9.BÖLÜM KISIM -II- LORD CONNIGON
Ozan, şarkısını tatlı bir ses tonuyla sonlandırdı. Büyük salonda alkış sesleri yükseldi. Terron, şarabından bir yudum aldı ve ‘işte böyle’ dercesine alkış seslerine eşlik etti. Uzun ve yağlı saçlarını düzelterek tacını yerine oturttu. Saf altının Wartholdian çeliği ile birleşiminden elde edilmiş tac, safir ve elmasın alıcı güzelliğiyle süslenmişti.
Kendisini boş gözlerle seyre dalmış Aween’i fark edince, çatallı dilinde onun için sakladığı tüm zehir zemberek sözlerini sarf etme fırsatı yakaladı.
‘ Leydim, biraz eğlenin. Ağabeyiniz sizi burada somurturken görmek istemezdi. Bunu onun için yapmalısınız ‘ diyerek kadehini kaldırdı ve kana kana içti. Çenesinin kenarından, kırmızı pelerinin toka kısmına kadar akan kan kırmızısı şarap ve adi sözler Aween’i yeniden tiksindirmişti. Terron, tuniğinin kol kısmıylabir kez daha ağzını silerek ‘Yoksa sizi de kucağımda tutmadığım için bana dargın mısınız ?’ dedi. Aween’in yanı başında oturan Lord Connigon narin bir tavırla kralını sakinleştirmeye çalıştı.
‘Majesteleri, oldukça yorgun ve susamış gözüküyorsunuz. ‘
Terron, yorgunluktan sulanan gözlerini Lord Connigon’a çevirerek,
‘Ah Lord Connigon siz ve şu kendi babalarımızdan bile göremediğimiz şefkatli tavırlarınız beni onurlandırıyor; lakin yüzünüzün ardındaki gerçeği biliyorum. Bu yüzden nezaketiniz beni daha fazla geriyor. Nezaket yerine güney tepelerindeki baskınlarla... Hay beş tanrının topları!! ‘ dedi ve yüzünden akan oluk oluk terleri silmek için bir bez istedi.
Dansçı fahişe, Terron’un kulağına sadece yakın çevredekilerin duyacağı şekilde yaklaşarak fısıldadı.
‘Majestelerini daha şehvetli şekilde terletebilecek yöntemler biliyorum’. Dansçı kız, Terron’un kulağını hafif ısırık darbeleriyle kemirirken, kral sadece nedenini anlayamadığı bu terlemeden kurtulmakla meşguldu. Hizmetlilerin getirdiği bez daha şimdiden su içinde kalmıştı. Kafasında bir karıncalanma hissetti ve gittikçe dayanılmaz hale geldi. Saçları öylesine kaşınıyordu ki sonunda dayanamadı ve tacını masaya koyarak kafasını doya doya kaşıdı.
Hafif bir öksürük krizinin ardından kucağında oturan fahişeyi ihmal etmemeye çalışarak
‘Kralın şu an biraz meşgul tatlım; lakin yakında seni gecelerin engin denizlerinde yüzdürecek.’ Dedi ve daha şiddetli bir öksürük krizine girdi.
Dansçı kız, kralın saçlarını okşarken bir terslik olduğunu fark etmesi uzun sürmedi. Kız, parmaklarının arasına yapışan yağlı saçları elinden ayırmaya çalıştı. Daha sonra yeniden, tüm diyarların en iğrenç fahişelerinin bile kasalar dolusu altın karşılığında elini sürmeyeceği Terron’un saçlarına büyük bir budalalıkla yeniden elini daldırdı. Bu defa, eline gelen tutam tutam saçları daha fazla görmezden gelemediği için Terron’u şaşırmış bir halde uyardı.
‘Majestleri, saçlarınız...’
