Kayıt Ol

True Detective

Çevrimdışı Denaro Forbin

  • *****
  • 2114
  • Rom: 54
    • Profili Görüntüle
    • Bilimkurgu Kulübü
Ynt: True Detective
« Yanıtla #30 : 10 Nisan 2015, 00:45:56 »
Nasıl ki Matthew (Dallas Bayers Club'la başladı yükselişi tabii) True Detective ile oyunculuk nedir, nasıl yapılır dersleri verdi ise, Colin Farrell'den de aynısını bekliyorum. Ortalama bir oyuncu olarak görülür Farrell de ama bu onun yükseliş projesi olacak diye tahmin ediyorum.

Teasera gelecek olursam, birinci sezonla uzaktan yakından alakası yok, ki olacağını da beklemiyordum zaten. Evet, ikinci sezonu yapmaları bir hata idi. Yani mini dizi olarak bitseydi ama senarist aklındaki fikirleri başka bir diziye taşısaydı iyi olurdu. Bu ikinci sezonun, True Detective ismine zarar vereceğini düşünüyorum. Umarım yanılırım.

Ve ilk sezonun sonunu ben de çok beğenmiştim. Tam olarak olması gerektiği gibiydi.

Çevrimdışı Laughing Madcap

  • ****
  • 960
  • Rom: 51
  • The Oncoming Storm
    • Profili Görüntüle
Ynt: True Detective
« Yanıtla #31 : 23 Nisan 2015, 15:34:24 »
Şunu belirteyim öncelikle, 2. sezon hakkında izlemeden yorum yapmayacağım. Ön yargılarım var ama bir şey demeyeceğim. Heath Ledger'ın Joker performansından sonra kimseyi kafadan eleştirmemek gerektiğini düşünüyorum.

1. sezona gelirsek;

Diziyi internette övüle övüle bitirilmediği zamanlarda fark ettim. Henüz sezon bitmemişti, sanırım 6 bölüm yayınlanmıştı. Breaking Bad'den sonra bir süre yeni bir diziye başlamayı düşünmüyordum aslında. Ama boş zamanlarımda yapacak pek bir şey olmadığından (Cizre'ye selamlar olsun!), bir deneyeyim dedim.

İlk bölümü izlerken pek etkilenmedim açıkcası. Farklı zamanları gösteriyor, bir oraya bir buraya gidiyor olması ilginçti. Aksanlı konuşmalar fazla itici değildi ve aforizmalar, eh iyiydi. Sizi bilmiyorum ama genelde bir diziye bağlanmama/başlamama neden olan hep bir sahne oluyor. İşte, sağ olsunlar ilk bölümün sonuna beni mıhlayan bir sahne koymuşlar.

Then start asking the right fucking questions!

Matthew McConaughey'in o oyunculuğunun üstüne The Black Angels - Young Men Dead girince, Bam! Bir bakmışım sezon bitmiş.

Böylesine beğendiğim dizileri sıralamaya sokmak huyum değil, o yüzden en iyisi bu diyemeyeceğim. Battlestar Galactica'nın benim üzerimdeki etkileri ile Breaking Bad'in yaşattıkları bir değil. True Detective'in  büyüsü ile Black Mirror'ın havası aynı değil. O yüzden diziyi kendi içinde irdeleyeyim istedim.

Öncelikle izlediğimiz "şey"den başlayayım. Sinema teknikleri konusunda bir bilgim yok ama ben gördüğümden fazlasıyla hoşnut kaldım. Şu tek çekimlik sahne olsun, olayların geçtiği yerlerin görüntüleri ve renkleri olsun, Rust'ın gördüğü imgeler olsun, arka plandaki detaylar olsun, fazlasıyla lezizdi.

Kurgu konusunda o gerçeklik hissi geriyor adamı gerçekten de. Şurada Lousiana'da zamanında buna benzer yaşanan bir olayı izleyebilirsiniz. İnsanların vahşiliği, yüksek statüdekilerin buna göz yumması/arka çıkması vesair, aslında mevcut olan ama açık açık görmediğimiz ya da görmeyi reddettiğimiz şeyler. Bu kurgunun işleniş tarzı da oldukça hoşuma gitti. İlk başta kafa karıştırıcı ve karışık gelse de bence bir eski zamana bir şimdiye dönülmesi çok hoş olmuş.

