Kayıt Ol

Ateşin İmtihanı

Çevrimdışı Fizban

  • **
  • 64
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ateşin İmtihanı
« : 17 Aralık 2012, 13:21:05 »
Dünya
“..güzellerin ve bilgelerin en mükemmeliydin”
İncil - Ezeikel 28:11-19

“Diz çökün ruhumun parçalarının önünde.”  diye buyurdu yaratılmışların yaratıcısı ve yarattıkları içerisinde en kutsal olan o nurlu varlıklar tek bir hareketle ışık hüzmesinden oluşan dizlerinin üzerlerine çöktüler. Bütün melekler biraz önce onlara gösterilen gelecek hakkında düşünüyorlardı. İnsanların yapacakları, onların yaptıkları ve daha nicesi onlara bahşedilmişti. Ve şimdi, ilk defa, Tanrı onlardan başka bir varlık önünde diz çökmelerini istediğine hiçbirisi buna karşı koyamamıştı. Böylesine Ulu, böylesine Yüce bir varlığa kim itiraz edebilirdi ki?

Her melek kendine verilen geleceği görebiliyordu sadece ve hepsi bunu bir sır gibi kendi içlerinde tutmaya gizli bir yemin etmişlerdi. Çünkü bazıları belki de yapılmaması gereken en büyük ayıbı işleyip insanlarla ilişkiye bile giriyorlardı. Bunun görüntüsü dahi yaşayacaklar için tahrik olmalarına neden olmuştu. Ancak işin garibi melekler bu tarz bir duyguyu ilk kez yaşıyorlardı. Onlar duyguların çoğunu ne yaşamış ne de tatmışlardı. Çünkü onlara insanların en büyük zaafı olan duygular verilmemişti. Onlar bir şeyi sadece öyle olması gerektiği için yaparlardı. Onlar sadece Yaratıcı’ya hizmet ederlerdi.

Ancak o kutsal olanlardan birisi vardı ki içlerinde, diğer melekler bile kendilerini onun yanında insansı bir varlığa benzetiyorlardı. O ki sadece dış görünüşüyle değil bildikleri, kudreti ve gücüyle de diğerlerinden ayrılıyordu. Baş melekler içerisinde ki en yüksek mertebeye sahipti, eğer öyle bir mertebe varsa Yaratıcı’nın gözünde. Bunca özelliğine rağmen, belki de bunlar yüzünden, bir tek Sabah Yıldızı’nın düşünceleri bulanmıştı. O diğerlerinin tattığından çok daha büyük bir duyguya tanık olmuştu; aşka ve onun ardında bıraktığı izlere. Sabah Yıldızı, aşık olmuştu, her şeyini vermişti, inanmıştı, korumuştu, aldatılmıştı.

Ve bütün bunları verdiği o anlaşılmaz, karmaşık duygularla ayakta kalan tek nurlu varlık olmayı başardı. Onun için çok zordu bu çünkü her şeyden çok sevdiği Yaratıcı’nın sözünü ilk defa dinlemiyordu. Onun dediklerine karşı geliyor olmanın düşüncesi bile içini acıtıyordu. Ta ki yaşadıklarını tekrar gözden geçirip insanoğlunun geleceğini bütün ayrıntısına kadar kavrayana kadar. O zaman bütün odak noktası bir anda değişmişti. Yanlış bir şeyler olduğunun farkındaydı, belki de Yaratıcı onları deniyordu kim bilir? O yüzden yapması gerekenin bu olduğuna inanarak bütün o zaman boyunca yapmadığını yapıp ayakta kalktı.

