Kayıt Ol

Mavi berenin öyküsü

Çevrimdışı kalemistik

  • *
  • 45
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Mavi berenin öyküsü
« : 16 Eylül 2012, 17:56:45 »
         Yaz ayının, -sabahın ilk ışığında dahi- tenimi bu kadar sıcak tutmasını anlayamıyorum. Üzerimde tek bir yeşil fanila ile Ankara’da olsaydım titrerdim herhalde. Ancak, Tunceli-Hozat’ta bulunmaktayım. Unimogların açık kasasına yanlamasına oturmuş şekilde Çağlarca Köyü’ne gidiyoruz. Bölük Komutanı Üsteğmen Hüsnü Duran, burada yaklaşık 2 ay kalacağımızı söyledi. Görevimiz: Daha önce 43 defa basılan ve bunun akabinde -nihayet- akıl edilip boşaltılan, eski bir karakolun etrafındaki mayınlar temizlenene kadar, mayıncıların emniyetini almak. 43 defa basılmış bir karakol…

   Yolculuğumuz 1 saat kadar sürüyor. Karakolun ilk görüntüsü tüyler ürpertici. Camları kırılmış, harabeye dönmüş; üstüne üstlük köyün dibinde. Komandoluğun en önemli hususlarından, hâkimde -yani zirvede- olma politikasına ne oldu böyle? Bu karakolun 43 defa basılmış olmasına şaşmıyorum doğrusu.

   Unimoglar, karakolun bahçesine giriyor. “Araç in!” komutuyla, bir bir iniyoruz araçlardan. Yaklaşık 40 asker, 7 komutan varız. İlk işimiz kamyonetteki eşyaları indirmek. Daha sonra araçlar geri dönecekler. Uzun zamandır selamı sabahı kesen şansım “Merhaba,” diyor bugün. Murat Uzman, “Oktay! Sen nizamiye nöbetine geç! Arkadaşların eşyaları taşırken, emniyet al!” diyor. Seviniyorum haliyle! Zaten çok severim Murat Uzman’ı. Babacan bir adam olduğu gibi timimizin unsur komutanı olarak, her zaman hakkımızı savunmuştur. Timde kimin derdi olursa ona gider. En ağır cezayı da o verir, en vefa duyulası komutan da odur hani.

   Elde HK-33, geçiyorum nizamiyeye. Nizamiye dediğimde üstüne sac gerilmiş, tahta ve taşlardan yapma, fare kapanı gibi bir şey. Hani bir roketlik işi var.

   Karakol, minik bir tepenin yamacında kurulmuş. Ama oldukça minik… Öyle ki tepenin yukarısına varmak 1 dakika bile sürmüyor. Bu tepeninde üstünde, dört bir yana bakan 4 nöbet kulesi var. Karakol telleri, bu tepeyi de içine alıyor. Tepenin arka tarafı ise mayın tarlası… İşte bu bölge mayından arındırılacağı için buradayız. Bu taraf ise köye bakıyor. Köy evleri 100 metre sonra başlıyor. Oldukça yakın. Karakolu bu hale getiren köylülere, pek güvendiğimizi söyleyemem. 10 haneli bu köye, belki de mezra demek daha doğru olur. Ancak adı bu: Çağlarca Köyü!

   Bulunduğumuz yer, yeni karakolu da görüyor. Baskınlardan dolayı taşınan karakol, yaklaşık 400 metre ileride bir tepenin en zirvesinde. Mantıklı olanda bu görünüyor. Aramızdan 10 asker, 3 günlüğüne bu yeni karakola gidecek. Daha sonra onlar inip diğerleri gidecek. Bu şekilde temizlenme ve 3 günlüğüne de olsa yatakta yatma şansımız olacak. Evet! Yatağımız yok. Sadece komutanlar için 7 adet istihkak sağlanmış. Askerler yerde, metin üzerinde yatacak. Buna ve harabe karakola rağmen, hiçbir arkadaşımın şikâyetçi olduğunu görmedim. Oldukça özveriliydik.

   Arkadaşlarım, sırasıyla yemekhaneyi, komutanların yatakhanesini, bizim viranemizi temizliyor. Sonra eşyaları taşıyorlar. Bu arada sivilde aşçılık görmüş 2 asker yemek hazırlıyor.