Oyunculuklar konusunda herhangi bir şikayetim yok. Woody Herralson'ın Gary Oldman ya da Johnny Depp'ten en büyük farkı 2. adam olması. Onun dışında o da saydığım bu iki kişi gibi herhangi bir rolü başarıyla canlandırabiliyor. Matthew McConaughey ise bir garip adam. Ben seviyorum fakat sevmeyeni de, itici bulanı da çok. Ama adamdan fazlasıyla tiksinen birisi bile Rust Cohle karakterindeki oyunculuğuna en azından bir Alright Alright Alright! der.

Sonuç itibariyle müzikleriyle, filtresiyle, konusuyla, işlenişiyle güzel bir yapım olmuş True Detective. Ama beni en derinden etkileyen noktası "gelişim ve ilerleme" oldu. Breaking Bad konusunda beni mest eden, şu anda Better Call Saul ile ona yakın bir etkileyiciliği olan hassas noktam bu işte; karakterler.

Bu konuda saatlerce konuşulabilir ve her bir karakter ayrı ayrı irdelenebilir ama bu gelişim ve değişime tanık olmanın, bunu izlemenin daha uygun olduğunu düşünüyorum. O yüzden iki ana karakterden iki örnek verip susacağım. Birincisi, realist pesimistimiz Rust Cohle'un son anlarında yaşadıkları ve bunun etkisiyle son sahnede de olsa adamın ağzından optimist bir şey çıkması (Bana sorarsan aydınlık kazanıyor.) . İkincisi ise dik kafalı, aile adamı, klasik Amerikalı Marty'nin dizinin ilk kısmıyla ikinci kısmı arasındaki farkı (Özellikle eski karısına neden Rust ile tekrar çalışmaya başladığını anlattığı "ikna edildim" sahnesi ve finalin son anlarındaki hastane sahnelerinde görebiliyoruz.) .

Sonuç itibariyle güzel ve farklı bir yapımdı, umarım ikinci sezon birinci sezonun ekmeğini yemez ya da birinci sezonu tekrar etmez.

