Daha önce Game of Thrones forumunda paylaştığım bir hikayeyi burada da paylaşmak istedim.
Olay tamamen Buz ve Ateşin Şarkısı evreninde geçmektedir.İlk İnsanlar‘ın ve Ormanın Çocukları‘nın arasında yapılan barıştan binlerce yıl sonra Uzun Gece‘nin ve Ak Yürüyenler‘in ortaya çıkışı bütün Westeros’u tehdit etmektedir. Bu tehditlere karşı Orman’ın Çocukları ve İnsanlar ittifak kurarak büyük bir mücadele verme çabasındadır. Ben ise bu mücadeleyi kendimce yarattığım karakterlerin gözünden anlatma çabası içerisindeyim.
İlk BölümYürek Ağacının Altında
Gözleri kamaştıran devasa bir ışık huzmesi yürek ağacının kırmızı yaprakları arasından suratına çarpıyor ve küçük çocuğu gıdıklıyordu.Gözlerini yavaşça açtığında ormanın ortasında büyük yürek ağacının altında uyuyakaldığını fark etti. Kedilere benzeyen büyük mavi gözlerini ovuştururken bir yandan da esniyordu. Ayağa kalkmaya çalışırken,
"Sonunda uyanabildi." dedi tepesindeki ağaçtan gelen bir ses. Eski Dil'de konuşuyordu.
"Kim var orada?" diye sordu çocuk.
"Kim olmamı bekliyorsun?" diyerek önüne atladı ses. Uzun ve ince saçları omuzlarında küçük bir kız çocuğuydu. Gözleri kırmızıya çalan bir renkti ama tam olarak hangi renge benzediği söylenemezdi. Üç uzun parmağıyla elinde tuttuğu dalı kırmaya çalışıyor gibi görünüyordu.
"Ne istiyorsun Reia?" diye sordu çocuk.
"Oyun istiyorum Ven." diyerek cevapladı Reia. Reia yaklaşık bir metre boyunda küçük bir kızdı. Boyu da hep bir metre civarı kalacaktı zaten Ormanın Çocukları fazla uzun boylu olarak bilinmezdi.
Çocuk cevap veremeden kız tekrar konuştu,
"Köye gelmen gerekiyor. Beklenmedik şeyler oluyor uzun zamandır bu kadar korku dolu bir gün yaşandığını görmedim. Gökyüzünde bir anda beliren kırmızı bir kuyruklu yıldız var." Elini yukarı kaldırdı yıldızı göstererek konuşmasına devam etti.
"Neler olduğunu kimse anlatmıyor ama korkuyorum. Buraya sadece seninle oynamak için gelmiştim. Burada tanrıların yanında olacağını biliyordum. Senin yanındayken mutlu ve huzurlu oluyorum." derken gözlerini ağacın dibindeki göle doğru çevirdi ve suyun üstünde uçuşan sinekleri takip etmeye başladı.
Buz gibi soğuk suyun içine ayaklarını sokmak için ayaklanmıştı Ven. Reia meraklı gözlerle çocuğun neler yapacağını izliyordu. Su çizmelerine doluyor, bacaklarına ve kasıklarına doğru yükseliyordu. Elini havaya kaldırıp Reia'yı da yanına çağırmıştı. Reia çocuğun yanına gitmek için hareketlendi. Küçük su birikintisinin içine tam ayaklarını sokacakken büyük bir gürültü duyuldu. Köyden geldiği belli olan büyük bir patlama sesiydi. Reia hemen suyun başından çekilerek ağaca yaslandı. Ven'de hızlı bir şekilde sudan çıkarak üstünü başını kuruladı. Uzun kulaklarıyla sesin kaynağını bulmaya çalıştı. Bağrışmalar duyuyordu kendi ırkının çıkardığı acı dolu tiz bir ses duyuyordu. Bu korku dolu sesler bile hüzünlü bir şarkı kadar huzur vericiydi. Gözlerini kapamış sesleri dinlemeye devam ederken bir anda gözlerini açtı ve ansızın sağ tarafında beliren korkutucu yaratığı gördü. Reia artık ağlıyordu.
