Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Guy Fawkes

Sayfa: 1 ... 10 11 [12] 13 14 ... 17
166
Duyurular / Ynt: Ana Sayfaya Giriş Hatası
« : 11 Eylül 2016, 14:37:27 »
Böyle bir sorunla hiç karşılaşmadım. DNS ile ilgili herhalde.

167
Eğlence & Mizah / Ynt: Hayat Felsefeleri
« : 09 Eylül 2016, 16:06:17 »
"İntikam soğuk yenen bir yemektir."

Yanlış hatırlamıyorsam İspanyol atasözü. Aynı zamanda benim hayat felsefem.

168
Tartışma Platformu / Ynt: Mary Sue Edebiyatı
« : 08 Eylül 2016, 17:58:42 »
Aynı şey fiziksel olarak çok iyi görünen karakterlerde de var. Kısa boylu, çirkin veya kusuru olan karakterler neredeyse çok az. Herhalde yazar ve okur kaynaklı bir şey.

169
Müzik / Ynt: Şu Anda Ne Dinliyorsunuz?
« : 06 Eylül 2016, 17:41:19 »
Özellikle yağmurlu, soğuk havalarda dinlemeye bayılıyorum. Yazın sonuna yaklaştığımıza  göre kışlık şarkıları dinlemeye ufaktan başlayayım.

David Bowie - The Man Who Sold The World

170
Eğlence & Mizah / Ynt: Bugün Ben Şunu Öğrendim:
« : 06 Eylül 2016, 14:13:09 »
Bare Akor konusunda daha fazla çalışmam gerektiğini öğrendim.

171
Eğlence & Mizah / Ynt: Hayalleriniz?
« : 06 Eylül 2016, 14:11:56 »
Yabancı dilimi geliştirmek ve Amerika ya da Kanada'da yaşamak.

172
Tartışma Platformu / Ynt: Fantastik Edebiyat Klişeleri
« : 06 Eylül 2016, 14:10:35 »
Şehir fantazisi türü dediklere şeye yakın olabilir. Mesela 1.Dünya Savaşın'da geçen ya da Vietnam savaşı döneminde geçen fantastik şeyler yazılabilir. Günüzümde kısaca, belki daha eski dönemlere ait. Osmanlı'da, Eski Mısır'da vs. Ben daha beğenerek okurum.

173
Düşler Limanı / 5 Kuruş
« : 30 Ağustos 2016, 18:44:31 »
  Cüzdanın karanlık ve soğuk bir köşesine bırakılıp unutulduğum günleri anımsıyorum. Ne zaman olmuştu bu hatırlayamıyorum çünkü üzerinden uzun mu uzun bir zaman geçti. Ufak tefek, değeri olmayan metalik bir cisimciktim işte. Ne alışverişte kullanılırdım, ne gösterişte. Bana sakız alınacağı zaman iş düşerdi. Şans bu ya, benimki de sakız almazdı! Arada bir ekmek almaya gider, hiç sevmediğim birlikleri kullanırdı. Pek mutlu olurdum onları kullanınca. Gece gündüz, ara vermeden çene çalardı bunlar. Hiç sevmem böyle tipleri; adam akıllı şeylerden bahsetselerdi bari. Peşlerinden koşup duran yirmi beş kuruşlar varmış da, elli kuruşlar da az değilmiş de, bilmem ne. O zamanlar uykusuz geçen gecelerimin tek sorumluları.

  Arada cüzdanın diğer tarafından da konuşmalar işitirdim. Büyük paralardan bahsediyorum tabii; yirmilik, ellilik ve yüzlüktür isimleri. Efendim diye hitap eder saygıda kusur etmeyiz. Tanrıların tanrısı iki yüz liraya  iman ederler. Onların dediklerini ikiletmemek önemlidir. Sicilleri pek kabarıktır. İnsanları görünüşleriyle etkilemede ustadırlar, dolandırıcılıkta onlar kullanılır, hırsızlarla araları pek iyidir. Sayısal loto ve kumar, onlardan sorulur.

