7
“Bundan yıllar önce bir rüya görmüştüm. Daha çocuktum, neyin korkunç olup neyin olmadığını ayırt edemediğim zamanlardı. Ya da neyin gerçek olup neyin olmadığını. Dunganga’dan çok korkuyordum. Bir açık rüya değil, bir bilinçaltı rüyasıydı.
Rüyamda çikolatalarla kaplı bir mağaradaydı Dunganga. Onun neye benzediğini daha önce bilmiyordum, ama kafamdaki yaratık bazı kitaplardan ve resimlerden gördüğüm korkunç yaratıkların korkunç uzuvlarının birleşiminden oluşuyordu. Dunganga rüyada mağaraya kısılmıştı. Mağaranın tüm giriş çıkışları çikolatalarla kaplıydı. Bu yüzden, yani mağaradan çıkabilmek için çocukları alıp hapsedip mağarasını temizlettirmeye çalışıyordu. Çocukları kurtarmanın tek bir yolu vardı, o da canlandırma yolu…
Uyandığımda rüya tamamlanmamıştı. Mağara temizlenmemiş, içerideki çocuk da salınmamıştı. Ama saatler içinde rüyanın etkisinden çıktım. Daha sonra da yıllar boyunca rüya aklıma bile gelmedi.
Çok uzun yıllar sonra bu kreşte –ve başka yakın bölgelerde de- çocukların kaybolduğu geldi kulağıma. Bu kötü haberler arttıkça üzerimde anlam veremediğim bir baskı oluşuyordu. Ve sonra rüyayı tekrar gördüm. Tamamen aynı şekilde. Denk gelen ilk çocuğun ailesine ulaşıp durumu anlattığımda aldığım tepkiyi tahmin edebilirsiniz… Onları inandırmam çok güçtü, anlattıklarım kendi kulağıma bile çılgınca ve mantıksız geliyordu. Canlandırma olayından yana değillerdi ve benim bir çeşit deli gösterici olduğumu düşünüyorlardı. Üzerimde çok yoğun bir baskı vardı, ben de rüyayı tekrar görmeye çalıştım.
Ne yazık ki bu öyle kolay bir şey değildi. Başta hiçbir bilgim yoktu, daha sonra ise araştırmalarım sonucu ‘Açık Rüya’ denilen şeye rastladım. Çok çalıştım, birçok teknik denedim ve en sonunda rüyayı tekrar görebildim, ancak hiçbir seferinde rüyayı sonlandırmaya yarayacak kadar kalamıyordum. Ben de o zaman yeni bir yol uydurmaya karar verdim. Bu kez tek kişiyle yapılabilecek bir şey olmalıydı. O an aklıma gelen ilk şeyi kullandım, gramınca çikolata çıkarma yolunu.
Çocuğun ailesini ikna edemeyeceğimi bildiğim için mağaraya tek başıma girdim. Çikolataları aldım ve kollarımda kaybolan çocukla geri döndüm. Onu ailesine teslim ettikten sonra da ne zaman böyle bir kaybolma olsa çağırılır oldum.
Daha sonra çok kez rüyayı tekrar görmeyi denedim, ancak sanıyorum üzerimde yeterince baskı olmadığı için göremedim. Ben de yapabileceğim tek şeyi yaptım, kayıpların olduğu yerlerdeki insanlara çözüm yolunu anlattım çocukları kurtarabilmek için.”
Dakikalar birbirini kovaladıkça adamın söyledikleri daha da anlamsız geliyordu Burcu’nun kulağına. Birbirine doladığı kolları ve bacakları da vücuduna sanki bir kalkan yapmış, ne içeriye bir kelime almak istiyor, ne de dışarıya bir kelime sızdırmak istiyordu. Ama işte pervasızca kulaklarından girip beynine kadar ulaşıyorlardı ve orada inandırıcı olduklarını değerlendirmek bile imkânsızdı. İnandırıcılık kelimesi anlamını kaybedeli bayağı olmuştu. Bu kadar olaydan sonra muhakeme yeteneği de zarar görmüştü ve yapabildiği tek şey hiçbir şey söylemeden, hiç hareket etmeden oturmaktı.
