"Ką manote jūs?Jūs pavydas neturtingi žmonės tik funkcijos ir česnakai i? Tai yra tikrai juokinga. Česnakai užmušti vampyrą?
Bet kas, ką galima pasakyti apie sidabro? Duos savo sąskaitą. Kas dieną konfrontacijos, kai jis ateina į sidabro, nei ką jis absurdiškai česnakai religinės apeigos, taip pat vandens tūris yra šventa neišgelbės. Bus savo kūrimo mitų griuvėsiai. Juokinga griūti situaciją. tik įžeidinėjo atmainų šimtmečius, kaip ir mes, jūs turite savo , jūs patirsite tuos pačius dalykus.
Filmai, knygos ... Visi jūsų pilnas stuff. Bet Aš jums pažadu, vampyrai negali rašyti geriau vienas, dabar galite rašyti datą ir šlykštus vampyrų rasė šioje istorijoje įspaustas ant žmonijos, nurodyto kaip klaidą ... Pamirškite, ką jūs žinote, aš jums sakiau ... Išmokti naujų dalykų ir įsitikinkite, kad jie ne taip, kaip ... Labai greitai, atpildo diena ateis ... "
“Ne zannediyorsunuz? Siz zavallı insanların sadece kıskanabileceği özelliklere sahip olup, sarımsakla ölebileceğimizi mi? İşte bu gerçekten çok komik. Bir vampiri sarımsakla öldürmek???
Peki ya gümüşe ne demeli? Bunların hesabını vereceksiniz. Yüzleşme günü geldiğinde ne gümüş, ne sarımsak ne o saçma sapan dini ayinleriniz, ne kutsal suyunuz ne haçınız sizi kurtaramayacak. Kendi yarattığınız efsaneler sonunuz olacak. Komik duruma düşeceksiniz. Aşağılanacaksınız, tıpkı yüzyıllardır ırkımı aşağılayıp, bizleri kendi çıkarlarınza alet ettiğiniz gibi, siz de aynı şeyleri yaşayacaksınız.
Çizgi romanlarınız, filmleriniz, kitaplarınız... Hepsi sizin uydurduğunuz şeylerle dolu. Ama size söz veriyorum, bir daha kimse vampirleri yazamayacak, artık vampir ırkı yazacak tarihi ve siz aşağılık insan ırkı bu tarihin içinde üstüne basılmış birer böcek olarak anılacaksınız... Dedim ya bildiklerinizi unutun... Yeni şeyler öğreneceksiniz ve emin olun bunlar hiç hoşunuza gitmeyecek... Yakında... Çok yakında hesap günü gelecek...”
İnternet sitesinde yayınlanan bu yazı ilk başlarda gülünüp geçilecek kadar komik dursa da, vampirlere olan ilgi nedeniyle bir anda çok popüler oluvermişti. Sosyal paylaşım sitelerinde en çok paylaşılanlardan biri olup çıkmıştı. Bir kaç gün içersinde, ciddiye alıp, dünyanın sonunun geldiğine inanan bazı gruplar toplu halde intihar edince işin ciddiyeti ortaya çıkmıştı. Polis soruşturma başlatmış olsa da, internet sitesinden yazıyı ekleyenin izi sürülememişti. Bu arada dünyanın değişik şehirlerinde bazı küçük vamp gruplar toplantı ve küçük çaplı gösterilere başlamıştı. Sanki bekledikleri vampirler için hoş geldin partisi düzenliyorlardı. Popülaritesi dahada artan vampirlerlerle alakalı olarak, ciddi ciddi televizyon programları yapılmaya başlanmıştı. Google da en çok aranan kelimelerin tepesine vampir sözcüğü oturmuştu.
Uzmanlar sürekli ortaya atılan ve fos çıkan kıyamet/dünyanın sonu temalı spekülasyonlardan biri olduğu konusunda hemfikirlerdi ve çocuklarınızı bu tip şeylerden sakının diye uyarıyordu ebeveynleri. Geçmişte bu ve benzeri olaylarda bir çok çocuk ve ergen bir şekilde, ya ölmüş yada vahşi birer katil olarak istatistiklere geçmişti.
........................
Bükreş in 40 km kuzeyinde şirin bir kasabaydı Snagov. İlkbaharın ilk çiçekleri dalları basarken, Kasaba halkı kendini kırlara bayırlara atmış, bir yandan mangallarını yellerken, kuş seslerine karışan manele eşliğinde dans edip eğleniyordu. Bu şirin kasabaya adını veren Snagov gölü üzerinde, aynı ismi taşıyan bir de küçük ada mevcuttu. Snagov adası. Turistlerin bu küçücük adaya yoğun ilgi göstermesinin tek bir nedeni vardı ;
“Mânăstirea Snagov” yani Snagov Manastırı. Manastırın tek başına pek anlam ifade etmediği söylenebilirdi aslında, asıl cazibe merkezi manastırda bulunan bir mezardı.