   Karakol 3 parçadan oluşmakta: Büyük ve geniş yemekhane-depo bölümü, komutanların yatacağı bölüm ve bizim yatacağımız bölüm. Yatılacak bölümler, birer köy evini andırıyor. Yemekhane ve deponun bulunduğu bölüm ise bir okul gibi, ince ve uzun bir yapı… Bende bu yapının hemen yanındaki nizamiyede yeni karakolun bulunduğu tarafı gözetliyorum.

   Akşama doğru -nihayet- her şey tamamlanıyor. Yemekhaneden bulgur pilavı ve kuru fasulye kokusu, guruldayan mideme inat burun deliklerime doluyor. Önce, onca işi halleden arkadaşlarım karınlarını doyuruyor. Murat Uzman akıl etmese, bana yemek getiren olmayacak hani. Bütün gün aç kalmanın verdiği göz açlığıyla saldırıyorum tabldota. Bir sineğe dahi düşecek bir lokma bırakmıyorum.

   Hüsnü Üsteğmen’in emriyle, gece nöbeti de bana ve diğer gündüz nöbetçilerine kalıyor. Diğer arkadaşlarımız, gün boyu yoruldukları için haklıca bir durum. Zaten görevlerden alışığım uykusuzluğa. Dağın ötesinde terörist olduğunu bilerek uyumak pek mümkün olmuyor.

   Akşam boyunca, gece çavuşu Tolga’dan başkası uğramıyor yanıma. Tolga, ufak yüzlü, her asker gibi kısa saçlı, yüzünde daha önceden geçirdiği trafik kazasında oluşmuş dikiş izleri olan, benim gibi 1.77 boylarında, sert bakışlı, karizmatik bir çocuk. O her zaman sert çocuğu oynar, psikopat takılır, esrarkeş ve alkol düşkünüdür; ancak bu kötü alışkanlıklarını yapamaz askeri nizam içerisinde. Birde çok esprili bir çocuktur. Burnu çok uzun olan tim arkadaşımız Malkoç’a “Bana bak! Sen limana gemiden önce giriyormuşsun. Doğru mu lan?”  deyişi hâlâ aklıma geldikçe gülmeme sebep olur. 24 saatlik nöbette böyle komik bir adamdan daha iyisi olamaz. Biraz hoş sohbetten sonra, o da gidiyor yanımdan. İlerleyen saatlerde gecenin karanlığıyla, çekirge seslerinin arasında sıkışıp kalıyor yalnızlığım.

   Elimde dürbünle, ayın kraterlerinin muazzam görüntüsünü izlerken, tahta ve taştan oluşmuş nizamiye kapanının dibinden bir ses geliyor. Kulağımı çekirgelerin sesinden soyutlayıp, o yöne odaklıyorum. Hışırtıları, ot ve sürünme sesi olarak algılıyorum. Hk-33’ü hiç bu kadar saygıyla tutmamışımdır. Kafamı taş duvarın üstünden uzatıyorum ve aşağı bakıyorum.

Çevrimdışı kalemistik

  • *
  • 45
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mavi berenin öyküsü
« Yanıtla #1 : 17 Eylül 2012, 11:21:02 »
        İki kulağını dikmiş, simsiyah bir Alman Çoban Köpeği ile bakışıyoruz. Tabi ki rahatlıyorum. HK-33 tüfeğim şimdi biraz daha naif duruyor. Velhasıl, bu köpeğin biraz kahverengi taşıması gerekmez mi? Belki gece gözlerimi perdeliyordur diye yakından bakıyorum; ancak şimdi simsiyah olduğundan eminim.

   Köpek, taş duvarın etrafından dolanıp, nizamiyenin içine giriyor. Gözlerini bana dikmiş anlamlı anlamlı bakıyor yüzüme. Vücudu dik ve görkemli bir duruş sergiliyor. Bir manken gibi duruşunu gösterip, nizamiyenin bir köşesine kıvrılıyor. Hani çokta köpek seven biri olduğumu söyleyemem. Korktuğuma dair kalp çarpışlarımı da dinlemişimdir zaman zaman. Velhasıl, bu köpekte başka bir şeyler var: Hakiki bir asalet. Bu asilliğe hürmet, Soylu koyuyorum ismini. Sabaha karşı yanıma uğrayan Tolga’ya da söylüyorum. “Soylu, artık benim gölgem,” diyorum.    