  İlk kez kaçmayı düşlediğim gece şu konuşmalarını duymuştum; "Geçen kızlarla geziyormuş bizimki," diyordu ellilik. "Eee, sonra?" diye koro halinde soruyordu diğerleri. "Kızlarla içmişler yemişler, sonra bir bakmış ki kızların eli cüzdanlarına gidiyor; 'aman!' demiş, durun bakalım. Şak diye çıkarmış bizim yüzlük Hasan'ı, koymuş masaya. Onunla ödemiş hesabı."

  Diğerlerinden şaşkınlık nidaları. Bazıları isyan ediyor, "Biz ne zaman doğru düzgün bir şey için kullanılacağız," diyorlar.


"Şu herifin leş cüzdanından bir çıkabilsem..." diyor sesi yirmiliğe benzeyen. "Bunaldım yahu!"

  
  Diğerleri de ona katılıyor. Ben ses çıkarmıyorum, zaten ne haddime?! Ben yıllardır o berbat yerde beklerken ,bu kendini beğenmiş yeşil kağıt parçası iki günde isyan ediyor. Neymiş, cüzdan çok kirliymiş. Benim rengim solmuştu, üzerime nem kokusu sinmişti. Yine de gıkımı çıkarmamıştım.


"Haklısın, hem de çok haklısın," diye hak veriyor biri isyanına. "Bir fırsat bulup düşüversek sokağa, hemen kapılırız zaten."


"Bazıları eline alıyor beni, inceliyor da inceliyor sonra tekrar yere bırakıyor abi!"


"Şimdi bizi alsa hırsızlık olacak, günaha direcek. Korkuyor kardeşim."


"Başlarım onun korkusuna," diye bağırıyor yeşil sipali. "Alacaksa alsın, günahını ben paylaşırım."


Gülüşmeler, şakalar... Keyifleri yerindeydi tabii.


  Cüzdanın katlanılacak bir hali kalmamıştı o zamanlar. Ne yapıp edip cüzdandan çıkmalı ve kurtulmalıyım diye düşünüyordum. Günün birinde cüzdanda tuhaf mı tuhaf bir hareketlilik sezdim. Gözlerim yeni aralanıyordu. Sıkıcı geçen zamanımı uyuyarak geçirdiğim günlerden biriydi sanırım. Cüzdanın içine nur dolu bir ışık dolmuş, karanlığı aydınlatmıştı. Nasıl olsa seni almayacak, boşuna ümit etme, yat uyu dedim kendime. Tam gözlerimi kapamış yüzlük paraların arasında yaşadığımı hayal ederek uykuya dalıyordum ki benim bulunduğum kısmın fermuarı açıldı. Benimki cüzdanı ters çevirince, müthiş bir çekim gücü beni aşağıya doğru çekmeye başladı. Çok güçlüydü, fazla dayanamadım. Saniyeler içinde cüzdandan yuvarlanıp sert kaldırım taşına çarptım. Bir süre yerde yuvarlandım ve debelendim. O kadar şaşkındım ki, ne olup bittiğini benimkinin şu sözlerinden sonra anlayabilmiştim:


"Hass! Burada para varmış lan!"


  Binlerce kez dua ederek şükranlarımı sunmuştum tanrıya. Tanrı dediğim, bizim iki yüz lira. O zamana kadar onu pek sevmezdim ama sonunda, dileğimi gerçekleştirince, ben de onu sevmeye, hatta ona iman etmeye başlamıştım. Benimki bir süre arayıp durmuştu beni. Sonra kırmızı bir araba gelmişti ve içindeki adam yanına çağırmıştı onu. Birlikte bir yere gidecek ve muhtemelen size bahsettiğim diğer paraları harcayacaklardı.


  Peki, sonra ne mi oldu? Buraya düştüm işte. Yaşlı, aptal bir kuşun midesindeyim. Beni yiyecek bir şey sanıp yuttu. Şunu üzülerek söylüyorum ki, buradan asla düşerek kaçamayacağım. Mecbur o bok yoluna girmek zorundayım galiba. Ne dersiniz, şansım var mı? Lütfen olduğunu söyleyin, çünkü burası o cüzdandan bile berbat.





* Lisede düzenlenen yarışma için yazmış olduğum kısa öyküdür. Yarışmada kelime sınırı vardı, o yüzden bu kadar yazabilmiş ve ikinci olmuştum. Burada paylaşmaya ve sizlerin değerli yorumlarını almaya karar verdim. Okuyanlara şimdiden teşekkür ediyorum.