Terron, elini kafasında endişe ve büyük bir telaş içerisinde gezdirmeye çalıştı. Kafasındaki anlamsız kaşıntının kaynağını ve saç derisindeki garipliği bizzat kendi elleriyle kontrol ederken neredeyse tüm saçları kafa derisinden ayrılarak acı ama komik bir görüntü oluşturdu. Kral, avcuna gelen neredeyse bütün saçlarını diplerindeki kan ile beraber çaresizce masaya bıraktı. Akabinde, oluk oluk akan kan eşliğinde önündeki tatlısına dişlerinden bir kaç tanesi, sanki sonbaharda rüzgarın ağaçlar üzerinden azad ettiği zamanı dolmuş yapraklar gibi döküldü. Dansçı fahişe, daha fazla dayanamayıp kralın kucağından tiksintiyle kalkmak isterken, Terron istemsizce ve şiddetli bir öğürtüyle büyük bir miktarı kandan oluşan kusmuğunu kızın göğüslerinin üzerine boşalttı. Çaresiz kız çığlıklar atarak Terron’un kucağından kalktı ve dehşet içerisinde bağırmaya devam etti. Kralın nefes alış verişleri düzensizleşmeye başlamıştı. Bu hazin tabloyu gören çevre masadakiler hemen bir şifacı çağrılması için seferber oldular.
Lord Connigon ayağa kalkarak kralın yanına yaklaşırken, Terron, acı içerisinde yere yığıldı ve salonun tozlu ve tahta zemininde titremeye başladı. Kral muhafızların kaptanı Balen, yere yığılmış kralınının yanına koşarak ‘Majesteleri!’ diye bağırdı. Terron, derdini anlatacak durumda değildi. Uzun ve gür siyah saçlarını, gümüş rengi zincir zırhının arkasına atarak güçlü kollarıyla kralının tahta zemine sürtünmekten dolayı daha da fazla kanayan kafasına yastık görevi yaptı. Gözleri açık kahve renginden alev sarısına dönmüştü sanki. ‘Nerede bu tanrıların cezası şifacı ? Ziyafete bile katılmadı mı ?’ diyerek çevresindeki adamlarına öfke kustu. Üç tane mızraklı asker, yaşlı şifacıyı getirmek için hızla büyük salondan dışarıya çıktı. Eğlence tamamen sona ermiş, yerini korkunç bir manzaraya bırakmıştı. Aween, bunları kendi planlamasına rağmen o kadar irkilmişti ki, Terron’un zemine dökülmeye başlayan etlerini gördüğü vakit Lord Connigon’un arkasına saklandı. Yaşlı keçi, adamlarından biri ile göz göze geldi. Baş ve işaret parmağını birleştirerek adama talimatını verdi. En azından Aween, bunun gizli bir haberleşme olduğunu düşündü. Şimdi sıra kendisindeydi belki de. Zaten kral öleceğine göre neden bir kraliçe olsundu ?
Lord Connigon, kralın Balen’e birşeyler demeye çalıştığını sezdi. Balen, Lord Connigon ile Aween’e kısa bir süre bakış attı. Yaşlı keçinin gözleri ziyadesiyle iyi gördüğü için bu ayrıntıyı yakalayabilmişti. Aween’e endişeyle döndü ‘Majesteleri, derhal odanıza çıkın ve kapınızı kilitleyin. Kaldırabileceğiniz her ağır şeyi de ardına dizin. İhtiyatlı olmalısınız.’ Aween, Connigon’a anlamsız bir bakış attı. Yaşlı keçinin fazla açıklama yapacak ve savaş politikasından bir haber genç bir kızı yatıştıracak kadar vakti yoktu.
‘Dediğimi yap tatlım. Yoksa sonun ağabeyine benzeyecek’ diyerek resmiyeti bir kenara bıraktı ve durumu bu cümlesiyle özetleyebildiği kadar özetlemiş bulundu. Aween, bir süre etrafta oluşan karmaşayı seyretti ve ardından hızla salonun çıkış kapısına yönelmeye başladı. Lord Connigon kendi kendine mırıldandı. ‘Anlaşılan bu gece fazlasıyla kan dökülecek...’