Turgut sözlerini bitirdikten ve bir süre sustuktan sonra hiç kimseden bir tepki alamayınca bitirdiğini kanıtlarcasına kollarını açtı. Kısmet saçlarıyla oynuyor ve parmaklarını çatırdatıyordu. Müdür velilerine bakıyordu; velileri de bir ona, bir Burcu’ya, bir Cevdet’e. İşçilerin bakışları birbirlerindeydi. Gözleri yere bakıyor olmasına rağmen oturduğu yerden tüm bunları görebiliyordu Burcu.
“Sonuç olarak canlandırmayı tekrar denememiz gerekiyor, başka yolu yok.”
“Tüm bunlar sizin yüzünüzden mi yani Turgut Bey?” dedi Kısmet fısıltı ve hırıltı arasında bir ses tonuyla.
“Benim yüzümden? Bir bakıma öyle diyebiliriz evet ama inanın benim hatam değil. Böyle şeyler oluyor etrafınızda. Görmüyorsunuz ama oluyor. Görseniz de inanmazsınız, birçoğunuzun duyduğunuzda bana inanmadığınız gibi. Ama böyle şeyler var!”
Yavaşça yürüyüp yerde kollarını ve bacaklarını kendine çekmiş oturan genç kadına yaklaştı. Bacaklarının üstüne çöktü ve kollarını onun omzuna doladı.
“Burcu Hanım, çok üzgünüm. Buraya hepimiz kızınızı kurtarmaya geldik ve vazgeçmek için henüz çok erken. Denemeye devam etmeliyiz.”
Birkaç saniye sarılmaya devam ettikten sonra gözlerinin içine baktı Burcu’nun. Birini suçlamak istese de gözlerine adamın kendisini suçlayacak bir ifade yerleştiremiyordu. Adam da bunu görmüş olacak ki gülümsedi ve elinden tutarak ayağa kaldırdı onu. Daha sonra canlandırma hakkında birkaç şey daha söyledikten sonra herkesi yaratığın tekrar peşine düşmek için ikna etti.
Yirmi dakika sonra onu tekrar bulduklarında hala yürüyordu yaratık. Turgut bağır çağır tekrar pozisyon verdi herkese.
“Sağ bacak biraz daha kısal! Kollar daha az hareket etmeli, daha yavaş ve kopmadan! Burcu Hanım biraz sağa!”
Ne kadar bağırsa, ne kadar uğraşsa da yine olmadı. Yaratık gözlerinin alabildiği noktadan çıkmadan uyutamadılar onu.
“Belki de aynı anda onu takip ederek denemeliyiz. Böylece görüş hizamızdan çıkmaz.”
“Hayır Turgut Bey, boşuna uğraşıyoruz. Belki de siz rüyayı tekrar görmeye çalışmalısınız!”
Gözlerini devirdi, “Hiç denemedim mi sanıyorsun Kısmet? Ben bunu defalarca denedim zaten!”
Burcu o an bir tartışmayı daha kaldıramayacağından yine çöktü. Gözlerinden kurtulup oluk oluk akan yaşlara engel olamıyordu artık, burada kapana kısılmışlardı. Çıkamazlardı, kızını kurtarma ihtimalleri hiç yoktu. En kötüsü burada başkalarının kızları, oğulları, anneleri, babaları vardı. Ve hepsi kim bilir belki de sonsuza kadar orada kalmaya ve çikolata yemeye mahkûmlardı.
Kısmet teselli verircesine ona sarılırken Turgut tekrar konuştu.
“Keşke başka bir yolu olsa ama lanet olsun yok. Rüyayı tekrar görmem çok zor, çok çok düşük bir ihtimal!”
“Ama az önce ne dediğinizi hatırlamıyor musunuz?” arkalardan gelen bu ince ses hepsinin bakışını oraya yöneltti.