O anda gördüğü korkutucu şey, köyüne saldıranlardan biri olmalıydı. İki metre boyunda ince bir adamdı. Donuk bakışlarıyla Ven'e bakıyordu. İnci gibi dişleri, ufak ve narin bir ağzı vardı ve çocuğun anlamadığı bir dilde konuşmaya başladı. Umutsuzca sorular soruyor gibiydi.
Çocuk daha önce böyle bir yaratık görmemişti. Ama ne olduğunu biliyordu. Akrabalarının yaşadığı diyara davetsiz gelen misafirlerdi. Kendilerine "insan" diyorlardı. Kumaştan giysiler giyip metal silahlar kullanıyorlardı. Çocuklara benzediklerini de duymuştu ama bu kadar güzel olabileceklerini düşünmemişti hiç. Uzun boylu ve güçlü görünüyorlardı. Kendileri gibi cılız ve çocuk gibi değillerdi. Yanında getirdiği dört ayaklı yaratığın ne olduğunu merak etti Ven. Elini kaldırarak dört ayaklı yaratığı işaret etti. Daha yeni suya girmiş olmasına rağmen uzun tırnakları kir doluydu. Adam çocuğun gösterdiği ve de daha yeni üstünden indiği ata baktı ve tekrar çocuğa dönerek,
"At. Bu bir at." dedi. Ven ne dediğini anlamamıştı ama söylediğini tekrarladı,
"At".Adam elini kılıcına götürerek aniden çekiverdi. Ven adamın saldıracağını anladığında hemen arkasına bakıp Reia'nın ne yaptığını kontrol etti. Reia olduğu yerde değildi. Nereye gittiğini merak ederken adamın ayağını sağa doğru kaydırdığını ve elinde tuttuğu büyük kılıcı kendisine doğru savurmaya başladığını fark etti. Ven ilk kılıç darbesinden kaçmayı başardı ve adamın arkasına geçti. Belki de adam onu çocuk gibi görüyor ve küçümsüyordu. Ven böyle düşünüyordu. Bu düşünce bile sinirlenmesine yetecek bir sebep olmuştu. Aniden duraksadı ve adamın sırtına atlayarak boğazını sardı. Adam bu ani hareketle sağa ve sola doğru hareket ederek çocuğu üstünden atmaya çalıştı. Kılıcını çoktan elinden düşürmüştü. Ven adamın boğazını hiç bırakmayacakmış gibi tutuyordu. Uzun tırnaklarının yardımıyla adamın canını acıttığı besbelliydi. Yine aynı tırnakların yardımıyla adamın boğazını kesmeye çalıştı ama tırnaklarını yeterince derine bastıramıyordu. Aniden adam geri doğru tökezlemeye başladı ve dizlerinin üstüne düştü. Bu sırada Ven adamın sırtından yere atlayıp neler olduğuna bakmak için etrafına bir göz gezdirdi. Reia'nın elinde tuttuğu yayı gördüğünde şaşırır gibi oldu ama bunu belli etmedi. Kızın attığı ok adamın tam kalbine gelmişti. Bu oklar hem zehirli hem de sihirliydi.
Ven hemen Reia'nın yanına gelerek elindeki yayı aldı ve uzağa fırlattı. Kızı kollarına alırken kız ağlıyordu.
"Ağlama Reia. Ağlama geçti." diyerek teselli etti.
Ven'in omuzlarının üstüne hafifçe değen sarı saçları vardı ve gözleri masmaviydi. Teni ise esmerdi güneş yüzünden kavrulmuş gibi.
Reia ağlamaklı bir şekilde,
"Öldürdüler. Bütün tanıdıklarımızı öldürdüler. Duydum. Köyden gelen sesleri duydum. Seni de öldürmelerine izin veremezdim." dedi.