   En nihayetinde güneş dünyanın bu tarafını hatırlıyor. Gelen gündüz nöbetçisiyle nizamiyeyi terk ediyorum. Soylu da tepenin yukarısındaki yıkık bir taş duvarın içine giriyor. Ona kahvaltımdan birkaç salam veriyorum. Şimdi benim göz kapaklarımın tembellik saati. Artık uyuyabilirim.

   Akşam yemeğine kadar odanın tozunu soluyarak uyuyorum. Yerde metin üstünde yatmak, kemiklerimin rahatlığına bire bir geliyor. Evindeki klozeti dahi özleyen birisi olarak, yatağım için aşk şiirleri yazabilirim.

   Yemekhaneye yaklaştıkça tanıdık bir koku seyir ediyor burnumda: Bulgur pilavı, kuru fasulye. Allahtan güzel yapıyorlar. Sinekler eşliğinde yemeğimi yerken Tolga da uyanmış giriyor içeri. Gözlerindeki sorun nedeniyle, bizimle dağa gelemeyen Tanju’ya takılıyor. “Rektefe! Nereye bakıyorsun? Rektefe… Hoop, buradayım.” Tanju “Git oğlum başımdan,” diyor. Birbirimize takılmak tek eğlencemiz bu günlerde.

   Ben yemeğimi yer yemez, aşçı arkadaşlarımdan bir parça salam dileniyorum. Soyludan bahsediyorum ve onun da artık bir istihkakı olduğunu söylüyorum. Beni kırmıyorlar tabi ki. Nizamiyeye gittiğimde Soylu ortalarda gözükmüyor. Arafat’tan nöbeti devralıp, onu yemeğe gönderiyorum. Gecelerin adamıyım ben. Gene karanlıkla çekirge sesleri arasına sıkışıp kalmaktan korkuyorum ki Soylu tüm asaletiyle çıka geliyor. Gene kulakları ve vücudu dik, anlamlı bir bakış atıyor bana. Sonra nöbet yerine geçiyor. Asaletine hayran, izliyorum onu bir süre. Sanki bir görev adamı gibi… Salamlarını esirgemiyorum bu görev adamından.

   İlerleyen saatlerde Tolga geliyor. “Nerede kaldın çavuş?” diyorum. “Malkoç’un burnunu ölçüyordum da haliyle uzun sürdü,” diyor ve beni gene kahkahalarla boğuyor.

   Tolga, bu sabah ilk tayfanın yeni karakola gittiğini ve 3 gün sonra sıra gececilerde olacağını söylüyor. Biraz erken olsa da başlarda olmak hoşuma gidiyor. Daha sonra en çok neyi özledin diyorum ona. O da “Babamı,” diyor. “Babam çok delikanlı adamdır! Girdiği yerde herkes önünü ilikler,” diye de ekliyor. Şimdi anlıyorum bu bıçkınlık merakını. Bizim çavuş hep babası gibi olmak istiyormuş meğer. Bir süre daha babasına olan hayranlığını anlatıyor. Bana dönüp “Ya sen?” diye sorduğunda, boğazıma bir yumru çöküyor. Merve’yi anımsıyorum hemen. Annemden ve babamdan bir adım önde geliyor benim için. O benim biricik aşkım. Acemi birliğinde Jandarma bölüğündeyken, komandoların:
Mavi…
Bere…
Helal…
Sana…
Diyerek, gururla yürüyüşlerini seyretmiş ve komando olmaya karar vermiştim. Komando elemelerine katılırken, bir parça Merve’yi düşünsem, umuyorum bu kadar kızmazdı bana. Usta birliğine ağlayarak göndermişti beni. Sanki canlı bir tabuta bakıyor gibiydi. Ondan bahsettim bir süre. Gecemiz, özlem ve birkaç tatlı hatıra eşliğinde sona erdi. Soylu da kafası patilerinin üstünde, bir insan edasıyla dinledi bizi.

