olarak görülür. Yayınevi maalesef üzerine düşeni yapıyor kendini de sıkmadan. Belli bir kitlesi olan kitabı basmanın da manası yok. Bir kitabın ancak üç yüz kişilik bir meraklı kitlesi varsa kimse basmaz onu maalesef.

Mesela Sword of Truth, dizisi yapıldı, dizisinden önce de biliniyordu ki kaliteli bir seri ama Türkiye'de kaç kişi alıp okur kaliteli olmasına göre? Hiç kimse... Bu işler artık medyatikleşti, yazarın, eserin medyatik değeri daha ön planda, George R.R. Martin'in uğraştığı saçma sapan işler bile kaç satıyor halbuki, hatta boş sayfalı kitap çıkarsa o bile satılır.

Tavsiyem ise, Türkçe basım kitap bulamayanlar, lisanı varsa yabancı baskıdan okusun, lisanı yoksa okumaya çalışsın, en azından yabancı lisanı gelişir. Bu da bir adımdır. Zorlana zorlana günde bir sayfa sözlük-kitap arası ilerleyerek gitmek bile zamanla bir şeyler kazandıracaktır. Kitabın sonunda günde beş, on sayfa okuyacak duruma geleceksinizdir.


25
Tartışma Platformu / Ynt: Zaman Fakirliği
« : 10 Ocak 2016, 22:53:26 »
Bunun çözümü basit aslında.

Modern insan büyük ölçüde ekran bağımlısıdır, ben de bu yazıyı yazmadan saatler önce oturdum başına. Bunun farkında olup, ona göre tutum sergilemek daha iyi olacaktır.

Bence kendimize itiraf edemiyoruz ama ekran başında geçirdiğimiz süre azımsanamayacak kadar çok.


26
Notere yazının sana ait olduğunu onaylatıp, çevredeki yayınlara yollayabilirsin değerlendirilmek üzere. Eğer mali bir çaba göstermeden kendine ait olduğunu tescillemek istiyorsan, fakir adamın telif yöntemi diye bir yol var.

Bu yola göre kendi dosyalarını mail olarak kendine yolluyorsun. Tarihi, saati belli oluyor. Yahutta postaneden romanın taslağını zarflayıp kendi adresine yolla, zarfı açma.

Eseri çalınma riskine karşı korumak her zaman iyidir. Bu olduktan sonra değerlendirilmesi için yollayabilirsin.

27
Genel Kültür / Ynt: Dünyayı Kurtarmak İsteyen Var Mı?
« : 23 Aralık 2015, 22:59:15 »
Eğitim konusunda çok doluyum, ülke dışını geçtim, ülkemizde daha çarpık ve yararsız bir sistem var.

Öncelikle video başlığı ve içeriği hakkında yorum yapayım. Okullar kesinlikle yaratıcılığın geliştirilebileceği yerler değildir, ülkemizde okullar sonsuzluğu, sınırsızlığı bir kalıba sokmaya çalışır. Uzayı bir varile sığdırmaya çalışmak veyahutta uzayın bir varilde kapladığı yeri kadarını göstermekten başka yaptıkları hiçbir iş yoktur.

Senelerdir devam eden bu politikanın zararlarını şu senelerde fazlasıyla gören yüz binlerce öğrenci vardır, yüz binlerce öğrenci de böyle giderse görecektir.

Bizim klişe bir müdür tiplememiz vardır veyahutta öğretmen, müfettiş olabilir, bu sahne zihnimizde kolayca canlanabilir. Kırmızı burunlu, kalın kaşlı, gözlüklü, gömleği pantolonunun içinde şişman bir adam, "Aman efendim, burası ilim, bilim yuvası" diye serzenişte bulunuyor kendine karşı gelen kişiye...

