Kayıt Ol

L.H.T. // Bölüm III

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: L.H.T. // Bölüm II
« Yanıtla #15 : 19 Mart 2012, 12:24:26 »
L.H.T.
Bölüm II



Kafamı yavaşça yana doğru çevirdim. Bir çeşit camdan yapılmış, üzerine bulunduğum yerden bakılınca 1101 rakamlarının yazılı olduğu bir kapsülün içinde yatıyordum. Ellerim beceriksizce saydam cismin yan taraflarına bağlanmıştı. Oda koğuşumuzun aksine bembeyazdı. Elime bol gelen bağımdan kurtuldum. Tanrım ne kadar da zor olmuştu. Sanki üzerimde haftalarca filler tepinmiş gibi her yanım ağrıyordu. Yavaşça hareket ettim ve kafama bağlı olan onlarca kabloyu da takılı oldukları yerlerden çıkardım. Neredeydim böyle? Rüyada mıydım?

Yavaşça olduğum yerde doğrulmaya çalıştım. Zaten hızlı hareket etmem gibi bir şey söz konusu değildi. Üzerimdeki inanılmaz ağırlık hissine karşı koyarak güçlükle ellerimden destek aldım ve içinde bulunduğum cam kapsülü tüm gücümü kullanarak ittirdim. İstediğim kadar büyük bir güçle itememiştim ama cam kapsül kendi kendine bir tıslama eşliğinde açılmıştı. Ellerimi yatağın yanında duran çıkıntılı kısma attım ve yataktan aşağı atladım. Bu sırada koluma bağlı olduğunu sonradan fark ettiğim bir iğne derimi hafifçe yırtarak yuvasından kurtuldu. Saniyeler içinde koyu kırmızı bir kan tabakası ile kaplanmıştı.

Ne yapacağımı bilemez bir şekilde bakakalmıştım. Şimdiye kadar hiçbir yerim kanamamıştı. Aceleyle kolumu dirseğimden bükerek kendime doğru çektim ve kanayan kanı kısmen durdurmayı başardım. Bu sırada tahminimden de çok vakit harcamış olmalıyım çünkü dirseğim kan içinde kalmıştı. Sağlam olan kolumu kullanarak kendimi yataktan kurtardım fakat ayaklarımın üzerinde durmakta güçlük çekiyordum.

Başlangıç olarak başım fena halde dönüyordu ve görüşüm bulanıktı. Ayrıca yürümeye çalıştığımda fark etmiştim ki ayaklarım benim onları hareket ettirmek istediğim hızla hareket edemiyorlardı.

‘Bu kötü bir karabasan olmalı.’ diye düşündüğüm sırada, oda arkadaşımın inilti dolu sesi tekrar yükseldi.

‘Uyandığında onlarla savaşmalısın! Ayakların ve ellerin senin sözünü dinlemeyecek. Gözlerini bile zor açacaksın. Bir rüyada olduğunu sanacaksın. Sakın aldanma ve savaş onlarla! Gerçeklik orada! Yakala onu!’

Yerdeki beyaz karo taşlarının üzerinde sürünerek sesin geldiği diğer kapsüle doğru ilerledim. Yürümekten umudumu kesmiştim. Kollarımı ve bacaklarımı yerdeyken kısmen daha rahat hareket ettirebiliyordum.

Güçlükle üzerinde 1010 yazılı olan kapsüle uzandım ve açtım. Sağlam kolumla yatağın yanından destek aldım ve nefes nefese birkaç saniye durakladım.

Sayıklayan, deli oda arkadaşımın biraz yemek yese ve biraz kendine baksa, hep daha yakışıklı olacağını düşünmüştüm. Yanılmamışım. Çok çok daha iyi görünüyordu. Teni eskisi kadar beyaz değildi. Yüzüne resmen renk gelmişti ve daha bakımlı duruyordu. Gardiyanı öldürmemin üzerinden oldukça uzun bir süre geçmiş olmalı diye düşündüm. Aklıma gelen görüntü ile tüm bedenim tekrar titredi.

