Nihayet bugün ben de izleyebildim. Bu kadar yerilmesine, bu kadar düşük puanlar almasına hiçbir anlam veremedim doğrusu. Kusursuz muydu? Hayır. İzlerken cıkladığım birkaç yeri vardı kesinlikle. Senaryosu da vasattı, o konuda feci derecede hemfikirim. Ama eğlendim mi? Oldukça. Ki önemli olan da bence bu.
Öncelikle filmin karanlık tonunu çok sevdim. Son dönemlerde, özellikle 80’lerden sonra DC çizgi romanları Marvel’a nazaran hep biraz daha karanlık olmuştur zaten. Hele konu Batman ve Gotham olunca iyice hissedersiniz o karanlığı. Filmde de ona yakın bir atmosfer vardı. Batman: Year One, Dark Knight Returns, Killing Joke gibi maceraları okuyanlar ne demek istediğini daha iyi anlayacaktır.
Henry Cavill’in Çelik Adam rolüne yakıştığını biliyorduk zaten. Bu filmde de hem Superman hem de Clark Kent olarak iyi bir iş çıkarıyor. Jesse Eisenberg’in Lex Luthor’unu ise sevip sevmediğime karar veremedim doğrusu. Oyunculuk olarak iyiydi de… karakterin motivasyonu pek olmamıştı.
“Sen gökten inen bir tanrı değilsin. Çünkü babam beni döverken hiçbir tanrı beni kurtarmaya gelmedi. Benim için orada değildin,” savı bana hiç tatmin edici gelmedi.
Keza Metropolis’teki kütüphane açılışında yaptığı konuşma da filmin başındaki o laf ebesi hâliyle pek bir uyumsuzdu. Tamam, Lex’in Superman konusunda hastalık derecesinde takıntılı olması gerektiğini biliyoruz. Ancak bundan çok daha iyi sebeplere sahip olan Lex Luthorlar gördüğümüz de bir gerçek.
Öte yandan Gal Gadot’un Wonder Woman’ı adına yaraşır bir şekilde harika olmuştu. Özellikle aksiyon sahnelerindeki hareketleri, yere yıkıldığında mücadeleden keyif alıp sırıtarak tekrar ayağa kalkması Amazon savaşçılarına yakışır cinstendi. Sızlanıp duran, bezgin bir Alfred görmek de ilginçti. Koskoca Perry “White”ın siyahi bir oyuncu tarafından canlandırılmasını hâlâ yadırgasam da Laurence Fishburne kendisine tanınan o kısacık zamanda adına yaraşır bir oyunculuk sergileyerek gönlümü fazlasıyla aldı.
Ancak beni en çok etkileyen kişi duyurulduğu ilk günden beri endişelenmeme sebep olan, o role bir türlü yakıştıramadığım Ben Affleck oldu. Bruce Wayne rolüne inanılmaz yakışmıştı. 35 yaşındayım ve bugüne kadar çekilmiş tüm Batman filmlerini ve dizileri izledim. Ve benim için bugüne kadarki gelmiş geçmiş en iyi Bruce Wayne kesinlikle Ben Affleck oldu.
Aynı şekilde, Batman’in sahneleri de bence filmdeki en iyi kısımlardı. Batmobil’le sokaklardaki kovalamacaları, Superman’le olan dövüşü falan iyiydi ama en çok filmin sonlarına doğru girdiği, Arkham Asylum oyunlarını anımsatan dövüş sahnelerini sevdim ben. Annesiyle babasının vurulduğu sahne de, çok önemli bir etmen olan o inci kolyeye dek kusursuzdu. Çok keyif aldım. Şimdiye dek izlediğim, aslına en yakın Batman’di.
