Kayıt Ol

Gordon Borcha // Silvarath

Çevrimdışı Catrouble

  • **
  • 267
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gordon Borcha // Silvarath
« Yanıtla #30 : 30 Ağustos 2012, 17:58:32 »
Bu sabaha karşı saat 6:40 sıralarında Hadley Road’da korkunç bir kaza meydana geldi. Güney istikametinden gelen R.C yönetimindeki araç, fabrika işçilerini taşıyan otobüsün şeridi aşıp karşı yola geçmesiyle büyük bir çarpışma yaşadı. Otobüsün yoldan çıkıp şarampole yuvarlanmasıyla sonuçlanan kazada yaralı sayısının 13’ün üstüne çıktığı belirlendi.

….

18 yaşındaki bir kız dün gece saat 3 sularında kendini 3. kattan aşağı atarak intihara teşebbüs etti. Caddeden geçen bir vatandaşın S.M’yi fark etmesi üzerine ambulans arandı, acil müdahale sonrasında kız en yakın hastaneye kaldırıldı. Basına konuşmayı reddeden ailesi, S.M’nin durumunun kritik olduğunu söylemekle yetindi.

3. kattan atlayarak ölmek istemek mi? Kesin kandıracağı zavallı bir çocuğa seni çok sevdiğim için canıma kıymak istedim derken ailesine de büyük bunalımdayım, çok baskı kuruyorsunuz, dayanamıyorum artık ölmek istiyorum diyecektir. Eh nede olsa 18 yaşında bir kız çocuğundan başka ne beklenir ki? Herkesle oynamayı alışkanlık haline getirmiş ve sadece kendisini zeki sandığından hiç şüphem yok. Gerçekten ölmek isteseydi kesinlikle daha yüksekten atlardı, en azından ben öyle düşünüyorum.

Brezilya’nın Sao Paulo eyaletinde bir noterin, üç kişilik ‘medeni beraberliği’ resmi olarak tanıması tartışma yarattı. Yetkililer, kanunlarda bu tip bir sözleşmeye aykırı herhangi bir madde bulunmadığını belirttirken, noterin bu açıklaması bazı dindar kesimlerin tepkisini çekti.

Ah süper bir haber daha, genel kanının aksine ben ‘bir kadın – iki erkek’ kombinasyonunun ‘iki kadın – bir erkek’ten daha yoğun bir şekilde hayata geçeceğini düşünüyorum. Son yıllarda tanıdığım kadınlara bakılırsa şeytan tohumlarını yıllar önce dünyaya serpmiş olmalı, artık bir de yasaları var. Ne harika!

Yaklaşan yerel seçimlerle ilgili halka yönelik yapılan anketlerde şok edici sonuçlar elde edildi. Hepsi az sonra Sabah Bülteni’nde…

“Eee, bu seçimler oyun kime genç adam?”


Adama dikkatlice bakıyorum. Yaşı biraz ilerlemiş, saçlarına aklar düşmüş, iyi giyimli ve konuşmasından eğitimli olduğunu sanıyorum.

"1 dakika önce televizyonda duymamış olsaydım 'Yakında seçimler mi var ki' diye size sormayı düşünebilirdim." derken gülümseyerek adamın gözlerinin içine bakıyorum. "Güzel bir aday var mı bayım? Yoksa yine fazlasıyla çirkin adamlar tarafından mı yönetileceğiz?" Çayımdan bir yudum aldıktan sonra konuşmaya devam ediyorum. "Her gün bir başka yalan içinde yaşarken ve çoğu zaman gerçek diye bir şeyin varlığından bile şüphe ederken sizce yerel yönetimi kimin idare edeceği umurumda mı?"

Adamın anlam veremeyen bakışları karşısında birkaç lokma zeytin ve peyniri ağzıma attıktan sonra konuşmama devam ediyorum.

"Ben size bir soru sorayım bayım. Gerçekten, oyunuzu kime vereceksiniz?"

Çevrimdışı Madam Vio

  • **
  • 376
  • Rom: 16
  • "Each thing I show you is a piece of my death."
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gordon Borcha // Silvarath
« Yanıtla #31 : 30 Ağustos 2012, 21:20:01 »
“Ah, siyasetten soğumuş bir genç daha.”

Adam sırtını sıvazlayıp ‘afiyet olsun’ diye fısıldadıktan sonra seni rahat rahat kahvaltını yapabilmen için yalnız bırakıyor. Bu esnada diktatörden bir telefon alıyorsun.