Edit: Bazı yerler orijinaline uymasa da tekrar düzenlendi.

174
Kraliyet Meydanı / Ynt: Kütüphanemi Boşaltıyorum
« : 30 Ağustos 2016, 14:28:20 »
Evet, biliyorum. Aralarında çok merak ettiğim kitaplar var. Maaşımı verirse cimri patronum, onları almayı düşüneceğim.


175
Kraliyet Meydanı / Ynt: Kütüphanemi Boşaltıyorum
« : 30 Ağustos 2016, 14:17:04 »
Kargo mümkün mü?

176
Tartışma Platformu / Ynt: Tekrar Okumak
« : 29 Ağustos 2016, 14:09:00 »
Bitirdiğim kitapların çok sevdiğim, aklımda kalan kısımlarını tekrar okurum sadece. Bütün kısımlarını değil yani.

177
Şimdi şu konuda kafam karıştı: Fantastik kurguda herhangi bir şey yaratıyoruz mesela; din, ırk, mekan vs. Eğer dini inanışlarımız bunlara engel oluyorsa, bunun sadece fantastik edebiyatla sınırlı kalmaması gerekmez mi?

Yani çok dindar bir insan, fantastik kurguyu, yukarıda saydığım ırk, mekan gibi hayali şeyleri yanlış bulduğu için okumaz veya yazmaz. Aynı şeyi diğer edebi türlerde de yapmıyor muyuz? Onlarda da olmayan bir şeyi yaratabiliyoruz bazen.

Konuyu açan arkadaş da yaratmaktan bahsetmiş. Tarihi veya gerçeklik payı olan yazıları dışarıda tutarsak, tamamen kurgu olan yazılar da engel o zaman.

178
Kurgu İskelesi / Eornd Efsanesi - Deneme
« : 28 Ağustos 2016, 17:36:27 »

Giriş Bölümü - Anlaşma




Hava kararmış, gökyüzü göz alıcı parlaklıkta bir ışıkla bezenmişti. Kuzey ışığı derlerdi ona. Yolculuğu esnasında tanıştığı tüccarlar, kiralık askerler ve kelle avcıları, ışığı gördüğünde çok dikkatli olması konusunda önemli uyarılarda bulunmuşlardı. Nedenini merak edip sorduğunda, kiralık askerlerden biri: "Kuzeydeki dağların kötülükle dolu karanlık köşelerinde uyuyan Galzra'nın ışıltıyı sevdiği söylenir," diye açıklamıştı. "Dikkatli olman gerekir savaşçı, Galzra sadece bir ejderha değildir aynı zamanda kadim bir büyücüdür."


Mavi ve yeşilin muazzam bir ahenkle karıştığı ışığa bakarken o sözleri hatırladı. Günlerdir yoldaydı. Öyle ki geceyle gündüzü karıştırır hale gelmişti. Güvenilmez bir yabancının sözlerine kulak asıp geri dönemezdi artık. Sert kayalardan birine yasladığı kalkanını sırtladı ve ayağıyla küçük bir kar kütlesini ateşin üzerine doğru sürükledi. Zaten sönmek üzere olan ateş, pek anlaşamadığı soğukla temas edince çızırtı çıkarıp söndü.


Doruğa çıkan geçit dardı, sarp kayalıklarla doluydu. Eornd'un sırtındaki büyük kalkan fazlasıyla ağırdı. Bir savaşçının sahip olabileceği en güçlü kalkanlardan biriydi. Kuzeydeki orman halkındandı Eornd; bu kalkan da cömert kralı tarafından hediye edilmişti ona. Bir yandan sarp kayalıkların arasından ilerleyip uçurumdan düşmemek için dengesini korumaya çabalarken bir yandan da kalkanına mukayyet oluyordu.