III. Vlad ın mezarı. Rumenlerin halk kahramanı “ VLAD TEPEŞ”, Türklerin deyimiyle “KAZIKLI VOYVODA” yada Tüm dünyanın tanıdığı ismiyle “KONT DRACULA”...
Her yıl binlerce turist ve vampirlere ilgi duyan insanın akınına uğrayan manastır için sıradan bir gün sayılabilirdi. Yine yüzlerce turist manastır ve etrafında gezinip, fotoraf makinalarıyla en iyi pozu yakalayabilmek için uğraşırken alışılmadık birşey oldu. Karanlık geçmişine ve hoş olmayan efsanalere rağmen güler yüzlü isanların ve o harika doğanın mekanında etraftakilere hiçte benzemeyen bir adam beliriverdi manastırın avlusunda. Kimse nerden geldiğini görmemişti. Eğer önceden burada olsaydı kesin farkedilirdi, keza modayı bin yıl geriden takip eder gibi bir hali vardı. Eski , siyah çalan gri bir keşiş elbisesine benzeyen elbisesiyle onu farketmemek imkansızdı. Yüzünü ve gözlerini gizleyen kapişonu, yerlerde sürünen elbisesi oldukça ilginç bir o kadar da ürkütücü görünmesine neden oluyordu. Oldukça uzun boylu bu adam, avlunun ortasında öylece durmuş başı hafif öne eğik biçimde, kollarını göğsünde kenetlemiş vaziyette duruyordu.
Turistler için ilgi çekici bir tipti. Çok yaklaşmasalarda etrafında onlarca turist birikivermişti bir anda. Manastırda görevli bir keşiş olabilirdi. Fotoğraf makinaları ardı ardına çalışırken, aniden ortaya çıkan bu adama yanaşmaya cesaret eden bir turist, kendi dilinde adama birşeyler söylediyse de adamdan hiçbir tepki alamamıştı. Muhtemelen konuştuğu dili bilimyordu ki, bu da normal birşeydi.
Bir kaç saniye sonra, Bu garip adam fısıltıdan bağırmaya dönüşen bir ses tonuyla birşeyler söylemeye başladı. Turistlerin anlamadığı bu dil muhtemelen rumence idi ancak, etrafta bulunan Rumenler de anlamamıştı bu dili. Adamın ses tonu giderek yükselirken durum ürkütücü bir hal almaya başlamıştı. Anne ve babalarının yanında bulunan küçük çocuklar korkup ağlamaya başlamışlardı. Adam bir insanın çıkarabileceği en yüksek sesi katlayarak geride bırakırken, çocuğu ağlamaya başlayan bir ingiliz turist adama müdahale etmeye karar verdi. Kalabalığın arasından sıyrılıp, keşişi kolundan yakaladı ve sertçe itti. Bağırmamasını, çocukları korkuttuğunu, şakanın bu kadarı da fazla olduğunu söylemek istedi. Sertçe ittiği keşiş, hiç oralı olmayınca, omuzlarından tutup kendine doğru çevirdi adamı ve elini kapişondan içeri daldırıp çenesinden yakaladı adamı.
Geriye düşen kapişonun altından çıkan yüz bir anda herkesi dehşete düşürdü. Bembeyaz gözlerin ortasında mercimek tanesi büyüklüğünde kızıl iki nokta, adamın gözlerine odaklanmıştı. Adamın kafası keldi, bir tek saç kılı bile yoktu, kafa derisi fiziki bir haritayı andırırcasına, siyah, belirgin damarlarla doluydu. Bu tıpkı, amazon nehrine tepeden bakmak gibiydi, yüzlerce belki de binlerce kola ayrılan bir nehrin kolları gibi yayılmıştı adamın kafasına. Uzun ve düzgün bir burun, griye yakın renkli yüzünü tamamlıyordu. Ağzı normal bir insan ağzına oranla yanaklarına doğru daha uzundu. Sivri çenesi uzun burnuyla uyumlu bir birliktelik içersindeydi sanki.