“Borcha, neredesin?”

Bulunduğun kafenin yerini tarif ettiğinde yakınlarında kalan ulusal parka doğru yürümen söyleniyor. Sonunda paranı alacağın düşüncesiyle doğru düzgün karnını doyuramadan kafe sahibine hesabı ödüyor ve oradan ayrılmak durumunda kalıyorsun. Arabanı geride bırakıp yürümeye başladığında ise ikinci bir telefon geliyor: “Üzerinde beyaz bir gömlek mi var?”

Bir an için üzerine bakıp onaylıyorsun; ancak kendi “Evet.” cevabından sadece saniyeler sonra duyduğun atış sesleri ve ardına gelen kurşunlar seni bulmakta gecikmiyor.

Kanlar içinde yere yığılıyorsun.


Çevrimdışı Madam Vio

  • **
  • 376
  • Rom: 16
  • "Each thing I show you is a piece of my death."
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gordon Borcha // Silvarath
« Yanıtla #32 : 01 Eylül 2012, 18:12:52 »
Beyaz çarşaflarla sarıp sarmalandığın yerinden doğrulduğunda yataktan çıkan gıcırdama sesi seni olağandan fazla rahatsız ediyor. Başucundaki elektronik saatin fosforlu çubukları ise gece yarısı 3’e işaret etmekte. Bakışların hemen kenardaki yatağa kayıyor; odanı paylaştığın hastanın bulunması gereken yere. Ancak gözlerin pek de beklentilerini karşılamıyor çünkü diğer hasta ortalıklarda yok. Bu vasat altı yerde iki yataklı bir odada tek başına kalabilmenin pek mümkün olmadığını düşününce de, onun garip bir şekilde geç saatlerde taburcu edilmiş olduğuna kanaat getiriyorsun.

Ya da öldüğü için morga kaldırıldığına.

Biraz etrafına bakınarak odanın loş ışığı içinde kalan eşyaları seçmeye çalışıyorsun. Sağ tarafında, solmuş bir karanfil demetinin içinde bulunduğu yaprak desenli vazo ilk gözüne çarpan şey oluyor. Oda kapısı aralık ve tam karşısında kalan pencereler sonuna kadar açık olduğu halde içeriye hiç hava esmediğinden kendisi fazlasıyla sabit. Hatta yalnızca perdeler ya da kapı değil, hemen hemen her şey gereğinden fazla durgun gibi. Elindeki kumandaya rağmen televizyona hükmedemeyince ise, elektrik kesintisinin asıl endişelenmeni gerektirecek şey olduğunu anlıyorsun.

Ayağa kalkıp pofuduk hastane terliklerini giyiyorsun. Nerede olduğun düşünülürse, elektriklerin kesintiye uğraması ve jeneratörlerin devreye girmemesi hiç de doğal olmamakla beraber, ölümcül bir mesele de. Sonuç olarak, merak içinde koridora çıkıyorsun.

Bulunduğun koridor, en az korku filmlerinde olan sahnelerdeki kadar ıssız. Duyularından herhangi tekini harekete geçirebilecek en ufak bir değişiklik yok etrafında. Böylece şüphe içinde yürümeye devam ediyorsun. Ta ki, koridorun sağ köşesinde kalan ameliyathaneden sesler geldiğini işitene kadar. Konuşmalar belli belirsiz, bu yüzden yalnızca bir telaşe olduğunu sezebiliyorsun. İleride, solda, karanlığa gömülmüş farklı odalar mevcut. Asansör ameliyathanenin hemen yanında; ancak hastanenin ana girişine ulaşmak niyetindeysen, merdivenleri kullanmak zorundasın.

Çevrimdışı Catrouble

  • **
  • 267
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gordon Borcha // Silvarath
« Yanıtla #33 : 01 Eylül 2012, 21:14:45 »
Sabaha karşı 3.. Neredeyse bir gündür kendimde olmadan yattığım anlamına geliyor bu durum ve nerede olduğumu dahi bilmiyorum. Hemen sağ tarafımda gördüğüm karanfillerin solmuş olduğu gerçeğini değerlendirince bana gelmemiş olduklarını, muhtemelen benden çok daha uzun süredir burada olduklarını anlıyorum. Her kim için geldilerse o kişinin şuanda odada olmadığı ise kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımda duruyor. Elime kumandayı alıp televizyonda güzel bir şeyler açmayı ve içinde bulunduğum kasvetli havayı dağıtmayı planlıyorum. Gerçi yüklü para kazanmam gereken bir iş sonucunda para kazanmak bir yana vurulmuş olmam ve beni bir kere vurup öldürmeyi başaramamış adamların bunu tekrar deneyeceğini bilmek için çokta zeki olmama gerek olmadığını düşünürsek hayatımdaki kasvetli havayı dağıtmam pek mümkün değil gibi gözüküyor.