“Neden çamurdan yapılan bu varlığın önünde eğilmeliyiz? Onlar ki duyguları yüzünden kısacık hayatlarında bir sürü yanlış yapacaklar. Onlar ki kendilerine verdiğin değeri hak etmeyip yeri geldiğinde seni bile unutacaklar.” Birkaç saniye durup söyledikleri karşısında içerisinde akıp giden o duyguları bastırmaya çalıştı. Bir melek olarak bu çok zordu ama buna rağmen başarılı olup devam etti ağzından hüzünlü bir melodi gibi çıkan sözlerine. “Onlar seni sevmiyor! Onlar sadece bencil, aptal, işe yaramaz kimseler. Ben olsaydım eğer..” derken sözleri bir anda kesildi. Yaratıcının yaydığı bir his onun susmasına neden olmuştu, kızdığının farkındaydı ve devam etmek yerine bekledi.

"..güzellerin ve bilgelerin en mükemmeliydin. Eden'de, Tanrı'nın bahçesindeydin. Giysilerin hep güzel taşlarla –yakut, zümrüt, aytaşı, beril, onix, safir, turkuazla- ve altın işlemelerle süslüydü. Bunlar sana sen yaratıldığın gün verildi. Seni kudretinle ve gücünle bekçim yaptım. Tanrının kutsal dağına gidebiliyor ve ateş tarlalarında yürüyebiliyordun. Yaptıklarından tamamen muaf tutulurdun ta ki için kötülükle dolana dek. Bu varlık içinde bile daha büyük şiddet yarattın ve günahkar oldun. Seni tanrının dağından men ettim ve seni bekçilik ettiğin ateş tarlalarından sürgün ettim. Güzelliğin yüzünden için kibirle doldu ve bilgeliğini kendi ünün için harcadın. Seni içine hapsettiğim ateşle beraber dünyaya attım. Seni takip edenlerle beraber sonunuz ateşler içinde küle dönecek. Çok feci bir sona geldin."

Her sözcük bir notaya denk gelecek şekilde çalınmıştı Yaratıcı tarafından ve eğer insanoğlu bunu duyacak olsaydı içinde ki duyguların yoğunluğundan dengesini yitirirdi. Sabah Yıldızı için ise bu çok daha büyük bir olaydı. Biraz önce az kalsın söyleyeceği o cümleyi aklından geçirirken Yaratıcı sözleriyle onu çok daha üzmüştü. Nurdan yapılanları son bir kez daha gördü ve en yakını olan Mikail’e bakarken cennet bir anda ondan uzaklaşmaya başladı. Önce ağırlığını hissetti, sonra ne kadar hızlı bir şekilde yere düşmekte olduğunu ve korkuyu hissetti. Etrafı alevlerle sarmalanmıştı hızından dolayı ancak garip bir şekilde ne kadar hızlı düşerse düşsün bir türlü o kısacık görünen mesafeyi alamıyordu. Buna rağmen duyguları değişmedi, korku bütün varlığını sardı.

Not: Alıntı yaptığım bir söz var burada gerçekten bir kitapta geçtiğinden yazmak zorunda kaldım. Şuanda yapmaya çalıştığım şey Dünya üzerinde olan dinlerden, mitlerden bir şey alıp onları kendi yarattığım bu yere uygulamak oluyor. Bundan sonra ki bölümlerin hiçbirinde böyle bir alıntı olmayacak yani direk kitaptan cümle almayacağım. Yaratılışta yapmam gerektiği için yaptım. Yorumlarınızı bekliyorum :)

Çevrimdışı Fizban

  • **
  • 64
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ateşin İmtihanı
« Yanıtla #1 : 17 Aralık 2012, 21:21:14 »
Gözleri hafifçe aralandığında üzerinde kocaman mavi bir örtü olduğunu gördü. Yer yer beyaz desenlerle kaplı, mavi bir örtü vardı üzerinde ve bir de büyük sarı bir ışık topu. Işık topu gözlerini alırken bir kez daha karanlık oldu her yer. Bir daha ki uyanışında göz kapaklarını daha çok açık tutmayı başardı bu sefer gördüğü şey o üzerini örten mavi örtü yerine geçen simsiyah bir örtüydü. Sabah ortada olan o beyaz desenler veya büyük sarı ışık topu ortada gözükmüyordu. Onların yerlerini milyonlarca ışık noktası almıştı ve tabii bir de grimsi bir ışık topu. Ama bunun ışığı farklıydı sabah ki gibi değildi. Çok az ışık veriyordu. Gözlerini kapatmadan önce o ışık noktalarından birisinin hızla başka bir yere doğru hareket ettiğini gördü sanki semadan düşüyor gibiydi.