Geçit sanki hiç bitmeyecekmiş gibi uzayıp duruyordu. Eornd dinlenmek için ara verdiğinde yolun sonunu görmeye çalıştı ancak görebildiği tek şey zifiri karanlıktı. Günlerdir karanlıkta yol almaktan gözleri körelmişti. Renkli veya parlayan bir şey görse dayanılmaz bir acıyla yanmaya başlardı. Gözlerinin sağlığı açısından karanlığın önemli olduğunun farkındaydı ama yolun ilerisinde onu bekleyen şeyi nasıl görecekti? O esnada ustasından ödünç aldığı küçük kılıç geldi aklına. Ustanın söylediğine göre eğer sihirli cümleyi doğru telaffuz ederse, karanlığı gündüze çevirecek bir ışık saçarmış. Usulca çekti kılıcı deri kınından ve şöyle dedi: "Grolozaan, unnindein!"


Ancak en ufak bir ışıltı bile olmadı. Söylemesi çok zor bir cümleydi, belki yanlış telaffuz etmiş olabilirdi. "Grolozaan, unnindein!" Ardından tekrar: "Grolozaan, unnindein!" Bunu birkaç kez daha denedi. Yolculuğu yüzünden zihninin bitap düşüp cümleyi unutması korku verici olurdu. Zira aynı cümle kilitli kapıları açabiliyor, dev trolleri taşa çevirebiliyordu. Karşısına troll çıksa ya da yolunu kesen bir kapı, yapabileceği hiçbir şey yoktu. Cümlenin Grolozaan ile başladığını anımsıyordu, peki bitişi? Sonu hep aynı şekilde aklında kalmıştı ama o da yanlıştı.


Öfkeyle kılıca baktı. "İşe yaramaz demir parçası!" diye bağırdı. "Sana emrediyorum, Grolozaan, unnindein! Sahibine itaat et."


Bu sözler üzerine kılıcın sap kısmı dayanılmaz bir ısıyla tutuşmaya başladı ve Eornd son anda yere kılıcı atarak elini yanmaktan kurtardı. Kılıç önce sivri bir kayaya çarptı, ardından gürültüler çıkararak uçurumdan aşağıya düştü. Eornd büyük kayalıklardan birine sarılıp uçurumdan aşağıya bakmaya çalıştı. Derin bir iç çekerek ofladı. Kalkanı dışında kendisini koruyabileceği hiçbir şeyi yoktu şimdi. Üstelik iyi bakılması şartıyla ödünç verilen bir eşyayı da kaybetmişti.


Yüreğini pişmanlık ve huzursuzluk kapladı. Ancak ümidini yitirmemişti. Yola kaldığı yerden devam etti. Sarp kayalıkları aştı, kaygan taşların üstünden atladı ve karanlığa doğru adım adım yaklaştı. O karanlığa yaklaştıkça yeraltının derinliklerinden geliyormuş gibi boğuk bir ses doldu kulaklarına. Tam emin olmasa da hırıltıya benzer bir ses olduğunu düşündü. Hasta bir insanın hırıltısı. Sonra bu ses, yanan odunların çatırtısıyla karıştı. Eornd giderek meraklanıyordu. Kendisinden başkasının bu dağlarda yolculuk yapacağını hiç düşünmemişti.


Karanlığın ortasına daldığında, etrafı, dev sütunların üzerine kazınmış Runik yazıların büyülü ışığıyla aydınlandı. Eornd anladı: sonunda dağın doruğuna ulaşmıştı. Adımlarını daha dikkatli seçerek tapınağı andıran yapıya doğru ilerledi. Çok eski zamanlarda büyücülerin insanlar için iyilik ya da kötülük dilediği bir tapınaktı bu. İlk çağlarda çok görkemliydi ama şu sıralar yer yer dökülmüş, harabeden beter görünen kısımları vardı. Üzerine binen ağır karları taşıyamıyordu. Beyaz renk taşları kül rengine dönmüştü, kapısı ise güçlü balta darbeleri yüzünden zedenlenmişti.


Heyecanla büyümüş gözleri çevreyi inceliyor, küçük kulakları sesleri dinliyordu. Hırıltıyı andıran ses kesilmişti ama diğer ses hala devam ediyordu. Eornd ay şeklini andıran büyük kayanın ortasında bir parıltı fark etti. Kalkanını omuz hızasında tutup oraya doğru ilerlediğinde yanan ateşi gördü. Birileri ondan önce buraya ulaşmış ve bir ateş yakmış olmalıydı.


