Adam koridorda koşuyordu, durmamacasına, sağa sola sapmaksızın dümdüz koşuyordu. Bu bir binaydı sonuçta, değil mi? Elbette koridorun sonuna gelecekti, elbette bir çıkışa denk gelecek ve bu lanet olası yerden bir an önce paçayı kurtarıverecekti.
Koştu, koştu... Adam o kadar hararetli koşuyordu ki, nefes almayı unutuyor, ara ara ciğerleri yanmaya başlıyordu. Bir rivayet vardır hani, yavaş nefes aldığında zaman da yavaşlar derler. O da o misal belki bir dakika, belki bir saat koştu; bilmiyordu. Zaman kavramını yitirmişti. Şimdiden bir kilometre yol kat ettiğini biliyordu ancak koridor ne bir yere sapmış, ne bir pencere ne de bir kapı ilişmişti gözüne.
Ömrünü bu kahrolası mimari harikasında çürütmek istemiyordu. Kim böylesi saçma bir yapı tasarlayabilirdi ki? Kapı yok, baca yok; her yer dört duvar. Hem böylesi kapalı bir yere nasıl gelmişti? Neden durmaksızın koşuyordu böyle? Tek istediği durmak, soluklanmaktı. Belki gerisin geri koşarsa girdiği yerden geri çıkabilirdi. Çok parlak bir fikir!
Fakat tam durmayı akıl etmişken arkasında anlam veremediği bir ses yankılandı. Bir kurt sesi ya da ona benzer bir şey. Daha çok bir... kedi miyavlaması?
Ses normal değildi. Sanki bozuk bir plaktan çıkan pop şarkıları gibiydi. Sesin sahibini tanıyamasanız da şarkının ritmini yakalarsınız hani, onun gibi. Adam bunun bir kedi olduğunu farz etti ancak içinde istemsiz bir korku oluştu. Sesi böyleyse, kendisi nasıl bir hilkat garibesiydi Allah aşkına?
Tekrar koşmaya başladı. Bu kez daha da hızlı çünkü ses gittikçe yaklaşıyordu. Arkaya bakmaya cesaret edemedi, çünkü öyle bir koşuyordu ki tek bir dikkat dağınıklığında tökezlemesi işten bile değildi. Her ne kadar koşarsa koşsun, o metalik ses her an daha yaklaşıyordu. Ses tam ensesine ilişmişken, karşısında bir aydınlık gördü. Canı pahasına koştu, pencereyi fark etti ve tüm kuvvetiyle cama doğru uçtu...
Düşüşü kısa sürmüştü ancak o aptal sesi hala duyuyordu. Gözlerini açtı ve birden gözlerine dolan gün ışığına karşı kolunu siper etti yüzüne. Canı yanmıştı, düşerken kolunu incitmişti anlaşılan. Adam gözlerini kırpıştırdı tekrar, demek dışarıda vakit gündüzdü. Yavaşça yerden doğruldu sesin kaynağını aradı. Ses bir yastıktan geliyordu. Yastık? Elini attı, yastık yüzünden sesi boğulmuş telefonu çekti, çıkardı. Yastık! Odasındaydı! Saat kaçtı böyle!
Adam telefona baktı işe yarım saat gecikmişti bile. Hemen pantolonunu geçirdi ayağına, gömleğini giydi, kravatını geçirdi boynuna. Cüzdanını ve anahtarını aldı masanın üstünden ve pencereye doğru koştu. Hayır, evinde kapı vardı! Uyku mahmurluğuyla ayağına geçirdiği farklı çoraplarıyla müthiş bir uyum oluşturan pabuçlarını giydi ve koşmaya başladı.
16-A'ya yetişmesi için beş dakikası vardı, durağa yetişmesi içinse on beş dakikalık bir yolu. Adam koştu, koştu... Hiç durmamacasına, ciğerleri yanarcasına koştu. Ömrünün sonuna kadar da koşacaktı zaten. Tam soluklanmayı akıl etmişken bir ses duyacaktı arkasında. Hani bazı sesler vardır, ömrünüzde ilk kez duyuyor olsanız da ne olduğunu anlarsınız. Hiç görmediğiniz bir hayvan sesi ya da ona benzer bir şey. Daha çok... ecelin sesi?