“Ne dedim?”
Devam etti Yağmur. “‘Sadece baskı altında rüyayı görebiliyorum,’ dediniz. Şu an yeterince baskı altında değil misiniz? Hiç bu kadar çaresiz oldu mu durum?”
Anlamıyormuş gibi baktı kıza Turgut.
“Evet! Evet öyle dediniz Turgut Bey, belki de şimdi görebilirsiniz rüyayı!”
“Evet, baskı altındayım ama… Bilmiyorum… Ben…”
O an dakikalarca süren bir mırıltı başladı. Çoğu insan böyle saçma bir şeye ihtimal vermiyor, az bir kısmı ise rüyayı görmeyi denemesi için Turgut’u ikna etmeye çalışıyordu. Burcu ise yine bir köşede olup biteni izliyor, içinde yanan cılız ışığın umuda mı yoksa öfkeye mi ait olduğunu çözmeye çalışıyordu. Bunun denenmesini istiyordu ama gerçekten böylesine mantığa sığmayan bir şey gerçek olabilir miydi? Sadece rüyayı görse ve bitirse tüm bunlar sona erebilir miydi?
“İnanın bana, bu bir zaman kaybı olabilir.”
“Ne fark eder ki? Sürekli onu takip edip şu saçma canlandırmayı yapmak da zaman kaybı değil mi?”
Ece ne yapıyordu acaba şimdi? Hala uyuyor muydu? Uyanmış mıydı? Korkuyor muydu, ağlıyor muydu? Yanına gitmeye karar verdi Burcu, ulaşamasa da en azından görmeliydi onu. Bu gürültü patırtıyı dinlemektense kızının nefes alıp verişini izlemeliydi. Ne de olsa sonucu önemli değildi onun için, iki ihtimalde aynı derecede kısır gibiydi.
“Burcu Hanım nereye gidiyorsunuz?”
“Kızımın yanına.”
Kısa bir duraksamanın ardından devam etti Turgut. “Ama ona ulaşamazsınız. Hep beraber kalsak daha iyi olur.”
“Öyleyse hep beraber oraya gidelim. Burada neyi bekliyoruz ki? Aah doğru… İki imkânsız ihtimalden hangisini seçeceğinizi bekliyoruz!”
Ve hiç duraksamadan devam etti Burcu. Diğerleri de arkasından tabi.
Kulağını tıkamaya çalıştığı tartışmalar devam ederken dakikalar sonra vardılar Ece’yi bıraktıkları yere. Pozisyonunu değiştirdiği için üstü biraz daha çikolata olmuştu ama hala uyuyordu. Ah ne kadar da güzeldi… Belki söz sahibi kişinin Burcu olması gerekiyordu, ama bu bir kez daha umurunda değildi. Ne karar verirlerse versinler gözlerini kızından bir an olsun ayırmayacaktı.
“Peki! Peki tamam. Deneyeceğim. Umarım bu bir vakit kaybı olmaz.”
Ona uygun bir yer buldular ve adam uzandı. Uzaktan çok komik görünüyordu. Sanki bu kadar derdin arasında kestiriyormuş, kaytarıyormuş gibiydi. Herkes sesini minimuma indirdi. Birçoğu hareketsizlikten titremeye başlamıştı tekrar. Kulisler devam ediyordu. Bir tek kişi hariç. O sadece gözlerini bir noktaya dikmiş oturuyordu.
Dakikalar geçmişti ki anlayamadıkları bir sebepten ötürü eğildi hepsi ve midelerinde ne var ne yok çıkardılar. Ortalık birden bire iğrenç kokmaya başladı ve vücut ısıları yükseldi. Bedenlerinin kontrolünü kaybettiler ve çikolatalara amaçsızca saldırmaya başladılar. Hiç kimse ne olduğunu anlayamadı. Engel olamıyorlardı, tek yaptıkları en yakında bulabildikleri çikolata parçalarını –ki her taraf çikolata sarkıt ve dikitleri ile doluydu- midelerine indirmekti.
