Kayıt Ol

Kitapların Kısaltılması ya da Sadeleştirilmesi Ne Kadar Doğru?

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Baştan söyleyeyim, burada söyleyeceklerim çocuklar için sadeleştirilmiş kitapları kapsamamaktadır

Bugün pek çok kitap çeşitli sadeleştirmelere ve kısaltmalara uğramakta. Bazı kısımları atlanıyor ya da dili ağır bulunup sadeleştiriliyor.

Şimdi soruyorum, bunu değerlendirebilecek ölçüde miyiz? Biz kim oluyoruz ki bir yazarın eserini, belki onun göz nuru olan o yazılı sevgilisini yargılayıp, adeta o esere tecavüz ediyoruz?

Söz gelimi dili halk tarafından ağır bulunur diye bir kitabı sadeleştirmek yazara yapılan bir saygısızlık değil midir? Ya da bazen şöyle yapılıyor (belli kitapevlerince), kitabın içinde geçen bazı unsurlar bizim kültürümüze ters olduğu için daha uygun hale getirilerek basılıyor (birkaç yayınevinin politikasıdır, isim vermek istemiyorum). Ancak, yazarın yazdığı dili sırf okuyucuya hitap etmez ya da ağır gelir diye sadeleştirmek veyahut kültürel etmenlerden ötürü değiştirmek gibi bir kararı, kişi nasıl verebilir?

Bundan en çok etkilenenler, şüphesiz ki, en başta dünya klasikleridir. Gariptir, bizi yıllarca korkuttukları üzere de ağır bir dilleri yoktur bana göre. Bizi korkutmaları ise aslında direk değil, tamamen bilinçaltımıza işleyerek olur. O kapaklarda düşülen "sadeleştirilmiştir" notunu göre göre beynimizin derinlerine doğru kara bir yol çizilmeye başlar. Dünya klasiklerinden kaç kişi kaçmıyor şu anda?

Bir başka durum ise, kitabı kısaltmak. Bunu yaşadığım bir olay ile anlatmak istiyorum. Savaş ve Barış adlı eseri 4 kitap halinde, her biri 500-800 sayfa arasında değişen bir 1970li yıllardan kalma baskısıyla okumuştum. O kitabı yıllar sonra "tek cilt" olarak bile gördüm. O tek cilt en fazla 500 sayfaydı, belki daha az.
Aynı durumu fantastik ve bilimkurgu eserleri de yaşıyor. Özellikle ilk çevirilerinde ciddi bir kısaltmaya uğruyorlar ve bunun sonucunda bazı yerleri atılıyor. Yazara saygıyı geçtim, okuyucuya saygı da yayınevinin ellerinde katledilmiyor mu?

Sözlerimi toparlayacak olursam, bana göre, değiştirilen, kısaltılan ya da dilinin "ağır" olduğu yargısına varılıp okuyucular için sadeleştirilen kitaplar onu yazan yazara ait değildir. Hayır, çünkü o aynı kurguyu başka bir biçimde ifade etmiş ve bazen de bizim okuma şansını elde edemediğimiz (atılmış sayfalar yüzünden) birkaç şeye daha değinmiştir.

Peki sizin bu konuya bakış açınız nedir?

Çevrimdışı magicalbronze

  • *
  • 4075
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Bunun en basit örneğini King'in yine en iyi eserlerinden It (O) çevirisi ile gözlemleyebiliriz. Yayınevi bildiğin yarısını atmış. Sanırım Arka Bahçe'nin çevirdiği Taht Oyunları'nda da böyle bir durum vardı.

Bundan da kötüsü bazıları orada yazmayan cümleleri kitaba eklemeleri. Hayır eklesinler, eğer gerçekten Türk okuyucusu için bir açıklama niteliğindeyse dipnot olarak eklesinler, ya da bu eklentiyi bir yerlerde belirtsinler. Ama bunu baştan savma şekillerde yaparak "Ne de olsa Türk okuyucusu anlamaz, ne verirsek onunla yetinirler." mantığıyla yapmak düpedüz ekmek yediğin yere ihanet etmektir.