Sabaha karşı Tolga gittiğinde, oturduğum yerde göz kapaklarım yenik düşmüş tatlı göz ağırlığına. Kafam duvara dayalı uyurken, çok geçmeden bir ıslaklık hissediyorum elmacık yanaklarımda.

Çevrimdışı duhan

  • **
  • 284
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mavi berenin öyküsü
« Yanıtla #2 : 17 Eylül 2012, 11:36:45 »
Askeri konulara hakimsin çok belli. Hikaye de sular seller gibi akıp geçiyor henüz bir aksiyonu olmasa da. ancak bir kaç noktada hatırlatma yapma isteği duydum. Tolga karakteri için alkolik ve esrarkeş demişsin ancak, askeriye de, alkolik ve madde bağımlısı adamlar değil komando olmak, silah bile taşıyamazlar. bir çoğu pdrm denen rehabilitasyondan geçirilir hikayeden ve geri hizmette tutulurlar. hatta tüm askerliklerini elleri cepte dolanarak geçirirler desem  yanlış olmaz. olayın geçtiği yer itibari ile, öyle bir yere komando olarak gönderilmesi imkansız üstelki çavuş olması !!?

Ayrıca mayın temizleme işini askerler yapmaz. bu işi yapan özel firmalar mevcuttur ve onlara ihale edilir.

bir diğeride gözleri sorunlu olan asker. onun da komando olma şansı sıfırın altında. ayrıca komando seçmeleri diye bişey yoktur. acemi birliğinde komando eğitimi verilen birliklere gidilir, oradaki performansına göre ya komando olursun yada refüze edilip, başka birliklere gönderilirsin. yani komando olmak için ayrıca bir seçme seçilme durumu yok.

bunlar dışında hikayeni sekiz gözle bekliyorum. :)

Çevrimdışı kalemistik

  • *
  • 45
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mavi berenin öyküsü
« Yanıtla #3 : 17 Eylül 2012, 12:28:04 »
Askeri konulara hakimsin çok belli. Hikaye de sular seller gibi akıp geçiyor henüz bir aksiyonu olmasa da. ancak bir kaç noktada hatırlatma yapma isteği duydum. Tolga karakteri için alkolik ve esrarkeş demişsin ancak, askeriye de, alkolik ve madde bağımlısı adamlar değil komando olmak, silah bile taşıyamazlar. bir çoğu pdrm denen rehabilitasyondan geçirilir hikayeden ve geri hizmette tutulurlar. hatta tüm askerliklerini elleri cepte dolanarak geçirirler desem  yanlış olmaz. olayın geçtiği yer itibari ile, öyle bir yere komando olarak gönderilmesi imkansız üstelki çavuş olması !!?

Ayrıca mayın temizleme işini askerler yapmaz. bu işi yapan özel firmalar mevcuttur ve onlara ihale edilir.

bir diğeride gözleri sorunlu olan asker. onun da komando olma şansı sıfırın altında. ayrıca komando seçmeleri diye bişey yoktur. acemi birliğinde komando eğitimi verilen birliklere gidilir, oradaki performansına göre ya komando olursun yada refüze edilip, başka birliklere gönderilirsin. yani komando olmak için ayrıca bir seçme seçilme durumu yok.

bunlar dışında hikayeni sekiz gözle bekliyorum. :)

madde 1 :) - maddeyi düzenli olarak kullanmadığı zaman bu anlaşılamaz. Dolayısyla sen alkol alan bir tipe benziyorsun diye kimse komandoluktan elenmez.

madde 2 - bizzat biliyorum ki uzman çavuşlardan oluşan bir guruh bu işi yapıyor onlarda asker olmuyor mu?

madde 3 - komandolar hep gece intikal ettiği için sonradan bir görme sıkıntısı çıkabilir. bu şekilde refize edilen yüzlerce asker var

madde 4 -komando seçmeleri diye bir şey vardır. bu sağlık kontrolü ile olur. acemi birliğine komando olarak gelmiş bir kişi detaylı bir sağlık kontrolünden sonra jandarma birliğine gönderilir. jandarma birliğinde komando olabilecek biriside  sağlık sorunu yoksa komando birliğine gönderilir. bu işlem acemi birliğine katılıştan yaklaşık 1 ay sonra yapılır.