Kral Terron, yerde titremeye devam ederek damarlarında dolaşan son kanı da organ parçalarıyla beraber kusarak zemine boşalttı. İğrenç koku dört bir yanı sararken, kokarca Terron kendini tamamen kan ve kusmuk gölünün içerisine bıraktı. Kralın artık cansız yerde yatan bedenine bakan Balen, kılıcını kabzasından çıkardı. Wartholdian çeliği, mumların ışığı altında resmen ışık patlaması yaratmıştı.
‘Kraliçeyi, krala suikast düzenlemekten dolayı kral adına ölüme mahkum ediyorum! ‘ diyerek emrini verdi ve ekledi ‘Muhafızlar. Kraliçeyi yakalayın ve öldürün!’. Şaşkınlık içerisindeki muhafızlar birbirlerine bakmaya başladılar. Balen sabırsızdı ve tıpkı kralı gibi kibrinin ruhunu emmesine izin veren cinsten bir adamdı. Bağırarak ekledi ‘Kralın son emri!’ diyerek adamları uyardı. Kral muhafızlarının büyük bir kısmı Aween’in peşine düşerken, masalarda içkinin rehavetiyle mayhoşça oturan askerler curcunayı tuhaf bakışlarla izledi.
Taşkalkan lordu yaşlı keçi, salonun orta bölümüne geçerek bağırdı.
‘Korkarım bunu yapmanıza müsade edemem muhafız Balen.’
O esnada, Lord Connigon’ın gri plaka zırhlı muhafızları salonun kapısını askeri disiplin düzeninde tutarak mızraklarını, kapıdan geçmeye yeltenen kral muhafızlarına doğrulttu ve kıpırdamadan öylece oldukları yerde kaldılar. Hemen ardından ise Lord Connigon ve salonun diğer kısımlarındaki hafif zırhlı adamları aynı anda kılıç çekerek çevredeki diğer kral muhafızlarına doğru yöneldi. Muhafız Balen rahatsız ses tonuyla
‘Kralın son emrine karşı mı geliyorsun yaşlı lord keçi ’ diyerek Connigon’a yeterli göz dağını vermeyi amaçladı.
Connigon, dikkatinin dağılmasına izin vermeden Balen’e karşılık verdi.
‘Kraliçenin ölüm emri yersiz ve art niyetli geliyor. Kaldı ki emri veren ise, sözün kraldan çıktığını iddia eden ve küçükken annesinin suratını, babasının usturasıyla doğramış bir adam...’
Yaşlı adam çevredeki tüm muhafızlara baktı. Terron’un talimatı verdiğinden adı kadar emindi; lakin ortada kraliçenin hayatı ve yanlış bir stratejiyle son nefesini bu pislik yuvası şehirde boş yere verebilecek gencecik askerleri vardı. Arbaletli okçuları salonun yukarki bölümüne önceden yerleştirmiş olması, bir nebze de olsa kendine daha fazla güven veriyordu.
Lord Connigon stratejisine devam etti. Dudaklarını hafifçe bükerek garip bir şekilde tebessüm etti ve geniş salonda hafif daireler çizerek yürümeye başladı.
‘Kralın son emrinin kraliçenin infazı olduğunu ima eden bir kaptan muhafız. Sizce de oldukça şaibeli değil mi? Bir kral, kraliçesini neden öldürtmek ister ki? Özellikle de eski genç kralı katil olduğu gerekçesiyle ‘Gırtlakkesen’ lakabıyla lanetleyip zindanlara gönderen adil bir kral ?’
Yaşlı keçi, daha iyi bir gün olsaydı bu sözlerine ölesiye güleceğini biliyordu; fakat bu gece kan gecesiydi. Ölümle, ay ışığında şaraba doyacakları gece...
Balen, yapılı bir adamdı; lakin aklı ve sabrının sınırı bir kaşık lapadan bile azdı.
Kaptan muhafız, kılıcını çok uzağında olmadığı Connigon'a doğrulttu.
