Bu seri hakkında söylenmesi gereken çok şey var. Rüzgarın Adı, son zamanlarda okuduğum en iyi fantastik kitaptı, hatta Yüzüklerin Efendisi serisini okumadığım için en iyisiydi. Kitap uzun diye canınızı sıkmayın, bitirince kısalığından yakınacaksınız.
Hazal ablanın da dediği gibi, gerçekten bu kitabın bir müziği var. Kitabı okuduğum an boyunca kulağımda bir ezgi vardı, ismi de Rüzgarın Adını Okumak olabilir mesela. Hatta kitabın hazzını katlamak için kısık bir müzik eşliğinde sayfaları çevirdim. Başta odaklanamıyorsunuz, ama sonra ikisi bütünleşiyor. Mesela kahramanlık bölümlerinde Regina Spektor-Hero olabilir, genel anlamda da Howard Shore-Purpose olabilir. Denna kısımlarında dinlediklerimi de kendime saklıyorum.
Öncelikle yazardan bahsedeceğim. Biraz garip gelecek ama yazar tüm birikimlerini, zekasını, fikirlerini, duygularını ve hayallerini resmen kusmuş bu kitaba. Üslubuysa oldukça hayranlık uyandırıcı ve özgün. Mesela, kitapta iki kişinin karşılıklı konuşmasında daha önce hiç duymadığınız yerler, isimler, kişiler ve mekanlar geçer, fakat Patrick Rothfuss açıklamaya bile gerek duymaz. Bence onun bu üslubu kitaba ayrı bir hava katıyor ve gerçekçiliğiyle birlikte iştah da arttırıyor. Ayrıca başlık anlayışı da farklı, bazen o bölümde öylesine söylenmiş bir kelimeyi başlık yapıyor, bazen de o bölümün tamamını tek kelimeyle özetleyen bir başlık yapıyor.
Kısacası, ileride Tolkien, George Martin gibi isimlerin yanında Patrick Rothfuss gibi bir isim daha duyacağımıza inanıyorum.
Kitaba değinirsek, arka bölümdeki o kısa paragrafın bende yarattığı etkiden sonra, kitaba beklentim çok büyük olmuştu, fazlasını da aldım zaten. O kadar akıcı ve kendine çeken bir kitap ki, sabahladığım, uykusuz kaldığım zamanlar oldu. Ama pişman değilim, yine olsa, yine yapardım.
Ayrıca yazım tarzı zenginliği de vardı, 1.tekil ve ilahi bakış açısı anlatımın iç içe olduğu bu kitapta, sıkılmanız gerçekten imkansız.
Bir de Ara Bölüm diye bir şey düşünmüş yazar, iyi de düşünmüş. Hem bir soluklanıp, analiz yapıyorsunuz, hem de Yoltaşı Hanı’nın sıcaklığı içinde sohbete dahil oluyorsunuz, onlarla birlikte hikayeyi değerlendiriyorsunuz. Ayrı bir ilgi çekiciydi Ara Bölümler.
Gelelim Kvothe’a. “a” eki kullandım çünkü yazar ikinci kitapta bir kesit okurken Kıvoft diye telaffuz etmişti yanlış hatırlamıyorsam, neyse. Okuduğum çoğu kitap arasındaki en sağlam karakterlerden biri. Müthiş derecede akıllı, hafızası koca bir halk kütüphanesini barındırabilecek derecede iyi, dili kırık cam parçaları kadar keskin, sesi taş kalpli adamları ağlatabilecek kadar dokunaklı, ve acıları insanı öldürebilecek derecede ağır. Fakat tüm bu müthiş özelliklerine rağmen bir Süperman değil. Kusurları var, hataları ve zayıf noktaları var. Ve en önemlisi bir arayış içinde: Rüzgarın adı. Onun hayatını bir destan haline getiren de bu sebepler. Aldığı lakaplar ise hayatını özetleyecek nitelikte. Bazıları Kralkatili der, bazıları Kansız, kimi hikayelerinde Beyaz Atlı Prens, kimi hikayelerinde ise… Neyse.
Fakat bu kitaptaki tek güzel şey başkahraman değil. Hikayenin geçtiği zaman ve yer, Orta Çağ ile paralellik gösteriyor. Çoğu fantastik kitapta bu böyle diyebilirsiniz ama bu kitapta daha bir iç içe. Hazal Ablanın da değindiği gibi yazarın göndermeleri de gözden kaçmıyor. Kilisenin tutumu ve kurnazlıkları, Tarbean’daki sınıf farklılıkları ve dış görünüşün saygı ve sevgiyi yönettiği şehirden anlıyorsunuz ki, kitap Orta Çağ’ın sosyal ve kültürel bir uzantısı niteliğinde.
Diğer karakterlere gelirsek, onlar da en az Kvothe kadar iyi yaratılmış. Hatta yazar Denna’yı Kvothe’un gözünden öyle güzel anlatmış ki ben bile aşık oldum. Üniversite karakterleri ise olması gerektiği gibi canayakın ve gıcık tipler. Dostum ve düşmanım böyle olsun, diye içinizden geçirebilrsiniz.
Neyse, yazımı burada bitireyim ve param yetene kadar Bilge Adamın Korkusu kitabının hayallerini kurmaya devam edeyim.
Bu arada Patrick Rothfuss’u Zack Galifianakis’e çok benzettim, ikisini yan yana getirip siz karar verin.^^