Dediğin gibi konuya hakimimdir :)

Çevrimdışı Firari

  • *
  • 13
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mavi berenin öyküsü
« Yanıtla #4 : 17 Eylül 2012, 13:14:11 »
Hikaye güzel ve anlaşılır dilde. Akıcı da gidiyor. Okuyucu da merak da uyandırıyor fakat 'duhan' isimli arkadaşa katılıyorum. Bir kaç yönde
Maddeci ve alkol kullanan birisi ister düzenli ister düzensiz olsun komando olamaz. Buna adım kadar eminim.
2. bir husus da değer verdiğim bir arkadaşım askere 'Tankçı'olarak alınmıştı ama 2 sene önce gözlerini ameliyatla çizdirdiği halde o görevden alındı. Şimdi diyeceksin ki 'o normal çünkü araç var ortada' ama senin de bahsettiğin KOMANDO hafif bir şey değil ayriyetten çavuş diyorsun. Bence mantık ve doğruluk hatası var.

Devamını heyecanla bekliyorum.

Çevrimdışı duhan

  • **
  • 284
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mavi berenin öyküsü
« Yanıtla #5 : 17 Eylül 2012, 13:14:43 »
kolik ve keş kelimeleri bağımlılık ifade eder, sen hikayende böyle kullandığına göre bu asker bağımlı. doktor olmaya lüzum yok keş ve alkolikleri tanımak için. kullandığın uyuşturucu madde aylar sonra bile kanında tesbit edilebilir.

ikincisi güruh kelimesi önemsiz değersiz topluluklar için kullanılan bir kelimedir, askeri konulara hakim olduğun kadar dile de hakim olman dileğiyle. uzman çavuşlardan oluşan güruh cümleni kasdediyorum. mayın toplama işi yapan uzman çavuş görmedim duymadım ben.

görme sıkıntısı çıkan asker mayın temizleme gibi bir operasyona gönderilmez. olsa olsa tedaviye gönderilir.

seçme diye bişey yok. sadece uygunsan seçilirsin. amerikan filmlerinde ki gibi ben orduya yazılıyorum deyip, komando seçmelerine yazılamazsın.

polemiğe girmek değildi amacım ama hatalı bildiğin şeyleri de göstermek istedim. hikayenin devamını bekliyorum sabırsızlıkla.

Çevrimdışı kalemistik

  • *
  • 45
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mavi berenin öyküsü
« Yanıtla #6 : 17 Eylül 2012, 13:39:09 »
Tolga karakteri gerçek bir karakterdir. Adam madde kullanıyordu ve komandoydu ve çavuştu. Bundan ilerisi yoktur herhalde. Nereden nasıl geçti bilemem ama gerçekte olan bu.

mayın toplama aracı diye bir şey var türkiye de tek. bu aracı astsubay komuta ederken yardımcıları uzman çavuşlardan oluşan bir "tim" bu olayda gerçek. gördüm yani yalan söylemekten de nefret ederim.

karakol askeri rdmlerden oluşabiliyor. jandarmalar bilir. gördüm bu da gerçek. yalan söyleyecek değilim.

seçme diye sağlık kontrolü olduğunu söyledim. koşun lan en iyi koşan komando olacak gibi bir konudan bahsetmedim.

barışcıl bir insanım. kavgadan tartışmadan nefret ederim. bence uzamasın. konu dağıldı çok. okuduğunu anlamanı istiyorum kardeşim. ne anlatmak istediğimi tam anlamamış görünüyorsun.

saygılar...

Çevrimdışı duhan

  • **
  • 284
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mavi berenin öyküsü
« Yanıtla #7 : 17 Eylül 2012, 13:44:47 »
kavga ettiğimizi nerden çıkardın. o bahsettiğin karakollardan birinde 13 ay görev yaptım kardeşim. rdm adam karakol askeri olur da, hassas bölgede olmaz, komando hiç olmaz. sen gördüm diyorsan doğrudur, seni yalancılıkla itham etmedim zaten, bizim ordumuzda herşey olabilir. mayın konusunu detaylı biçimde araştıracağım eğer dediğinde haklı isen gelir burda yazar, özrümü de dilerim zaten. tekrar söylüyorum kavga etmiyoruz, sadece olayları açıklığa kavuşturmak için sesli düşünüyoruz.

