Ray Bradbury ismi anıldığında akla gelen ilk kitap Fahrenheit 451 ise ikincisi mutlaka Mars Yıllıkları olur. Kimine göre bu sıra yer değiştirir, biri diğerinin önüne geçer. Ancak ne olursa olsun ilk ikiyi çekmede bu ikiliyle baş etmek zordur.
İthaki Yayınları geçtiğimiz günlerde, uzun zamandır tükenmiş durumda olan ve çoğumuz tarafından aranan Mars Yıllıkları'nı yeniden bastı. Böylece sahafları karış karış aramamız da bir sona ulaştı. Hem de mutlu bir sona.
Ben tüm bunları söyledim söylemesine de amacım bunu haber vermek miydi? Hayır. Aslında az önce bitirmiş olduğum bu esere dair bir yorum yapmak niyetiyle açıldı bu konu.
Bradbury'i bilenler şu özelliğine dair tartışma kabul etmezler: O insancıldır, her şeyden önce vicdana sahip, sıcak bir adamdır. Mars Yıllıkları da onun bu yönelerini ortaya koyduğu ve aynı zamanda ilginç bir fikri de hayata geçirdiği eseri. İlginç çünkü, kitap -tam da adında söylediği gibi- bir yıllık. 1999 yılından başlayıp 2026'ya kadar kah 1 sayfalık kah 40 sayfalık öykülerle bize insanlığı, insanlığımızı, utancımızı, ırkçılığı, birlikteliği ve sevgiyi anlatıyor. İnsanın içine dokunan, zaman zaman güldürün, sonlara doğruysa daha çok içe dönük eleştirilerde bulunduran öyküler bunlar. Bradbury'nin o duyarlılığıyla yazılmış ve insanlığı sorgulatan türden her biri.
Kitaba bir başka açıdan bakmak gerekirse, konusu için şöyle söylenebilir: İlk olarak Mars'a yapılan keşif seferleriyle başlayan kurgu daha sonra Mars'ın yerli halkıyla devam ediyor. Burada pek çok komik olayla karşılaşıyor ve eğleniyoruz. Ancak daha sonrasında (belki burası spoiler olarak algılanabilir)
bir hastalık yüzünden Marslıların soyu tükeniyor ve böylece insanların Mars'ı mesken tutmasını, onların kültürünü silip kendilerininkini yerleştirmelerine şahit oluyoruz.
Bundan sonrasındaysa olaylar adım adım kararıyor. İnsanların o dinmek bilmeyen atom bombası sevdası, komşu ülkelerin her birini düşman ilan edip içine kapanması, dünyanın her kıtasının birbirine küsmesiyle 2026'ya yaklaşıyoruz.
Bu kitap özgün bir eser, çünkü minik minik sayısız öyküden oluşmuş ama özünde aynı kurguyu oluşturan parçalardan oluşuyor. Bradbury'e bu fikri için imrendim doğrusu. Öte yandan, kendisinin duyarlılığını, sevgisini, eleştirisini, hatta yeri geldiğinde ırkçılığa bile karşı duruşunu (siyahlar ve beyazlar hiç rahat durur mu bu öykülerde?) gayet şiirsel bir dille bize aktarıyor.
Okurken yer yer hüzünlendiğim, yer yer insanlardan tiksindiğim ve zaman zamansa gülümsediğim bir kitap oldu. Sadece bilimkurgu severlerin değil, herkesin beğeneceği bir kitap olduğunu düşünüyorum. Hitap ettiği kitle oldukça geniş.
Ve son olarak, kitabın başındaki önsözü yazmış olan bilimadamı Fren Hoyle'un bilimkurgu ve edebiyattaki yerine dair sözlerine kulak vermeden geçmeyin derim.
Not: Şunu da belirtmeden geçmeyelim; kitaptaki öykülerden
Ateş Balonları Resimli Adam adlı eserde,
Usher II isimli öyküyse Yakma Zevki adlı kitapta da var olan hikayelerdir.
Kitabın portalımızda bulunan künye bilgilerine de
buradan ulaşabilirsiniz.