Vücudumu tamamen yatağın kenarına yasladım ve  kafasına bağlı kabloları tek tek çıkarmaya başladım. Sonuncusunu daha yeni çıkarmıştım ki büyük bir hızla elime yapıştı. Benim hayallerimde bile göremeyeceğim bir atiklikle yataktan yere atladı ve elimi bükerek arkama kıvırdı. Ben acıyla inlerken, hızla alıp verdiği nefesini ensemde hissedebiliyordum.

‘Sakin ol ben oda arkadaşın Meg! Hatırladın mı?’ diye yalvarırcasına söylendim. Kendi yatağımdan buraya kadar yürürken harcadığım bütün o enerji, kolumun acısıyla birleşmiş ve dayanılmaz bir hal almıştı. Dünya tekrar dönmeye başlamıştı ama bu sefer neyse ki duvarlar üzerime çökmeye çalışmıyordu.

‘Meg…’ dedi fısıldayarak elimi tuttuğu gibi hızla bırakırken, beni kendine doğru çevirdi ve gözlerimin içine baktı. Bir o yana bir bu yana merakla hareket eden göz bebeklerinde delilikten eser kalmamıştı resmen.

Yüzündeki tehlikede olan hayvanlara özgü sert ifade birden yumuşadı ve gülümseyip bana sarıldı. Sevinçten olduğunu düşündüğüm birkaç heyecan dolu nidanın arasından bana teşekkür ettiğini hayal meyal duyar gibi oldum ve kendimi tamamen onun kollarına bıraktım. Çünkü vücudum ayakta kalacak enerjiyi kendinde bulamıyordu bir türlü.

‘Ne kadar da aptalım. Bu senin gerçekten ilk yürüyüşündü. Senin için ne kadar zor olabileceğini düşünemedim.’ Bir yandan beni yavaşça yere indirdi ve yatağa yasladı.

‘Alarm çalmıyor bu çok ilginç. Demek ki bizleri gözetlemesi gereken kişiler meşgul. Birkaç dakika soluklan. Sonrasında bu yerden olabildiğince hızlı kaçmamız gerek. Yürüyebiliyor musun?’

Dediklerini anlamakta güçlük çekiyordum. Bu hiçbir işe yaramaz, sürekli sayıklayan çocuk nasıl olup da bu kadar zinde ve akıllı görünürken ben bitap düşmüş, çaresiz bir şekilde yerde yatıyordum anlam veremiyordum. Kolumdaki yaraya tekrar baktım. ‘Daha önce hiçbir yerim kanamamıştı.’ dedim anlamsızca.

‘Hiçbir zaman yürümedin, hiç konuşmadın, hiç duymadın ve hiç kan kaybetmedin.’ Diye onayladı. ‘Bunların hepsini konuşacağız ama önce bu lanet olasıca yerden bir an önce çıkmamız gerek. Söyle bana yürüyebilir misin?’ dedi bir yandan yataktan yırttığı beyaz bir kumaşı kanayan koluma sıkıca sararken. Beyaz örtünün ortasında küçük bir kırmızılık oluştu fakat daha fazla yayılmadı. Bir şekilde kanaması durmuş gibiydi ve daha da ilginci oda arkadaşım bunun nasıl yapıldığını biliyordu. O böyle şeyleri bilirken ben nasıl olup da hiçbirşey bilmiyordum? Nasıl olmuştu da uyanır uyanmaz etrafta sıçramaya başlamıştı?

Ellerini benden gelecek cevabı beklemeden koltuk altlarıma koydu ve beni bir bebekmişim gibi kaldırdı. Ayağa katlığımda tek kolumu omzunun üzerine attı ve birlikte odanın kapısına doğru yöneldik.

Ne yani mahkum değil miydik artık. Kapı açık mıydı?

Eliyle kapıyı kendinden emin bir şekilde ittirdi ve kapı beni hayrette bırakacak kadar kolaylıkla açıldı.

Bu olabilir miydi? Gerçekten de artık özgür müydük?