Çevrimdışı kalemistik

  • *
  • 45
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mavi berenin öyküsü
« Yanıtla #8 : 17 Eylül 2012, 13:54:45 »
Eyvallah

Çevrimdışı kalemistik

  • *
  • 45
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mavi berenin öyküsü
« Yanıtla #9 : 18 Eylül 2012, 13:39:11 »
Tek gözüm diğerinden daha ayrık gözlerimi açtığımda, Soylunun kararlı ve asil bakışlarını görüyorum karşımda. Bir dil darbesiyle uyandırmış olmalı beni. Tebessümle, kafasını ensesinden çekip, ellerimi gezdiriyorum kıllarının arasında. Uyumama izin vermedi. İşte Soylu! İşte onun misyonu bu olmalı. Bir kez daha hayran oluyorum ona.

Ay hâlâ yukardayken, güneş, “Tamam! Şimdi benim sıram,” diyerek çıkageliyor. Ben Arafat’a “Günaydın!” o bana “İyi geceler!” diyor ve kahvaltımı yapıp uyuyacağım viraneye doğru yollanıyorum. Bu arada mayın temizlemek adına ilk gurup geliyor. Ben ise uyuyorum, aynı takat içinde.

Akşam kalkıyorum gözlerimi ovuşturarak. Tuhaf bir sükût hâkim karakola. Yemekhaneye girdiğimde, bütün arkadaşlarım önlerindeki yemeği kaşıkla bir o yana bir bu yana itip duruyor. Belli ki kimsenin tadı yok bu akşam. Sarı çocuk Tanju’ya yanaşıyorum, “N’oldu lan?” diyorum. Zorca ve derince bir nefes alıyor. “Sorma kardeşim! Öğlen vakti bir haber aldık. Bize ekmek getiren beyaz kamyonet kurşunlanmış,” diyor. “Ekmekçi?” diyorum, cevaptan emin. “Ölmüş kardeşim! Ölmüş! Onu da kurşunlamış şerefsizler!”

O âna kadar, ölümü bu kadar yakın hissettiğimi hatırlamıyorum. Yemekhanenin tavanında asılı bir “Ölüm,” kelimesi var; ancak kimse dillendirmeye cesaret edemiyor. Tutup, indiriyorum o kelimeyi oradan. “Beyler! Olurda size bir şey olursa, yapmamı istediğiniz bir şey var mı?” diye soruyorum. Düşünüyorlar ve Tanju, “Benim ailem çok gururludur. Şehitlere verilen kan parasını almazlar. Onlara almalarını söyle. Annemin hastalığı için harcasınlar. O para helaldir onlara. Birlikteki dolabımın üst rafında bir ajandam var. Oradan telefon numaralarını alır söylersin,” diyor. Tolga, “Babama, ‘oğlun çok delikanlıydı’ dersin. Bu yeterli kardeşim!” diyor. Nişanlısına hatıra göndermek istediğinden bahsedenler, babasından sevgi görmediğinden, aslında onu çok sevdiğinden bahsedenler ile duygusal bir akşam oluyor. Bende Merve için yaptığım örmeli tespihin, geride kalanlarca ona iletilmesini istiyorum.

Pek bir şey yiyemeden Tolga ile birlikte nizamiyeye geçiyoruz. Soylu orada ve yine çok asil! Bir ara Murat Uzman kolaçan ediyor durumumuzu. Biraz kalıp gidiyor. Tolga bana bir mucizeden bahsedeceğini söylüyor. Yukarıdaki yıkık taş kalıntılarının bir roket saldırısında yerle bir olduğundan bahsediyor. Karakolun son şehidi orada verilmiş. “Hani şu Soylunun bütün gündüz yattığı taş yığını mı?” diye soruyorum. “Evet,” diyor. Bu durumun esareti ürpertiyor beni. Soylu, sandığımdan da asil olabilir. Yâda sandığımdan da metafiziksel…

Bu gece, yeni karakola çıkmadan önceki son nöbetim. Yarın gece dinlenip, akabindeki sabah intikal halinde yeni karakola gideceğiz. Biraz temizlik iyi gelecek. Biraz özlem, biraz ölüm, biraz hatıra sohbetleriyle son buluyor bu gece de.