Bir kez daha gözünü açtığında artık vücudunu hissedebiliyordu. Bu ona garip geldi çünkü bir bedene asla sahip olmamıştı. Buna rağmen alışması garip bir şekilde çok kolay oldu. Ayağa kalktığında su içerisinde kalmış büyük bir çukur içerisinde yattığını fark etti. ‘O düşen ışık noktası ben miydim?’ diye düşünürken bir yandan da etrafına bakınmaya başladı. Çevresini tanımaya çalışıyordu, buraları bir yerlerden hatırlıyordu ama nedense bunun ne olduğunu çıkartamıyordu. Her şey ona çok yeni ve çok eskiydi. Olanların bu kadar saçma olması merakını uyandırıyordu ve hemen etrafında ki nesnelerle iletişime geçmeye başladı. Hepsine dokunuyor, tadına bakıyor veya duymaya çalışıyordu. Her birinin adı yavaşça zihninde belirirken başka şeyleri de fark etmeye başladı.

***********************

İlk insanlarla birlikte büyüdü o da ama diğerlerinin aksine hep öncü konumundaydı. Bulduğu insanları birleştirdi onlara nasıl olduğunu bilmediği bir şekilde bir anda zihninde oluşan öğretileri gösterdi. Onları büyüttü, korudu ve her birinin davranışlarını izledi. Bir şekilde insanlar ona çok aptal varlıklar olarak gözüküyorlardı. Ne olursa olsun hayatları boyunca bir sürü hata yapıyorlar ve bunlardan ders çıkarmak yerine ısrarla aynı şeyleri tekrar ediyorlardı. Birbirlerini ufacık bir tartışmadan dolayı öldürecek konuma gelebiliyorlardı. Yalan söylüyorlardı ama hiçbiri bu konuda ne başarılıydı ne de üstün yeteneklere sahipti. Hepsi kolay manipüle ediliyordu. Sabah Yıldızı veya ona insanların kendi aralarında taktıkları bir diğer isimle Lucifer onların yanında kaldıkça ne kadar gereksiz bir yaratım olduğunu fark etti insanların. Yine de arada sırada öyle şeyler görüyordu ki onlar için hala umut olduğunu düşünmeden edemiyordu.

Aşık oldu o günlerin birisinde genç adam ve hiç beklenmedik bir şekilde bütün insanlara olan sevgisi çoğaldı. Onlara eskiden olduğundan bile daha çok yardım ediyordu ve sevdiği kadın için her şeyi yapmaya hazırdı. Sırf onun içini ısıtan ufacık gülümsemesini görmek için dahi bütün toprak parçasını baştan sona geçmeye veya en tehlikeli yaratıklar arasında bir hafta geçirmeye razıydı.  O kadar büyüktü işte insanlara ışığı getiren adamın aşkı. Ve tabii öfkesi de büyük oldu güzeller güzeli Clera’yı kucağında bir yıl önce doğmuş olan bebekleri ile birlikte sokağın ortasında yatarken bulduğunda. Kadının üstü başı yırtılmıştı, sokakta çocuğunun gözü önünde tecavüze uğramıştı ve sonra da öldürülmüştü. Onun Clera’sı. Hayatının aşkı. İnsanlar tarafından tecavüz edilip, öldürülmüştü. Gücünü kontrol edemedi bir an için ve öfkesi kızıl bir sel olup aktı bütün yerleşim yeri boyunca. Hiçbir insan kalmadı hayatta veya hiçbir ruh kalmadı bedenlerin içerisinde. Sonra oturup ağladı Lucifer, ateşin oğlu. Her şeyin farkında olarak her şeyi anımsayarak ağladı. Cennet, Yaratıcı ve diğer her şey bir anda zihninde belirdi. Yaşadıkları ve yaşayacakları gözünden bir görü gibi geçmesine rağmen hepsini gözyaşlarıyla toprağa akıttı. Akan gözyaşlarından oluşan çamur birikintisine öfkeyle baktı “Ey yaratılan en büyük mahlukat! Bundan sonra benden korkmayı öğreneceksin. Her birinizin ruhunu alacağım. Her birinizin içinde yatan kötülüğü ortaya çıkartacağım ve böylece görecek Yaratıcı ne kadar hatalı davrandığını!” diyerek ayağa kalktı. Daha fazla gözyaşı dökmeyecekti.