Ve bonus;
Spoiler: Göster

Rust: Kendimi realist olarak nitelendirirdim ama felsefi terimlere göre pesimistim.
Marty: Tamam, o ne demek?
Rust: Partilerde iyi değilim demek.
Marty: Partiler dışında da iyi değilsin, diyeyim.
Rust: Bence insan bilinci, evrimdeki trajik bir hata. Fazla farkında olduk.  Doğa kendinden ayrı bir durum yarattı. Bizler doğa yasalarına göre var olmaması gereken yaratıklarız.
Marty: Bu kulağa b.k gibi geliyor, Rust.
Rust: Bir birey olduğumuz hayaline kapılan şeyleriz. Duyusal tecrübeler ve hissettiklerimizin yığılması bizi, kendimizden tamamen emin bir şekilde, hepimizin birer birey olduğumuza  programladı. Ama aslında hepimiz hiç kimseyiz.
Marty: Ben olsam bu saçmalığı sağda solda konuşmam, buralarda insanlar öyle düşünmüyor. Ben öyle düşünmüyorum.
Rust: Bence türümüz için yapılabilecek onurlu davranış programlamamızı gözardı etmek. El ele soyumuzun tükenişine yürümek... Son bir gece yarısı, kız ve erkek kardeşler bu haksız muameleye katılmamayı tercih ediyor.
Marty: Ee, sabahları yataktan kalkmanın ne anlamı var?
Rust: Kendime bunlara tanık olduğumu söylüyorum. Gerçek cevap ise belli ki benim programlanmam bu. Ve tabiatımda intihar yok.
Marty: Şansıma bugün seni tanımaya karar vermişim. Üç ay boyunca tek kelime duymadım ve...
Rust: Sen sordun.
Marty: Evet. Şimdi de çeneni kapaman için yalvarıyorum.
--
(Dini bir toplantıdaki insanların IQ’lerini sorgulamsı üzerine)
Rust: Sadece gözlem ve çıkarım. Obezite, fakirlik ve peri masallarına olan arzuya eğilim görüyorum. Halk ellerindeki üç kuruşu o bağış sepetine döküyor. Bence bunu söylemekte bir zarar yok Marty, buradaki kimse atomu parçalamayacak.
Marty: İnsanlar inanmasaydı neler yapardı düşünebiliyor musun?
Rust: Şu anda yaptıklarının aynısını, sadece daha açık açık yaparlardı.
Marty: Saçmalık. Hilekarlık ve cinayetle dolu bir garabet gösterisi olurdu ve bunu biliyorsun.
Rust: Eğer birisinin düzgün davranmasına neden olan tek şey ilahi ödül ise, o zaman kardeşim, o kişiden bir b.k olmaz.
--
Rust: Görüyorsunuz ya, hepimiz yaşam kapanı dediğim bir şeyin içindeyiz. Eminiz ki her şey farklı olacak. Başka bir şehre taşınacaksın ve hayatlarınızın sonuna kadar arkadaş kalacağın kişilerle tanışacaksın. Aşık olacaksın ve tamamlanacaksın. Tamamlanmak. Ve kapanış. Bu b.k yağmurunu tutacak boş kavanozlar... Hiç bir şey tamamlanmaz. Son ana kadar. Ve kapanış? Hayır. Hayır. Hayır. Hiç bir şey sona ermez.
--
Rust: İnsanlar.  Yüzlerce yaşamın sonlarını gördüm. Genç, yaşlı. Hepsi de gerçekliklerinden oldukça emindi. Biliyorlardı ki duyusal tecrübeleri onları özgün bir birey yapmıştı. Amaç. Anlam. Bir biyolojik kulkadan çok daha fazlası olduklarından emindiler. Ama gerçek ortaya çıkar ve herkes ipler kesildiğinde bunu görür.
--
(Kurbanların resimlerinin olduğu bir dosyayı göstererek)
Rust: Gözlerinin içine bakarsın, fotoğrafta bile olsa, ölü ya da diri olduklarının önemi yok, onları okursun. Ne gördüğünü bilirsin. Kabullenmişler. İlk başta değil. Ama o son anlarında büyük bir rahatlama var. Çünkü korkuyorlardı ve şimdi ilk kez anlıyorlar... kabulenmenin ne kadar kolay olduğunu. Ve bunu o son nanosaniyede anladılar. Ne olduklarını gördüler. Sen, kendin, bu büyük drama... aptalca bir irade ve varsayımdan öte değildi. Ve kabullenebilirdin. Çok sıkıca tutunmana gerek olmadığını farketmek... tüm hayatının, tüm aşklarının, tüm nefretinin, tüm anılarının, tüm acılarının, hepsinin aynı olduğunu farketmek. Hepsi aynı rüya. Kilitli bir odada saklanan bir rüya. Bir birey olmak ile ilgili bir rüya. Ve çoğu rüyada olduğu gibi, sonunda bir canavar var.
--
Ledoux: Bunu tekrar yapacaksın. Zaman düz bir daire.
Rust: Bu ne şimdi, Nietzsche? Kapa çeneni!
--
Rust: Birisi zamanında bana zamanın düz bir daire olduğunu söylemişti. Yaptığımız ve yapacağımız her şeyi, tekrar ve tekrar ve tekrar yapacağız. Ve o küçük çocuklar, o odada olacaklar. Tekrar...Tekrar...Tekrar... Sonsuza dek.
--
Rust: Membran teorisi diye bir şey duymuş muydunuz?
Dedektif: Yok, beni aşar.
Rust: Şöyle ki, bu evrende zamanı doğrusal algılıyoruz. İleriye doğru. Ama bizim uzay-zamanımızın dışında, dördüncü boyut perspektifinde, zaman var olmaz. Ve o noktadan bizim uzay-zamanımızı düzleşmiş, tek bir yapı olarak görürüz. Üstüste gelen maddeler, her yerin zaptedilmesi... Varlığımız hayatımız boyunca burada öylece dolanıyor, raylardaki vagonlar gibi. Bizim düzlemimizin dışındaki her şey – işte bu sonsuzluk. Sonsuzluk bize yukarıdan bakıyor. Bize göre bu bir küre. Onlara göre bir daire.  Zamanın olmadığı sonsuzlukta hiç bir şey büyümez, hiç bir şey oluşmaz ve hiç bir şey değişmez. Ölüm öldüreceği şeylerin büyümesi için zamanı yarattı. Ve yeniden doğdun. Ama her zaman aynı hayata doğdun. Peki bu konuşmayı kaç kez yaptık dedektifler? Kim bilir? Hayatlarınızı hatırlayamıyorsunuz. Hayatlarınızı değiştiremiyorsunuz. Ve bu bütün yaşamların berbat ve gizli kaderi. Hepiniz sıkıştınız... tekrar tekrar uyanacağınız bir kabusun içine.
--
(Hastanede Marty’e durumunu açıklarken)
Rust: Bir an, bir çeşit karanlığın içindeyken, bilinçsiz ama küçük bir farkındalık hissine indirgenmişken... Beni tanımlayan şeylerin kaybolmaya başladığını hissedebiliyordum. Ve o karanlığın altında başka bir tane daha vardı, daha derin. Sıcak. Bir madde gibi. Hissedebiliyordum ve biliyordum. Biliyordum, kızım orada beni bekliyordu. Çok açık. Onu hissedebiliyordum. Hatta babamdan bile bir parça hissedebiliyordum. Sanki sevdiğim her şeyin bir parçası gibiydim. Ve orada, birlikte, üçümüz, yavaşça kayboluyorduk. Tek yapmam gereken bırakmaktı, kabul etmekti. Ve ettim de. “Karanlık, haydi!” dedim. Ve kayboldum. Ama hala kızımın sevgisini hissedebiliyordum. Eskisinden daha fazla bir şekilde, sadece sevgisi... Sonra uyandım.
Marty: Bir keresinde yıldızlar hakkında hikayeler uydurduğunu söylemiştin değil mi?
Rust: Evet, Alaska’dayken.
Marty: Yere yatar, gökyüzüne bakardın değil mi? Yıldızlara.
Rust: 17 yaşıma kadar televizyon izlemedim. Yani etrafta dolaşmak, gezmekten başka pek yapabileceğim bir şey yoktu.
Marty: Ve yıldızlara bakıp hikaye uydurmaktan başka. Ne gibi?
Rust: O odada, her akşam camdan dışarı izledim, öylece düşünerek... Aslında hepsi tek bir hikaye. En eskisi.
Marty: O neymiş?
Rust: Aydınlık karanlığa karşı.
Marty: Alaska’da değiliz biliyorum ama bana sorarsan karanlığın daha fazla alanı var.
Rust: Evet, o konuda haklısın.
--
(Arabaya doğru yürürlerken)
Rust: Aslında olaya yanlış bakıyorsun. Şu gökyüzü olayına.
Marty: Nasıl yani?
Rust: Önceleri sadece karanlık vardı. Bana sorarsan, aydınlık kazanıyor.
Attention all planets of the solar federation
We have assumed control.