Kumandanın tuşlarına birkaç kere bastıktan sonra hastanede elektrik olmadığı gerçeğini fark ediyorum! İyi ama bir hastanede nasıl elektrik olmaz? Böyle bir şey mümkün olabilir mi? Terliklerimi giyerek neler döndüğünü anlamak umuduyla koridora çıkıyorum ancak koridora çıkmış olmak merakımı dindirmekten çok dehşete kapılmamı ve merakımın çok daha derinleşmesine neden oluyor. Yürümeye devam ettikçe ne olduğunu tam anlayamadığım sesler duyuyorum ve sesin geldiği odanın levhasına bakınca burasının ameliyathane olduğunu görüyorum. Elektriği olmayan bir hastanenin ameliyathanesinden telaşlı bir takım konuşmalar duymak ve odamdan buraya geldiğim süre boyunca hiçbir hasta, refakatçi, bakıcı, hemşire ve doktor görmediğim gerçeğiyle yüzleşmek tüylerimi ürpertiyor.

Dün gece gördüğüm rüyanın gerçekçiliğini düşününce şuanda içinde bulunduğum ortamında bir rüya daha doğrusu kabustan ibaret olabileceğini düşünsem de ortada olan şey hayatım olduğundan dolayı ciddi bir risk alamayacağıma karar veriyorum. Önümde iki seçenek var, ya doğruca buradan kaçabilirim ki akla en uygun gelen seçenek bu çünkü içinde bulunduğum şartların hiçbiri burasının gerçek anlamda bir sağlık kuruluşu olamayacağını bana açıkça belirtiyor. Şuanda aklıma bir organ mafyasının kaçak kuruluşlarından biri olabileceğim gibi şeyler gelse de bunlara hiçbir anlam veremiyorum, sonuçta Londra’nın ortasında vurulmuş bir kişi nasıl olur da kaçırılabilir ki? Belki de kolaylıkla yapılabilir, bilemiyorum.

Hastaneden kaçmayı başarsam dahi gidebileceğim tek yer olan evimde beni bulmaları hiçte zor olmaz ve ben bir hamle yapamadan, neler olduğunu öğrenemeden benim hayatta olduğumu öğrenirlerse fazlasıyla savunmasız kalmış olurum, bu nedenle kaçıp eve dönmeyi aklımdan çıkarıyorum. Geriye kalan seçenek ise neler olduğunu öğrenmek için en azından bir süre daha hastanede kalmak…

Korktuğum gibi Diktatörün ya da silahlı bir başka grubun elinde esir durumundaysam silahsız ve savunmasız olarak dolaşmamın intihar niteliğinde olduğunu varsayarak katta gezerek silah olarak kullanabileceğim bir şeyler arıyorum. Umudumu kaybetmek üzereyken yangın söndürme araçlarını barındıran bir köşe buluyorum. Hemen duvara asılmış bir şekilde duran baltayı alarak yol boyunca önüme çıkan odaları kontrol ediyorum. Hastanede başka bir hasta, hatta canlı olup olmadığı konusunda bilgi toplarken odaların penceresinden dışarı bakarak nerede olduğumu ve çevrede bir gariplik, hareketlilik ya da olağandışı bir sakinlik olup olmadığına bakıyorum. Keşfimi tamamladıktan sonra sessizce ameliyathaneye doğru ilerliyorum.