Cevap Burcu’nun kafasında yavaş yavaş belirirken onaylayan hırıltıları duydu. İşte hantalca adımlar atarak yaklaşıyordu cevap onlara. Sorunu çözmeleri için onlara biraz vakit tanımıştı belli ki, ama o vakit dolmuştu ve şimdi hepsi bu lanet şeyin bir parçasıydı. Onun iğrenç mağarasını temizlemek için birer araçlardı sadece.
Canı yanıyor ve gözlerinden yaşlar geliyordu. Vücut ısısı sürekli artıyordu. Bu ısı acaba gerçekten vücudundan mı geliyordu yoksa mağaranın havası birden ısınmaya mı başlamıştı? Bir çocuğa belki başta güzel gelebilirdi. Ama işin gerçeğini bilen Burcu’ya en başından iğrenç geliyordu. Sadece yeni çikolatalara yönelebiliyor, başka hiçbir kasını kullanamıyor, onun istemediği hiçbir hareketi yapamıyordu. Sadece yiyor yiyor ve yiyordu.
Neden sonra aklına korkunç bir şey geldi, ya Turgut uyumamışsa? Ya o da çikolataları yemeye başladıysa? İşte o zaman hiçbir kurtuluşları kalmazdı. Mideleri iflas edene kadar, ölene kadar, hatta belki daha kötüsü ölemeden sonsuza kadar çikolataları yer dururlardı.
Yavaşça dönerek yan taraftaki çikolatalara yöneldi Turgut’u görüş alanına alabilmek için. Bir yandan umutlanıyor, bir yandan da uyuyor olsa bile rüyayı göremeyeceği ihtimalini düşünüyordu.
Ağzı tıka basa çikolatayla dolu olsa da bir oh çekti adamı uyuyor görünce. Hepsini kontrol alan bu tuhaf etki onda işe yaramamış gibiydi, tıpkı Ece uyuyorken onda işe yaramadığı gibi.
Yirmi beş kişi hiç durmadan çikolataları yerken mağara gittikçe daha da fazla ısınmaya başladı. Burcu terliyordu ve diğerlerinin alınlarındaki küçük damlaları da görebiliyordu. Bunun kusmakla veya çikolata yemekle alakası olamazdı. Bir şey mağarayı ısıtıyordu.
Onlara saatler gibi gelen bir sürenin ardından ısı inkâr edilemez bir boyut aldı ve çikolatalar yumuşadı. Yumuşayan çikolatalar damlayacak hale geldikçe Burcu’nun içindeki cılız alev gittikçe büyüyordu. Şüphesiz bunu Turgut yapıyordu, rüyaya ulaşabilmiş olmalıydı! Kahverengi madde akışkan kıvama gelip kollarının bacaklarının arasından akarken düşündü, umutsuzluktu bu umudu yaratan. En umutsuz anda en büyük baskıyı hissedip rüyayı görmüş olmalıydı Turgut, aydınlık en karanlık anı takip ediyordu her zaman olduğu gibi.
Tüm bu duyguları berbat eden bir şey gördü o an. Ece’nin üstünde uyuduğu çikolata parçası da eriyordu. Yerinden kurtulmak üzereydi. Belki her şeyi başardıklarını düşündüğü için Ece’nin altındaki kitleyle beraber kayıp yere düşüşü ona hayal gibi geldi. Gerçek olamazdı. Kızı yere çakılmış olamazdı. Onlarla aynı seviyede yatıyordu bu kez. Acaba uyuyor muydu hala? Ölmüş müydü? Yaratığın kontrol edemediği tek organı vücudunun içinde bir yerlerde çırpınmaya başladı.