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: L.H.T.
« Yanıtla #16 : 21 Mart 2012, 13:27:10 »
Kısa ama güzel bir devamdı. Bu kısmın en güzel ve çarpıcı yeri hiç kuşkusuz Meg'in oda arkadaşının ilk bölümde gözümüze deli saçması gibi gelen sayıklamalarının bu kez çok feci derecede mantıklı gelmesiydi. Bakalım daha neler çıkacak bu merak uyandırıcı kurgunun altından.
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: L.H.T.
« Yanıtla #17 : 23 Mart 2012, 00:21:02 »
Açıklayıcılığı bir sonraki bölüme sakladım cakalım o bölüm muhtemelen bundan daha uzun olur. Okuyup yorumladığın için teşekkür ederim İhsan :)

Çevrimdışı Buzmavisi

  • **
  • 136
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: L.H.T.
« Yanıtla #18 : 25 Mart 2012, 09:39:49 »
İlk bölümü okudum. İyi yazılmış bir öykü. Yalnız bir filmden esinlenilmiş. Birkaç sene evvel izlediğim Island, yani Ada adlı filmle benzer konuyu işlemiş.

Zengin insanların organ nakli gibi ihtiyaçlarını falan gidermek adına, onları klonlıyorlar ve bu klonları bir adada tutuyorlar. Klonların da adadan kaçmamaları için, dışarıda hastalık var, falan gibi bir yalan uydurmuşlardı. Scarlet Johanson mıydı, o oynuyordu:) bir de şu Starwars'ta genç Obiwan'ı oynayan aktör vardı ismini unuttum:) Güzel filmdi. Filmin başında adada yaşayan insanların hayatını görüyordunuz, tuhaftı falan, acaba neden böyle olmuş diyordunuz. Burada da benzer bir şey olsa gerek, yedek falan deyince onu anladım.
Yepyeni bir fantastik serüvene hazır mısınız?
Anatolya Efsaneleri İlk iki bölüm pdf:http://www.mediafire.com/?uadhvz1vcgmqkct

Yeni Töre'nin ikinci yasası:
Umutlar, inançlar ve dilekler içlerinde bir parça mantık barındırmıyorlarsa hayatları kolayca mahveden boş yalanlara dönüşürler.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: L.H.T.
« Yanıtla #19 : 26 Mart 2012, 10:05:33 »
Esinlenme ve ilham alma iyidir. Ayrıca uzun zamandır yazılarını takip ettiğim için Malkavian'ın bunlarla sınırlı kalmayacağına ve bizi yine şaşırtacağına adım gibi eminim :)
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Buzmavisi

  • **
  • 136
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: L.H.T.
« Yanıtla #20 : 26 Mart 2012, 14:59:38 »
İlham alsın tabii. Zaten tam olarak aynı olay mı onu da bilmiyorum. Sadece o filmdeki hissi uyandırdı bende. Sonuçta zombiler bilmem kaç defa işlenmiştir, hala işleniyor. Bu konu çok yenidir birçok şeye göre. Devamını da okuyabilirsem bir ara daha iyi yorum yapabilirim.
Yepyeni bir fantastik serüvene hazır mısınız?
Anatolya Efsaneleri İlk iki bölüm pdf:http://www.mediafire.com/?uadhvz1vcgmqkct

Yeni Töre'nin ikinci yasası:
Umutlar, inançlar ve dilekler içlerinde bir parça mantık barındırmıyorlarsa hayatları kolayca mahveden boş yalanlara dönüşürler.

Çevrimdışı Galaxie

  • **
  • 375
  • Rom: 17
    • Profili Görüntüle
Ynt: L.H.T.
« Yanıtla #21 : 27 Nisan 2012, 02:16:04 »
İnanılmaz derecede beğendim :)

Çok sürükleyici, okuması kolay ve soru işareti-cevap ilişkileri çok yerinde. Birkaç senaryodan izler gördüm ama çok güzel bir şekilde harmanlanmış ve ortaya yepyeni ve özgün bir şey çıkmış.

Ben sadece kahramanımızın kız olduğunu anlamakta başta biraz zorlandım. Daha doğrusu onu erkek sandım diyebilirim. Koğuştaki arkadaşının erkek olmasından belki, Koğuş usülünde ayrı olur gibi düşünmüş olabilirim. Sonuçta anlayıp bir daha okudum problem ortadan kalktı.