Çevrimdışı Madam Vio

  • **
  • 376
  • Rom: 16
  • "Each thing I show you is a piece of my death."
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gordon Borcha // Silvarath
« Yanıtla #34 : 02 Eylül 2012, 18:05:53 »
Zihninde kurduğun birkaç farklı tasarıdan sonra tek tek oda pencerelerinden dışarıya bakıyorsun ve her seferinde karşılaştığın şey olağandışı bir sakinliğin farklı renklerdeki görüntüleri oluyor. Şehir, adeta seni yutacağı zamanın gelmesini bekler gibi sessiz. Apartman altlarındaki camekân dükkânlar, yolların kenarına dizilmiş kafeler, gökdelenlerdeki alışveriş merkezleri, ev önlerindeki arabalar, parklardaki banklar, hatta devrilmiş çöp kutuları… Nahoş akıbetlerinden sonra terk edilmiş birer mabet misali kimsesiz kalmışlar adeta. Ara sokakların içlerinde kalan salaş barların yanıp sönen renkli tabelaları ve sokak lambalarının yetersiz ışıkları yüzünden gözünün alabildikleri de zaten bu kadarla sınırlı.

Pencere artlarındaki keşfin sona ererken ilgin seslerin yükseldiği ameliyathaneye kayıyor bir kez daha. Hastanenin bu köşesi, ameliyathane kapısının kristalize camı arkasından gelen loş ışık sayesinde az da olsa aydınlanıyor. Ancak bu, ötesinde neler olup bittiğini öğrenmen için yeterli değil.

Kolu yokladığında kapının kilitli olduğunun farkına varıyorsun. O an “Girilmez” yazısı sana göz kırpıyor.

Elindeki baltanın yarattığı ağırlık kollarını yorduğunda yeterince oyalandığına hükmediyorsun. Anlam veremediğin seslerden uzaklaşıyor ve hastanedeki ilerleyişini biraz daha devam ettiriyorsun. Artık hastanede kalmakla şehri kabullenmek arasında bir seçim yapmalısın.

Çevrimdışı Catrouble

  • **
  • 267
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gordon Borcha // Silvarath
« Yanıtla #35 : 03 Eylül 2012, 03:17:49 »
Keşif çalışmamın sonlanmasıyla beraber hastanedeki gariplikler üzerine duyduğum endişeler boyut değiştirip içinde bulunduğum ortam üzerine yoğunlaşmaya başlıyor. Hastanenin farklı cephelerine bakan farklı pencerelerden görebildiğim koca bir hiçliğin yanı sıra hastanedeki odaların hiçbirinde hasta veya görevli olmayışı da içinde bulunduğum durumu anlaşılmaz ve kaygı verici kılıyor. Görebildiğim tek hayat belirtisi ameliyathanenin içinde olsa da ilgimin sokağa kaydığını hissediyor ve merdivenlere geri dönerek aşağı iniyorum.

Hastanenin girişinde de kimsenin olmaması endişelerim konusunda ne kadar haklı olduğumu bir kere daha bana hatırlatırken yürümeye devam ederek kapıdan dışarı çıkıyorum. Her ne kadar sabahın erken saatleri olsa da hiçbir yaşam izine rastlamamak ciddi anlamda sinirimi zorlamaya başlarken yolda ilerlemeye ve nerede olduğumu anlamaya çalışıyorum. Gecenin soğuğu içime işliyor, sokak öylesine sessiz ve sakin ki sanki bir hayalet ordusu tarafından yutulmuş ya da bir zombi filmi gibi terkedilmişe benziyor. Bilinmezlik ve anlamsız sessizlik sinirlerimi daha da gererken belki de sadece geç saat olduğu için böyledir diye kendimi kandırmaya çalışıyor ancak başarılı olamıyorum.

Ağırlığıyla elimi ağrıtan baltayı omuzuma doğru atmış yürümeye devam ederken sokaklarda elinde baltayla bir hiçliğin içinde tetikte bir şekilde yürüdüğümü fark ederek gülümsüyorum. Gerçekten de bir zombi filminde gibiyim… Hava puslu olmasa da sanki pus ve yanık kokusuna benzer bir koku-tat aldığımı hissediyorum. Sokakta hiçbir ses yok, rüzgar bile adeta şehri terk etmiş, kediler ve köpekler kaçmış ve insanlar… Kim bilir neredeler.

Sokağın sonuna geldiğimde kesiştiği caddenin sağına ve soluna bakıyor yine de sorularıma bir cevap bulmayı başaramıyor, hiçliğin yarattığı gerginliğimi azaltamıyorum. Sol tarafa doğru ilerlemeye karar vererek sola dönüyor ve yürüme devam ediyorum. Nerede olduğumu, ne olduğunu, neler döndüğünü öğrenmek ve soru sorabileceğim birini bulmak umuduyla yolda yürürken her şeyin bir cevabı olması gerektiği konusunda kendimi şartlıyorum.