Çevrimdışı Light

  • **
  • 359
  • Rom: 7
    • Profili Görüntüle
Ynt: True Detective
« Yanıtla #32 : 23 Haziran 2015, 05:13:08 »
İkinci sezonun başlamasına yönelik herhangi yorum yapılmamış. Ben bir yorum yapayım, hem hatırlatmış hem de fikir vermiş olmayı umuyorum.

Sezon iki için şimdilik söylebileceklerimden biri açılışını beğendiğimdir, sözleri vs. hoştu; bu konudan benden geçer not aldı. Bir Far From Any Road olamaz tabii.
Kapanışı kendi müzik zevkime göre daha çok benimsedim, sevdim. :D
Hikaye gayet iyi olacağa benziyor. İlk sezondaki atmosferi yakalayamamışlar ama tadı farklı bir şey çıkarmışlar ortaya, ilk bölümde olayların ve karakterlerin temelini aldığımızda keyifli bir sezon bizi bekleyecek gibi duruyor.

Taylor Kitsch'in rolünü iyi oynadığını, daha doğrusu rolü için iyi seçilmiş olduğunu söyleyebilirim.
Rachel McAdams da şaşırtıcı derecede iyiydi, yapmacık olmasını bekliyordum ama kötü dersem hakkını yemiş olurum; baskın sırasında yapmacık dedim de, bunlar polis; özel harekat falan değil ve o bakımdan normal karşıladım. Babasını oynayan ''filozof'' ile Rust'ın yerini kapatmaya çalışmışlar ayrıca.
Colin Farrell ise gayet iyi iş çıkarmış. Fazla söze gerek olduğunu düşünmüyorum.
Vince Vaughn: Mmmmmmhhhh. Ben bu adamı sevemiyorum kusura bakmayın, rolünü kendince iyi oynamış olsa da bence olmamış.

