+1 RP BonusHer köşesi kirli bir beyazın farklı tonlarına boğulmuş hastaneden kurtulup gecenin ilerleyen saatlerine rağmen henüz karanlıktan sıyrılamamış şehrin yabancı civarlarına dalıyorsun. Belki de caddelerinden daha önce hiç geçmemiştin; ancak böylesine büyük bir şehre ait herhangi bir noktanın bu denli ıssız kalması, hangi koşulda mümkün olabilir ki diye düşünürken kendi cevap arayışını da yine kendin sonuçsuz bırakıyorsun.
Şehrin yorgun ziyaretçisi olarak sen, bir yandan muhtelif düşüncelerini örtbas ederken diğer yandan kaçışına devam etmektesin. Gecenin, kaldırımlarını gölge ve yaslı lekelerle dövdüğü bu şehrin ara sokaklarında attığın her yeni adımla beraber, kendini olmayan bir kargaşadan da soyutlanmış gibi hissediyorsun ister istemez. Oysa çekincelerini bir kenara bırakıp harekete geçtiğin için bile hata yaptığın korkusu adımlarına dolanıyor. Sessizliğin insanı çıldırtacak kadar boğucu olduğu bu yollarda yalnızlığa henüz alışmışken duyduğun belirsiz tıksırıkla irkiliyorsun. Arkanda seni koklarmış(?) gibi görünen biri var. Onu fark ettiğini sezdiğinde bir an için
vitrin mankenleri misali donup kalıyor, sonra “Çakmağın var mı?” diyerek sarı dişlerini ortaya çıkaracak şekilde sırıtıyor.
Pardösü içinde bir adam sana doğru eğilmiş, uygunsuz bir vaziyette soruyor bu beklenmedik soruyu. Üstünde karanlık yüzünden yeterince seçemediğin pespaye kıyafetler, kafasında ise eski moda bir şapka var.
El yordamıyla beyaz hasta kıyafetinin ceplerini yokluyorsun fakat bunun saçma bir hamle olduğunu anlaman uzun sürmeyince ‘hayır’ anlamında kafanı sallıyorsun. Bu esnada esrarengiz adam seninle ayaküstü bir sohbete dalıyor. Gülüyor: “Sorun değil yabancı; bende var.”
Yaktığı sigarası siyah boşluğun içindeki turuncu bir nokta gibi parlıyor. Dumanları ise peşi sıra gelen kuru öksürükler eşliğinde dağılıyor ağzından dışarı.
“Zaman tutulması, evlat. Karanlık insanı yoruyor, ama alışıyorsun. En kötüsü de bir zaman geliyor ki neyin eksik olduğunu, neyi kaybettiğini bile hatırlamıyorsun. Gerçi ben alıştım bu şehre, daha fazla zayiat vermek istemediğimden zihnime, alışmak zorundaydım. Diğerleri sürdürdüler seferlerini. Sarhoşlukla heba edilen bir gençliğin tabii sonucu olsa gerek diye düşünmüşümdür hep, betonlar arasındaki bu hapis ebediyeti. Aslında canlı bir düşman gibidir şehir. Zaman gelir diridir, zaman gelir ölüdür; bazen yutar ve yine kusar. Seni geri alabileceği bir yere bırakır her defasında. Karanlığın içinde saklanabileceğin bir yere değil; bilmediği bir yere değil.”
"Ha çıkışa ulaşma azmindeysen, Edric‘le konuşabilirsin. Ben hanidir dört dönüyorum buralarda, unutalı çok oldu katedralin, parlamentonun, merkezin, çıkışın yerini. Yine sen ona sor, bir ümit, belki onun hatırındadır.”
İşaret ettiği adam şu an bankta uyuyor.