Belki de hastane çok kötü, hiç hastası olmayan ve elektrikleri kesilmiş bir yerdir. Belki de çalışanlar grev yaparak iş yerini terk etmişlerdir. Belki de kendimi şiddetle kandırmaya ihtiyacım vardır…

Çevrimdışı Madam Vio

  • **
  • 376
  • Rom: 16
  • "Each thing I show you is a piece of my death."
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gordon Borcha // Silvarath
« Yanıtla #36 : 08 Eylül 2012, 14:09:38 »
+1 RP Bonus

Her köşesi kirli bir beyazın farklı tonlarına boğulmuş hastaneden kurtulup gecenin ilerleyen saatlerine rağmen henüz karanlıktan sıyrılamamış şehrin yabancı civarlarına dalıyorsun. Belki de caddelerinden daha önce hiç geçmemiştin; ancak böylesine büyük bir şehre ait herhangi bir noktanın bu denli ıssız kalması, hangi koşulda mümkün olabilir ki diye düşünürken kendi cevap arayışını da yine kendin sonuçsuz bırakıyorsun.

Şehrin yorgun ziyaretçisi olarak sen, bir yandan muhtelif düşüncelerini örtbas ederken diğer yandan kaçışına devam etmektesin. Gecenin, kaldırımlarını gölge ve yaslı lekelerle dövdüğü bu şehrin ara sokaklarında attığın her yeni adımla beraber, kendini olmayan bir kargaşadan da soyutlanmış gibi hissediyorsun ister istemez. Oysa çekincelerini bir kenara bırakıp harekete geçtiğin için bile hata yaptığın korkusu adımlarına dolanıyor. Sessizliğin insanı çıldırtacak kadar boğucu olduğu bu yollarda yalnızlığa henüz alışmışken duyduğun belirsiz tıksırıkla irkiliyorsun. Arkanda seni koklarmış(?) gibi görünen biri var. Onu fark ettiğini sezdiğinde bir an için vitrin mankenleri misali donup kalıyor, sonra “Çakmağın var mı?” diyerek sarı dişlerini ortaya çıkaracak şekilde sırıtıyor.

Pardösü içinde bir adam sana doğru eğilmiş, uygunsuz bir vaziyette soruyor bu beklenmedik soruyu. Üstünde karanlık yüzünden yeterince seçemediğin pespaye kıyafetler, kafasında ise eski moda bir şapka var.

El yordamıyla beyaz hasta kıyafetinin ceplerini yokluyorsun fakat bunun saçma bir hamle olduğunu anlaman uzun sürmeyince ‘hayır’ anlamında kafanı sallıyorsun. Bu esnada esrarengiz adam seninle ayaküstü bir sohbete dalıyor. Gülüyor: “Sorun değil yabancı; bende var.”

Yaktığı sigarası siyah boşluğun içindeki turuncu bir nokta gibi parlıyor. Dumanları ise peşi sıra gelen kuru öksürükler eşliğinde dağılıyor ağzından dışarı.

“Zaman tutulması, evlat. Karanlık insanı yoruyor, ama alışıyorsun. En kötüsü de bir zaman geliyor ki neyin eksik olduğunu, neyi kaybettiğini bile hatırlamıyorsun. Gerçi ben alıştım bu şehre, daha fazla zayiat vermek istemediğimden zihnime, alışmak zorundaydım. Diğerleri sürdürdüler seferlerini. Sarhoşlukla heba edilen bir gençliğin tabii sonucu olsa gerek diye düşünmüşümdür hep, betonlar arasındaki bu hapis ebediyeti. Aslında canlı bir düşman gibidir şehir. Zaman gelir diridir, zaman gelir ölüdür;  bazen yutar ve yine kusar. Seni geri alabileceği bir yere bırakır her defasında. Karanlığın içinde saklanabileceğin bir yere değil; bilmediği bir yere değil.”

"Ha çıkışa ulaşma azmindeysen, Edric‘le konuşabilirsin. Ben hanidir dört dönüyorum buralarda, unutalı çok oldu katedralin, parlamentonun, merkezin, çıkışın yerini. Yine sen ona sor, bir ümit, belki onun hatırındadır.”

İşaret ettiği adam şu an bankta uyuyor.