Çevrimdışı kalemistik

  • *
  • 45
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mavi berenin öyküsü
« Yanıtla #10 : 19 Eylül 2012, 10:59:25 »
Sabah olup da viranenin yolunu tutmadan evvel, tellerin üstünden bir top giriyor, karakol hudutlarına. Plastik top, yerde birkaç kere sekip, bir ağacın gölgesine tünüyor. Karakol kapısına ilişiyor gözlerim. 4 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim çocuğun, kara, boncuk boncuk bir çift gözünü yakalıyorum gözlerime denk. Tedirgince bir bana bakıyor, bir plastik topuna. Gözlerini o kadar çabuk gezdiriyor ki topla benim aramda, herhalde “Topu alıp kaçayım,” diye geçiriyor içinden. Askerlerden korktuğu, birilerinin ona bizi “öcü,” olarak anlattığı çok açık. “Gel bakalım içeri,” diyorum. Ufak adımlamalarla giriyor içeriye. Bana hiç arkasını dönmeden plastik topunu alıp, arkasına bakmadan kaçıyor. Üzülüyorum bu aradaki uçuruma. Onu karşıma alıp, saatlerce anlatsam da anlamaz kardeşliğimizi. El mahkûm ayrılıyorum oradan; toz kokusu beni bekler.

Uyandığımda içime bir huzur doluyor. Bu gece son yerde yatışım. Yarın yeni karakola gideceğim. Temizlik ve yaylı yatak beni bekliyor; hem de tam 3 gün. Yüz kaslarımın tebessümü unutmaması ne hoş! Bolca pratik yapıyorum bu akşam. Yemekhaneye kadar koruyorum tebessümümü. Yemekhaneye girdiğimde, herkesin ağzından mayın kelimesini çekip çıkarıyorum. Ne olduğunu sorduğumda, gündüz, mayın temizleme aracının mıknatıslama yöntemiyle mayın çıkarırken, bir tanesini patlattığını öğreniyorum. Allahtan bu araç insansız ve uzaktan kumanda edilebilen bir araç! Bu sayede ölüm riski tamamen ortadan kalkıyor. Tolga’ya, yarın benimle yeni karakola gelip gelemeyeceğini soruyorum. Üstün çavuşluk performansından dolayı burada kalacağını söylüyor.

Geceyi nasıl geçireceğimi düşünüyorum. Uykumu almış durumdayım ve bu gece nöbetimde yok. Birazda gündüzcü arkadaşlarımla vakit geçirir sonra gecenin icabına bakarım diye planlıyorum. Yemekten sonra Soylu’yu doyurup, viraneye gidiyorum. Şen şakrak bir akşamdan sonra, gündüz kuşları, gecenin siyahına uykuyla eşlik ediyorlar.

Düşünmeyi çok seven birisi olarak, polarımdan yaptığım yastığa kafamı koyup, hülyalara dalıyorum. Merve şimdi ne yapıyordur acaba? Beni düşünüyor mudur? Vatanı, onu da koruyorum düşüncesiyle on katı bir aşkla koruduğumu biliyor mudur acaba? Sesini duymayalı da bayağı oldu. Burnumun sızlaması, gözyaşlarımın habercisi olsa gerek. Tabi onlara çıkış izni yok. Erkek adamım ben! Ağlamam, ağlayamam. Duygulanmak da neymiş? Kendime yasak ettiğim bir olgudur sadece.

Bütün bu düşüncelerimi HK-33 tüfek sesi bölüyor. Biraz uzaktan, boğukça geliyor. Telaşe ile zıplıyorum yerimden. Telaşla arkadaşlarımı kaldırıyorum. Uyku sersemliği kalkıyorlar, pekte bir şey anlamadan. Hepsini kendine getirip, onları yönlendirmek bana kalıyor. Hepsinin silah sesini kavradığından emin olduktan sonra, tüfeğimi kapıp koşuyorum dışarı.