Yanan yerleşim yerinin ortasına geçti, yanık et kokuları ve nicesi arasında gözlerini kapattı. Biraz önce burada ölen insanların ruhlarını almak için gelen kimse olmamıştı. Bu çok büyük bir hataydı ve Lucifer bunu affetmeyi düşünmüyordu. Derin bir nefes alarak etrafta olan bütün ruhları içine topladı ve sırf eski zamanları hatırlatıyor diye lokmayı boğazından geçirmek için yutkundu. Bu zamana kadar unuttuğu küçük çocuğu ise kaderiyle baş başa bırakmaya karar verdi. Her ne kadar oğlu da olsa onu yanına almayacaktı. Onu izleyip hayatına kendisinin yön vermesine izin verecekti. Sonuçta çocuk kusursuz bir varlıktı, olacakları kendi gözünden görmeliydi. Ve alevler çocuğu içine almasına rağmen yakamazken oradan uzaklaşıp başka bir yerleşim yerine geçti. Orada yaptığı şey ise çok daha kurnazcaydı. İnsanları birbirine düşürüp kendi aralarında bir savaş başlattı ve savaş alanında yaydığı bir enerji ile ilk müritlerini ortaya çıkardı; iblisleri. Ve Lucifer’ın adı yayıldıkça onu gören bir daha hiç olmadı.

***********************

“Ve bu yüzük ile, ruhunun ve bedeninin tamamen benim olacağına yemin ediyor musun?” dedi uzun dağınık saçlara sahip olan yakışıklı genç, elinde tuttuğu ve henüz o sabah sarmaşıklardan yaptığı yüzüğü kızın parmağına takarken. “Evet, Grindel. Ruhum ve bedenim sadece senin” derken genç kızın çıplak bedeni çocuğa biraz daha sokulmuştu. Grindel yüzüğü kızın parmağına takar takmaz onun dudaklarına bir öpücük kondurdu. Bu hayatı boyunca o kızdan alabileceği son öpücüktü. Çünkü dudakları birleşir birleşmez kız bir nefes misali çocuğun dudaklarından içeriye çekilmişti. Kendisini bir anda ayağa kalkmış bir şekilde kızın biraz önce yattığı yere bakarken buldu. Nefesi kesilmişti ve biraz önce olanlar hakkında en ufak bir fikri dahi yoktu.

Bir yaprak tanesinin ağaçtan yere düşüşü kadar geçen kısacık hayatı boyunca sevdiği o kız yok olmuştu. Hatta öyle ki içinden bir ses bunun sebebinin kendisi olduğunu söylüyordu. Dizlerine üzerine çöker çökmez istemsiz bir şekilde ağlamaya başladı. Göz yaşları biraz önce kızın yattığı yeri dövüyordu. Zihni bir anda üzerine yüklenen bu acıdan kurtulması için onu bayıltmaya uğraşıyordu ancak kalbi yaptığı şeyin cezasını çekmesi için bunu engelliyordu. Acı dayanılamayacak kadar büyüdüğünde gözleri sadece bir saniyeliğine kapandı.