RP Bonus: 1
"Evet, elbette. Ka-kahve severim." diyebildi güçlükle Sufthor.
Sufthor, dedektifi odasına kadar takip etti ve hemen sonra odayı hatırladı. Buraya birkaç hafta önce yine gelmişti. Penceresi olmayan, kasvetli, duvarlardan ikisinin boydan boya bir kitaplık olduğu, garip bir yerdi. Tam ortada yuvarlak bir masa, masanın üzerinde kahve makinesi, masanın etrafında ise üç – dört tane sandalye duruyordu. Duvarlar, çok ilginçtir, griye boyanmıştı.
Sufthor sandalyelerden birine oturdu ve dedektifin kahve hazırlamasını bekledi. Kahveler hazırlandıktan sonra, büyükçe bardaklara döktü adam. Kahve spazmı falan mı yaşıyordu bu dedektif? Bardağı sertçe Sufthor’un önüne koydu ve hemen sonra bir sandalye çekip o da oturdu. Kahvesinden kuvvetli bir yudum aldıktan sonra,
“Un.” dedi. Un mu? Sufthor adamın bu kelimesine pek takıldı. Önemli olan bilgi un muydu yani? Un ne alakaydı?
“Polisle konuştum. Henüz kapanmamış bir dava bu, biliyorsun.” Şeklinde devam etti. “Polisin olay yerinden bulabildiği tek kanıt, undu. Parmak izi bile yoktu. Böyle büyük bir ipucunu nasıl hafife alırlar, aklım almıyor!” işte bu garipti. “Un.” Sufthor bile, o gün evlerinde un izi olduğunu hatırlamıyordu. Aklına ilk gelen şey, katilin ayaklarının unlu olması oldu. Bu nasıl bir ipucu olabilir ki?
“Cinayetin gerçekleştiği zamanlarda, civarda üç küçük ekmekçi ve bir de un fabrikası vardı. O ekmekçilerden biri olan ‘Bobla’ adlı dükkanın sahibin yanında işleyen çırak, üç gün önce işe başlamış, cinayetin ertesi günü de ortalıktan kaybolmuştu. Adamın adı ‘Fernandes Oldiar.’”
İşte şimdi işler ilginçleşiyordu. Dedektif cebinden çıkardığı puroyu ağzına koydu ve ucunu ateşe verdi. Kahvesinden de bir yudum alarak, konuşmasına devam etti:
“Bu bilgiden polise bahsetmedim. Kendim araştırdım. Fakat bu ‘Fernandes Oldiar’ ismi, sonradan sahte çıktı maalesef. Adam sahte bir kimlikle ekmekçinin yanında işe başlamıştı. Ekmekçinin söylediğine göre, pek de beceriksizdi. Kısacası ekmek işinden anlamıyordu.” Küçük bir kahkaha atıyor dedektif. Çok hızlı konuşuyordu. “Cinayetten üç gün önce sahte kimlikle ekmekçinin yanında bir adam işe başlıyor, cinayet yerinde un bulunuyor ve hepsinden önemlisi, ertesi gün adam işi bırakarak ortalıktan toz oluyor. Bu durumda büyük bir şüpheliden bahsediyoruz. Bu olaydan çıkarılacak önemli bir diğer ipucu da, katilin üç gündür anne babanızı izlediği. Bu durumda bir seri katil olma ihtimali çok yüksek. Yani başkası tarafından kiralanmış olabilir. Profesyonel olduğu ayrı bir gerçek.”
Sufthor, adamın zekasına hayran kaldı. Tek bir un olayından neler neler çıkarmıştı böyle! Böyle bir dedektif bulabildiği için epeyce mutlu oldu bir an.
“Fakat, bu adamla ilgili başka bir ipucu yok. O dükkandaki el izlerine baksak bile, yaklaşık yirmi yıl öncesinden bahsediyoruz. Kayda değer bir şey çıkacağını sanmıyorum. Hatta sanmamak da değil, biliyorum.” Purosundan bir nefes daha çekti. “Daha fazla ipucu gerekli! Daha fazla araştırmam lazım! Madem ki anneniz ve babanız kasıtlı olarak öldürülmek istendi ve hem anneniz hem babanız birer bilim adamıydı, hiç araştırmamaları gereken bir şey üzerinde mi araştırma yapıyorlardı? Çünkü ikinci ilginç şey, cinayetten sonra, evinizdeki tüm evrakların yakılmış olması.”
Sufthor ilginç gözlerle adama bakmaya devam ederken, ilginç bir soru daha sordu adam ve bu soru dakikalarca Sufthor’un aklından çıkmadı.
“Ve neden bana, abinizin o gün kaçırıldığını söylemediniz! Bu bilgiyi polisten öğrenmem gerekmiyordu.”
Abi? Sufthor garip bir yüz ifadesi takındı. Henüz çok küçüktü, bir abisi varsaydı bile, bir şekilde unutmuş olabilirdi. Ne de olsa anne babasının öldürüldüğünü bile hayal meyal hatırlıyordu. Sonuçta unutulamaz, trajedik bir olaydı. Fakat halası neden kendisine bundan bahsetmemişti!
Kendisine geçen gün gittiği barda, "Abiniz var mı?" diye soran garip adamı hatırladı.
Çok fazla esrar vardı.