Çevrimdışı kalemistik

  • *
  • 45
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mavi berenin öyküsü
« Yanıtla #11 : 20 Eylül 2012, 11:02:47 »
Ses nizamiye tarafından geliyor. Bize öğretildiği üzere, sıçraya sıçraya hareketleniyorum o yöne:
Koş… 5 saniye say… Ve çök!
Koş… 5 saniye say… Ve çök!

   Herhangi bir kör noktadan kurşun yememek adına, ivedi olarak yapıyorum bunu. Yol boyunca da silah sesleri çoğalıyor. Bu bir baskın olsa gerek. Nizamiyenin yoğun ateş altında olduğunu görüyorum. Arkadan gelen arkadaşlarımla asılıyoruz kurma koluna. Ateş üstünlüğünü almak adına boşaltıyoruz şarjörleri. Dakikalarca süren uğraşımız sonucunda, nizamiyenin üstünden alıyoruz ölümün elini.

Bu taraftaki ateş sona erdiğinde, köy tarafından da aynı yoğunlukta ses geldiğini fark ediyorum. 2 arkadaşım benimle kalırken, diğerleri ve bütün komutanlar o yöne gidiyor. Bölük komutanımız, sabit kalmamızı ve sadece gözetleme yaparak sızmayı engellememizi istiyor ve gidiyor. O sırada Soylu ve Tolga geliyor aklıma. Ya nizamiyedelerse? Oradan çıkanda olmadı. İçeriden herhangi bir harekette algılamıyorum. “Ben gidiyorum,” diyerek koşuyorum nizamiyeye. Soylu içeride değil. Malkoç içeride ve çoktan ölmüş. Varilin arkasındaki Tolga çekiyor dikkatimi. Silahına sarılmış ve kan kusuyor. Yerde, kan gölünün ortasında yatarken silahına sarılmış ve ağlıyor. Elini tutuyorum; “Çıkacağız buradan,” diyorum. Dudaklarından kan sızarak, baygın bakışlar içinde, o ana kadar fark etmediğim bacağını gösteriyor: Sayısız kurşun deliği. Ben çoktan öldüm der gibi bakıyor. O durumdayken bile iki cümle dökülüyor kanlı dudaklarından: “Babama… ‘Oğlun onurluca, çatışarak öldü,’ dersin. Oğlun çok delikanlıydı…” Sonrasını getiremiyor ve cennetine doğru yola çıkıyor. Gözlerime kinin ve intikamın sızışına engel olamıyorum.

Nizamiyeden çıktığım gibi diğer iki arkadaşımın beni gözettiği yere gidiyorum. O ikisinin de yerde yatan onurlu bedenleriyle karşılaşıyorum. Bu gece benim için katlanılabilir olmaktan tamamen çıkıyor. Bunca silah sesinin arasında ne yapmam gerektiğini pek idrak edemiyorum. Sarhoş olmuşçasına yürürken silah sesleri kesiliyor. Yerde Murat Uzman’ı görüyorum. Son nefesiyle bana elindeki bombayı uzatıyor. Eğilip alıyorum ve kalkarken ellerinden öpüyorum. Kafamı kaldırdığımda onlarca terörist, namluları benim üstümde sırıtıyorlar. Bir zafer sırıtışı gibi, aç bir it sürüsü gibi… Bu zaferin tadını onlara yaşatmam. Erkek adamım ben! Ağlamam, ağlayamam. El bombasının pimini çekiyorum, mandalına basmadan elimde tutuyorum.

Bombayı fark ettiklerinde artık çok geç. Bomba saniyeler içinde infilak ediyor. Gökyüzüne et parçaları, et parçalarına kemik parçaları, kemik parçalarına da kan eşlik ediyor. Şarapnel parçaları sırıtıyor şimdi. Bir zafer sırıtışı gibi, kahraman bir metal sürüsü gibi…

Bütün bunları yukarılara yükselirken izliyorum. Nereye gittiğim muamma. Bu arada tepenin üstündeki taş yığınının arasında Soylu’yu görüyorum. Birden bir askerin ruhuna dönüşüyor. Yanıma doğru geliyor o da. Beraber yıldızları süslemeye gidiyoruz. “Vay be Soylu! O roket saldırısında ölen şehit askerdin demek.”