İlk sezonla kıyaslarsak burada da tüm karakterlerin sorunları var, genel yapı olarak ilk sezonun izinden gitmişler, uygun olarak. Rust'ın ideolojik yapısını ve bunu yansıtmasındaki ustalığını ayrıca karakterler koyup kapatmaya çalışmışlar, fakat Matthew McConaughey'in yanından bile geçebildiğini düşünmüyorum bunu yansıtma konusunda ikinci sezonun karakterinin/karakterlerinin. İdeoloji bakımından, zaten elini ayağını çekip de ideolojilerini bencilliğe odaklayıp insanlardan uzaklaşan, toplumsal işlere katkıda bulunmayan insanlardan zaten haz etmiyorum, bu sebeple filozof''çu''luk oynayan adamı sevmedim.

Yine de sevdiğim bir sezon olacak, ilk sezonla karşılaştırmak uygunsuz olur bence; çünkü oyuncuları farklı, havaları ve atmosferi farklı. Hangi oyuncuların daha iyi oynadığı ise subjektif olarak değişken bir durum. İki sezondan hangisinin hangi konularda daha komplike ve daha ustaca işlendiğini göreceğiz.

Not: Bu yorum sadece ilk bölüme dayalı düşüncelerimden yola çıkılarak yazılmıştır. İlerideki bölümlerde düşüncelerim değişebilir, bazı şeylerin öyle olmadığı ortaya çıkabilir; bu yüzden bir de sezon bitince yorum atacağım.
Alıntı yapılan: W.S.
Yet do thy worst, old Time; despite thy wrong
My love shall in my verse ever live young.

Çevrimdışı Ugur

  • ***
  • 459
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: True Detective
« Yanıtla #33 : 23 Haziran 2015, 16:29:56 »
İlk sezonun ilk bölümündeki heyecanı yaşatmasa da bu heyecan yaratmadı demek değil . Sadece ilk sezondaki "kadar" meraklandırmadı beni.Yine çok kaliteli bir sezon izleyeceğimiz kesin gibi .Son olarak 11. dakikada Mulholland Drive'ı görmeyen bizden değildir.

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: True Detective
« Yanıtla #34 : 24 Haziran 2015, 10:32:33 »
İlk bölümü dün izledim. Açıkçası bölüm boyunca ilk sezonu anımsatan şeyler aradım durdum. Daha en başından (kendi adıma) biliyordum, ille de ilk sezonu isteyecekti bu deli gönlüm. Fakat bu yeni sezonu beğenmedim demek değil.

Açılış parçası "olmuş" gözümde. Tüyler diken diken. Artık her bölüm başında moda sokarak başlayacak. Sonrasında oyunculuğu beğendim. Daha çok karakter, daha geniş bir kişilik paleti gibi görünüyor. Şimdilik her birini ayrı ayrı özgün buldum diyebilirim. Özellikle Colin Farell'ın oğluna bu kadar düşkün olup, (spoiler)

Spoiler: Göster
O ayakkabı muhabbetinde çocuğa karşı diğer kabadayılardan farksız bir hal alışı neydi öyle? Abov. İçten içe "bu çocuk değil"i yaşadığını bence o tek sahne güzel özetliyor. Bir saldırganın, bir tecavüzcünün oğlu olma ihtimali bilinçaltında bir yerlerde.


Sonra polis ablamız ve kız kardeşi, filozof babaları var tabii.

Alıntı
Babasını oynayan ''filozof'' ile Rust'ın yerini kapatmaya çalışmışlar ayrıca.

Ben de bunu düşündüm izlerken.

Bir de, motosikletli genç polisimiz var ana karakterlerden. O da rolünün hakkını veriyor. Vince Vaughn'un o ifadeden yoksun, donuk karakteri de hoşuma gitti. Her an bir şeyler yapacakmış hissi veriyor. Tuhaf vallahi.

Ama işte içime sinmeyen bir nokta var. Neydi o ilk sezonda, dua eder gibi, kafasında geyik boynuzlarıyla bulunmuş genç kızımızın cesedi? Neydi o etrafındaki ayin alanı ve yangın? Nasıl pis, nasıl mistik ve nasıl habisti yarabbim. İşte o atmosferi henüz 2. sezonda bulamadım. O habis mistik yanın yerine, polisiye dizilerde görmeye alıştığımız bir biçimde başladı. Evet, karakter çeşitliliği şimdilik hoş duruyor. Derinleştikçe de tadından yenmeyecek hale geleceklerini düşünüyorum. Fakat işte ilk sezonda gece yastığa kafamı koyduğumda beni rahatsız eden şey bu sezonda olmadı. Belki de henüz olmadı, şimdilik bilemiyorum tabii.