Değildir efendim. Siz inanıyor musunuz liseye kadar verilen matematik, fenni bilimler veya sosyal bilimler derslerinin birer bilim edasında geçtiğini? Sonsuz matematik dünyasında farklı ufuklara açılmak yerine belli şablonların aşılamadığı bir müfredatın bilim yaptığına inanıyor musunuz?

Matematik bilimi yapmak, altıncı sınıfta matematik derslerini can kulağı ile dinleyip devamını getirip, yarıştan kopan insanlardan ayrılıp mühendis olmak mıdır? Bu konuya birazdan değineceğim. Soruya benim cevabım ise "değildir" olur. Kız arkadaşım öğretmen, üniversite, lise sıralarında yıllarca öğrenci davranışlarını gözlemledim. Öğrencilerin nelerle uğraştıklarına aşinayım.

Verilen müfredatın öğrenilip öğrenilmemesi kesinlikle şansa bağlı, çocuk şanslıysa öğrenir onu. Zeka veya kapasiteyle alakalı değildir. Birbirinden farklı zihinsel yapıya sahip, farklı öğrenme metotlarıyla eğitim görmeyen bir sürü yaratıcı zihin yok olup gidiyor her an bu ülkede. Yerine ise sanayi kalıplarından çıkmış iki üç prototipten başka bir şey kalmıyor.

Aslında pek yabancı değilsiniz, kimdir bunlar; Gözlüklü, gömlekli asosyal mühendis çocuk, sayısal bilmeyen, barajı geçerek sözel bölüme girmiş, geleceğin işsizi donanımsız sözelci, "takım elbise ve masam olsa yeter abi ya" düsturuyla iibf bölümlerine kaydolmuş trilyarıncı ekonomi öğrencisi ve benzerleri.

Bunun sonucu ne oldu peki? Her sene on binlerce mezun veren mühendislik fakülteleri var. Peki sektörün bu kadar mühendise, bu kadar kalitesizliğe ihtiyacı var mı? Herkes biliyor bizim kalitesiz mühendislerimizin kalkülüsü görünce tokat yemiş gibi sarsılıp okulu ancak beş senede bitirdiğini.

Yapılan şeyi sadece bir meslek olarak gören, mezun dahi zor olmuş, iki sene önce gördüğü şeyi unutmuş mühendisten beklentimiz nedir? Hadi onu geçtim, kendi üretim faktörlerini kullanıp bir çıktı yaratamayan ülkede mühendis ne halta yarar?

Bin liraya işe girip yok olan beş senesine acımakla geçen bir ömre yelken açmaktan başka bir işe yaramaz. İstanbul Ahmet Mehmet Üniversitesi, Niğde Domates Üniversitesi, Kapadokya Balon Üniversitesi, Biruni Üniversitesi ve benzeri üniversiteler açarsan oradan çıkan elemandan da bir şey beklememen gerekir. Herifler o kadar ilerletmiş ki işi, artık üniversiteye koyacak bilgin ismi kalmadı, hepsi kapılmış vaziyette. :D

Bu politika yüzünden, son yıllarda akademiden çıkan mühendislerin maalesef %90'ı vasıfsızdır, fabrikada çalışan amelenin o işten anladığından daha fazlasını maalesef anlamaz. Boş beleş ve kendilerini bir ilim biliyormuş zanneden ama hayatın tokadını bu saçma politika yüzünden son yıllarda yemeye başlamış kişilerdir.

Bu kişilerin durumu herkesin fırıncı olduğu bir ülkede ekmek satmaya benzer. Halbuki fırın için odunu kesen kişi olsa ona getirisi daha fazla olacak üretimin ve emeğin. Bunun suçunu doğruca insanlara atmak pek mantıklı değil tabii ki, ancak üniversiteye giriş çağı insanların aklı başında olduğu bir çağdır. Hiç kimse mi göremiyor, bu kadar insanın mühendis olması durumunda oluşabilecek krizi. Bu kadar mı körüz, ailemiz bu kadar mı kör, yanlış yönlendirmelere nasıl bu kadar kolay düşebiliyoruz?