Devamını merakla bekliyorum. Ve bir gün tüm öykülerini okumuş olacağım :D

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: L.H.T.
« Yanıtla #22 : 28 Mayıs 2012, 09:58:14 »
Buzmavisi: Konu benzerlikleri olabilir. Jack adında birçok karakter de birçok hikayede kullanılmıştır misal ama bence yeni yazılan bir hikayede karakter ismini Jack gördük diye 'yine aynı şey' sıfatı yapıştırmak doğru değil. Önemli olan bu yeni Jack'in hikayede ne yaptığıdır diye düşünüyorum.

Galaxie:
  Şimdilik iş temposundan pek vakit bulamıyorum ama küçücük bile zaman ayırabilirsem kendime devamını yazmayı ciddi ciddi düşündüğüm bir hikaye bu. Okuyup yorumladığın için teşekkür ederim.

Çevrimdışı Elerki

  • ***
  • 441
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: L.H.T.
« Yanıtla #23 : 18 Haziran 2012, 23:12:52 »
Malkavian,

Takip etmeyi sürdüreceğim. Gerçekten güzel kurguluyorsun bu hikayeyi. Kendi adıma çok zevk aldığım bir şeyleri kullandığını söyleyebilirim. Ayrıca, benzerlikler işin baharatı bence. Sonraki bölümü merak ediyorum.

Eline sağlık.
Let the Dragon ride again on the winds of time.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
L.H.T. // Bölüm III
« Yanıtla #24 : 23 Haziran 2012, 20:26:55 »
L.H.T.
Bölüm III



Kapının koluna uzanan eli tam açmak üzereyken aniden durdu. Hemen beni yarı taşıyıp yarı sürükleyerek kapının arkasına geçti ve tek parmağını dudaklarına götürdü. Aslında bunu yapmasa da konuşacak halim kalmamıştı.

Daha önce defalarca yürümüştüm ama hiçbir seferinde ayaklarım beni yarı yolda bırakmamıştı. Birçok kez koşmuştum ve şu pislik gardiyanın gözüne topuklu ayakkabımı sapladığım boğuşma gibi olaylar yaşamıştım ama hiçbirinde nefes nefese kalmamıştım. Hızla aldığım nefesler burun deliklerimde hafif bir yanma hissi bırakırken göğsüm inip kalkmaya devam etti. Kapının dışından gelen gardiyanların seslerini duyduğumda ise kalbimin gürültüsünü net bir şekilde kulaklarımda duyabiliyordum. Her şey o kadar net, o kadar ayrıntılı ve o kadar… Gerçekti ki!

Ama bir şey fark etmezdi. Gardiyanlar ne kadar uğraşırsak uğraşalım bizi bulurlardı. Onlardan kaçmanın yolu yoktu ve daha önce kimse denememişti.

‘Acele et. Bay Numberg bütün bölümün konferansta olmasını istedi. Ne kadar sıkı…’ Kapının dışından gelen konuşanların sesi giderek azaldı ve beni hayrete düşürerek sonunda duyulmaz hale geldi. Ne yani, bizi bulamamışlar mıydı?

‘Bu böyle olmayacak.’ Dedi hala beni omzunda yarı yarıya taşıyan oda arkadaşım. Üzerime baştan aşağı baktı sonra da kendininkine. Her nedense gardiyanların o nefret ve arzu dolu bakışları gibi değildi. Beni rahatsız etmemişti. Belki de hayatımda ilk kez birinin bakışından rahatsız olmamıştım.

Ben düşünürken beni duvara yasladı ve arkamda bir yerde duvara asılı duran dijital ekrana dokunmaya başladı. ‘Beni buraya tıktıklarında gözlerimi kapamadan önce görmüştüm. Her duruma hazırlıklı lanet olasıca L.H.T firması!’ bir yandan söylenmesini dinlerken arkamdaki duvarın sağa doğru kaydığını hissettim ve zorla yere kapaklanmaktan kendimi kurtardım. Enerjim yavaş yavaş eski haline geliyordu sanırım. Kenara doğru yuvarlandım ve kayan duvarın arkasındaki boşlukta duran kıyafetlerin asılı durduğu iki askılığa aptal aptal bakmaya başladım.

