Soğuk bir yaz gecesi, Vahnis balkonunda oturmuş denizden esen ılık rüzgarlarla serinlemeye çalışıyordu. Polma yanında oturuyordu ve bir şeyler anlatıyordu, Vahnis ise sürekli kafa sallayıp dinliyormuş gibi yapıyordu. İçkiyi yine fazla kaçırdığı için eşi ne kadar önemli meselelerden bahsederse bahsetsin dediklerini anlayacak kadar kafasının parçaları bir araya gelmiyordu. Karnında bir gaz sıkışması hissedince uzunca ve güçlü bir şekilde geğirdi, ama bu bile kadını susturamamıştı. Başının dönmeye başladığını hissedince kalktı ve balkonun trabzanlarına yaslanıp şehrinden yükselen ışıkları inceledi. İç kabilelerin ateşlerinin etrafında hareket eden küçük siluetleri az çok seçebiliyordu. Deniz havası Vahnis’i biraz daha kendine getirmişti. Polma tam konuşmayı bırakıp Vahnis’in yanına gelip koluna girmişti ki uzaklardan kaşif borusunun tiz sesi duyuldu. Ellerinde meşalelerle otuz, belki kırk adam şehir merkezine doğru yürümeye başladı. Vahnis geldiklerini görünce gülümsedi ve uzunca bir süre gerindi. Neler bulduklarını çok merak ediyordu, sonunda gelebilmişlerdi.
Eşine hızlı bir öpücük kondurduktan sonra hızlı adımlarla Kabul Salonu’na indi. Kaşiflerden önce oğlu Klaark’ın salona gelmiş olduğunu ve masada tek başına oturmakta olduğunu gördü. Klaark da babasını görünce ayağa kalktı ve kısaca sarıldılar. Vahnis oğlunu dört gündür göremiyordu, ne yaptığı hakkında da hiçbir fikri yoktu ama o artık bir yetişkindi ve yapacaklarını önceden haber vermek zorunda değildi.
“Ortalarda yoktun kaç gündür. Başını belaya sokmamışsındır umarım. Biliyorsun babalar kızları hakkında pek bir hassas. Anlarsın ya.” dedi ve göz kırptı. Klaark da gülerek karşılık verdi.
“Şimdilik suçsuzum denebilir.” dedi oğlu.
Tam Vahnis tekrar konuşmaya başlayacaktı ki gönderilen kaşiflerin lideri odaya girdi. Vahnis adamı kucakladı. “Umarım güzel haberler getirmişsindir.” Dedi tehditkar bir bakışla. “Diğer türlüsü pek hoşuma gitmez. Anlarsın ya.”
Kaşif başıyla sertçe onayladı ve makine gibi görevdeyken gördükleri her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlattı. Daha fazla geyik, daha fazla demir, biraz da taş bulunmuştu. Onlardan daha önemlisi de attı. Daha askerlik eğitimlerine başlamamışlardı ama at süvari yetiştirmek için lazımdı, süvari ise kendi dünyalarından hatırladığı kadarıyla bir çok savaşın kilit noktasıydı.
“At murattır.” diye sesli düşündü. Kaşif onu da başıyla onayladı. Sonra da dokunduğu şeyleri boyayan bitkiden bahsetti. Vahnis’in hoşuna gitmişti, böylece daha renkli zırhlar, daha renkli silahlar, daha renkli yapılar yapabilirlerdi. At kadar acil ihtiyaç olan bir kaynak değildi, ama eninde sonunda elde etmek isteyeceği bir kaynaktı.
Adamı alnından öptü. “Ulu Tora formunuzu korusun. Beni mutlu ettiğiniz için mutlu olmayı da hak ettiniz. Bütün ekibini alıp sofraya geçin. Yeterince geyik etimiz var, sayenizde daha da çok olacak.”
Adamlarını yemekle baş başa bıraktıktan sonra girişini ve çıkışını kimsenin bilmediği, hatta görevi olmayan kimsenin varlığından haberi bile olmadığı bir odaya gitti. Odaya girmeden birkaç saat önce duvardan iki tuğla çıkartılıp içeri hava girmesi sağlanıyordu. Duvarlarda iki tane meşale vardı ve tek ışık kaynağı oydu. İçeri girdiğinde dört kişinin kendisini beklediğini gördü. Çok dikkat çekecek kadar iyi giyimli ya da kötü giyimli değillerdi. Halktan normal insanlar olarak görünüyorlardı. Hepsi hangi kabilelerde görevliyse onun rengini giymişti.
“Hatırlatın da bu odanın bir tuğlasını daha çıkartalım yoksa bu sıcakta entrika çevirmeyi bırakın geyik çevirme oluruz. Anlarsınız ya.” Casusların hepsi olabilecek en ciddi şekilde güldü. “Sorun çıkaran var mı, anlatın.”
Doğudaki Komsh kabilesindeki casus öne çıktı. Sakince anlatmaya başladı. “Son yapılan keşif çalışmalarında yer alamadıkları için alınmış durumdalar. Görev vermenizi umuyorlar. Reisin torunu oldu, kabile içi bir yemek vermeyi düşünüyor.”
Sonra kuzeydeki Poloja’nın casusu konuşmaya başladı. “Aynı şeyler Poloja için de geçerli. Görev bekliyorlar. Sadakatleri sarsılmış değil.”
Odanın desturu hızlı ve sade konuşmaktı. Herkesten gizli toplantı ne kadar çabuk biterse o kadar az dikkat çekerdi. Batı ve güney kabilelerinden sorun yaratacak herhangi bir haber gelmemesi Vahnis’i sevindirdi. Kabilelerin en azından yarısının sorgulamaksızın kendisine güvenmesi gerekiyordu. Daha yeni kurulmuş sayılırlardı o yüzden henüz korkulacak bir şey yoktu. Her toplantı bitiminde yaptıkları gibi casuslar teker teker asli görevlerini hiçbir koşul altında açık etmeyeceklerine Ulu Tora üzerine yemin ettiler, Vahnis hepsine teker teker teşekkür etti ve odadan çıktı. Tekrar kabul salonuna indiğinde oğlunun da kaşiflerle birlikte yemek yediğini gördü. Eliyle yanına çağırdı.
“Yarın Komsh’a gidiyorsun. Reisi benim adıma torunu için tebrik et, doğumu şereflendirmek için orada bulunduğunu söyle. Seni güzel karşılayacaklardır. Sonuçta benim oğlumsun.” Klaark soru sormadan görevi kabul etti. Kendi dünyalarında da bu tarz olayları çokça yaparlardı. Ama o zaman 14 kişi oldukları için daha önemsiz geliyordu göze. Şimdi ise Lider Vahnis size tek ve biricik oğlunu gönderiyorsa kendinizi önemli hissetmelisiniz demekti.
Odasına döndüğünde Polma’yı yatakta uyumak üzere buldu. Üstünü çıkartıp yanına yattı ve boynuna bir öpücük kondurdu. “Sabah hazırlan, birkaç günlüğüne Poloja’ya gidiyoruz. Bakalım baban ne yapıyormuş ve bizi ne kadar iyi ağırlayabilirmiş. Konsey bizsiz birkaç gün idare edebilir.” Duydukları Polma’nın hoşuna gitmişti. Yatakta yavaşça dönüp kocasına baktı.
“Ne fark ettim biliyor musun? Aslında o kadar da uyumak istemiyormuşum."
Hamleler:Sınır Genişletme x3: -6 Altın, -6 Kültür
Maden x1: -4 Üretim
Tarla x1: -4 Üretim
Toplam: -8 Üretim, -6 Altın, -6 Kültür