Superman’le Batman’in arasındaki dövüş sahneleri de kendi adıma epey tatmin ediciydi. Fragmanlarında buram buram Dark Knight Returns havası almıştık, iki devin dövüşü de o çizgi romana bir saygı duruşu niteliğindeydi. Tam tahmin ettiğim şekilde gelişmesi de benim için bir diğer güzellikti. (Because he is Batman!) Bu kısımları saçma buluyorsanız üzgünüm, çünkü çizgi romanlara ve karakterlerin kişiliklerine epey sadıktı.
Aynı şey Doomsday ile olan dövüş için de geçerli.
Doomsday çizgi romanlarda Superman’i öldüren tek canlı olarak bilinir. Yorulmak bilmez, tek eliyle (sahiden tek eliyle) tüm Justice League ekibini hallaç pamuğu gibi dağıtmışlığı vardır. Ve o uzun soluklu maceranın sonunda Superman ve Doomsday aynı anda birbirlerini öldürürler. Aynı filmde olduğu gibi. Daha sonrasında da Superman’in cenazesine, doğal olarak da yeniden dirilişine tanık oluruz. O sahnelerin bu kadar uzatılmasının sebebi o.
Hem Doomsday hem de Batman vs Superman dövüşlerinin çizgi-romanlardan tek farkı kriptonit uçlu mızrağın varlığı.
Beğenmediğim hiç mi yanı yoktu peki? Hayır, aslında bayağı vardı. Hepimizin takıldığı “Martha” unsuru her ne kadar beni şaşkınlığa uğratsa da (bunca yıllık çizgi-roman okuruyum, aradaki benzerliği hiç fark etmemiştim) ikilinin dövüşüne son noktanın bu şekilde konması… ı-ıh, cık, olmamış. Batman’in Superman’e diş bileme nedeni de hiç inandırıcı değildi. O ki dünyanın en iyi dedektifi. Gözünün önünde onlarca insanı kurtaran bir kahramana bu şekilde düşman olması, tüm o yıkımı düşmanlarına değil de Superman’e mâl etmesi cidden saçmaydı.
“Biz ne iyilerin kötü adama dönüştüğünü gördük Alfred,” diyerek Two Face/Harvey Dent olayına gönderme yapması bile Superman’e bu kadar düşmanlık beslemesi için yeterli bir mazeret sunmuyor bizlere. Halbuki elimizde tam tersi için harika bir malzeme var. Superman insanlara zarar verilmesini tasvip etmiyor. Batman ise suçluları damgalamaya, kollarını bacaklarını kırmaya kadar gidiyor. Clark zaten bu duruma feci derecede kıl. E Luthor Superman'i kandırıp Batman'in üstüne salsa ya! Altyapı zaten hazır, ama nedense kullanmamışlar.
Bazı gereksiz sahneler vardı bir de. Bruce’un boş yere kostümüne baktığı, sırf easter-egg vermek için çekildiği belli olan mesela. Çok fazla şeyin rüyaya bağlanmasına da gıcık olmadım desem yalan olur. Filmin başındaki sahne gibi…
Öte yandan yine bir rüya sekansından ibaret olmasına rağmen Hazal’ın bahsettiği Injustice göndermesi acayip iyiydi.
Sonrasında Flash’in gelecekten bir mesaj vererek bu göndermeyi devam ettirmesi de öyle.
Velhasılıkelam bu kadar yerilmesine cidden anlam veremiyorum. Gerçi fragmanlarla insanlara yanlış bir izlenim verip farklı bir beklentiye sokarak bu çorabı başlarına örenler onlar oldu. Sen gidip de aslında sadece rüyadan ibaret olan bir şeyi fragmana koyarsan, filmde Aquaman, Flash, Cyborg da olacak deyip hepsini basitçe geçiştirirsen (bence küçük ve anlamsız bir rol verilmesindense, ben geldim, hop şimdi de gittim tarzı sahneler yerine böyle görünmeleri daha iyi olmuş o ayrı) insanlar hayal kırıklığına uğrar elbet. İyi film, kötü pazarlama…
Yine de ben bayağı eğlendim, keyif aldım ve sinemadan çıktığımda iyi ki izlemişim dedim.