Keşişi boğzaından yakalayan turist donumştu adeta. Tıpkı etraftaki tüm insanlar gibi. Keşiş geriye doğru yavaşça bir adım atarak, gırtlağını adamın elinden kurtardı ama adam hala onun gırtlağını sıkıyormuş gibi aynı pozisyonda kaldı. Kaskatı kesilmişti adeta, yaşam belirtisi göstermiyordu. Uzun ve kemikli elini adamın alnına götürdü keşiş. Parmakları etsiz kemiği andırıyordu ve tıpkı yüzü gibi griye yakın bir renkteydi. İşaret parmağıyla adamın alnına görünmeyen birşeyler yazdı yada çizdi. Bunu anlamak mümkün değildi. Adamın rengi değişip önce sarıya, ardındanda hızla koyu griye dönüştü, susuz topraklar gibi çatlamaya başladı, son bahar yaprakları gibi dökülüyordu derisi, ardından çatlaklar derinleşti ve adam toprak yığınına dönüşüverdi. Az önce hayatta olan canlı kanlı bir insan, şu an yerde bir kürek toprağa dönüşmüştü. Toprak alev aldı ardından ve yanarak tükendi geriye, hafif rüzgarda savrulan küller kalmıştı...
Zaman tekrar akmaya başlamıştı sanki, çığlıklar, kaçıp kurtulmak için amaçsızca oraya buraya koşan insanlar, dehşet doldurmuştu bir anda adayı. Bir kaç saniye içinde manastırın avlusunda sadece bu korkunç adam kalıvermişti. Yavaşça kapişonunu yeniden kafasına geçirdi, sağ avcunu kalbinin üstüne koyup, sol elini, avuç içi karşıyı gösterecek biçimde ileri doğru uzattı. Yine birşeyler söylemeye başladı, sesi giderek yükselirken, yabancı bir ses yankılandı etrafta. Ufak çaplı bir patlama sesiydi. Bir tanabca sesi. İlk sesten bir kaç saniye sonra, ardı ardına ve yoğun biçimde gelmeye başladı sesler. Adam her sesten sonra ufak ufak sarsılıyordu ama işine devam ediyordu. Konsantresi bozulmuş olacaktı ki, işine devam edemeyeceğini düşünüp, seslerin geldiği yöne döndü yüzünü. Karşısında 7 polis memuru, sürekli ateş ediyordu kendisine. Son mermi gelip kafasına çarptığında, beton zemine düşen bir su damlası gibi dağılıp kayboldu. Metal sıvıya dönüşmüştü adeta. Siah sesleri azaldı, ardından durdu. Polisler donmuş gibiydi. Tıpkı talihsiz turist gibi. Yavaş adımlarla polislere doğru ilerledi adam. Etraflarında bir tur atıp, polisleri süzdü. Ardından tam önlerine gelip bir şeyler mırıldandı, elbisesinin altından çıkardığı devasa metal, ışıl ışıl parlayan kılıçtan başka birşey değildi. Sapı da kendisi gibi oldukça uzun ve normal bir insanın değil kullanmak, yerinden bile kaldıramayacağı kadar ağır görünüyordu. Sap kısmı değişik renkte taşlarla bezeli, ucuna doğru, bilinmeyen bir alfabeye ait yazılarla kaplıydı. Sap kısmından ucuna doğru azar azar kalınlaşıp, uç kısmında yukarı doğru kıvrılan bir kılıçtı bu. Adam kılıcın ucunu bir kez yere vurup, iki adım geri gitti. Ardından pervane misali kendi etrafında 180 derecelik hızlı bir dönüş yaptı, insan gözünün algılayabilceği bir hız değildi bu. Kafalar yerlerinden fırlayıp sağa sola yuvarlanırken, bedenler,fıskiye misali kan püskürterek oldukları yere yığıldılar.
Adam kılıcı tekrar elbisesinin altına sakladı ama o elbise o boyutta bir kılıcı saklamak için yetersizdi. Sanki kılıcı yutuyordu elbise.Az önce yarım kalan ritüeline döndü adam. Aynı pozisyonu alıp, mırıldanmaya başladı. Sesi yükseldikçe, rüzgar şiddetleniyor, zemin ufak ufak sarsılıyordu. Güneşli havada gök gürültüsünü andıran sesler duyuluyordu. Bir kaç saniye sonra, manastırın devasa kapısı menteşelerinden sökülerek, patlayıcıyla açılmıçasına avlunun ortasına doğru uçtu. Adam, ritüeline devam etti, gittikçe hızlanıyor ve hiddetleniyor gibiydi sesi. Manastır kökünden sallanmaya başladı, yaşlı manastır bu sarsıntıyı daha fazla kaldırabilecek gibi görünmüyordu. Adamın ayağının dibinden manastıra doğru, yerde döşeli taşlar yerlerinden sökülerek yol açıyor giyidi sanki. Gök gürültüsü, rüzgar ve sarsıntı gittikçe şiddetlendi. Manastır adeta kusar gibi fırlattı devasa lahiti dışarı. Mermerden yapılmış bu lahit tonlarca ağırlıkta olmalıydı. Avluya düştüğü anda parçalara ayrılıp dört bir yana dağıldı. Sıradan bir tabut duruyordu şimdi avlunun ortasında. TEPEŞ’in tabutu.