Oda arkadaşım tereddüt etmeden üzerindeki önlüğü çıkarıp sağdaki askılıkta duran giysileri tek tek üzerine giyerken ne kadar çabalasam da gözlerimi ondan alamadım. Altında ince beyaz bir şerit olan spor ayakkabılarının üzerine koyu, rahat kesim bir kot pantolon giymişti. Üzerine giymekte olduğu kısa kollu, koyu yeşil bir tenis gömleğinin düğmelerini ustaca ilikledikten sonra bana beklenti içinde bakmaya başladı. Duvara yaslanıp onu izlerken yanaklarımın yandığını ve kalbimin az öncekinden biraz daha farklı bir şekilde tekrar çarpmaya başladığını hissedebiliyordum.

‘Bir yıl sonra, aynı saatte seni buradan alayım mı ne dersin? O zaman belki giyinmiş ve hazır olursun…’ Bir yandan gülümserken sağlam olan kolumdan tutup beni kaldırdı. ‘Bak… Her şeyin sana çok saçma geldiğini biliyorum ama bana ayak uydurmaya çalış tamam mı? Buradan kurtulduğumuz zaman her şeyi açıklayacağım.’

Aslına bakacak olursam her şey saçma görünmüyordu. Sadece her şey değişikti ve bir şekilde eğlenceliydi. İçinde bulunduğum monoton hücreden, her sabah yaptığım aynı şeylerden, karşılaştığım sorunlardan farklı bir şeyler yaşıyordum sonunda. İçimde garip bir mutluluk vardı. Bana uzattığı askılığa bakmaya devam ederken tek elimi benim yerime alıp giysilerin üzerine koydu ve ‘Acele et.’ Diyip kapıya doğru yöneldi. Çok temkinli bir şekilde odamızın dış kapısını açıp sağa sola bakarken içimden küçük ama çok küçük bir parça giyinirken beni izlemesini istiyordu ve o küçücük düş bile hemen yanaklarımın kızarmasına sebep oldu.

Onun kadar ustaca ve hızlı olmasa da siyah, kısa şortumu ve beyaz gömleğimi giyindim. Güzel kırmızı tonlarıyla süslenmiş siyah spor ayakkabımı giyindim ve askılıkta son kalan  koyu renk fularımı boynuma doladım. Küçük bölmenin hemen yanında duran aynaya baktığımda kendimden fazlasıyla memnun kalmıştım ama yine de içimde kötü bir his vardı. Bu kıyafetleri her kim buraya koyduysa, nelerden hoşlandığımı tam olarak biliyordu. Bu düşünceyle rahatsız olmuştum ve oda arkadaşımın içeriden gelen sesi neredeyse yerimden sıçramama sebep olacaktı. Beni çağırıyordu ve ben özgürlüğüme geç kalıyordum.

Karıncalanması azalmış ayaklarımın üzerine hafifçe basmayı denedim ve başarılı olunca ilk kez yürüyen bir bebeğin mutluluğuyla kollarımı açıp gülümsedim. Kolunu bana doğru uzattı ve ben daha önce yapmamış olsam da elim otomatikman ona uzandı ve koluna girdim. Kapıdan çıktığımızda odanın aksine metalik bir renge bürünmüş ve beyaz ışıklarla fazlasıyla aydınlatılmış uzun bir koridora ulaştık. Bizimki gibi belki de onlarca kapı vardı. Her şeyi yeni görüyordum ama bir şekilde daha önceden tanıyordum. Bu nasıl olabilir bilmiyordum ve işin açıkçası uyandığımdan beri aklımda o kadar çok soru belirmişti ki ilk başta sorduklarımın ne olduğunu bile hatırlamıyordum. Bu seferkini de umursamadım ve ağırlığımı biraz daha fazla yanımdakine verdim. Sardığı kolumun sızlaması iyice hafiflemişti ve artık neredeyse hissetmiyordum bile. Yarısı önüne düşmüş kahverengi saçlarının arasından görünen gözlerine baktım çocuğun ve onlarcası içinde belki de tek aklıma takılan soruyu sordum.

‘Senin adın ne?’

