Bu öykü bir kıssaysa, belki de herkes ondan kendine göre bir anlam çıkarıyordur, kendi yaşamını onda yorumluyordur.
Steinbeck külliyatını hunharca katletme kararı sonucunda İnci’de azmimin dehşetli buzdan pençeleri karşısında fazla direnemedi. Hacim olarak en küçük Steinbeck romanı gibi duruyorsa da içerdiği öğretici unsurlarla muadilleriyle boy ölçüşecek bir çizgide çarpıcılık sunuyor.
Bir Meksika halk hikâyesinden esinlenmiş olan kitap, Kızılderili kökenli Kino, karısı Juana ve oğlan bebekleri Coyotito’nun öyküsünü taşıyor. Fakir aile geçimlerini balıkçılıkla ve denizden inci arayarak sağlayıp, kıt kanaat geçirirken, bir gün Coyotito’yu zehirli bir akrep ısırır. Fakir aile parası olmadığı için doktor tarafından geri çevrilir. O sıralarda Kino ve Juana suya açılır ve o güne kadarki en büyük, gösterişli ve pahası yüksek inciye rastlarlar.
Derken aile koca bir köşk alarak zevklerince dayayıp döşedikten sonra etrafı hizmetkârlarla donatırlar. Dünyadaki en lüks ve pahalı aracı alarak şampanyalar eşliğinde sosyete partilerine katılırlar. Evvel zamanda kendilerini reddeden doktoru da uşak olarak işe alırlar. Ömür boyu mutlu yaşarlar. Bir dakika, durun, lütfen durun. İnciyi bulduklarından sonraki kısmı yani bu paragrafı unutun çünkü bu bir Steinbeck romanı. Kitap sırtını ikiyüzlü bir duygusallığa dayayarak insanları aldatacak derecede cani olmaktan öte gerçekçi çizgiden sapmayacak kadar dürüst bir karaktere sahip. Neyse, devam edelim.
Asıl olaylar ailenin inciyi bulmasından sonra başlıyor. Gerek doktor, gerek inci alıcıları gerekse de açgözlü halktan kimileri bu zenginliği ele geçirmeye çalışır. İnci, ilkin aile üzerine mutluluk saçıp saf bir umut doğursa da bu zamandan sonra sadece kötü rüzgârlar üfürmeye başlar. Ve böyle devam eder.
Derler ya, insan asla doymak bilmez diye, yüzünü verseniz ille de astarını ister diye. Bu sözler insanı kınama amacıyla söylenir, oysa insan soyunun en büyük yeteneklerinden biri, onu elindekiyle yetinen hayvanlardan üstün kılan bir yetenektir bu.
İncinin yani sermayenin daha doğrusu kışkırtıcı rekabetin insanların arasına girmesiyle bir anlamda insanlar duygularını terk ederek düşünebilen yırtıcı bir hayvana dönüşmüşlerdir. Bir tarafta sınıfsal farklılıklar, ötesinde nesnelerin gerçek değerinden ziyade bir güç sembolüne dönüşmesi, insanların tamahkârlıkları, ve çözülmesi zor bir düğüm.
Yazar hiçbir şekilde ahkâm kesmiyor. Bilgiçlik taslamıyor. Yaşamın koca bir yol olduğunu, daima var olacağını ve bir şekilde yeni umutlarla bezenerek devam edeceğini belirtiyor.
Kitap ne kadar 100 Temel Eser arasında yer alsa da küçük yaşta okuyucular için fazlaca ağır olabileceğini düşünüyorum. Bana göre bu dünyadaki en iğrenç ve pornografik unsur ölümdür. Ve bu kitapta gerçekleşen ölümler genç okuyucuları sarsabilecek düzeyde.
Eserin çevirisi Tomris Uyar’a ait olmakla birlikte kusursuz bir tercüme sunmakta.
Bir klasik. Okunması gereken güzide bir eser. Türe uzaksanız dahi mesela kısa bir uçuş seyahatinde her zamanki gibi bulutları seyredip 'aa uçuyorum' demek yerine elinize alarak bir saatte beğeniyle bitirebilirsiniz.
Ve bence okumalısınız.