Tabii teknoloji geliştiğinden ve artık internet ortamı çoğumuzun hayatında önemli bir yer kapladığından gerek bu tür platformlar, gerekse facebook twitter gibi sosyal ağlar ile kaba tabirle bazı yayınevlerinin yedikleri haltlar tüm okuyuculara kısa sürede ulaşıyor. Bu nedenle bahsedilen kısaltma, belli kısımlarını çıkarıp atma işlemini yaparlarken ikinci kez düşündüklerini varsayıyorum.

Kısaca şu anki fikrim eskiye nazaran bu konuda daha özenli davrandıkları. En azından benim gördüğüm kadarıyla böyle...
"Her neyse sahip olunan, doğar ve ölür.
Bu nefsi müziğin içinde sıkışmış herkes
İhmal eder ölümsüz aklın harikalarını."
- William Butler Yeats, "Sailing to Byzantium "

Çevrimdışı Narr

  • **
  • 115
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Bkz: Dante'nin İlahi Komedya'sının düz yazıyla çevrilmesi, İlyada ve Homeros'un düz yazıyla çevrilmesi, Don Kişot'un kısaltılması... Uzar da gider. Şimdi sadeleştirilmesinin ve kısaltılmasının 2 (belki daha fazladır) olabilir. Birinci olarak; masum bir şekilde çocukların anlayabileceği seviyeye getirmek, ikinci olaraksa okuyucuyu uyutmak, dolandırmaktır.
ilk hususun çok masum olduğunu düşünüyorum bu yüzden ikinci husus hakkındaki düşüncelerimi genişleteceğim: Çeviri becerisi. Shakespeare'in bir eserini bırakın eksiksiz bir şekilde, orijinal anlamını kaybetmeden çevirmek bile büyük bir meziyettir. Fakat bizim çevirmenlerimizin çoğu tam olarak o dile hakim bile değildir. En azından ben bir kaç kişi tanıyorum, bunu buna dayanaraktan söylüyorum. Hatta Kafka'nın Dava adlı kitabında bile adını vermek istemediğim önemli bir yayın evinin çevirisinde, karşılaştırmalı olarak okurken, bir bölümün tamamen atlandığına rastladım. Bu neredeyse "işini yapmak için yapan, hakkını tam vermeyi düşünmeyen" çevirmenlerin çoğunun yaptığı bir şey. Don kişotun 50 sayfada anlatımına rastlasam şaşırmam diyebilirim. Bazı iyi çevirmenler yok değil, var genelde çevirmene bakıp alıyorum kitapları. Yayın evlerini de unutmamak gerek. Bir kitabın belki 10 çevirisi oluyor. Bu çevirileri de bizler, yayınevlerine ve çevirmenlerine göre değerlendirebiliriz diye düşünüyorum. Sonuçta toplumumuz çok katmanlı ve kimisi güzel çeviri yerine üstün körü çeviriyi yeğler. Bu durumda onların da hakkını yememek gerek diyebiliriz; herkes, her zaman, mükemmeli istemeyebilir.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Bazı eserlerin sadeleştirilmiş versiyonlarının yayınlanmasına pek de karşı değilim aslına bakarsanız. Böylece hem okumaktan korkan / üşenen kişilerin o esere yanaşması hem de anlama kapasitesi henüz o kadar gelişmemiş küçük çocukların da okuyabilmesi sağlanabiliyor. Mesela Nutuk... Çok kıymetli bir eserdir ama bir ilkokul çocuğunun elinde eski kelimelerle dolu anlaşılmaz bir kitaptan öteye gidemez.

Yalnız bir de şu var. Sırf işgüzarlık olsun diye ekleme, çıkartma, kesme, bölme yapanlar var. Onlara şiddetle karşıyım işte. İyi bir amaca hizmet etmek için sadeleştirmek ayrı, tembellik ve satış kaygısı nedenlerinden kesip biçmek ayrı şey.
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Cubor

  • **
  • 144
  • Rom: 1
  • İthaki Yayınları Fantastik Kurgu Editörü
    • Profili Görüntüle
Meraklısı bilir, 1970'li yıllarda basılan Okat yayınları uzay serisi vardı. Bu muhteşem seriden 16 kitap çıkmıştı. Yaşım tutmadığı için basılmasından 7-8 yıl sonra keşfettiğim bu serinin bütün kitaplarını toparlayabilmek için Beyazıt sahaflarının altını üstüne getirmiştim. Bu kitaplar 150 sayfa ile 180 sayfa arasında değişen kalınlıklardaydı. Ve doğrusunu isterseniz umrumda değildi! Okuyabilecek başka birşey bulamıyordum ki, 1970 li yılların sonunda ve 1980 li yılların başında basılan Bİlim Kurgu kitaplarının sayısını duysanız ya inanamaz ya da kahkahalar atardınız. Fantastik Kurgu ise neredeyse hiç yoktu. İlk D&D kural kitabımı 1984 de mi ne rica minnet ABD den getirtmiştim.