Eornd'un merakı katlandı. Aynı zamanda oldukça şaşkındı. Kadim büyülerle dolu olduğu söylenen buralarda pek insana rastlanmazdı. Buralara gelmek yolgezerlerin ya da büyücü avcılarının işiydi. Zaten Eornd da bir yolgezer olduğundan çıkmıştı bu zorlu yolculuğa.


Ateşin başına ulaştığında çelik kısmı bilmediği harflerle süslenmiş battal bir kılıç gördü. Usulca kılıcı yerden alıp inceledi. İşçiliği muntazam görünüyordu. Eornd kılıcın kar elflerinin diyarında dövüldüğünü sapta ışıldıyan simgeyi görünce anladı. Kar elflerinin en iyi kullandığı silah her zaman yay ve ok ikilisi olmuştur. Kılıcı sadece yakın dövüşe girmek zorunda kalırlarsa kullanırlar. Üstelik kuzeyli insanları pek sevmezler. Bunları oldukça iyi bilen Eornd, kılıcı sımsıkı kavrayıp kendi etrafında döndü. Ateş hala yandığına göre yakında elf geri dönecekti.


Daha önceleri işittiği hırıltı sesi rahatsızlık verecek derecede arttı. Hatta artık kendi içinde duymaya başlamıştı. Kayanın hareket ettiğini, göz ucuyla, fark eder etmez arkasını döndü. Sonra sağında ve ayaklarının altında titrek bir ses daha hissetti.


"Ortaya çık elf! Göster kendini bana, senden korkmuyorum!" Sözleri oldukça tehditkardı.


Birkaç adım geriye çekilerek savunma pozisyonu aldı: sağ ayak ileride, kalkan omuzlarda, kılıç ise kalkanın üstünden ileriye doğru uzanmış. O anlarda gökyüzündeki sonsuz karanlığın içinde kötücül bir şey hareket ediyormuş gibi göründü gözüne. Burada kalıp elfi mi beklemeliydi yoksa tapınağa mı girmeliydi emin değildi şimdi. Kararsızlığı yüzünden öylece kalmıştı. Belki elfin de tapınağa girmiş olabileceği aklına gelince savunma pozisyonunu bozdu. Birkaç adım atmıştı ancak arkasından gelen ses durmasını emretti. Hırıltılı ve tok bir ses. Sıcak, çok sıcak bir nefesin varlığını hissediyordu arkasında. Eornd'un kılıcı ve kalkanı iradesi dışında yere düştü.


"Şimdi de bir yolgezer gelmiş ziyaretime, ne hoş."


"Kuzey ormanlarının kralından selam getirdim sana," diye karşılık verdi. "Tapınakta dua etme amacıyla görevlendirildim."


Arkasındaki kanatlı yaratık Eornd'un önüne uçtu. Kiralık askerin ona bahsettiği ejderha bu olmalıydı. Kara büyük kanatları, çelik gibi güçlü pullu vücudu ve kemikli, donuk bir yüzü vardı. Siyah gözleri öfkeyle büyümüştü, geniş burun deliklerinden duman çıkıyordu.


"Tıpkı elf gibi," dedi Eornd'a yaklaşarak, "sen de yalancısın. Büyücüler gittiğinden gayrı kimsecikler dua etmeye gelmedi buraya. Sende çok daha farklı bir amaç seziyorum kuzeyli adam."


"Dediğim gibi sadece dua edeceğim."


Yaratık onun etrafında dönmeye başladı.


"Belki öyledir, belki de değildir," dedi Galzra. "Kuzey ışıkları gökyüzünde belirdiğinden beri uyanığım. Senden önce Buzkent diyarından kar elfi geldi." Eornd çaresizlikle dinliyordu onu. "Bana tapınakta dua etmeye geldiğini söyledi ama ona inanmadım. Kılıcı vardı tıpkı seninki gibi, ok ve yayı. Oldukça saldırgan bir görünüş, dua etmeye uygun olduğu söylenemez."


"Şimdi nerede o?" diye bir soru yöneltti Eornd.


"Midemde," diyerek korkutucu bir yanıt verdi Galzra. "Vücudumun büyük bölümünü oluşturan kızgın ateşin içinde kavruluyor. Çok olmadı. Çığlıklarını hala duyabiliyorum."