‘ Fazla konuşuyorsun lord keçi; lakin meyhude yere... Ben kral yemini etmiş biriyim. Bu yüzden sandığın kadar akıllı değilsin...’ diyerek muhafız olmayan diğer yeminli yorgun askerlere gözleriyle adeta ‘hazırlıklı olun’ dedi. Sayıca üstünlük sağlayıp lord keçiyi fahişe tanrılarının yanına yollamaya daha bu münakaşanın başında yeltenmişti.
‘ Doğru. Çok irfan sahibi olduğum söylenemez.’ diyen Lord Connigon arkasını dönerek adamlarına başıyla ufak bir işaret yaptı ve cümlesini devam ettirdi.
‘Gene de kendi adamlarıma içki içirtmeyecek kadar aklım yerindeydi’
Yukarıda konuşlanmış kırk adet arbaletli okçu, şarabın etkisinde kalan aşağıdaki Wartholdian okçularını adeta geyik gibi avlamaya başladı. Masaların etrafında deminden beridir dolanan hafif zırhlı taşkalkan askerleri ise, büyük bir el çabukluğu ile ellerindeki kısa kılıçlarla masa başında kaptan muhafızın emiri için bekleşen sarhoş Wartholdian askerlerinin gırtlaklarını kestiler. Yüzlerce atar damardan akan kan, masaların ve üzerindeki yemeklerin rengini bir anda değiştirdi. Arbaletçiler, şoka uğramış aşağı kattaki okçuları temizledikten sonra, saldırmaya veya pozisyon almaya yeltenen askerleri bir bir indirmeye başladı. Kral muhafızlarından bir kaçı Lord Connigon’un üzerine çullanmaya çalışırken, taşkalkan askerleri tarafından işleri hızlı ve usta darbelerle bitirildi. Kapıyı tutan plaka zırhlı askerlerin ise, nizami şekilde öne bir adım atıp mızraklarını beklenmedik biçimde karşılarındaki kral muhafızlarına saplamalarının ardından muhafız Balen çılgına döndü.
Lord Connigon şımarık ve küstah çocuklar gibi etrafına bakıp gülerek
‘Sanırım artık sayılarımız eşit. Çok zeki biri sayılmam; lakin sayı saymayı hepimiz biliyoruz değil mi ?’ dedi.
Muhafız Balen, Connigon’a doğru saldırdı. Lord Connigon onurlu bir adamdı. Bu yüzden askerlerine 'dur' talimatını daha bu ölümcül düello başlamadan vermişti.
Kendini korumaya çalışan yaşlı Connigon’a ardı arkası kesilmez hızda ustaca kılıç darbeleri indirmeye başlayan Balen, ‘Tanrıların bakalım sana nasıl yardım edecekler yaşlı adam ‘ diyerek kılıç darbelerini sıklaştırmaya başladı. Connigon gardını alarak salon ortasında geri adımlarla daireler çizdi. Balen’in darbelerine fazla dayanamayacağını biliyordu. Gardını düşürerek bu sefer kendi kılıcını Balen’e doğru salladı. Bir kez daha ve bir kez daha... Bu sefer muhafız Balen kendini savunmaya aldı. Lord Connigon aslen kuzey adalıydı. Bunu kılıç darbeleri indirmeden önce kılıcını bilek hareketiyle döndürmesinden her budala anlayabilirdi. Fakat hem Wartholdian stilinde dövüşmeyi hem de kuzeyin destansı kılıç sanatlarıyla rakibini kıstırmaya oldukça iyi kavramıştı. Gene de güçsüzleşmeye başlayan kolları, genç muhafızla baş edebilmek için sorun teşkil edebilirdi.