O zamanlar orjinalleri en az elimdekinin 3-4 katı kalınlığında olan kitapların kısaltılmış hallerinden hiçbir şikayetim yoktu. Daha çocuk sayılırdım, türe olan ilgim yeni yeni tomurcuklanıyordu ve nasılsa başka seçeneğim yoktu.

1976 yılında, daha on yaşındayken, uzun bir tren yolculuğuna çıkmadan önce, Haydarpaşa Gar'ında tam trene binerken, dehşet içinde ailemin, sırf bu yolculuk için okumadan sakladığım Gordon çizgi romanlarını evde unuttuğunu keşfettim ve ağlaya zırlaya gardaki gazeteciden (o zamanlar kitaplar gazetecilerde satılrdı) Milliyet yayınlarından çıkmış olan Robotlar adıyla yayınlanmış olan, Asimov'un I Robot'unun çevirisini aldım.

Hayatımın en keyifli yolculuklarından biri oldu. Milliyet çevirisi nerdeyse hiç kısaltılmamış bir çeviriydi. Daha önce hiç bu kadar kalın bir kitap okumamıştım. 3-4 yıl sonra İngilizce kitapları çat pat anlar duruma gelince, daha önce 150 sayfalık versiyonlarını okuduğum kitapların orjinallerini almaya başladım.

İster 10 yaşında bir çocuk olarak, ister 15-18 yaşında yeni yetme bir delikanlı olarak ister bugünkü aklımla, o yılların çaresizliğiyle kabullendiğim Çağlayan yayınlarının Feza serisindeki kitapların, Okat'ın uzay serisindekilerin ve onlara benzer isimleri uydurulmuş, sayfaları kırpılmış kitapların bize ne denli büyük bir kötülük ettiğini anladım.

1987 yılında aldığım 468 sayfa uzunluğunda büyük puntoyla basılmış Stephen King'in "O" kitabının, üç ay sonra 1116 sayfa uzunluğunda ve küçük puntoyla yazılmış orjinalini aldığımda, yemeden içmeden iki kitabı yanyana koyup nasıl yapabildiklerini araştırdım.

Yapamamışlardı! Türkçe çevirisi ile orjinali bambaşka iki kitaptı. Oturup, Türkçe'sini okuduğum sürenin 10 katında filan orjinalini bir daha okudum.

Çocuklar için yapılmış, kısaltılmış versiyonlar bir yana bir kitabın içeriğini kısaltmanın, adını değiştirmenin, içeriği ile oynamanın yayıncılık ahlakı açısından hiçbir açıklaması ve affı söz konusu olamaz!

Bu bir tablonun dörtte üçünün siyaha boyanıp kalanının gösterilmesi, dokuzuncu senfoninin sadece bir partisyonunun bazı notaları farklı çalınarak dinletilmesinden ya da bir sinema filminin sadece başlangıç ve bitişteki 10 dakikasının gösterilmesinden bir farkı yoktur.

Türk yayıncılığı, henüz emeklediği, telif hakkı diye bir kavramın olmadığı dönemlerde bunu yaptı. Haydi bunu emekleyen bir bebeğin vazoyu kırması gibi değerlendirelim ama intenertin elimizin altında herşeye  ulaşmamızı sağladığı, insanlarımızın eskisi kadar yabancı dildeki literatürü takip etmekte zorlanmadığı 2011 yılı itibariyle, bunun tartışmaya bile değmeyecek bir konu olduğunu düşünüyorum.

Çok yaralı olduğum bir konu olduğu için biraz sert söylemlerde bulunmuş olabilirim. Ama bunları söyleyen içimdeki yayımcı değil, bir zamanlar çok zevk aldığını düşünüp sonradan kandırıldığını anlayan o küçük çocuk. Bu nedenle sürç-ü lisan ettiysem affola.
Needs of many outweigh to needs of few.
Spock