Kitap için çok yerde sert olduğuna dair yorumlar görmüştüm. Bir kısmı bundan rahatsızdı, bir kısmıysa bu yanına bayılmıştı. Ben o bayılan kısımdan olmak istiyordum, fakat okuyunca düşüncem şu oldu: Bu mudur sert?
Başkarakteri kötü denebilecek bir kitap bu. Ancak beklentimi karşılamadı. Çünkü Jorg, bir Alex değil [*]sadlkşjfasf[/*]. Otomatik Portakal'daki o "kötü" olmayı burada göremedim. Dahası, Jorg'un yaptıkları insanı rahatsız edecek şekilde anlatılmamıştı benim için. Düşünüyorum da, Kurma Kız'ı okuduktan sonra 3 gün etkisinden çıkamamıştım. Başkarakter(ler) kötü değildi üstelik. Bir kısmı gri, bir kısmı hayata tutunmak için çabalayan cinstendi. Sonrasında Alex'in yaptıklarını dehşetli bir büyülenmeyle izlemiştim. Ya Elric? Elric için de "kötü" diyemem belki ama söz konusu karanlık fantastikse hala rakipsiz. Falan filan.
Dikenlikler Prensi bende hayal kırıklığı oldu. Karanlık fantastik kurguya olan açlığımı havada bırakması beni oldukça üzdü. Tahmin edilebilir bir kurgu, bazı sahnelerin aşırı hızlı geçilmesi, Jorg'un ne sevilesi ne de nefret edilesi oluşu gibi etmenler nedeniyle kitabı başarılı bulmadım. Benim için ortalama bir kitaptı doğrusu. Ne iyiydi, ne de kötü. Tıpkı Jorg gibi. O da benim için ortalama bir karakter. Herhangi bir ayrıksılığı yok.
Güzel yanlarına bakacak olursak, aslında Orta Çağ ile bezenmiş olsa da gelecekteki dünyamızda geçtiğini görüyoruz. En tepeye çıkmış ve oradan hızla aşağıya düşmüş bir dünyada yeniden Orta Çağ ve feodal düzen hakim. Bu fikri oldukça sevdim. İşleniş de buna uygundu. Bazı eski icatları gördükçe hafifçe gülümsedim. Tabii bir de dünyamızın ünlü isimlerinin (Sun Tzu, Sokrates, Öklit vs.) halan daha öğretiler arasında yer alması da beni mutlu eden bir diğer etmendi. Bu kısım güzel düşünülmüş.
Yazara dair birkaç şey demek istiyorum. Mark Lawrence bazı yerlerde gerçekten acemilik etmiş. Mesela 398 sayfalık kitapta, Jorg'un 1.80 boya sahip olduğunu ta 260. sayfada öğrenmemiz gibi. 13. yaşındayken başlıyoruz kitaba ve 14'üne girişiyle devam ediyoruz. Jorg kendisinden iri ve yaşlı insanlara liderlik ediyor, yeri geldiğinde onları aşağılıyor, vuruyor vs. Ben de bir okur olarak onu yaşından ötürü daha ufak düşündüm durdum ve bu durum bana çok absürd gelmişti. Sonra ta 260.sayfada öğreniyorum ki kendisi 1.80 boyunda, boylu poslu bir delikanlı. 260.sayfaya kadar "kıvırcık siyah saçları" dışında ona dair hiçbir şey bilmiyorduk oysa ki.
Dahası, bazı hayati sahneleri koştur koştur atladık kitapta. Keşke öyle olmasaydı. En heyecanlı olabilecek kısımlar, sanki kitap uzamasın istenir gibi, hop diye atlandı. Ayrıca,
O ruhçığırıcı kalbini yeme olayı nedir? Bir tane vurdun, sonra kalbini yedin. Yaşasın, süperim artık! E ruhçığırıcılar öyle kılıçla kafası kopan şeylerse neden onlardan bu kadar korkuluyor? Bir tane vurdun, kalbini yedin, güçlerinin az da olsa bir kısmını aldın. Lütfen ama...
Dikenlikler Prensi okuduğum yorumlarla örtüşmeyen bir kitap oldu. Sert bekliyordum, değildi. Heyecan bekliyordum, tüm kitabı "hmm" gibi bir tepkiyle okudum. Dünya beklediğim kadar özgün değildi. Betimlemeler de ortalamaydı bence.
Özetle, Dikenlikler Prensi ortalama bir kitap oldu kendi adıma.
Son olarak, çeviriden yana şikayetim var! Çeviri, motomot bir çeviyidi ve bu durum okurken sizi çok yoruyor. İngilizce cümle yapısını olduğu gibi Türkçeye çevirince ortaya aşağıdaki gibi cümleler çıkıyor ve bu da okuyucuyu sürekli tökezletiyor.
Sayfa 85:
"Bazı adamlar vardır ki bir boğayı gözünden mıhlar, bin adımdan."
Sayfa 90:
Alnımın ortasındaki hafif ağrı paslı bir çiviye dönüştü, ta derine saplanan
Bir de "
öte yandan" sözünü "
beri yandan" diye sık sık kullanılırken görmek can sıkıcıydı yahu :/. "Öte yandan"ın nesi kötü? "Beri yandan" cümle içinde inanılmaz sırıtıyor -_-.