Bana baktı ve gülümsedi. Tam ağzını açacaktı ki koridorun karşısından ayak sesleri duyulmaya başladı. Ellerim de vücudum gibi gerildi ve farkında olmadan kolunu fazla sıkmış olmalıyım ki yatıştırırcasına omzuma dokunup gülümsediğinde parmaklarımın acıdığını hayal meyal hissettim. Sert görünüşlü ve gardiyanlarınkinin bir değişik versiyonu üniformalar içindeki iki adam giderek bize yaklaşıyordu. İsmini hala bilmediğim oda arkadaşım 1010, rahat bir tavırla onlara doğru ilerlemeye devam etti. Ne yapacağımı bilmiyordum ama bir şekilde yanımdaki bir zamanlar deli olduğuna inandığım çocuğa güveniyordum.

Üniformalı adamlardan teki dikkatsizce etrafta gözlerini gezdiriyordu. Ta ki beni görene kadar… Beni görünce gözleri büyüdü ve heyecanla üzerini aramaya başladı.

‘Lanet olsun buraya kadarmış.’ diye düşündüm içimden. Gardiyanların bizi bulamadan kapının önünden geçip gitmeleri zaten büyük bir şanstı ama onlara doğru yürümek mi? Ne bekliyordum ki?

Gardiyan hızlı hareketlerle hala ceplerini yoklarken yanımızdan geçip gidecek olan eski yürüme rotasını değiştirdi ve boştaki koluyla arkadaşını dürterek beni gösterdi. İkisi de artık bize doğru geliyorlardı. Adam sonunda aradığı şeyi bulduğunu belirtircesine verdiği rahatlama dolu nefesle önümüzde durdu ve cebinden çıkardığı kalemi bana doğru uzattı. Yanındaki adam da onun kadar iri gözlerle bana bakıyordu ve onun elinde de bir kağıt beliriverdi.

‘Lütfen Bayan Meggie. Ben sizin hayranınızım. Şimdiye kadar çıkardığınız her albümü aldım ve odamda geniş bir koleksiyonunuz var. Ne olursunuz bir imza verin bana! Emin olun internette falan satmayacağım. Odamın başköşesinde sonsuza kadar saklayacağım!’ Bana uzattığının kalem olduğunu neyse ki çığlık atamadan birkaç saniye önce fark edebilmiştim. İlginç bir şekilde titreyen elinden, kendi titreyen elime kalemi aldım ve uzatılan boş kağıda daha önce defalarca pratik yapmış olmanın verdiği özgüvenle imzamı attım. Adam suratında tarif edilemeyecek kadar büyük bir gülümsemeyle yanımda oyalanmak istiyordu fakat bir yandan da benim vaktimi aldığı için rahatsızlık hissedip ağırlığını bir o ayağına, bir bu ayağına kaydırıyordu. Ayrıntılar… Eski hayatımda hiç dikkat etmediğim kadar çok ayrıntı o kadar karmaşık ve o kadar güzeldi ki.

Gülümsedim ve hafifçe başımı sallayarak koluna girdiğim 1010’u çekiştirerek yoluma devam ettim. Muzipçe bana baktı ve gülerken bir yandan kafasını kaşıyarak : ‘Evet sen tüm şehrin en çok satan albümlerine imza atan Meggie Dorien’ sin ve ben de David. Tanıştığımıza memnun oldum’ dedi ve kafasını kaşıdığı elini bana doğru uzatıp elimi sıktı. Yüzünde deminki adamınkine uzaktan yakından benzemeyen ve içimi ısıtan bir tebessüm vardı.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: L.H.T. // Bölüm III
« Yanıtla #25 : 26 Haziran 2012, 22:09:50 »
Güzel bir devam bölümü daha. Yeni cevaplar, yanlarına yeni soruları katarak gelmeye devam ediyor. Bu da merak duygusunu canlı tutmayı gayet iyi başarıyor. Keşke bu kadar uzun aralar vermek zorunda olmasan.
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: L.H.T. // Bölüm III
« Yanıtla #26 : 02 Temmuz 2012, 11:01:34 »
Keşke bu kadar uzun aralar vermek zorunda olmasan.

Keşke bu kadar uzun aralar vermek zorunda olmasam İhsan :)  Okuyup yorumladığın için çok teşekkür ederim. Bu kadar uzun süre ara vermiş olsam da birilerinin hala takip ediyor olduğunu bilmek güzel.

ama yakında benim de günlerim gelecek. Game of Thrones'da sıklıkla  dedikleri gibi: 'Winter is coming!'