Lord Connigon, kötü düşüncelere aldırış etmeden muhafızın zırhının zayıf olan karın bölgesine saldırdı. Balen çevik bir hareketle dönerek saldırıdan kaçmayı başardı ve yaşlı keçinin kafasını uçurmak düşüncesiyle kılıcını bütün gücüyle salladı. Connigon güçlükle eğilerek tehlikeyi atlattı; fakat kolları ağrımaya başlamıştı. Balen bunu fark ederek bir kılıç darbesi daha indirmek istedi. Connigon ise çeliğe çelikle karşılık verdi ve bir süre boyunca iki kılıç da havada ejderhalar gibi çarpışsa da, bu güç gösterisini kontrol altında tutan Balen oldu. Yaşlı adama yeniden ardı arkası kesilmeyen darbelerini indirdi. Yaşlı lord yavaş yavaş geriye çekilmeye çalışırken Balen onu sonunda kralın masasına kadar getirerek sıkıştırdı. Lord Connigon, çaresizce diş ve kanlı et parçalarıyla dolu masanın üzerine devrildiğinde kılıcını paralel tutarak Balen'in ölümcül darbelerini uzaklaştırmaya gayret gösterdi. Yaşlı keçi ölümü tanıyordu ve artık ondan korkmuyordu. Hem ölse bile, tanrıların ona merhametli davranacaklarından emindi.
Balen'in darbelerinin gücü azalmaya başladı; buna rağmen kılıcı yaşlı adamın tam göğsünün üzerine saplanmak üzereydi ki, Connigon son bir gayretle masayı tutup destek almaya çalışan serbest eliyle kralın tacını alarak sivri kısmı muhafızın gözüne geçirdi. Balen geri çekilerek bir çığlık attı. Gözünü kaybetmesine neden olan tacı göz çukurundan çıkarıp yere atarak acı ve çaresizlik içerisinde, masadan kalkmayı başaran yaşlı lorda yeniden saldırmak istedi. Connigon, önce kılıcını döndürdü ve aşağıdan yukarıya bir hamle yaparak muhafızın kılıcına vurdu. Bir anlığına gardı kesilen muhafızın göğsüne kılıcını olağan gücüyle sapladı. Balen şaşkınlık içerisinde ağzından kanlar akarken yaşlı keçiye baktı. Kılıcını elinden düşürdü ve son bir kez nefes almaya çalıştı. Ölümün verdiği korku artık onun da gözlerindeydi. Taşkalkan lordu bunu çok iyi biliyordu. Tüm askerler temkinli şekilde bekliyordu. Genç muhafız yere yığıldığı vakit Lord Connigon ağır adımlarla yürüyerek kılıcını salondaki herkese gösterdi. Daha sonra da yerde yatan Terron'un cansız bedenini... Nefes alış verişlerini ayarladıktan sonra ufak bir konuşma yapması gerektiğini fark etti.
' Wartholdianlılar, Fork'un bekçileri, özgür eller ! Kral öldü... Evet, kralımız acı bir şekilde sinsi zihinlerin hazırladığı bir zehir tuzağına düştü; lakin ben kraliçemizin yanındaydım. Bundan o sorumlu değildir. Ben, kraliçeye baktığımda sadece ağabeyinin hatalarının ceremesini çeken çaresiz bir kız görüyorum, daha fazlasını değil! Yüce divanın bir an önce toplanması efendi kralımızın ölümünü ve bundan sonra izlenecek yolu irdelemek adına ehemmiyet kazanmıştır.' diyerek kendisini dikkatle izleyen insanlara baktı. Belki de yüzlercesi ile göz göze gelerek içlerindeki insanı kaybedip kaybetmediklerini anlamaya çalıştı. Ardından ekledi
'...Ve elbette ki kraliçenin akıbetini önce tanrılar, sonrasında da yüce divan belirleyecektir.'
Lord Connigon sözlerini bitirdikten sonra kalabalık kendi içerisinde konuşmaya başladı. Salonu büyük bir uğultu kapladı. Yaşlı kurt ise salonun köşe başında duran, tamamen saf çelikten yapılmış sade motifli tahta bakarak kendi kendine mırıldandı 'Tabiiki gene lanet bir kral da olmak zorunda'
9.Bölümün sonu