Aslında şöyle bütüne bakınca, tam da beklediğim açılardan ilk sezonun gerisinde kaldı. Bu konuda şimdilik yanılmadım gibi görünüyor. Ancak merak da uyandırdı. Devamını izleyeceğim, çünkü merakım oldukça kabarmış durumda. Hiçbir şey olmasa bile, karakterlere dair sorular oluşuyor insanın aklında.

Çevrimdışı Elendil_XX

  • ***
  • 504
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: True Detective
« Yanıtla #35 : 28 Haziran 2015, 17:37:45 »
İlk bölümü bende izleyebildim nihayet.

Genel görüşe katılıyorum, ilk sezondaki atmosferin malesef zerresi yok.

Başlarda bölümü izlerken karakterlerin sorunları, bir olaya/diyaloğa balıklama atlamamız falan "ben ne izliyorum" durumu yaratmadı değil açıkçası. Ama tamamen ana konu öncesi karakterleri tanıtmak amaçlı böyle yaptılar heralde  :P.

Neyse, oyunculukları beğendim. Özellikle Colin Farrell şaşırttı açıkçası, rolünü bayağı benimsemiş, elinden geleni(!) de yapmış. Son sahne de iyiydi, devamı için bayağı merak uyandırdı. Bakalım neler olacak. :hömm:

Çevrimdışı Laughing Madcap

  • ****
  • 960
  • Rom: 51
  • The Oncoming Storm
    • Profili Görüntüle
Ynt: True Detective
« Yanıtla #36 : 11 Ağustos 2015, 00:55:26 »
Finali izlediğimde, dizinin ikinci sezonun başında yazmayı düşündüğüm şeyleri yazmadığım için üşengeçliğimi tebrik ettim. Finale kadarki negatif düşüncelerimin pozitif yöne kayması, dizinin ikinci sezonunun başarılı olmadığını gösterebilir pekala. Ama sezonu bir bütün olarak ele almak gerekli.

Öncelikle şunu belirteyim, ben de ilk başta "Nerede ilk sezondaki hava?" diye sormuştum. Fakat ilk sezondan bağımsız bir olay örgüsü ve oyuncular olduğu düşünülürse, ilk sezondan farklı bir havanın karşımıza çıkması oldukça doğal. İlk sezonun yarattığı mistik ve karanlık hava yerine daha bir somut, gerçekçi ve soğuk havayı içimize çektik. Bu, ilk sezon kadar etkileyici değildi belki ama yapımcıları, bunca eleştiriye rağmen bu havadan taviz vermemeleri nedeniyle takdir ettim. Her bölümde sık sık gördüğümüz şehir görüntüleri olsun, 3'ü polis 1'i mafya olmak üzere 4 karakterin bu yozlaşmanın içindeki boğuşmalarını ellerinden geldikçe göstermeye çalışmaları olsun, açılış şarkısı olsun, bölüm içlerine serpilmiş Lera Lynn şarkıları olsun, istedikleri havayı yarattılar.

1. sezonda nihilizm sosuna bulanmış bir karakterin, bir birey olarak kayıp iken yolunu bulmasına ve bu mistik boşluğu doldurmasına tanık olduk. Başlangıçta Cohle'a tamamen zıt bir karakterin de bu mistik düzende evrilerek, "kalın kafalılığı" bırakışına şahitlik ettik. Birinci sezona mistik sisin yavaşça dağılarak, bulutların arasından sızan ışığın suratımıza vurmasıyla veda ettik.

İkinci sezona ise betonların arasında, çöplerin içinde başladık. Karakterlerimiz ortamdaki pislikten ilerleyemez oldular ve tüm sezon boyunca bu çöplükte, yoğun hava kirliliğinden önlerini göremeyecek şekilde ilerlemeye çalışmalarını izledik.

Endüstriyel Noir denebilecek bir havada geçen ikinci sezonun çok büyük sıkıntıları vardı. Öncelikle oyunculuklara değinmek istiyorum. En beklemediğim kişi, Vince Vaughn'ın diziyi sırtlaması bir hayli şaşırttı beni. Diğerleri ise, meh.

Kurgu ise oldukça yavandı ve yer yer bir hayli karmaşıktı. Açıkcası sezonun başında katili tahmin etmiştim ama tabi detayları bilmediğim için cinayetin sebebini öğrenmek için sezonun son bölümlerine kadar beklemek zorunda kaldım. Sonra finali izleyince anladım ki, amaçları zaten olayın polisiye ağırlığını vermek değilmiş. Mevzu final bölümünün ilk beş dakikasında birden çözülünce, eaaaah demedim değil. Son dakikaları izleyince anladım ki, senaristin bize vermeye çalıştığı şey bu değil.