Bir insan marangoz, tornacı veya inşaatçı olunca fahişe olmuş kadar neden utanıyor? Aileler neden zorla çocuklarını okutmak istiyor? Yahu ara işleri yapmak utanılacak bir şey midir, marangoz olmak kötü müdür veya bu ülkenin o işleri yapacak insana ihtiyacı yok mudur?

Bu soruların cevabı soruların içinde gizli. Lakin kurnazlık ve üst zümreye, a ve b sınıfına geçme hayali o kadar köreltmiş ki toplumumuzu, aslında gerisin geri daha alt sınıflara düşmekteler.

Öncelikle şunun farkına varmalı, her şehirde üniversite açmak o şehri ve bölgeyi ilerletmez. İkincisi, üniversiteye gitmek kimseyi meslek sahibi yapmaz. Herkesin burun kıvırdığı felsefe, edebiyat, tarih gibi bölümler üniversitenin köklerinden gelen, ana bölümlerindendir. Ancak bizde akademi kültürü olmadığından bunu takmayı bırakın, bilen bile yok.

Üniversite meslek edindirme yeri olmaktan çıkarılmalı, başlı başına bir bilim alanı olmalı. Akademi bilim yapma yeridir çünkü, birileri meslekte ilerlesin diye kendinden veren bir yer değildir.

Üniversiteye girmek maddi veya manevi şartlarla zorlaştırılmalı. Sınavları daha zor hale getirilebilinir. Ayriyeten aileler artık okumaya niyeti olmayan, afedersiniz salak evlatlarını ısrarla liseye, üniversiteye yollamayı bırakmalı.

Aklı bilime ve öğrenmeye çalışmayan insanlar ilköğretimden sonra mesleki okullara yollanmalı. Meslek lisesi değil bakın, mesleki okul. Çıraklık sistemine benzer ama köhne değil, bilimsel metotlara sahip ve mesleği tam manasıyla öğretip kişiyi iyi bir meslek erbabı yapan okullardan bahsediyorum. Türkçe, matematik öğrenmesine gerek yoktur mesleğin ara elemanı olacak kişinin.

İnsanlarında artık marangozluğu, tornacılığı şerefsizlikten farksız bir şey olarak düşünmesi gerekir. O kadar korkunç ki, evladı tornacı olsa üzüntüden kafasını duvardan duvara vuracak evlat sahibi!

Bu insanların kültürsüz bırakılması tamamen kendi eşeklikleri ve kendi önem vermezliklerinden kaynaklanır. Bu zümrenin aklı paradan başka bir şey değildir ama doğrudan doğruya haksız da sayılmazlar. Karnını zor doyuran, okuma yazma bilmeyen adamın kafasını da kırsanız, o gidip tiyatro izlemez, kitap okumaz.

Bu durum şu şekilde çözülür, üretim faaliyetini dengeli şekilde oluşturmanız gerek. Üreten, üretim esnasında çalışan ve onları denetleyen insan sayısı dengeli olursa üretim hızlanır, getirisi de fazla olur. Bu şekilde alt zümrenin sosyo ekonomik durumu da belli bir ölçüde artar.

Başka ülkelerde gayet kültürlü ve sanatkar marangozlar, torna ustaları, demirciler, tırcılar falan var. Hiçbir yerde görmesek, kitaplarda okumasak, belgesellerde bile görebilirsiniz bunları... Bunun sebebi o ülkelerde sınıfsız bir toplum veya kişilerin babadan kalma mirasları değildir. Yukarıda bahsettiğim dengenin oluşmuş olmasıdır.

Hem bu şekilde üreten sınıf kendini, "şerefsiz", "dışlanmış", "alt insan" gibi hissetmez.