Eornd pek fazla seçeneğinin olmadığını düşünerek cesaretini topladı, kılıcına uzanmak için hızla arkasına döndü. Ancak bunu çok önceden sezen yaratık önüne geçivermişti.  


"Ölmek için aceleci olma."


"Savaş benimle seni pis sürüngen!" dedi Eornd. "Seninle yüzleşmeye hazırım."


Duydukları hoşuna gitmiş olacak ki gülmeye başladı ejderha.


"Ben bu lafları çok duydum," dedi. "Kiminle karşılaşsam benimle dövüş diyor. Ben artık yaşlıyım." Eornd'u kokladı. "Kolay yoldan karnımı doyurmak varken niye zoru seçeyim."


"Demek bir korkaksın," diye bağırdı Eornd. "Tam tahmin ettiğim gibi."


Ejderha simsiyah kanatlarını olabildiğince açtı. "Tapınağa taşı almak için geldiğini biliyorum," dedi. "Kralın o taşı istiyor zira kendisi çok güçsüz. Kar elfleri güçlendi, ülkelerini sizden geri almak için dönecekler. Taş sahibine güç bağışlar ama benim kadim büyüm olmadan neye yarar ki! Demek istediğim şey cesur adam, benimle konuşurken kelimeleri dikkatli seç. Korkak, benim sevdiğim bir sıfat değildir."


"Sana en çok yakışan sıfat gibi göründü bana."


Galzra hırıltılı bir sesle kahkaha attı.


"Hem beni öldürüp hem de taşı alabileceğine inanıyorsan sen de koca bir aptalsın. Taş, büyüyle güçlenir. O büyüyü biliyor musun?"


Eornd çaresizlikle yaratığın gözlerine baktı. Ne yazık ki o büyüyü de unutmuştu. Kendisine ne kadar lanet etse azdı. Eğer görevini başaramazsa kralının ve ustasının güvenini yerle bir etmiş olacaktı. En kötüsü de vatani görevi başarısızlık suçlamasıyla idam bile edilebilirdi. İçgüdüleri ejderha ile bir anlaşma yapması gerektiğini söylüyordu ona.


"Pekala," dedi. Sesi çok güçsüz çıkmıştı. "Bir anlaşma yapalım: ben taşı alayım ve sen bana büyüyü söyle, karşılığında ne istersen yaparım."


Galzra, bir süre düşündü bunu. Yüz ifadesi memnuniyetle karşıladığını gösteriyordu.


"Oldukça makul," dedi. "Sana taşı verecek ve büyüyü söyleyeceğim ama..."


"Ama?"


"Kralın, kar elflerinin mağaralarında sakladıkları o donmuş altınları, zümrütleri ve yakutları bana teslim edecek. Atınların hepsini istiyorum yolgezer, hepsini!"


"Ancak, "diye karşı çıktı Eornd. " altınlar sadece birer efsane. Gerçek oldukları bile belli değil."


"Taş da bir efsane olarak bilinir," dedi Galzra. Eornd'dan çok daha bilgiliydi. Onunla konuşup haklı çıkmak çok zor görünüyordu. Kralı, kar elfleriyle savaşa girmek üzereydi. Buzkent'in güçlenmesine engel olunmalıydı. Eğer Eornd ikna edebilirse, savaş ganimeti olarak altınları alabileceğini düşündü. Ona sadece muhafızların sahip olabileceği kalkanı hediye eden cömert kralı, bu isteği geri çevirmezdi belki.


"Tamam, nasıl istersen. Altınları sana getireceğim, sen de bana taşı verecek ve büyüyü söyleyeceksin."


Böylece Galzra ve Eornd, diyarın kaderini değiştireceklerinden habersiz, anlaşmaya vardılar.




179
Yazarlar / Ynt: Patrick Rothfuss
« : 28 Ağustos 2016, 10:56:26 »
Parmaklarınıza sağlık, çok güzel olmuş. Kendisi samimi sözleriyle taktir ettiğim bir yazar. Gerçekten farkı anlaşılıyor kendisinin.

180
Aşkın Güngör tavsiye edeceğim size. Mutlaka bi' bakın.

Sayfa: 1 ... 10 11 [12] 13 14 ... 17