Birkaç dakika sonra yaratığı bile şaşırtan bir şey oldu. Güneş ışığı! Arkalarda bir yerlerde eriyen çikolatalar aktığı bir oluktan güneş ışığı görünüyordu. Bu kesinlikle Turgut’un işiydi! Rüyaya ulaşmış, mağarayı ısıtmış ve çıkışı yaratık için açmıştı. Hepsinden çok yaratık afallamıştı. Hantalca arkasını döndü ve bir süre ışığı izledi. Sonra birkaç adım daha attı ve biraz daha durdu yerinde. Böyle böyle iyice yaklaşmış oldu gediğe. Onları artık kontrol etmiyordu belli ki çünkü Burcu yerinden fırlayıp kızının yanına ulaşabildi. Uyuyor olduğu için aldığı uzun soluklar genç kadının yüzüne kocaman bir gülücük olarak yerleşti. Erimiş yumuşak çikolatalar düşüşü hafifletmiş olmalıydı. Bir daha hiç bırakmayacakmış gibi sarıldı kızına. Çikolatalarla kaplı olmasına rağmen derinlerden o güzel kokusunu alabiliyordu. İşte şimdi her şey yolundaydı. Hemen hemen her şey.
Herkes gözlerini yaratığa dikmiş ne yapacağını merak ediyordu. Yaratıksa hiçbir şeye anlam verememiş gibi gediğin önündeydi hala. Hantalca dönüp esirlerine baktı tekrar. Hantaldı evet, ama korkunç değildi.
Tekrar önüne dönüp sırtından onu taşımayacak kadar ince iki kanat çıkardığında, o kanatları çırparak havalandığında ve gedikten uçup gittiğinde ise verdiği korkunç his de tamamen kayboldu.
Sevinmelerine fırsat kalmadan dışarıdaki güneş akşam oluyormuşçasına parlaklığını kaybetti ve mağarayı git gide artan bir karanlığa boğdu. Öyle bir arttı ki bu karanlık, gözleri açık mı kapalı mı anlayamaz oldular. Birkaç deneme yaptıktan sonra gözlerini açtıklarında ise kendilerini kalorifer dolabının önünde buldular tekrar. Tamamı oradaydı, hiçbir eksik olmadan.
Etrafındaki sevinç çığlıklarını, coşkulu sarılmaları hiç görmüyordu Burcu. Bebeği kucağındaydı. Tehlike geçmişti.
Ayağa kalkıp mağaradan dönen diğer insanlara döndüğünde herkesin sesi kesildi. Hepsinin yüzü gülüyordu yine de. En çok da Turgut’un, günün kahramanının. Bu genç kadının söyleyeceği son birkaç kelimeyi bekliyorlardı. Gözlerdeki damlalar çok net seçilebiliyordu çünkü sabah olmuştu. Karanlık herkes için geride bırakılmıştı.
“Kızım için ve benim için tehlikeye girdiğiniz ve bunca kötü şey yaşadığınız için özür diliyorum. Ve her şey için gerçekten ama gerçekten çok teşekkür ediyorum hepinize…” sözlerinin yerine gittiğini anlamak için de tüm gözlere tek tek baktı kendi gözlerinden yaşlar akarken.
“Hahhaa! Yaptım! Başardık! Hem de tamamen bitti artık! İnanamıyorum! Şimdi hepimiz gidip pastanemde birer dilim pasta yiyebiliriz! Çikolatalı değil elbette, meyveli! Hahhaa!
O kelimeyi duymaya bile tahammülü yoktu artık Burcu’nun. “Teşekkür ederim. Ama sanırım yatağında uyandığında elini tutup ona kâbusunun bittiğini söylemeliyim.”
Gülümsedi ve küçük kızı kucağında, dolabı arkasında bırakarak sabaha adım attı.
Araya çok zaman girdiği için ve ben hikayeden soğumaya başladığım için vakit bulur bulmaz bir an önce bitirmek istedim. O yüzden bu son iki bölüm aceleye gelmiş olabilir ve bu nedenle muhtemelen birçok hatası vardır. Ama bundan sonra daha dikkatli ve daha özenli yazdığım yazılarla çıkacağım karşınıza