Bir diğer sorun ise liselerdir. Liselerde vatandaşlık, dil anlatımı, albayların girdiği garabet ders gibi derslerin kaldırılması gerekmektedir. Bunlar boşuna zaman kaybıdır. Evvela dilinin kurallarını sekiz senede öğrenememiş öğrenci girmesin liseye, ne işi var ki, gitsin meslek öğrensin üretime katılsın. Vatandaşlık, milli güvenlik gibi dersler yerine modern hayata, bilgi çağına yaraşır, moderniteye uygun, "bugünün kavramlarını" nı anlatan dersler eklenmelidir.

İletişim bilimleri veya yönetim bilimlerine bu nedenle ekstra özen gösterilebilir. Yahutta İngilizce haricinde, Almanca, İspanyolca, Arapça veya diğer dillerde seçmeli, kayda değecek bir eğitim politikası gözlenmelidir.

Eğitim politikasında yapılacak değişiklikler, maddi israfı, zaman israfını, kişilerin emekleri ve yıllarının yok olmasına karşı yapılacak değişiklikler olmalıdır. Göz göre göre işe yaramayacağı veya hak etmeyen birisinin üniversite okuması israftan başka bir şey değildir çünkü.

28
Güncel / Ynt: Star Wars'u Neden Bu Kadar Seviyoruz?
« : 17 Aralık 2015, 19:57:36 »
Star Wars çok güzel bir yapım. Yıllardır da koltuğu sallanmıyor, devamlılığını ve yenilikçiliğini sürdürmüş bir baş yapıt. Ancak ben Star Wars'ın hak ettiğinden daha fazla değer verildiğini, abartıldığını düşünüyorum.


29
Tartışma Platformu / Ynt: Eski Çağlarda Ateş
« : 08 Aralık 2015, 23:13:29 »
Çakmaktaşı ve bir çakı...

Bu çakmaktaşı geniş bir tabir tabi, magnezyum içerikli taşlarla bile ateş yakılabilir. Bu ikili sıradan hayatta bir çocuğun cebinde olurdu, o kadar yaygındır yani. Hem kolay bulunur, hem de kolay kullanılır. Zaten endüstri denen şey o zamanlar yok, demircilik ve madencilik, tarım ve hayvancılık var. Tarım toplumlarında bu kadar kısıtlı alanların verdiği yarar fazla ama çeşitsiz olmayacaktır. Yerleşik veya kabile toplumlarında çakmaktaşı olmayan bir hayat düşünemiyorum.

Tanrı, tanrıça konusuna gelirsek, aradığınız tarihte Avrupa'nın hala büyük bir kısmı, Almanların büyük kısmı, Vikingler, Fin-Baltık kavimleri, Slavlar, bilhassa Türkler bu inanca sahipti. Avrupasından, asyasına, eski çağların en önemli unsuru olan dinlerin önemi yadsınamaz.

30
Elbette ikincisinden yanayım, akademik yayın olsa belki tartışılabilir bu ancak edebi yayınlarda bu konunun tartışılması bile farazi geliyor bana. Akıcılık, edebi tat olması lazım. Bu edebi tat zihinleri okşaması ve güzel duygular hissettirmesi gerekir. Düz çeviri maalesef okşamak yerine ıspatula ile beyinleri kazımaktan, saç baş yoldurmaktan ve kitabı baş ağrıları ile elden bırakmaktan başka bir şeye sebep olmaz. Kitabı okuduğunuzda zihniniz rahatlamış ve konu bir bütün şekilde kafanızda oluşmuş hissetmezsiniz. Aksine kazan gibi dolu bir zihinde, unsurlar, fikirler, kitaptan alınan mesaj net olmayan bir şekilde cirit atar zihninizde.

Sırf bu yüzden çok kitabı yarım bıraktım ki kitap bırakmaktan nefret ederim. Bir kitaba ara verdiysem eninde sonunda biter o kitap, zaman ne kadar geçmiş olursa olsun... Ancak kötü çeviriler kitap gibi değilde market dergisi gibi hissettiriyor insana.

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 6