Spoilerlı kısma gelmeden genel bir yorum yapacak olursam evet, ilk sezondaki kadar başarılı değil. Ama kendi içinde, final bölümü durumu kurtarsa da, güzel bir yapım olmuş.
Veeeee spoilerlar;

Spoiler: Göster

-Görsellik açısından ne yazık ki ilk sezonun yanına yaklaşamayacak kadar kötüydü. Endüstriyel Noir havasını verebilecek kadar iyiydi ama ilk sezondaki tatmin hissi oluşmadı. İki sahne hariç.

Birincisi Frank Semyon'un "ölüm yürüyüşü" sırasındaki hayatının irdelenmesi, sezon boyunca yaşadıklarını özetleyen "yaralı adamın boşuna çabalaması ve bu sırada onun düşmesini bekleyen akbabalar" ve son olarak, tam da söz verdiği gibi "kırmızı gül"lü ve takım elbiseli bir şekilde karısına kavuşması.

İkinci sahne ise Velcoro'nun kamikazesi. Sezonun başlarında vurulduğunda gördüğü hayalde, babasının anlattığı şekilde, "devasa ağaçların arasında adamlardan kaçıyorsun, sonra karşılarına çıkıyorsun ve seni vuruyorlar" açıklamasına uygun bir şekilde ölmesi.

Bu iki sahnenin de finalde olması, sezon boyunca neden eleştirildiğini rahatça anlatıyor aslında.

-Kurgusal açıdan, anlatılmak istenenin basit bir siyasi çekişme, yolsuzluk ve cinayetler olmadığını, final bölümüyle anlatabildiler. Ya da ben biraz geç anlıyorum.

Sezon boyunca gördüğümüz kadın karakterler, değer verdikleri erkek karakterlerin mantık yönleri oldular. Belki doğru yolu göstermediler ama normali işaret ettiler. Velcoro'nun eski eşi de, Bezzerides de, Semyon'un eşi de, Woodrough'un müstakbel eşi de ve hatta set fotoğrafçısının kız kardeşi de hep erkeklerin bu gurur/para/onur/intikam/korku sebepli hareketlerine engel olmaya çalıştılar. Erkekler hep bu saydıklarım öğelere yenik düştüler ve kaybettiler.

Yani bu sezon bize kirli planlar, karanlıkta kalan cinayetler, siyasi çekişmeler falan göstermedi. Bu zaten hep vardı ve son sahnelerden anlaşılacağı üzere hep de olacak. Rust Cohle'un finalde söylediğinin aksine, aydınlık kazanmıyor. Karanlık sapasağlam yoluna devam ediyor. Bu yolculukta karakter yoğruluyor ve kötüler güçleriyle sınanırken iyiler de zayıflıkları nedeniyle sahneden çekiliyorlar.

-Dizide bazı anlar çok hızlı gelişiyor gibi görünmesinin sebebi, alt metinin çok iyi verilememiş olmasından kaynaklanıyor bence. Velcoro ve Bezzerides birlikteliği çok ani gelişmiş gibi görünse de, bu ikilinin hareketlerine, özellikle de aynı ekranı paylaştıkları sahnelerdeki hareketlerine, oturmalarına, kalkmalarına, konuşmalarına ve yaşadıklarına dikkat edin. Oturup ikinci sezonu tekrar izleyin demiyorum ama bazı sahneler var ki, oturuş şekilleri bile aynı. O yüzden Velcoro'nun aşık olması, liseli ergen gibi telefonda bunu söyleyememesi çok normal.

-Dizinin atmosferi düşünülünce, mutlu son beklenemezdi elbette ama özellikle Velcoro konusunda biraz "ölüsüne sıktılar". Tamam, klişe bir şekilde oğlunu görmeye gitti, takip edildi, sevdiği kadını kendince korudu ve yeniden göremedi. Babalık testini de gördük, haydi o da tamam. Ama gönderdiği mesajın ulaşamaması var ki, vay anam vay.


3. sezonda bakalım bizi ne tarz bir dizi bekliyor. Nic Pizzolatto, şaşırt bizi.
Attention all planets of the solar federation
We have assumed control.